KASAS SÛRESİ; Mekkede nazil olmuş olup 88 ayettir. Hz. Musa (a.s) ın kıssasının Kur’an-ı Kerimde en tafsilatlı anlatıldığı bir sûre olması itibariyle el-Kasas adını almıştır. Gerçekten, bu sûre-i şerifede Hz. Musa (a.s) ın doğumu, Mısırdan çıkmaya mecbur kalması, Medyene hicreti, orada evlenmesi, kendisine ve kardeşi Harun’a (a.s) risalet verilmesi, Firavuna gidip ona tebliğde bulunmaları, Firavunun sihirbazları toplaması, onların yarışta mağlup olup Hz. Musayı tasdik etmeleri, Karun kıssası, Hz. Musanın İsrailoğullarını kurtarıp Mısırdan çıkarması, onları takibeden Firavun ve ordusunun denizde boğulmaları anlatılır.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Tâ. Sîn. Mîm
2 – İşte şunlar gerçeği açıklayan Kitabın ayetleridir.
3 – İnanacak kimseler için, sana Musa ile Firavunun arasında geçen olayların bir kısmını, gerçeğe tam uygun olarak anlatacağız.
4 – Doğrusu Firavun, ülkesinde (Mısırda) zorbalık yaptı, büyüklük tasladı. Halkını çeşitli fırkalara ayırdı. Onlardan bir taifeyi, erkek evlatlarını kesmek kız evlatlarını ise hayata atmak suretiyle özellikle zayıfatmak istiyordu. O, bozguncunun teki idi. Mısırlılar, İbranilerin dıştan gelecek tehlike ile işbirliği yaptığı endişesi ile İbrani nüfusunu azaltıyorlardı. [12,43]
5-6 – Biz ise o ülkedeki güçsüzlere ihsanda bulunmak, onları dünyada örnek şahsiyetler yapmak ve ülkeye onları varis kılmak, onlara dünya hakimiyeti vermek; Firavunu, Hamanı onların ordularını ise korktuklarına uğratmak istiyorduk. Haman, muhtemelen, özel bir isim olmayıp eski mısır dininde tanrı Amon’a mensup beş rahibe verilen Ha Amen ünvanının Arapçasıdır. Bu sûrenin 38. Ayeti ile 40,36-37. ayetleride bunu destekler.
7 – Bunun içindir ki Musa dünyaya gelince annesine şöyle ilham ettik: “Onu bir süre emzir, şayet onun başına bir şey geleceğinden endişe edersen, ırmağa bırak, hiç endişe etme, hiç üzülme; Zira Biz onu sana kavuşturacağız ve onu resûllerden yapacağız.”
8 – Firavunun ailesi onu, kendilerine ileride bir düşman ve başlarına bir dert olması için ırmakta bulup yanlarına aldılar. Doğrusu Firavun da, Haman da, askerleri de yanılıyorlardı.
9 – Firavunun hanımı onu sandıktan çıkarınca, kocasına: “Bana da, sana da göz bebeği olacak sevimli bir çocuk! Öldürmeyin onu, olur ki bize fayda sağlar, bakarsın biz onu evlad da ediniriz.” diyordu. Kendileri açısından, yanlış bir iş yaptıklarının farkında değillerdi. Son cümledeki zamir Firavun ailesine ait olabileceği gibi genel olarak insanlar, özellikle saray mensuplarına da ait olabilir. Bu son ihtimale göre, maksadları şu idi: “Halk, işin farkına varmaz, bizim çocuğumuz sanırlar.”
10 – Musanın annesi, çocuğunun Firavunun eline geçtiğini öğrenince aklı başından gitti, onun dışındaki her şeyi unuttu. Eğer, Biz vaadimize inananlardan olması için kalbine sabır kuvveti vermeseydik, nerdeyse işi açığa vuracak, gidip çocuğa sahip çıkacaktı.
