HİCR SÛRESİ: Mekke döneminde nazil olmuştur. 99 ayettir. 80. ayette bahsedilen Hicr ahalisi, sûreye isim olmuştur. Hicr halkı, Hz. Salih (a.s) ın kavmi olan Semûd halkıdır. Hicr sûresi, Kur’anın Allah Tealanın sözü olduğunu vurgulamaktadır. Bu sûre peygamberlerin tebliğleri karşısında bir grup kâfirin her zaman diretmiş olduğunu hatırlatır. Allahın varlığının ve birliğinin bazı delillerini serdeder. Sonra insanlığın en büyük kıssası olan Hz. Adem (a.s) ile İblis’in kıssasını anlatır. Büyük Kur’an nimetine dikkat çekilerek sûre sona erdirilir.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Elif Lâm Râ. Bunlar Kitabın ve Kur’an-ı Mübin’in ayetleridir. Mübin teriminin anlamı için: (28,2)
2 – Bir zaman olur kâfirler, “keşke vaktiyle müslüman olsaydık!” diye çok hasret çekerler. [6,27] Bu pişmanlığı Allah müminlere zafer verdiğinde veya ölecekleri sırada yahut kıyamet günü dile getirirler.
3 – Bırak onları, yesin içsinler, zevklerine düşsünler, arzu ve emelleri kendilerini oyalaya dursun. Yakında bilecekler! [77,46]
4 – Bizim imha ettiğimiz her memleket hakkında mutlaka daha önce kararlaştırılmış, malum bir vâde vardır.
5 – Hiç bir ümmet vâdesini ne öne alabilir, ne erteleyebilir.
6-7 – O kâfirler, alay ederek: “Ey o kendisine Kitap indirilmiş olan!” dediler, “mutlaka sen bir delisin! Eğer iddianda tutarlı isen, ne diye bize o melekleri getirip göstermiyorsun?” [43,53; 25,21-22]
8 – Biz o melekleri ancak hikmet gereğince göndeririz. Ama o zaman da, kendilerine hiç mühlet veril-mez, derhal işleri bitirilir, mahvolup giderler.
9 – Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’anı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz. [5,67] Kur’an mesajı öyle dikkatli, titiz bir şekilde korunmuştur ki bugün dünyanın her tarafında en yaygın kitap olan bu eser, bir harf farkı olmaksızın binlerce yıldan beri okunmaktadır. Matbaa, kaydetme, ulaşım imkânlarına rağmen yirminci asırda yaşamış ünlü şahısların eserlerinde bile farklılıklar bulunması, bu işin başlı başına mûcize olduğunu gösterir.
10-11 – Senden önce gelip geçen milletlere de Biz Peygamberler gönderdik. Ama onlara hiç bir resûl gelmedi ki onunla alay etmiş olmasınlar.
12-13 – Biz böylece o inkâr ve alayı suçluların kalblerine sokarız. Geçmiş ümmetlerin başlarına gelen felaketler ibret teşkil ettiği halde yine de onlar iman etmezler.
14-15 – Hatta o kâfirlere gökten bir kapı açsak, onlar da yukarı yükselip çıksalar, yine de “Galiba gözlerimiz bağlandı, belki de büyüye tutulduk!” derler.
16-18 – Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar. [25,61] Burç: Kale, hisar, yüksek köşk manasınadır. Gökyü-zünde özel bir şekilde toplanmış olan birtakım yıldız kümelerine de burç denilmiştir. Bu kümelerin meşhur olanları on iki tane olmakla beraber, ayet-i kerimede “bürücen” nekire şeklinde zikredildiğine göre, gökte daha keşfedilmemiş birçok yıldız kümesinin bulundu-ğuna işaret edilmektedir. Şıhab: “parlak ışık, alev” demektir. Göktaşı veya henüz keşfedilmemiş bir ışın türü olabilir. Eğer göktaşı olarak düşünürsek, bunların dünya atmosferine son derecede fazla miktarda (günde ortalama bir trilyon olup ikiyüz milyonu yere düşmektedir) düştüğü bilinmektedir. Pek mümkündür ki şeytanların uzayda yükselmeleri bu şihablarla önleniyordur. Fakat bunlar dünyada insanların hayatlarını imha etmezler. Zira göktaşları dünya küresini çevreleyen atmosfer küresine girer girmez yanıp kül olmakta, son derece nadir olarak, ibret olsun diye yere düşmektedir. Hasılı, dünyamız burçlarla korunmasaydı bu şihablar hayatımızı çoktan imha etmiş olurlardı.
