Göz; insanda ve hayvanda görme organı demektir. Ayrıca göz; içinden bir şey geçebilen yarık, delik, ayrı ayrı bölümleri olan bir şeyin veya yerin her bölmesi, bölünmüş her parçası, bölük, hâne, çekme, çekmece, kefe, çıbanın irinin toplandığı ve aktığı en şişkin noktası, ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri, bir suyun topraktan çıktığı yer, kaynak, memba, bir şeyin üzerinde meydana gelen çukur veya kabarcık gibi anlamlara gelir. Göz mecaz anlamı ise; ele alış tarzı, görüş, bakış açısı, bâzı kimselerin bir şeye, bir kimseye kıskançlık veya hayranlıkla baktıkları zaman bakışlarının o şey veya kimse üzerinde meydana getirdiği etkiye yorulan ve kötü olaylara sebep olan uğursuzluk, terslik, nazar demektir. İşte göz kelimesi ile ilgili cümleler.
– Fakat bu inat, Emine’nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken, Tevfik’e ağzını açmış, gözünü yummuştu. (H. E. Adıvar)
– Eve geç gelen kızına ağzını açıp gözünü yumdu.
– Bu akşam açlıktan gözü dönmüş bir hâlde bir evin mutfağına girmişti. (S. F. Abasıyanık)
– Açlıktan gözü kararmış bir halde eve geldiler.
– Açlıktan gözüm karardı, yandaki lokantada bir şeyler yiyelim.
– Açlıktan gözü kararmış olsa da, yemeği sabırla bekliyordu.
– Yemek saati yaklaştıkça, hepimizin açlıktan gözü kararmıştı.
– Şimdiye kadar pek alıcı gözüyle bakmamıştı. (S. F. Abasıyanık)
– Mobilyalara ilk defa alıcı gözüyle baktı.
– Sizde göz var, hiç hastalıktan kurtulamıyorsunuz.
– İlk gelişte alıcı gözüyle bakmadığım için, evin detaylarını pek hatırlamıyorum.
– Bu akşam kızımıza alıcı gözüyle bakmaya gelecekler.
– Arap’ın gözü açıldı artık, hayatta oradan alışveriş yapmam artık.
– İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı. (O. V. Kanık)
– Oğullarının artık normal bir yaşam süreceğini sanan anne baba ona güzel de bir kız bularak baş göz etmişler. (A. Ümit)
– Şu kızı da bir baş göz edersem gözüm arkada kalmayacak.
– Halamı sonunda baş göz ettiler.
– Daha sonra tâze güneş altında gözlerini gördüm. (R. H. Karay)
– Ne biçim usta bu! Başını gözünü yardı.
– Dolabı kaldırmayı gözü yemedi.
– Her dünyâya bir kere onun gözü ile bak. (N. Kemal)
– İki yüz sayfalık kitabı okuyup, özet çıkarmayı gözü yemedi.
– İnsan, alışverişte gözünü açmak zorundadır.
– Gözünü aç, işini kimseye kaptırma.
– Sen yeter ki iyileş, araba gözümüzde olmaz.
– İyi bir üniversiteyi kazan, giden para kimsenin gözünde olmaz.
– Evi çok iyi fiyata satmışsınız, gözümüz yok da kaça sattınız?
– Vermezsen verme, senin kaleminde gözümüz yok.
– Tam kapı yanında bir sütçü dükkânı gözüme ilişti. (R. H. Karay)
– Gözüm ilişince baktım ki kar yağıyor.
– Kıyafetlerin her biri, birbirinden güzel. İnsanın gözünü alıyor.
– Güneş ışığı gözümü alıyor, perdeyi biraz çeksene.
– Allah bilir, milletvekilliğinde de gözü vardır. (H. Taner)
– Kalemimde gözü var.
– Ateşoğlu, bir yandan da gözlerini deniz yüzüne gelen ve yüzde suyu fokurdatan hava habbelerinden ayırmıyordu. (H. Balıkçısı)
– Devamlı yola bakıyor, gözünü ayıramıyordu.