11 – İşte bu haldeyken Mûsanın kızkardeşine: “Sen, çaktırmadan onu izle, dedik.” O da, kendisini ele vermeksizin kardeşini uzaktan gözetledi.
12 – Biz daha ilk günden itibaren, onun süt emziren kadınların memelerinden emmesini önlemiştik. Kız kardeşi bu durumu öğrenince onlara: “Ona güzelce bakabilecek, onun iyiliğine olan her işi yapacak bir aile tavsiye etmemi ister misiniz?” dedi.
13 – Böylece onu annesine kavuşturduk ki gözü aydın olsun, tasalanmasın ve Allahın vaadinin gerçek olduğunu, fakat insanların çoğunun bunu anlamadıklarını öğrensin.
14 – Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca Biz Ona hikmet ve ilim verdik. Biz iyilik edenleri işte böyle mükafâtlandırırız.
15 – Mûsa, bir gün, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. İki adamı, birbiriyle kavga eder vaziyette gördü. Onlardan biri kendi kavminden, öbürü ise düşmanının kabilesinden idi. Hemşehrisi, düşman olana karşı yardım istedi. Mûsa da bir yumruk atıp onu öldürdü. Arkasından: “Bu, dedi, şeytanın işindendir, kötü bir iştir. O gerçekten saptırıcı açık bir düşmandır.”
16 – “Ya Rabbi, ben kendime yazık ettim, affeyle beni?” dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü O Gafurdur, Ra-himdir.
17 – “Ya Rabbi, dedi, bana lütfettiğin bu nimetler hakkı için, artık suçlulara asla arka çıkmam.”
18 – Sabaha kadar endişe içinde, etrafı kontrol ederek geceyi geçirdi. Sabahleyin, bir de baktı ki dün kendisinden yardım isteyen soydaşı, yine imdadına çağırıyor. Mûsa ona: “Belli ki sen azgının tekisin!” dedi.
19 – Bununla beraber Mûsa, hem kendisinin hem de soydaşının hasmı olan adamı tutmak isterken soydaşı: “Ne o, Mûsa! dedi, dün bir adam öldürdüğün yetmemiş gibi bu gün de beni mi öldürmek istiyorsun? Senin tek istediğin ülkede bir zorba olmaktır, asla ıslah etmek, arabulmak istemiyorsun.”
20 – Derken, şehrin öte başından bir adam koşarak geldi ve dedi ki: “Ne yapıyorsun Mûsa! Yetkililer idam istemi ile senin hakkında karar vermek üzere toplantı halindeler. Beni dinlersen derhal şehri terket! Ben hakikaten senin iyiliğini isteyen biriyim!”
21 – Hemen oradan ayrılıp, hep etrafını kontrol ederek endişe içinde şehirden çıktı ve: “Şu zalimler güruhunun elinden beni halas eyle ya Rabbi!” diye yalvardı.
22 – Medyen tarafına yönelince: “Umarım Rabbim beni doğru yola yöneltir.” dedi.
23 – Medyenin su kuyularına varınca orada davarlarını suvaran bir grup insan buldu. Onların gerisinde de, kendi hayvanlarını uzakta tutmaya çalışan iki kadın gördü “Siz niçin bekliyorsunuz?” diye sordu. Onlar da: “Çobanlar hayvanlarını, suvarıp ayrılma-dıkça, biz suvarmayız. Babamız da hayli yaşlı olduğundan iş bize kalıyor” diye cevapladılar.
24 – Bunun üzerine onların davarlarını suvardı, sonra gölgeye çekilip: “Ya Rabbi, bana lütfedeceğin her türlü nimete muhtacım!” diye dua etti.
25 – Az sonra o iki kızdan biri utangaç bir tavırla yürüyerek çıkageldi ve “Bize sunduğun suvarma hizmetinin ücretini vermek üzere babam seni davet ediyor” dedi. Musa onun yanına girip başından geçen olayları anlatınca o zat: “Endişe etme, artık kurtuldun o zalimlerin elinden!” dedi.
