AHZÂB SÛRESİ; Medine’de hicri 5. yılın sonlarında nazil olmuştur. 73 ayettir. “Birleşik düşman grupları (Ahzab) veya Hendek savaşı bu sûre-i şerifenin en çok yer ayırdığı bir konu olduğundan, sûre bu isimle adlandırılmıştır. Bu sûre birtakım içtimai esasları, özellikle Hz. Peygamber (a.s) ın örnek aile hayatını vesile ederek bildirir. Tebenni, zıhar gibi bazı gelenekleri kaldırır. Peygambere karşı müminlerin davranışı, kadınların örtünmeleri, aile hayatı, gerçek müminlerin vasıfları, münafıkların karakteristik davranışları anlatılır. İnsanın büyük emaneti yüklenip, müminlerin buna sadık kaldıkları, münafık ve kafirlerin ise hıyanet ettikleri bildirilerek sûre sona erdirilir. Ahzab: Grup, bölük, parti manasına gelen hizb’in çoğuludur. Hicri 5. yılda Mekke müşrikleri, diğer müşrik kabilelerle güç birliği yaparak Medine şehrini kuşatıp İslamiyeti imha etmeye teşebbüs etmişlerdi. Bu itilaf kuvvetlerinin hücûmundan bahseden sûre, bu isimle anılmıştır. Neticede umduklarının aksi oldu, perişan olup kaçtılar. Bu tarihten sonra müslümanlara bir taarruz hareketi yapamadılar. Büyük çoğunluğu h. 5. yılda bu hadiselerin olduğu sıralarda nazil olan sûre, İslamiyet aleyhinde, çokça kullanılmak istenen iki silahla, ayrıntılı olarak meşgul olur. Birincisi: maddi silahları, İkincisi: Hz. Peygamberin aile hayatının temizliğine dokunmak. Sûre bu emelde olanların sonlarının hüsran olduğunu bildirmektedir. Sûrenin geniş bir bölümü de Hz. Peygamberin aile hayatına karşı yapılan saldırıları anlatır. Onun hayatındaki nezahet ve sadelik, bu itirazlara karşı en kuvvetli cevaptır. Ahzab harbinin vaki olduğu sıralarda İslam toplumu kuvvet kazanma yoluna girmişti. Refah vesileleri ortaya çıkmıştı. Ezvac-ı tahirat da bu refahtan yararlanmak istediler. Hz. Peygamber yaşadığı sade hayattan ayrılmadığı gibi, ev halkının da bu prensibe sadık kalmalarını istiyordu. O, kendisinin ve ailesinin geçim standardının, yoksul müminlerin hayat standardından yukarıda olmasını hiç uygun bulmadı. Dolayısıyla, dünya refahını tercih edecek eşlerinin kendisiyle yaşamaktan vazgeçmeleri gerekiyordu. Onları bu hususta serbest bıraktı. Onun bütün Arap yarımadasına hükmettiği sırada bile yaşadığı bu sade hayat ve eşlerine karşı olan bu tutumu, onun ruhani ve manevi faziletlere, Rabbine ve ahiret mutluluğuna nasıl kuvvetle bağlı olduğunun müşahhas delilidir.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Ey Peygamber, Allaha karşı sorumluluklarını ye-rine getirmeye devam et, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
2 – Rabbinden sana vahyolunan buyruklara uy, Allah ne yapıyorsanız onların hepsinden haberdardır.
3 – Yalnız Allaha dayanıp güven. Koruyucu olarak Allah yeter.
4 – Allah, hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi anneleri-niz kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız kılma-mıştır. Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz manâsız sözlerden ibarettir. Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir. [58,2; 33,37-40; 4,23] Bu ayet Cahiliye devrinin iki âdetini kaldırmaktadır. Bunlardan biri Zıhar olup Mücadile sûresinde daha geniş şekilde yer alacaktır. Zıhar “sırt, arka” anlamına gelen zahr’dan gelip, kocanın eşine “Senin sırtın, annemin sırtı gibi olsun” diyerek bir nevi boşaması idi. O devirde bu durumdaki kadınla zevciyet ilişkisi kalmaz, bununla beraber kocasının evinden ayrılma hürriyeti de olmadığı için, kadın iyice zor durumda kalırdı. Kaldırılan ikinci âdet tebenni (evlatlık) kurumu olup, müteakip ayet onu bildirmektedir.