– Bir ara televizyona gözüm gitti, orada gördüm.
– Gözüm telefona gitti, yeni mi aldınız?
– Gözleri başka bir sahifenin ortalarına takıldı. (P. Safa)
– Gözü duvardaki tarihi tabloya takılmıştı.
– Çocuğun gözü televizyona takıldı, on dakikadır bakıyor.
– Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter.
– Ona kardeş gözüyle bakıyorum.
– Bu işe oldu gözüyle bak.
– Doğru, hakları vardı, koskoca sandalıyla da beraber gömemezdiler ama çok sevdiği, gözü gibi esirgediği ağlarıyla gömebilirlerdi. (S. F. Abasıyanık)
– Çocuğunu gözü gibi sakınıyordu kadıncağız.
– Göz açıp kapayana kadar Zafer büyüdü. (A. Kutlu)
– Şimdiden gözünü korkutmazsan ileride büsbütün başa çıkılmaz bu bacaksızlarla. (N. Cumalı)
– İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum. (O. Kemal)
– Tevfik Bey’in gözüne girdiğini de etraflıca anlattı. (T. Buğra)
– Sonra fırsat kollamasını biliyordu ve tekme yapıştıracak, çelme takacak zamanı içgüdülerin şaşmazlığıyla seçiyordu. (T. Buğra)
– Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı. (R. N. Güntekin)
– Bir sabah söyledi son sözlerini / Yumdu dünyaya ela gözlerini. (Y. K. Beyatlı)
– Bu genç çocukla bu üstü başı oldukça eski ihtiyar adamı gözü tutmamıştı. (N. Hikmet)
– Seni dünya gözüyle bir daha görmeyi nasip edene şükrolsun. (Y. Kemal)
– Kendi iyle otuzu geçtiği hâlde isteyenler arasında kendine uygun birisini gözü kesmediği için evlenmemişti. (N. Cumalı)
– Sevim’in güzelliği elle tutulur, dille anlatılır makbul bir güzellik değildir. (R. N. Güntekin)
– Buralara kadar zahmet ettiniz, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. (H. Taner)
– Şimdi Murat dağlarında eğlenirim, beni bulmak istersen adamlarının da gözü keserse oraya yolla. (T. Buğra)
– Terekesini paylaşmak için dört gözle ölümünü beklemekteydiler. (Y. K. Karaosmanoğlu)
– Sarhoş ağabeyi, parası pulu ile gözdağı vermeye kalktı onlara. (N. Cumalı)
– Bu göz alabildiğine düzlük, sinsi bir bataklık gibidir. (A. Erhat)
– Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim. (A. Kulin)
– Bir ara karşıdaki salaş birahanenin penceresine göz atıyorum. (A. Ümit)
– Yerine göre fakiri korur gibi görünür, gözleri boyar böylece. (K. Korcan)
– Bizim canımıza, malımıza hangi devlet göz dikmişti? (Y. K. Karaosmanoğlu)
– Bu futbolcu antrenmanda göz doldurdu.
– Masanın üstünde bir başka gazete var. Biraz evvel ona göz gezdirdiğim zaman birbiri ardı sıra üç havadis görmüştüm. (R. N. Güntekin)
– Göz göre göre masumların kanına girmem için benden ferman almaya mı geldiniz. (N. F. Kısakürek)
– Yaptığım pastanın üstü, göz göz oldu.
– Yağan yağmurdan sonra, toprak göz göz olmuş.
– İşte bu iki adam bir aralık göz göze geldiler. (İ. H. Baltacıoğlu)
– Adı duyulmamış, şiiri bilinmeyen gençleri tutar, gözler önüne sererdi.