26 – Kızlardan biri: “Babacığım!, dedi, bunu işçi olarak tut, zira senin çalıştıracağın en iyi adam, böyle kuvvetli ve güvenli biri olmalıdır.”
27 – Babaları ona: “Kızlarımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Buna karşılık sen de sekiz yıl yanımda çalışırsın; şayet süreyi on yıla çıkarırsan, o da senin ikramın olur. Ben seni zahmete sokmak istemem. İnşaallah benim dürüst bir insan olduğumu görürsün.”
28 – Mûsa: “Bu seninle benim aramızdaki bir sözleş-medir. Bu iki müddetten hangisini yerine getirirsem buna itiraz edilemez. Yaptığımız bu sözleşmeye Allah şahid olsun.” dedi.
29 – Musa müddeti tamamlayıp ailesiyle Mısır tarafına doğru yolda giderken Dağ tarafında bir ateş farketti. Ailesine: “Durun, dedi, ben bir ateş farkettim. Gideyim belki yol hakkında bir bilgi alır veya bir ateş koru getiririm de ateş yakıp ısınma imkânı bulursunuz.” Hz. Musa kıssasında geçen dağ, Sina dağıdır.
30 – Oraya varınca kutlu mekândaki vadinin sağ tarafında bulunan ağaçtan şöyle nida edildi: “Ey Mûsa! Rabbülalemin olan Allah Benim.”
31 – “Şimdi asânı yere bırak.” Musa onun çevikçe hareket eden bir yılana dönüştüğünü görünce derhal kaçtı, bir kere olsun dönüp arkasına bile bakmadı. “Gel Musa! Endişe etme, çünkü sen güven içinde olanlardansın.”
32 – “Haydi elini koynuna sok! Şimdi çıkar: İşte kusursuz, pırıl pırıl ışık saçıyor. Yılana karşı korkudan ötürü tavır alma saikiyle kanat gibi açılan kollarını kendine çekip toparlan, korkma artık! İşte bunlar, Rabbin tarafından Firavun ile onun ileri gelen yetkililerine gönderilen iki mûcizedir. Onlar gerçekten iyice yoldan çıkmış bir gürûhtur.”
33 – “Ya Rabbi! dedi, Ben yanlışlıkla onlardan bir adam öldürdüm, bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.”
34 – “Kardeşim Harunun ifadesi benden daha düzgündür, onu da benimle beraber yardımcı olarak görev-lendir ki beni tasdik etsin, Doğrusu beni yalancı saymalarından endişe edi-yorum.” [20,26-30]
35 – Allah Teala şöyle buyurdu: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz, size öyle bir kudret vereceğiz ki ayetlerimiz sayesinde onlar size el uzatamayacaklardır. Siz de size tabi olanlar da, mutlaka galip geleceksiniz.” [20,36; 19,51; 5,67; 33,69; 58,21; 40,51-52]
36 – Mûsa o açık belgelerimizle, mûcizelerimizle onlara geldiğinde: “Bu, dediler, sırf uydurma bir sihir! Hem böylesi bir iddianın, peygamberlik davasının veya sihrin, önce yaşamış atalarımız zamanında bulunduğunu da işitmemiştik!”
37 – Mûsa da: “Kimin kendi tarafından hidayet getirdiğini ve bu dünya hayatının sonunda hayırlı akıbetin kime nasib olacağını Rabbim pek iyi biliyor. Şu bir gerçektir ki zalimler iflah olmazlar. Allahın cezasın-dan kurtulamazlar.