19 – Yeri de yaydık, genişlettik ve oraya ağır baskılar (sağlam dağlar) çaktık ve orada hikmetle ölçülmüş olarak her türlü nebatı yetiştirdik.
20 – Orada hem siz insanlar için, hem rızkını sizin vermediğiniz daha nice yaratıklar için geçimlikler meydana getirdik.
21 – Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçü ile indiririz.
22 – Aşılayıcı olarak rüzgârlar gönderdik. Derken gökten yağmur indirip onunla sizi suladık. Halbuki o suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz. [39,21; 56,68-74; 16,10] Rüzgarların bitkilerdeki erkek ve dişi unsurlar arasında döllenmeyi sağladıklarına işaret ediliyor.
23 – Muhakkak ki hayatı veren de Biziz, hayatı geri alıp öldüren de ve elbette hepsine varis olacak hepsinden sonraya kalacak olan baki de Biziz.
24 – Doğrusu sizden, önden gidenleri de, geri kalanları da Biz pek iyi biliriz. Doğup ölenleri veya ileride dünyaya gelip ölecekleri yahut İslamda, Cihadda, taatte öne geçip geri kalanları da biliriz. Sizin hallerinizden hiç biri Bize gizli kalmaz, demektir.
25 – Senin Rabbin, elbette onları mahşerde toplayacaktır. Çünkü O tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi bilir.
26 – Biz insanı kara çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. [55,14-15; 6,2]
27 – Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.
28 – Ve hani Rabbin meleklere: “Ben” demişti, “kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım.”
29 – “Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanınız.” Allahın isimlerinin insanda böyle tecelli etmesidir ki insanı arzda halife kılmış ve bütün mahlûkat üzerine çıkarmıştır.
30-31 – İblis hariç bütün melekler secdeye kapan-dılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı.
32 – Allah İblis’e: “sen niye secde edenlerle bera-ber olmadın?” diye sordu.
33 – “Benim” dedi, “kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir.” [2,34; 7,12; 17,62] [38,76]
34-35 – “O halde” dedi, “defol buradan! Çünkü sen kovuldun ve bu lânet, hesap gününe kadar senin üzerinde devam edecektir.”
36 – “Ya Rabbi!” dedi, “o halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver!”
37-38 – “Haydi” buyurdu, “belirli bir güne kadar sana müsaade edildi.”
39-40 – İblis: “Ya Rabbi!” dedi, “beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım” [17,62; 38,82-83] İblis şunu demek istiyor: “Ya Rabbi, benden aşağıda olan birine boyun eğmemi istedin. Benim bu emre uymayacağım sence malumdu. İşte böylece azmama sebep oldun ve bu da bu insanlar sebebiyle başıma geldi. İşte ben de onları azdıracağım.”
41 – Allah buyurdu: “Bu seçkin kullarımın tuttuğu yol, işte Benim gözettiğim dosdoğru yoldur.” [16,9; 1,6-7]
42 – “Şüphesiz Benim o seçkin kullarım üzerinde Senin hiçbir nüfûzun yoktur, ancak senin peşine takılmış şaşkın azgınlar başka!”
43-44 – Şüphesiz cehennem de o azgınların hepsinin varacakları yerdir. Oranın yedi kapısı vardır ve onlardan her kapıdan kimlerin gireceği belirlenmiştir. Onlar kapılara bölüştürülmüşlerdir. İblis kıssasının hatırlatılması şu muhtevada olmuştur: Daha önceki ayetlerde kâfirlerin felakete götüren yollara tabi oldukları üzerinde durulmuştu. Bu sapıklıkların gerisinde, en büyük bir düşmanın bulunduğunu, insanların buna karşı daima uyanık ve tetikte olmalarının lüzumunu hatırlatmak için bu kıssaya yer verilmiş ve denilmek istenmiştir ki: “Peygamber sizi bu tehlikeden kurtarmak istiyor. Fakat siz dostunuzu düşmanınızı ayırd edemiyorsunuz.”
45 – Şeytana uymaktan korunan müttakiler ise cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.
46 – “Esenlikle, emin olarak girin oraya” (denir onlara).
47 – Onların kalblerindeki kini söküp çıkarmışızdır. Dost ve kardeş olarak, divanlar üzerinde karşı karşıya otururlar.