– Tezek dumanında göz gözü görmez. (N. Hikmet)
– Hızla açılan kapıdan içeri girişi, hayır girişi değil, atılışı hâlâ gözümün önündedir. (Y. Z. Ortaç)
– İstanbul’a bu yükseklikten bakılınca birden gözlerimizin önüne serilir. (A. Ş. Hisar)
– Kadın, gözünün ucuyla erkeğe baktı. (Y. K. Karaosmanoğlu)
– Sözü sohbeti yerinde görünen birkaç erkeği haftalarca göz hapsine aldı. (R. N. Güntekin)
– Kızcağız göz nuru dökmüş, çok ince şeyler işlemiş. (H. Taner)
– 1908’den önceki zemin ve zamanı göz önüne almalı. (Y. K. Beyatlı)
– Göz süzüp boyun kırması, erkeği baştan çıkarmanın ilmini bilmesi fabrikaların tezgâh başlarında, soyunma odalarında konuşuldu. (L. Tekin)
– Benim için dualar okuduğunu göz ucuyla görebiliyordum. (A. Kulin)
– Sokakta göz ucuyla süzdüğüm kadının bana ehemmiyet vermediğini görürsem hoşça bir latife söyleyiveririm. (R. N. Güntekin)
– Kendi dillerine başka bir dilden en küçük bir şeyin karışmasına göz yumamazlar. (N. Uygur)
– Bir hafta evimize geldiler, gittiler. Köylerden bizleri tanıyanlar bile geldiler, gözaydın ettiler. (M. Ş. Esendal)
– Eve dönünce orasını düğünevi gibi kalabalık buldum. Duyan kadınlar gözaydına gelmişler. (M. Ş. Esendal)
– İnsan, emeğini o kadar kolay gözden çıkaramıyor. (A. Ağaoğlu)
– O günkü gazeteleri gözden geçirdi. (F. R. Atay)
– Akşam hazırlanmış sofrayı gözden geçirmek için odasından çıktı. (A. Kutlu)
– Şimdi, artık gözünden ve gönlünden çıkardığı bu adamın her şeyi onun için müsavi idi. (R. N. Güntekin)
– Muhtarın oğlu bu hasta köpeklere düşman olduğu günden beri gözümden düştü. (S. F. Abasıyanık)
– O sıralar Avrupa’da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu. (N. Nadi)
– Anlamlı anlamlı birbirine işaretler yaparak, göz kaş süzerek Emine’ye uzun uzun bakıyorlar. (R. H. Karay)
– Hem gülüyor hem sık sık bana kaçamak bakışlarla bakıyor, muziplikle göz kırpıyor. (A. Ağaoğlu)
– İki sahilde pencerelerden damla damla taşan ışıklar güzel aydedeye göz kırpmakta yıldızlarla rekabet ediyor sanılır. (A. H. Müftüoğlu)
– Kırkyılda bir nişanlı buldum, ona da sen mi göz koydun? (M. Ş. Esendal)
– Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu. (A. İlhan)
– Fikirleri dağınıklıktan kurtarmak için, özüne irca etmek ve onu gözden kaçırmamak lazımdır. (M. Kaplan)
– Emeğinin ve cesaretinin gözümden kaçmış bulunmasından hâlâ üzgünlük duyuyorum. (A. Ağaoğlu)
– Bunca yüzyıl gözden ırak tutulan gerçek Türkçeyi ön plana almak gerekiyordu. (A. Erhat)
– Mektepten sonra birbirimizi gözden kaybetmiştik. (R. N. Güntekin)
– Vakta ki gece mehtaba çıktılar. Senihe ile Faik Bey uzun bir müddet gözden kayboldular. (Y. K. Karaosmanoğlu)
– Nihayet yıkık bir kulübe civarında gözden nihan oldular. (R. N. Güntekin)
– Çıkarlarını gözettiği sınıfı gözden uzak tutmak, adını andırmamak isterler.
– Bunlardan kaç babayiğit bu ölüm yarışını göze alabilir? (T. Buğra)
– Şöyle kenara göze batmayacak bir masaya iliştik. (N. Hikmet)
– Hiçbir zaman göze batmak ve sivrilmek isteme. (N. F. Kısakürek)
– Evin nizamında Türk kadınlarının vakur zarafeti göze çarpar. (O. S. Orhon)
– O fırsatta onu yererek göze girmeye çalışan birkaç tıynetsiz dalkavuk da elbet renk verdiler. (A. Kabaklı)
– Onu kolla, gözetim altında tut ama bunu ona hiç belli etme. (A. Kulin)
– Meseleyi taraf gözetmeden aksettirmek için o yazıdan da bir parça almak isterdik. (O. V. Kanık)
– Yetmiyor diyorsun, o kadar maaş alıyorsun, gözünü toprak doyursun.