38 – Firavun da dedi ki: “Ey benim danışmanlarım ve devlet adamlarım! Ben sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum. Hâman! haydi benim için tuğla ocağını tutuştur, balçığı pişir, fazlaca tuğla imal ettirip benim için öyle yüksek bir kule yap ki, belki de onun vasıtasıyla yükselip Musanın varlığını iddia ettiği Tanrısını görürüm! Aslında, ben onun yalancının biri olduğu görşündeyim ya, neyse!” [26,29; 43,54; 79,23-24] Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Firavun çok iyi bilirdi ki şu mahlukatı yaratan kendisi değildir, kendisini de bir yaratan vardır. Fakat Uluhiyetin yalnız Allahın olduğunu tanımıyor. Yaratmak ve yaratıcılık kavramlarına haksızlık ediyor. Hukuk ve yasama yetkisi kendi iradesinden ibaret imiş, hukuku kendisi koyarmış ve kendi dilediği gibi yaparmış, ne isterse o olurmuş, hükmünü ve idaresini bozacak üst bir makam ve kuvvet yokmuş gibi gösteriyor. Bu sebepten, insanlar onun idaresine boyun eğmekten başka bir şey tanımasın, hep onu sevsin, hep ondan korksun, hep ona kul olsun, ona tapsın istiyor, hem mabudluk iddia ediyor, hem de sizin için benden başka ilahınız olduğunu bilmiyorum” diye insaflı görünmek istiyor. Göklerin ve yerin Rabbi, sanki gökyüzünü araştırmakla görünmesi gereken bir cisim ve cismi varmış gibi zannettirerek halka karşı ilim ve fen yolunda bir oyun ve tuzak yapmak üzere kule yapmayı emrediyor.
39 – Böylece o ve orduları, haksız yere ülkede büyüklük tasladılar ve huzurumuza dönüp hesap vermeyeceklerini zannettiler. [85,13-14]
40 – Biz de kendisini de, ordularını da yakalarından tuttuğumuz gibi denize fırlatıverdik. İşte bak zalimlerin sonunun ne olduğunu gör!
41 – Onları insanları ateşe çağıran önderler yaptık. Bu dünyada halkı çalıştırıp desteklerini sağlasalar da, kıyamet günü en ufak bir yardım bile görmeyeceklerdir.
42 – Bu dünyada arkalarına bir lânet taktık, kendilerine lanet yağdırılıyor. Kıyamette, o büyük duruşma gününde ise, en çok nefret edilenlerden olacaklardır. [85,13-14; 47,13; 11,98-99]
43 – Biz daha önceki bazı nesilleri imha ettikten sonra, insanların vicdanlarını aydınlatacak, basiretlerini açacak delil, bir hidayet rehberi ve bir rahmet tezahürü olmak üzere Mûsaya Tevratı verdik ki düşünüp ibret alsınlar. Ama bunu yapmadılar
44 – Sen ise ey Resûlüm, Mûsaya emrimizi vahyettiğimiz sırada sen o vâdinin Batı tarafında bulunmuyordun. O devirde olup bitenlere şahit olanlardan da değildin. [3,44; 12,102; 11,49]
45 – Bilakis, Biz onlarla senin aranda birçok nesiller yarattık ve onlardan sonra birçok çağlar geçip gitti. Sen Medyen halkı arasında oturmuş da ayetleri-mizi onlardan okuyarak öğrenmiş de değilsin. Fakat seni Resûl olarak Biz gönderdik ve bunları Biz vahyettik de o sebeple biliyorsun.