5 – Öyleyse evlatlara babalarını esas alarak isim verin. Böyle yapmak Allah nezdinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, bu takdirde onları kardeş veya mevlâ olarak kabul edin. Yanılarak isimlerde yaptığınız hatalardan ötürü size vebal yoktur, ama kalblerinizin kasden yaptıklarında vebal vardır. Allah Gafurdur, Rahimdir. [2,286] Mevla kelimesi birçok anlama gelir. Burada: “köle iken hürriyetine kavuşmuş, âzatlı” manasınadır.
6 – Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan) onun eşleri de müminlerin anneleridir. Akrabalar miras bakımından Allahın Kitabında, birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna, yani dostunuza vasiyetle bir mal bırakabilirsiniz. Bunlar Kitapta yazılıdır. [4,65; 8,72]
7-8 – Bir vakit, Biz peygamberlerden, kuvvetli bir söz almıştık: Senden, Nuh’dan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem’in oğlu İsa’dan. Evet onlardan pek sağlam söz almıştık ki vakti gelince O, sadıklara sözlerine bağlılıklarını sorsun. Kâfir-lere ise gayet acı bir azap hazırladı. [3,81; 42,13; 5,109; 7,6] Bu söz, elçilik görevini yerine getirmek, dini tebliğ ve öbür peygamberleri tasdik etmek konusundadır. Allah risaletlerini tebliğ ve ifa etme sözlerine gösterdikleri bağlılığı, ümmetleri önünde açıklayacaktır.
9 – Ey iman edenler! Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birleşik ordular üzerinize saldırmıştı da, Biz onlara karşı, bir rüzgar ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptığınız her şeyi görüyordu. Hicretin 5. yılında Kureyş, bütün Arap yarımadasın-daki gayri müslimleri Medine şehir devletinde yerleşmiş olan müslümanlar aleyhinde harekete geçirerek, aklı sıra, kesin imha işini planlamıştı. Gatafan, Eşca, Mürre, Fezare, Süleym, Sa’d ve Esed kabilelerinden başka büyük bir yahudi kabilesi olan Benî Nadîr de bu itilafa girmişti. Medinede oturmaları itibariyle Müslümanlarla aynı kaderi paylaştığına dair kesin akitleri olan Benî Kurayza yahudileri de, bu kuvvetlerin müslümanların işlerini bitireceği fikrine kapıldıklarından, bilahere onlar da, hıyanet edip düşman saflarına geçtiler. Böylece birleşik düşman askerleri 12.000’den fazla oldular. Müslümanların sayısı ise 3.000’i geçmiyordu. Hz. Peygamber Medine çevresine hendek kazdırıp çıkan toprağın arkasına askerlerini mevzilendirdi. Bir ay kadar süren kuşatma sırasında yardım alamayan müslümanlar iyice bunaldılar. Allah Tealanın gönderdiği soğuk fırtına düşman güçlerinin çadırlarını söktü, ateşlerini söndürdü, karargahlarını darmadağın etti. Canlarının derdine düşerek dağılıp gittiler. Görünmeyen ordular, müslümanlara itminan veren melaike ordularıdır.
10 – O vakit onlar hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız.
11 – İşte orada müminler çetin bir imtihana tabi tutulmuş, şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir şekilde sarsılmışlardı.
12 – Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık (şüphe) olanlar: “Allah ve Resûlünün bize zafer vâd etmesi, meğer bizi aldatmak içinmiş!” diyorlardı.
13 – Bir kısmı: “Ey Yesribliler! Burada düşmana karşı koyamazsınız, mevzilerinizi bırakıp evlerinize dönünüz!” diyordu. Onlardan bir başka bölük: “Evlerimiz emniyette değil!” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Halbuki gerçekte evleri emniyetsiz değildi, onlar sadece savaştan kaçmak istiyorlardı. Hicrete kadar Medinenin ismi Yesrib idi. Daha sonra Medinetu’n-Nebi (Peygamberin Şehri) oldu.