48 – Orada kendilerine hiç bir zahmet ve meşakkat dokunmaz, oradan hiç çıkarılmazlar.
49-50 – Kullarıma haber ver ki günahları örten Gafur, ihsanı bol olan Rahim Ben’im. Bununla beraber azabım da elîm!
51 – Onlara İbrahim’in misafirlerinden de bahset. Hz. İbrahim (a.s) ın kıssasının münasebeti şudur. Bu sûrenin başında 7. ayette müşriklerin “Eğer iddianda tutarlı isen ne diye bize melekleri getirmiyorsun?” sözleri nakledilmişti. Onlara şu denilmek isteniyor: “Melek-ler gelirse, kesin hükmü icra için gelirler, artık size mühlet verilmez.”
52 – Onun yanına girdiklerinde “Selam!” dediler. İbrahim: “Biz sizden korkuyoruz” dedi. Misafirlere ikram ettiği yiyecekleri yemediklerini görünce böyle dedi.
53 – “Korkma!” dediler. “Biz sana akıllı, bilgin bir oğlunuzun dünyaya geleceğini müjdeliyoruz.”
54 – “Beni mi müjdeliyorsunuz?” dedi. “Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artık beni nasıl tebşir edersiniz?”
55 – “Sana gerçeği müjdeledik, onun için ümid kesenlerden olma!” dediler.
56 – O da: “Rabbinin rahmetinden, hak yoldan sapanlardan başka kim ümit keser ki?” dedi.
57 – Ve ilave etti: “Ey elçiler, bundan başka işiniz nedir? sorabilir miyim?”
58-60 – “Haberin olsun” dediler. “Biz suçlu bir topluluğu cezalandırmak için gönderildik. Ancak eşi dışında Lut’un ailesi müstesna. Çünkü onların hepsini kurtaracağız. Eşinin suçlularla beraber kalmasını gerekli gördük.”
61-62 – Elçiler Lut’un evine gelince O: “Doğrusu, siz ürkülecek kimselersiniz” dedi.
63-65 – “Yok” dediler. “Biz sana, onların şüphe ettikleri cezayı getirdik ve sana emr-i Hak ile geldik, emin ol bizler sadık kimseleriz. Hemen gecenin sonunda aileni yola çıkar, sen de arkalarından git, içinizden hiç kimse dönüp ardına bakmasın, size emredilen yere geçin gidin.” [15,8; 11,65] Bundan maksad: “Sakın arkana bakma, yoksa taş kesilirsin” değildir. Maksat şudur: “Arkanıza bakarsanız felakette helak olanların müthiş çığlıkları, manzaraları ile karşılaşırsınız. Şimdi ne onların layık oldukları cezayı bulmaları sebebiyle sevinme, ne de üzülme zamanı değildir. Oradan hızla uzaklaşmalısınız ki azap yağmurundan etkilenmeyesiniz.”
66 – Ona şu kesin emri vahyettik: “Sabaha çıkarlarken onların kökü kesilmiş olacaktır!” [11,81]
67 – Şehir halkı da misafirlerin geldiğini duyup eğlenmek için gelmişlerdi.
68-69 – “Bunlar benim misafirlerim!” dedi. “Ne olur beni mahcûp etmeyin. Allahtan korkun da beni rüsvay etmeyin.” Bu ayetler onların saldırganlıkta adeta gözlerinin döndüğünü zarif bir üslupla ifade ediyor. Halkça sayılan birine, kısa süre için uğrayan bir misafir bile emin olamıyordu. Talmudda bu çürümelerin çok somut örnekleri rivayet edilir.
70 – Onlarsa: “Biz seni elalemin işine karışmaktan menetmemiş miydik (şunu bunu korumak sana mı kalmış!)” dediler.
71 – Lût: “Eğer evlenmek isterseniz, işte kızlarım, onlarla evlenebilirsiniz” dedi.
72 – (Resûlüm!) “Hayatın hakkı için onlar, kendilerini öylesine kaybetmişlerdi ki sarhoşlukları içinde sürünüp gitmekte idiler.” Bu hitabı yapan Cenab-ı Allahtır. Bir başka tefsire göre, hitab edenler elçi melekler “Hayatın hakkı için, onlar sarhoşlukları içinde sürünüp gitmektedirler” demişlerdi.
73 – Güneş doğarken o korkunç ses tutuverdi onları!