– Ne talih varmış bunakta. Turnayı gözünden vurdu, dedi. (R. N. Güntekin)
– Yorgunsun, uyku gözlerinden akıyor. (A. Gündüz)
– Genç bir jandarma zabiti, sert bir eda ile geçiyor, yan gözle bana bakıyordu. (R. N. Güntekin)
– Ben merak ederdim, gece yarılarına kadar yolunu beklerdim. (M. Ş. Esendal)
– Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım. (E. E. Talu)
– Bir herif çıksa da şunu başımdan alsa… Başım gözüm sadakası üç beş parça eşya, beş, on kuruş da para veririm. (R. N. Güntekin)
– Çocukluğuna ait bazı hatıralarını söylerken, gözleri berraklaşıyordu. (R. N. Güntekin)
– Avuçları ateş gibi fersiz gözleri çakmak çakmak dört dönüyordu. (H. E. Adıvar)
– Genç yakışıklı yüzü solmuş, gözleri çukura kaçmıştı. (Y. Kemal)
– Gözleri dolu doluydu ama ağlamadı. (A. Ümit)
– Pipo içer, gözleri yüzünde iki ateş böceği gibi fıldır fıldırdır. (N. Hikmet)
– Kerem’in kusacağı geliyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü. (Y. Kemal)
Göz ile ilgili atasözleri ve anlamları
– İki kere gidip geldikten sonra gözleri parladı, evi bulmuştu. (H. E. Adıvar)
– Yavaş yavaş başlarını kaldırıp yekdiğerinin yüzüne baktılar, ikisinin de gözleri parıldadı. (A. H. Müftüoğlu)
– Gözleri şıldır şıldır dönerek şikâyet ederdi. (Y. Z. Ortaç)
– O anda pek çok şeyler yapmak istediği hâlde, gözleri köşeyi ağır ağır dönen tramvaya takılıp kalmıştı. (P. Safa)
– Öyle halk türküleri vardır ki gözleriniz yaşarmadan okuyamaz veya dinleyemezsiniz. (M. Kaplan)
– Bütün başarılarda gözlerim yaşarır, bütün ayrılışlarda aynı şey. (B. Necatigil)
– Cüce rolünde halkı gülmekten katıltan sırıtış, Rakım’ın bütün buruşuklarını kaplamış, ayrık gözleri evlerinden uğramış. (H. E. Adıvar)
– Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu. (R. Enis)
– Doktor, Sevim Hanım’ın içinden geçenleri gözlerinden okuyarak söze karıştığında pişman oldu. (M. Ş. Esendal)
– Birisinin âşıklı maşuklu bir masal söylediğini işitti mi karşısında apışıp gözlerini belertiyordu. (R. N. Güntekin)
– Her gece fasılasız çalışmak gözlerimi bitirdi. (Ö. Seyfettin)
– Şerbetçide temiz bardak bulamayan müşteri, gözlerini devire devire bağırıyor. (Ç. Altan)
– İnleyerek, gözlerini bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor. (M. Ş. Esendal)
– Bazen böyle bir tesadüf olursa gözlerini kaçırmayı doğru bulmuyorlardı. (R. N. Güntekin)
– Zayıf bir kızı severdim / Gözlerinin içi gülerdi. (N. Cumalı)
– Benim gibi bir adama teslim ettikten sonra gözü arkada kalmazdı. (R. N. Güntekin)
– Bir kere fevri, hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez. (A. İlhan)
– Mektepten, kitaplardan fazla bu gençlerin muhitinde gözleri açılmış. (Y. K. Beyatlı)
– Gözünüz üzerinde olsun, devamlı izleyin onu.