14 – Demek Medinenin her tarafından hücum edilseydi ve kendilerinden İslamdan dönmeleri istenseydi, pek kısa bir duraklamadan sonra, bunu derhal yapacaklardı!
15 – Halbuki daha önce, düşmandan kaçmayacaklarına dair Allaha yemin ederek, söz vermişlerdi. Allaha karşı verilen o ahidlerin hesabı elbette sorulacaktır.
16 – De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak asla size fayda vermez. Faraza başarsanız bile hayatta kalacağınız süre, nihayet çok sınırlıdır. [4,77-78; 62,8]
17 – De ki: “Allah size bir felaket dilese, sizi Allaha karşı korumak kimin haddine düşmüş?” Yahut o size bir rahmet irade etse, bunu kim engelleyebilir ki? Onlar, kendileri için Allahdan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulamazlar.
18 – Allah içinizden bozgunculuğa meyledip savaştan alıkoymak isteyenleri ve kardeşlerine: “Bize gelin” diyenleri elbet biliyor. Zaten bunlardan ancak pek az bir kısmı savaşa geliyorlardı.
19 – Savaşa katıldıklarında da size karşı pek cimri ve kıskanç davranırlar. Hücum eden düşmanın ortalığa saldığı büyük korku gelince, ölüm baygınlığına düşmüş kimsenin bakışı gibi, gözleri dönmüş bir tarzda sana baktıklarını görürsün. Korku hali geçince, Allah yolunda harcamada cimrice bir tavır içinde, keskin dilleriyle sizi incitirlerdi. İşte onlar iman etmemişler, Allah da onların yaptıkları bütün işleri boşa çıkarmıştır. Bu, Allaha göre kolaydır.
20 – Münafıklar birleşik kuvvetlerin çekilip gitmediklerini sanıyorlardı. Şayet birleşik kuvvetler tekrar gelecek olsa, çok isterler ki çöldeki göçebeler içinde bulunsunlar da sizin savaşınız hakkındaki haberleri uzaktan sorsunlar. Esasen, yanınızda bulunsalardı dahi, onlardan pek azı savaşırlardı.
21 – Hakikaten, Allahın Resulünde sizler için, Allaha ve ahiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır. Hislerine kapılan bazı kimseler, Hz. Peygamber (a.s.m) ın Mekkede müşriklerin baskı ve takibatına maruz kaldığı zaman asil bir örnek olduğunu, fakat Medineye hicretten sonra savaşlar, birçok evlilik, ganimet, dünya hakimiyeti ile manevi tarafının azaldığını ileri sürerler. Fakat Resul-i Ekremin gelmesinden murat, bu hislerine mağlup insanları memnun etmek, onlara pratik kıymetten mahrum birtakım esaslar öğretmek değildi. Hz. Muhammed’in hedefi, bu dünyada yaşayan, çalışan insanlara pratik kaideler öğretmek, onlara bu kuralları kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmekti. Ordu kurmasa, yaptırım gücü kazanmasa, hükümler koymasa, evlenmese, dâvaları hükme bağlamasa, düşmanları mağlup ettikten sonra onları affetmese, insanlara tam örnek olamazdı. Asıl bu gibi bütün beşeri faaliyetleri yapması, onların her birinde örnek tutumun ne olduğunu sözleriyle ve uygulamalarıyla göstermesi ile en mükemmel nümune olmuştur.
22 – Müminler saldıran o birleşik kuvvetleri karşıla-rında görünce: “İşte bu, derler, Allah ve Resulünün bize vâdettiği zafer! Allah da, Resûlü de elbette doğru söylemişlerdir.” Müminlerin, düşman birliklerini görmeleri onların sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.
23 – Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allaha verdikleri sözü yerine getirip sadakatlarını ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.
24 – Allah, böylece sadık kalanları, doğruluklarına karşılık ödüllendirecek, münafıkları da dilerse azaba uğratacak veya tevbe nasib edip tevbelerini kabul buyuracaktır. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir. [3,179; 47,31]
25 – Allah, o kâfirleri, elleri boş olarak, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Müminlerin savaşmasına hacet bırakmadı. Herkes anladı ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galibdir.