74 – Bir anda şehirlerinin üstünü altına çevirdik. Pişirilmiş çamurdan yapılmış taş yağmuruna tuttuk onları!
75 – Elbette bunda işaretten anlayanlar için alınacak nice ibretler vardır.
76 – Hem o şehir harabesi uğrak bir yol üzerindedir. Bu şehrin harabeleri Hicazdan Suriye ve Mısır’a giden yol üzerindedir.
77 – Elbette bunda, iman edecekler için çok ibretler vardır.
78 – Eyke halkı da zalim mi zalim bir halk idi. Eyke, Tebuk’un eski adı olup Şuayb (a.s) ın halkıdır.
79 – Onlara da hakettikleri cezayı verdik. Bu her iki şehir harabesi de uğrak bir yol üzerindedir.
80 – Hicr halkı da peygamberleri yalancı saydı. Hicr, Semud’un başkenti idi. Kalıntıları Medine’nin kuzeybatısında el-Ula kasabasının yanındadır. Medine – Tebük karayolu üzerindedir. Hz. Peygamber (a.s) ın tavsiyesine uyarak buradan geçenler orada konaklamazlar.
81 – Onlara delil ve mûcizelerimizi verdik, ama yüzçevirdi onlar bu delillerden! [41,17]
82 – Dağlarda evler yontarak güven içinde bulunuyorlardı.
83 – Bir sabah o korkunç ses tutuverdi onları!
84 – Kazanıp ele geçirdikleri mal ve imkânlar hiçbir fayda vermedi kendilerine. Bu ayet Hz. Peygamberi ve müminleri teselli etmektedir. Hakikatin mutlaka zuhur edeceğini, batılın devamlı olmadığını bildirmektedir.
85 – Öyle ya, Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin aralarında bulunan varlıkları elbette boşuna değil, gerçek bir gaye ve hikmetle yarattık. Hiç şüphe yok ki o kıyamet saati gelip çatacaktır. Öyleyse müsamaha ile tatlılıkla davran onlara. [23,115-116; 38,27; 53,31; 43,89]
86 – Elbette Senin Rabbin mükemmel yaratan ve herşeyi hakkiyle bilendir. [36,81-83]
87 – Şu kesin ki biz sana Seb-i mesani ile şu Yüce Kur’anı verdik. Seb-i mesâni: Fatiha sûresidir.
88 – Sakın o kâfirlerden bir kısmına geçici bir zevk olarak verdiğimiz dünya nimetlerine göz atma. Onların iman etmemelerinden ötürü üzülme ve müminlere kol kanat ger, şefkatle koru onları. [26,215; 9,128]
89 – Ve de ki: “Sizi, sizleri bekleyen felaketten açıkça uyarıyorum.”
90-91 – Tıpkı o bölüşenlerin, O Kur’anı parça parça edenlerin başlarına indirdiğimiz felaket gibi. Muktesimîn: bölüşenler, bölenler veya yemin edenler manalarına gelir. İlk manaya göre: Kur’anı kısım kısım ayırarak bir kısmını kabul, öbür kısmını reddedenler manasına gelir. Bunlar, birinci derecede, kendileri de kısım kısım bölünmüş olan Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ayrıca, inkârlarını var güçleriyle yemin ederek pekiştirenler de kasdedilmiş olabilir.
92 – Rabbin hakkı için sorguya çekeceğiz onların hepsini!
93 – Yaptıkları işlerden sorumlu tutacağız onları.
94 – Şimdi sen, sana ne emredilmişse onu açıkça söyle onlara. Yüzçevir, aldanma o müşriklere! [54,6; 68,10]
95 – Seninle alay edenlerin haklarından gelmeye Biz yeteriz.
96 – Onlar Allahtan başka tanrı uyduruyorlar ama yaptıklarının sonucunu yakında öğrenecekler!
97 – Çok iyi biliyoruz, onların bu kabil iddialarından ötürü senin canının sıkıldığını!
98 – Ama Sen Rabbini hamd ile tenzih et ve secde edenlerden ol.
99 – Sana ölüm gelip çatıncaya kadar da Rabbine ibadet et. [74, 46-47] Yakîn: Ölüm diye tefsir edilmektedir. S. Ateş “kesin bilgi” diye yorumlayarak: “Rabbine ibadet et ki sana yakin gelsin, (kesin bilgiye eresin)” demektedir.