– Teşebbüs, hamle, gayret, aksiyon ne demektir, bu gözü dönmüş insanlardan öğrenmek lazım. (N. F. Kısakürek)
– Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı, gözlerim kamaştı. (E. Işınsu)
– Duvar tarafına doğru bir adım atarak evet cevabını veren Orhan’ın gözleri gene kararıyordu. (P. Safa)
– İnsan sevgisi ne kadar yoğunsa gözü karardığında cesareti de o denli delice idi. (A. Kulin)
– İstemeye istemeye gözleri lokantacıya kaçtı. (Ö. Seyfettin)
– Kadıköy’den Fenerbahçe’ye kadar olan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür. (B. Akyavaş)
– O, dükkânı sana vereyim, dedi, ben istemedim. Neme lazım, bin kişinin gözü üstünde kalacak. (M. Ş. Esendal)
– O yaz nasıl geçti bilmiyorum; ne yaz ne tatil, hiçbir şeyi gözüm görmüyordu. (A. Erhat)
– Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu. (H. E. Adıvar)
– Demin şu pencereden gözüm denize ilişince kendimi Roma’ya giden bir vapurda sandım. (P. Safa)
– Ben herkesin gözü kalsın istemem yediğim lokmada. (N. Cumalı)
– Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı. (S. İleri)
– Yabancı bir iklimde, ebedî olarak yaşamaya mahkûm olduktan sonra bundan üstün hangi bir cezadan gözümüz korkabilir. (Y. K. Karaosmanoğlu)
– O gece Aşağı Sazan’ın gözünü uyku tutmamıştır, birçok pencerede ışık vardır. (R. N. Güntekin)
– Artık bu tedaviden bıkmış usanmış, adamakıllı gözü yılmıştı. (P. Safa)
– Güneşin altında bu sıcak kırları geçmenin ağırlığı gözümde büyüyordu. (M. Ş. Esendal)
– Bir zamanlar gözünde büyüttüğü adama bir nevi minnet borcu edası olmalıydı bu. (O. Aysu)
– Zehra’yı Haşim’e almayı düşünürken, oğlanın gözlerinde nasıl şimşek çakmıştı. (H. E. Adıvar)
– Akşamlar niçin hâlâ gözünde tütüyor? (A. N. Asya)
– Şilteye diz çökmüş, uyku akan gözlerini parmaklarıyla açıyor, uyumayayım diye ninni söylüyordu. (R. N. Güntekin)
– Gözlerinden yaşlar boşandı birden. (C. Uçuk)
– Kimsenin gözüne batmadan, tanınıp bilinmeden büyük bir kentin kaldırımlarında yaşamanın doyulmaz bir tadı vardı. (N. Cumalı)
– İlk gözüme çarpan köşe minderi ve üstündeki eski nakışlarla işlenmiş yastıklar. (H. E. Adıvar)
– Hasene’yi odadan kovdunuz da şimdi gözünüze ben mi diken oldum? (H. R. Gürpınar)
– Yaptığım iyilik gözünüze dizinize dursun. (S. F. Abasıyanık)
– Eczacının yaptığı bir adrenalin iğnesinden sonra gözlerini açtı. (H. Taner)
– Dam olarak beni gözüne kestirdiği anlaşılıyordu.(R. N. Güntekin)
– Gözünü kin bürümüş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında yaşı da yakacak. (A. İlhan)
– Senin gözünü sevda bürümüş, bey, dedi. Sen bir İzmir’e git de gönlünü eğle! (S. Ali)
– Buna rağmen, bir şey yakalamak ümidiyle gözünü üstünden ayırmadığını hissediyordu. (R. N. Güntekin)
– Hem de oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok para harcamak, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gözünü yıldırır. (N. Nâzım)
– O sert bir tavır alıyor, gözlerini Ali Rıza Bey’in gözlerine dikerek adamcağızı büsbütün şaşırtıyordu. (R. N. Güntekin)
– Atatürk, o zaman için çaresiz bir hastalıktan gözünü yumduğu sırada altmışına basmamıştı. (B. Felek)
– Selma Hanım’ın salonlarında gördüğü tipler birer birer gözünün önünden geçti. (Y. K. Karaosmanoğlu)
– Doğduğum köydeki çocukluğum, İstanbul’a gelişimiz, mektep, Avrupa. Hep gözümün önüne geldi. (Ö. Seyfettin)
– Gözlerini de bir duman bürüyor, başını yana çevirerek uzaklara bakıyordu. (R. N. Güntekin)
– Mine’nin parçalanmış bedeni gözlerimin önüne geliyor. (A. Ümit)
– Beni gözleriyle tartarak önümden geçti, sonra geri döndü geldi, oturmakta olduğun tahta sıranın ucuna ilişti. (O. Kemal)
– Kapının ağzında duran kız kardeşim, hayret dolu bakışlarını anneme çevirdikten sonra gözyaşlarına boğularak evden çıktı. (E. Şafak)
– Biçare kadın iki gözü iki çeşme anlatmış bunları. (E. Şafak)
– Sen gittin de aylarca yas tuttu, iki gözü iki çeşme ağladı. (Y. Kemal)
– Murat Bey konuşurken bana kaş göz işaretleri yapıyor, bir yandan da kahkahalarla gülüyor. (R. N. Güntekin)
– Ona kaşının altında gözün var demez, ne isterse gücü yettiğince yapmaya çalışırdı.
– Kuzum, kaşla göz arasında ne zaman geldin ve ne zaman kaybettin paranı? (N. F. Kısakürek)
– Eh yakışıklı da delikanlı. Bir tanesi kem gözle baktıysa tamam. (H. Taner)
– Tiyatroda kimse kimseye kötü gözle bakamaz. (S. F. Abasıyanık)
– Ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım? (O. V. Kanık)
– Orada da bazı kimseler sanat denince ille kuru, basit, yalın kat, kör kör parmağım gözüne bir üslubu anlıyorlar. (H. Taner)
– Üç yıldır bizim oralarda kuraklık var. Hele bu yıl ölü gözü kadar rahmet görmedik. (R. N. Güntekin)
– Daha İstanbul’da iken buna ahdetmiş, bu yolda ölümü göze alarak Anadolu’ya çıkmıştı. (E. C. Güney)
– Hem o kadar nişancıdır ki pireyi gözünden vurur. (H. R. Gürpınar)
– Şu mendilini burnuna tutmuş, sevinç yaşları döken hanım herhâlde gelinin anası olacaktı. (H. Taner)
– Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış. (R. N. Güntekin)
– Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz. (N. Ataç)
– Bu yüzden gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyorlar. (A. Ümit)
– Pembe Teyzenin niyeti bozuk fakat babama göz atarsa gözünü oyacağımı dobra dobra söyledim. (H. E. Adıvar)
– İnsanın gözünü hırs, para hırsı bürümeye görsün! (S. F. Abasıyanık)
– Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz. (N. Ataç)
– Cesaret timsali değildi Cemal ama üç büyük birayı devirdikten sonra, kendi gözünü karartabileceği gibi başkalarınınkini de morartabileceğinden hiç şüphesi yoktu.” (E. Şafak)
– Uykum kaçınca aklım bir şeye takılır ve o takıntıyı savuşturuncaya kadar gözüme uyku girmez. (B. Felek)
– Sermet Bey, gözünü köşkten alamıyordu. (Ö. Seyfettin)
– Gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan sakınmaz bir askermiş. (H. Taner)
– Gözünü aç da kâğıdı kaptırma. (S. Ali)
– Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım. (R. N. Güntekin)
– Hop diye giriyoruz, gözünüzü dört açın, tongaya basmayın. (H. Taner)
– İki elini bastonun gümüş topuzuna dayamış, gözleri saadetten süzülmüş, adamı dinliyordu. (H. Taner)
– Oyun konsolunu gözü görmez oldu.
– Azarlayıp adam olmazsın sen nafile… Gözüm hiç su içmiyor senden. (O. Kemal)
– Paranın gözü kör olsun.
– Arkadaşını gözü gibi severdi.