26 – O kafir düşmanlara içeriden destek vererek hıyanet eden Ehl-i Kitaptan Beni Kurayza’yı da kulelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı, bir kısmını öldürüp, diğer bir kısmını da esir aldınız. Kurayza yahudilerinin Hz. Peygamberle yaptıkları andlaşmaya göre Kureyş ve müttefikleri Medineye hücum ederlerse Kurayza bu saldırıya karşı koyacaktı. Fakat Kurayza savaş ortasında hıyanet etti. İçeriden düşmanları destekledi. Kuşatmacı düşman çekilince, yahudiler hıyanet suçunun cezasını çekeceklerini beklediklerinden, zaten savaş vaziyetine geçip Medine civarındaki kalelerine girmişlerdi. Hz. Peygamber, düşman çekilince, müslümanlar daha dinlenmeden Kurayza üzerine yürüme emri verdi. Onları kuşatma ise 25 gün kadar sürdü. Sonunda Ensarın önderlerinden Sa’d İbn Muaz’ı hakem seçip hükmüne razı olacaklarını bildirdiler. Hz. Peygamberin hükmüne razı olsalardı, o daha önce Benî Kaynuka yahudi kabilesine uyguladığı cezayı uygulardı. Sa’d onlara kendi Tevrat şeriatlarının hükmünü uyguladı. (Tesniye, 20,10-15). Savaşa katılanların öldürülmelerine, geride kalan kadın, çocuk, yaşlıların esiredilmelerine hükmetti. Onlardan 400 kadar savaşçı öldürülüp arazileri müslümanların eline geçti.
27 – Onların arazilerine, yurtlarına, mallarına, hatta sizin ayak bile basmadığınız topraklara sizi varis yaptı. Allah her şeye kadirdir.
28 – Ey Peygamber, eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce boşayayım.”
29 – “Yok, eğer Allahı, Resûlünü ve ahiret mülkünü isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.” Sûrenin tefsirinin baş tarafında belirttiğimiz gibi, bu tarihlerde, yani hicretin 5. yılından sonra, müslüman toplumunun maddi şartları nisbeten iyileşti. Ezvac-ı tahirat da bu refahtan biraz yararlanmak istediler. Hz. Peygamber isteseydi bunları temin ederdi. Fakat o zühd prensibini, yoksul müslümanların hayat standardlarını esas aldığından, ilahi irşadla buna razı olmadı. Hatta ciddi bir imtihan geçirdi. Bu ayetin talimatıyla bütün eşlerini boşamak durumu ile karşı karşıya geldi. Onları ya alışageldikleri sade hayata devam, ya da boşanma arasında muhayyer bıraktı. Onlar neticede dünya refahını değil, Hz. Peygamberle olan beraberliği tercih ettiler.
30 – Ey peygamber hanımları! İçinizden kim çirkinliği aşikâr bir günah işlerse, onun cezası, iki kat olur. Bu, Allaha göre kolaydır.
31 – Ama kim Allah ve Resûlüne itaat eder, güzel ve makbul işlere devam ederse ona da mükâfatını iki misli verir ve ona cennette kıymetli bir nasib hazırlarız.
32 – Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takva sizin sıfatınız olduğuna göre, namahrem erkeklere hitab ederken tatlı ve cilveli bir eda ile konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide kapılmasın. Ciddi, ölçülü konuşun.
33 – Hem vakarla evinizde durun da, daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın, namazı hakkiyle ifa edin, zekâtınızı verin, hülasa Allah ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor. Ayette geçen Ehl-i Beyt, Resulullahın ev halkıdır. Yani ezvac-ı tahirat (eşleri), evlatları, damadı Hz. Ali ile torunları Hasan ile Hüseyin (r.a) buna dahildirler.
34 – Oturun da evlerinizde okunan Allahın âyetlerini ve Resulullahın hikmetlerini anın. Allah muhakkak ki Latif ve Habirdir: en gizli şeylere bile ilmi nüfuz eder.