46 – Hem Biz Mûsaya seslendiğimiz zaman sen Tûr’un yanında da değildin, fakat düşünüp ders alsınlar diye, daha önce kendilerini uyarmak üzere peygamber gelmemiş olan bir halkı uyarıp aydınlatman için, Rabbin tarafından bir rahmet eseri olarak seni Resûl yapıp orada cereyan eden şeyleri sana bildirdik. [26,10; 79,16; 19,52]
47 – Eğer senin halkın inkâr ve isyanları yüzünden kıyamet günü duruşmasında başlarına bir azap geldiğinde: “Ey Ulu Rabbimiz, ne olurdu bize de peygamber göndermiş olaydın da biz de ayetlerine uyarak müminler arasına dahil olurduk!” diyecek olmasalardı seni resûl yapmazdık [6,156-157; 5,19; 4,165]
48 – Fakat şimdi onlara tarafımızdan hakikat, yani Kur’an ve Peygamber gelince: “Mûsaya verilen muci-zelerin benzeri ona da verilse ya!” diyorlar. Oysa daha önce Musaya verilen vahyi de inkâr etmemişler miydi? Ve hatta: “Bunlar, birbirini destekleyen iki sihir, biz hepsini inkâr ediyoruz” demişlerdi. [10,78; 23,48]
49 – De ki: Bu iddianızda tutarlı iseniz, bu iki kitaptan daha doğru, daha muteber olup Allah tarafından gelmiş olan başka bir kitap gösterin ona tabi olayım!” [6,91-92; 6,155; 5,44; 46,30]
50 – Eğer senin bu davetini kabul etmezlerse, bil ki onlar sadece heva ve heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah tarafından bir delil olmaksızın kendi heva ve hevesine tabi olandan daha şaşkın ve sapkın kimse olabilir mi? Allah, zulmü kendine meslek edinen kimseleri muvaffak etmez.
51 – Düşünüp ibret almaları için Biz, sözümüzü birbiri ardından getirdik.
52 – Daha önce kendilerine Kitap verdiğimiz ilim sahipleri buna da, Kur’ana da inanırlar. [2, 121; 3,199; 17,107-108; 5,82-83]
53 – Kendilerine Kur’an okununca şöyle derler: “Ona iman ettik, O Rabbimizden gelen gerçeğin ta kendisidir. Biz zaten daha önce de Allaha teslim olmuş kimselerdik.”
54 – İşte onlar, gösterdikleri sabır ve sebattan dolayı çifte mükâfat alırlar. Onlar kötülüğü iyilikle mukabele ederek savarlar ve kendilerine nasib ettiğimiz mallardan, Allah yo-lunda harcarlar.
55 – Anlamsız, çirkin sözler işitince yüzlerini çevirip uzak durur ve şöyle derler: “Bizim işlerimiz bize, sizinkiler de size aittir. Selam olsun size, hoşça kalın. Cahillerle arkadaşlık etmeyi arzulamayız biz” [25,72]
56 – Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin, lakin ancak Allah dilediğini doğruya hidayet eder. O hidayete gelecek olanları pek iyi bilir. [2,272; 12,103]
57 – “Doğru söylüyorsun, ama biz sana tabi olup o doğru yolu tutarsak, yerimizden yurdumuzdan olur, burada barınama-yız” dediler. Oysa tarafımızdan bir rahmet olarak Biz, onları her türlü ürünün getirilip toplandığı, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerremeye) yerleştirmedik mi? Ne var ki onların çoğu bu nimetin kadrini bilmezler. Kureyşliler, İslama girmeleri halinde diğer kabileler tarafından dinlerinden dönmekle suçlanarak topraklarından çıkarılacaklarını zannediyorlardı. Bütün dönemlerde, yeni bir çağrının isabetli olduğunu farketmekle beraber çevresi ile arasını açacağını düşünen insanların hakkı tanımakta gösterdikleri tereddüdü de ifade eder.
58 – Bununla beraber Biz kazançlarının çokluğu sebebiyle şımarmış pek çok memleketi helâk ettik. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturuldu. Bütün onlara Biz varis olduk.
59 – Senin Rabbin Anakent olan Mekkede, onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe o ülkeleri imha etmez. Biz zaten, ahalisi zulmü meslek edinmiş olandan başkasını imha etmeyiz. [42,7; 7,158]
60 – Size verilen nimetler, geçici dünya metaı, dünyanın süsüdür. Allahın size sakladığı ahiret mükâfatı ise daha ha-yırlı, daha devamlıdır. Hâla aklınızı çalıştırmayacakmı-sınız? [16,96; 3,198; 13,26; 87,16-17; 2,166,167; 16,52-53]
61 – Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve ona kavuşacak olan mutlu kimsenin hali, dünyada geçici olarak yaşatmamızın ardından kıyamet günü hesap ve azap için tutuklu olarak geti-rilen kimsenin haline hiç benzer mi?
62 – O gün Allah müşriklere: “Nerede benim ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz şerikler!” diye seslenir. [6,94; 19,81; 46,5-6; 29,25]
63 – (Şeytanlardan ve insanlardan putlaştırılmış oldukları için) kendileri hakkında azap hükmü kesinleşmiş olanlar: “Ulu Rabbimiz! işimiz meydanda, azdırdığımız kimseler işte karşımızda, inkâr edemeyiz. Ama sırf kötülük olsun diye değil, kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onları zorlamadık. Onların iddiaları ile, onların bizi putlaştırmaları ile hiçbir ilişkimiz olmadığını ilan ediyoruz, Sana sığınıyoruz. Zaten aslında onlar bize tapmıyorlardı, kendi hevalarına tapıyorlardı.” Ebussuud efendi azap hükmü kesinleşmiş olanlarla ilgili olarak der ki: Bunlar şeytanlardan olan şerikleri veya Allahtan başka rab edindikleri liderler ve önderleridir. Onları Rab saymaları, verdikleri her emirde, yasakladıkları her hususta kendilerine itaat etmeleridir.
64 – Bu defa onları putlaştıranlara hitaben: “Haydin, şeriklerinize yalvarın da onlardan yardım isteyin!” denir. Yalvarırlar ama onlar bunlara cevap veremezler. Fakat cevap olarak karşılarına çıkan azabı görürler. Ne olurdu yani, dünyada iken bu gerçeği anlayıp hakkı kabul etselerdi!..
65 – Nitekim o gün kâfirlere: “Size gönderilen resûllere ne gibi bir cevap vermiştiniz, tutumunuz ne olmuştu?” diye seslenir.
66 – Birden dünyaları kararır, bir tek kelime ile olsun cevap veremezler; birbirlerine soracak halleri de kalmaz.
67 – Ama inkârdan dönüş yapıp iman eden, güzel ve makbul işler yapan kimseler felah bulanlardan olmayı umabilirler.
68 – Senin Rabbin dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların ise seçme hakları yoktur. Allah, onların uydurdukları şeriklerden Münezzehtir, Yücedir. [33,36] Müfessirlerin ekserisi böyle anlarken, Taberi ile Zemahşeri şöyle mana verirler: “Senin Rabbin dilediğini yaratır ve insanlar için en iyi olanı seçer.”
69 – Senin Rabbin onların gerek kalblerinin gizledikleri, gerek açıkladıkları her şeyi bilir. [13,10]
70 – Odur Allah. Ondan başka yoktur İlah. Başta da sonda da, dünyada da ahirette de bütün hamdler, güzel övgüler Onadır. Hüküm yetkisi Onundur. Sonunda varacağınız yer de Onun huzurudur.
71 – De ki: Söyleyin bakalım, eğer Allah geceyi ebedi olarak uzatıp kıyamete kadar karanlık yapsa Allahtan başka size gündüzü getirecek tanrı var mıdır? Hâla dinleyip kabul etmeyecek misiniz?
72 – De ki: Söyleyin bakalım! gündüzü ebedi olarak uzatıp kıyamete kadar gündüz yapsa Allahtan başka, koynunda istirahat edip sükûnet bulacağınız geceyi getirecek tanrı var mıdır? Hâla gerçeği görmeyecek misiniz?
73 – O, rahmetinin eseri olarak gece ile gündüzü var etti ki, geceleyin istirahat edesiniz, gündüzün de hayatınız için çalışıp Allahın lütfundan nasibinizi arayasınız ve Onun nimetlerine şükredesiniz. [25, 62]
74 – Allahı bir tanımayıp Ona şükür yerine şirke girenlere ise gün gelecek şöyle seslenecek: “Ortağım olduğunu iddia ettiğiniz şerikleriniz nerede, ortaya çıksınlar bakalım!”
75 – O gün her ümmetten birer şahit çıkarırız. Resûlleri yalancı sayanlara da: “Haydi bakalım varsa delilinizi ortaya koyun!” deriz. O zaman onlar, hak ve hakikatin Allaha ait olduğunu kesinlikle anlar ve uydurdukları tanrılar ise ortada görünmez olur.
76 – Yoldan sapanlardan biri olan Karun da Mûsa’nın ümmetinden olup onlara karşı böbürlenerek zulmetmişti. Ona hazineler dolusu öyle bir servet vermiştik ki o hazinelerin anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir bölük zor taşırdı. Halkı ona: “Servetine güvenip şımarma, böbürlenme. Zira Allah böbürlenenleri sevmez” demişti.
77 – “Allahın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî ahiret yurdunu mamur etmeye gayret göster, ama dünyadan da nasibini unutma, ihtiyacına yetecek kadar sakla. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et, sakın ülkede nizamı bozma peşinde olma, çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
78 – Karun “Ben bu servete ilmim ve becerim sayesinde kavuştum.” dedi. Peki şunu da bilmiyor muydu ki Allah, daha önce kendisinden daha güçlü ve serveti daha fazla olan kimseleri helâk etmişti? Ama suç işlemeyi meslek edinen müseccel suçlulara artık suçları hakkında soru sorulmaz. [39,49; 41,50]
79 – Karun bir gün, yine bütün ihtişam ve şatafatıyla halkının karşısına çıktı. Dünya hayatına çok düşkün olanlar: “Keşke bizim de Karununki gibi servetimiz olsaydı. Adamın amma da şansı varmış, keyfine diyecek yok!” dediler.
80 – Ahirete dair ilimden nasibi olanlar ise: “Yazıklar olsun size, bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? Oysa Allahın iman edip güzel ve makbul işler yapanlara cennette hazırladığı mükâfat elbette daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler nail olur.”
81 – Derken Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçiriverdik. Ne avenesi Allaha karşı kendisine yardım edip kurtarabildi, ne de kendi kendisini savunabildi. Krş. Tevrat, Sayılar, 16
82 – Daha dün onun yerinde olmaya can atanlar bu sabah şöyle dediler: “Vay be! Meğer Allah dilediği kimsenin rızkını bol bol verir, dilediğinin rızkını kısarmış! Şayet Allah bize lutfedip esirgemeseydi, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay be! Demek ki gerçekten kâfirler iflah olmazmış!”
83 – Ama ahiret diyarına gelince: Biz orayı dünyada büyüklük taslamayanlara, fesatçılık ve bozgunculuk peşinde olmayanlara veririz. Hayırlı akıbet günahlardan sakınanlarındır.
84 – Kim iyilik yaparsa, ahirette ondan çok, daha iyi bir karşılık görür. Kim kötülük işlerse, bilesiniz ki kötülük işleyenler ancak yaptıkları kötülük kadar ceza görürler. [27,90]
85 – Kur’anı sana indirip onu okumanı, tebliğ etmeni ve muhtevasına göre hareket etmeni farz kılan Allah, elbette seni varılacak yere döndürecektir. De ki: kimin hidayet getirdiğini, kimin besbelli sapıklık içinde olduğunu Rabbim pek iyi bilmektedir.” [7,6; 5,109; 39,69]
86 – Sen bu Kitabın senin kalbine indirileceğini hiç ümid etmiş değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet eseri olarak gönde-rildi. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!
87 – Allahın ayetleri sana indirildikten sonra, sakın onlardan seni hiç kimse vazgeçirmesin. Sen insanları Rabbine ibadet etmeye davet et ve sakın müşriklerden olma!
88 – Allah ile beraber başka hiç bir ilaha yalvarma. Ondan başka ilah yoktur. Onun vechi (zatı), hariç her şey yok olacaktır. Hü-küm Onundur ve hepiniz Onun huzuruna götürüleceksiniz. [55,26-27]