35 – Allaha teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, İslam dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, dürüst erkekler ve dürüst kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, hayır yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allahı zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya, işte Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [49,14; 39,9; 2,238; 3,43; 30,26]
36 – Allah ve Resûlü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allaha ve Resulüne isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur. [4,65; 24,63]
37 – Hani hem Allahın nimet ve ihsanına, hem de senin ihsanına nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye Sen: “Eşini yanında tut Allah’tan kork” demiştin. Allahın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin. Halbuki Allahtan daha çok çekinmen gerekirdi. Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra Biz onu sana nikahladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadık-ları zaman o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allahın emri her zaman gerçekleşir. [4,23] Allahın ve Peygamberimizin ikramına nail olan şahıs Zeyd ibn Harise (r.a) dır. Çocuk iken esir düşüp köle olarak satılan Zeyd’i Hz. Hatice (r.a) almış, daha sonra Hz. Peygamber (a.s) ile evlendiği zaman ona hediye etmişti. Bilahere ailesi fidye vererek geri almak istedi. Peygamberimiz, isterse fidyesiz olarak ailesine gitmesi hususunda onu muhayyer bıraktı. O ayrılmak istemeyince Hz. Muhammed (a.s.m.) onu evlat olarak ilan etti. Halası Ümeyme’nin kızı Zeyneb ile evlenmesine vesile oldu. Fakat Zeyneb, köle asıllı olan Zeyd’i kendisine denk saymadığından, işin başından beri onunla uyum sağlayamadı. Sonunda Zeyd Hz. Peygambere gelip evliliğe son vermek istediğini söyledi. Durumu izleyen Hz. Peygamber (a.s.m) bu neticeyi yerinde bulmakla beraber Zeyd’in yüzüne karşı söylemek de istemedi. “Eşini yanında tut!” diye asıl temennisini dile getirdi. Zeyd boşayıp iddetini doldurunca Zeyneb serbest kaldı. Peygamberimiz çekinmesine rağmen, Allah onunla evlenmesini emretti. Böylece evlatlık kurumunu ilga işinde Hz. Peygamber, kendi nefsinden örnek vermek imtihanı ile karşı karşıya kaldı. Hz. Peygamberin, bir gün Zeyneb’in güzelliğinin farkına varması neticesinde Zeyd’in onu boşadığı zannını uyandıran ve nakil yönünden de sahih olmayan rivayetin, muhtevası da makul değildir. Zira halası kızı olarak öteden beri tanıyıp evlenmelerinde de tam bir aracılık yapan Hz. Peygamber’in onu yeni farkettiği iddiasını doğru bulmak mümkün değildir.
38 – Allahın, kendisine takdir edip helal kıldığı bir hususu yerine getirmekte Peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce gelip geçen peygamberler hakkında da Alahın kanunu böyle cari olmuştur. Allahın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
39 – Onlar öyle seçkin kimselerdir ki Allahın buyruklarını tebliğ ederler. Onu sayıp çekinirler, Ondan başka kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter. [6,124]
40 – Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, lakin Allahın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilir.
41-42 – Ey iman edenler! Allahı çok zikredin, Onu sık sık anın. Sabah akşam Onu takdis ve tenzih edin. [30,17-18]
43 – O’dur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için feyiz ve rahmet indirir, melaikesi de sizler için dua ederler. O, müminlere gerçekten pek merhametlidir. [2,151-152; 40,7-9]
44 – Allaha kavuşacakları gün: “Selam!” iltifatı ile karşılanırlar. O, onlara pek değerli ve cömertçe, bir mükâfat hazırlamıştır. [36,58; 10,10]
45-46 – Ey şanlı Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahid, müjdeci, uyarıcı, Allahın izniyle Onun yoluna davet eden bir peygamber ve aydınlatan bir lamba olarak gönderdik. [ 2,143]
47 – Sen, müminlere Allahdan büyük bir lütfa nail olacaklarını müjdele!
48 – Sakın kâfirlere, münafıklara itaat etme, onların verdikleri sıkıntılara şimdilik aldırma ve yalnız Allaha dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.
49 – Ey müminler! Mümin kadınlarla nikâh akdi yapıp da onlara dokunmadan kendilerini boşayacak olursanız, onların iddet beklemelerini isteme hakkınız yoktur. Bu durumda onlara müt’alarını vererek güzel bir şekilde boşayın. [2,236-237]
50 – Ey Peygamber, Biz, şu gruplara dahil kadınları sana helal kıldık: Mehirlerini verdiğin eşlerin, Allahın sana ganimet olarak verdiği elinin altındaki cariyeler, seninle beraber hicret eden amca kızların, hala kızların, dayı ve teyze kızların. Bir de kendisini mehir istemeksizin Peygambere hibe eden ve Peygamberin de kendisini nikâhlamak istediği mümin kadını, diğer müminlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Bizim, müminlerin eşleri ve ellerinin altındaki cariyeler hakkında gerekli kıldığımız mehir gibi hususlar, zaten malumumuz olup onları bildirmiştik. Hibe yoluyla mehirsiz evlenmeyi sana mahsus kılmamız, nikâh konusunda senin için bir güçlük olmaması içindir. Allah Gafurdur, Rahimdir. Bildirilen hükümler: İznin en fazla sınırının dört hanım ile sınırlandırılması, velisiz, şahidsiz, mehirsiz evlilik akdi yapılmamasıdır. Diğer taraftan evlenmede şartlar müsait olursa, bir erkek en fazla dört kadınla evlenebilir. Kur’anın indirildiği toplumda olsun, Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında olsun, sınırsız kadınla aynı anda evlenme imkanı dörde indirilmiştir. Şayet birden fazla kadınla evli olursa adaleti uygulama farzı getirilmiştir. Bildirilen evlilik hükümleri özetle bunlardır.
51 – Ey Peygamber, eşlerinden dilediğini boşarsın, dilediğini yanında tutarsın. (Ric’i talakla) boşayıp ayırdığını da yanında tutmak istersen, bunda sana bir vebal yoktur. Bu hal onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları yönünden daha münasiptir. Allah kalblerinizde olan her şeyi bilir. Allah Alimdir, Halimdir. Bu ayette tam kapsamlı bir taksim yapılmıştır. Zira insan eşini ya yanında tutar, yahut boşar. Nikâh altında tutarsa ya eşiyle yatar, yahut terkeder, kasm (nöbet uygulaması) yapar veya kasm yapmaz. Boşaması durumunda da ya onu serbest bırakır, yahut tekrar almayı arzu eder. Rivayete göre bu ayetin indirilmesinden sonra Hz. Peygamber (a.s.m) eşlerinden Sevde, Cüveyriye, Safiyye, Meymûne ve Ümmü Habîbe’yi (r.a) geri bırakmış, şu dört hanımı Hz. Aişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Zeynebi ise yanına almıştır. Allah hepsinden razı olsun. Demek ki azami dört hanım hükmünü böylece uygulamıştır.
52 – Bundan böyle artık başka kadınlarla nikâhlanman, bunları başka hanımlarla değiştirmen, kendilerini güzel bulup beğensen bile, sana helal değildir. Ancak elinin altındaki cariyeler bunun dışındadır. Allah her şeyi gözetlemektedir.
53 – Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakmaksızın, Peygamberin odalarına girmeyiniz. Fakat davet edildiğinizde hemen girin. Yemeği yeyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lakin utandığından ötürü, size karşı bir şey söylemiyordu. Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez. Eğer müminlerin annelerinden birşey soracak veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz. Böyle yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden daha nezihtir. Sizin Allahın Resûlünü rahatsız etmeniz ve kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla helal değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.
54 – Herhangi bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de bilin ki Allah her şeyi pek iyi bilir. [40,19]
55 – Peygamberin eşlerine ve mümin kadınlara: Babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları, müslüman kadınları ve malik oldukları köleler hakkında bir günah yoktur. Bunlar onların evlerine gelebilir ve onlarla karşılaşabilirler. Bununla beraber, ey Peygamber eşleri, Allaha karşı gelmekten sakının, çünkü Allah her şeye şahiddir. [24,31]
56 – Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin. [33,41-43; 2,157] Allahın salatı: Nebisini rahmetine mazhar etmesi, onun şanını yüceltmesidir. Meleklerin salatı Hz. Peygamberin şanını yüceltme, müminler için duadır. Müminlerin salatı da duadır. Selamları ise ona güven verme, ona kendileri tarafından vaki olabilecek zarar, saygısızlık gibi olumsuz durumlardan teminat verme anlamına gelir. Demek ki salatu selam, Hz. Peygamberin Allah Teala tarafından getirdiği ne kadar ahkâm varsa hepsini kabul edip, devamlı sûrette ona verilen biatı yenileme manasına gelir. Evet, her salavat bir tecdid-i biattır. Hatıra gelen bir soru da Hz. Peygamberin salata, dua ve rahmete ihtiyacı olmadığı halde bunun üzerinde önemle durmanın sebebidir. Şöyle denilebilir: Ümmetin Hz. Resulullaha ihtiyacı fazladır. Hele bu ihtiyaç uzun ve tehlikeli, meşakkatli ahiret hallerinde son derece fazla olacaktır. Resul-i Ekrem (a.s.m) ın bu itibarı, tabir caiz ise bu fonu, ne kadar artarsa, bu imkânların kullanılması o derece fazlalaşacaktır. Her bir müslümanın ondan istifadesi daha da artacaktır. Demek ki salavat, nihayetsiz ümmetin, nihayetsiz ihtiyaçları ile ilgili olduğu için, ne kadar yapılsa yeridir. Ayrıca salavatla müminler Hz. Peygambere karşı görevlerini daha sık hatırlamakta, onun buyruklarıyla irtibata geçme ve ona olan sevgilerini artırma vesilesi bulmaktadırlar.
57 – Allah ve Resûlünü çirkin iddia ve davranışla-rıyla incitenlere Allah dünyada da, ahirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.
58 – Mümin erkek ve mümin kadınlara haksız yere, kötü söz ve hareketleriyle eziyet edenler, bir iftira ve aşikâr bir günah yüklenmişlerdir.
59 – Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle, ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah Gafurdur, Rahimdir.
60-61 – Münafıklar, kalblerinde bir hastalık bulunanlar ve şehirde müminlerin kusurlarını arayarak kötü haber yayanlar, bu hallerinden vazgeçmezlerse Biz onlara seni musallat ederiz de sonra orada ancak az bir zaman sana komşuluk edebilirler. Lanetlenirler, nerede rastlanırsa yakalanıp öldürülürler.
62 – Allahın daha önce gelip geçenler hakkındaki nizamı budur. Allahın nizamında asla bir değişiklik bulamazsın.
63 – İnsanlar senden kıyamet saatini sorarlar. De ki: ona dair bilgi Allahın nezdindedir. Ne bilirsin belki de o saat yakındır? [16,1; 54,1; 21,1]
64 – Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara harlı bir ateş hazırlamıştır.
65 – Onlar onun içinde devamlı kalacak ve kendileri için ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.
66 – Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevirileceği gün “Ah! derler, ah ne olurdu. Keşke Allaha itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik!” [25,27-29]
67 – “Ey Ulu Rabbimiz, derler, sözün doğrusu, biz önderlerimizin ve büyüklerimizin dediklerine uyduk, ama onlar bizi yoldan saptırdılar.”
68 – “Ey Ulu Rabbimiz! Onlara azabın katmerlisini ver, en dehşetli lânetle lânet et onlara!”
69 – Ey iman edenler! Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın. Eziyet ettiler de, Allah onu, onların dediklerinden akladı, beri olduğunu ortaya koydu. O, Allah nezdinde itibarlı bir kişi idi.
70-71 – Ey iman edenler! Allaha karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin ki Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin, günahlarınızı mağfiret buyursun. Kim Allaha ve Resûlüne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başarıya nail olmuş olur.
72 – Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan bu emanetin hakkını gözetmediğinden cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor. Emanet: farzlar, yükümlülükler, Allaha itaat, akıl ve düşünme kabiliyeti şeklinde tefsir edilmiştir. Kader sırrı yani Allahın takdirine razı olma, diyenler de vardır. İnsana verilen benlik de emanetin bir unsurunu teşkil eder. Benlik bütün mahluklar içinde yalnız insana verilmiştir. Eğer insandaki ene (ben) gerçek mahiyetini anlayıp Rabbine yönelmezse dünyayı zulüm, inkâr ve şirkinin dehşeti ile dolduran bir mahiyete dönüşür. Vallahü a’lem
73 – Bunun varacağı sonuç da, Allahın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması, mümin erkek ve mümin kadınların ise tevbelerini kabul buyurması olacaktır. Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir.