TEVBE SÛRESİ: Hicri 9. yılda Medinede nâzil olmuş olup 129 ayettir. Tevbe ismi, Sûrenin ihtiva ettiği konulardan birinden gelmektedir. Sûrenin meşhur olan ikinci ismi Berâe ise, Sûrenin ilk kelimesidir. “İlişiği kesmek, ültimatom” anlamına gelir. Tevbe sûresi konu itibariyle, bir önceki Enfal sûresinin devamı gibidir. Başında Besmele yazılı olmayan tek Sûredir. Sebebi, Hz. Peygamber (a.s) ın böyle yapmış olmasıdır. Sûre başlarında Besmelenin hükmü konusunda beş farklı görüşe sahip olan müslümanların, yalnız burada Besmelenin yazılamayacağında ittifak etmeleri, Kur’an metninin en ufak bir değişikliğe maruz kalmadığının delillerinden biridir. Bu sûrenin en önemli konuları, müşrikler ve Ehl-i Kitaba uygulanacak hükümler ile Hz. Peygamber (a.s) ın Bizans ordusuna karşı çıktığı Tebük seferi esnasında müslümanların halet-i rûhiyelerini ortaya koymaktır. Müslüman tarafında “beşinci kol” şeklinde çalışan ve müşriklerden daha tehlikeli olan münafıklardan, onların, İslam birliğini parçalamak için Mescid-i Dırar’ı kurmalarından (ayet: 107 vd) bahseder. Sûrenin sonunda müminlerin haiz olmaları gereken bazı vasıflar, cihada teşvik, Allah’ın Resûl göndermek sûretiyle insanlara gösterdiği lütfu ifade eder.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklere son ihtar! Hicretin 9. yılında Hz. Peygamber (a.s) müslümanları Hz. Ebû Bekr (r.a) ın emirliği altında hacca göndermişti. O esnada bu ayet indirilince Hz. Peygamber bu buyruğu hacda toplanan insanlara tebliğ etmek için Hz. Ali (r.a)ı, görevlendirdi. Bayramın birinci günü Akabe Cemresi yanında hacılara hitab edip Sûrenin başından 30 kadar ayeti tebliğ ederek özellikle şu dört şeyi vurguladı: 1-Bu yıldan sonra Kâbeye hiç bir müşrik giremeyecek. 2-Hiç kimse çıplak olarak Kâbeyi ziyaret etmeyecek. 3-Müminlerden başkası cennete giremeyecek. 4-Müşrik kabileler tarafından bozulmamış sözleşmeler, antlaşma süresinin sonuna kadar yürürlükte kalacak.
2 – Bu günden itibaren yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın ve şunu bilin ki siz Allahın elinden hiçbir şekilde kaçıp kurtulamazsınız ve Allah kâfirleri rüsvay edecektir.
3 – Haccın en büyük günü, Allah ve Resûlünden insanlara şöyle bir duyurudur: “Allah da, Resûlü de müşriklerden beridir. Şayet şirkten tövbe edip tevhide yönelirseniz bu elbette sizin için daha hayırlı olur. İyi biliniz ki siz Allahın elinden kurtulamazsınız. Kâfirleri pek acı bir azapla müjdele.
4 – Ancak kendileriyle antlaşma yapmanızdan sonra, şartları hiç bir şey eksiltmeksizin tamamen yerine getiren ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye destek vermeyen müşrikler, bu hükmün dışındadırlar. Bunlarla sözleşmenin müddeti tamamlanıncaya kadar antlaşma şartlarına riayet edin. Allah, Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
5 – O halde, hürmetli aylar çıkınca artık öbür müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp esir edin, onların geçebileceği bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir: mağfireti ve merhameti boldur. [2,191; 9,29 – 73; 66,9; 69,9]
6 – Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki Allahın kelamını dinlesin, düşünsün. Sonra şayet müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği yere (vatanına) kadar gönder. Öyle! (Bu sığınma ve gönderme işlemini yapmalı), zira onlar İslamın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur.
7 – O müşriklerin Allah yanında, Resûlü yanında nasıl olup da bir ahidleri olabilir ki! (olamaz, zira onlar daima hainlik edip verdikleri sözden dönerler). Mescid-i Haramın yanında antlaşma yaptıklarınız bundan müstesna olup, onlar size karşı dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Allah, Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
8 – Evet, onların nasıl ahidleri olabilir ki, eğer size galip gelecek olurlarsa sizin hakkınızda ne ahid, ne yemin, ne hukuk, hiç bir şey gözetmezler. Ağızlarıyla güyâ sizin gönlünüzü alırlar, kalbleri ise nefret duyup kaçınır. Çünkü onların ekserisi Allahın yo-lundan çıkmış fasıklardır.
9 – Onlar Allahın ayetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da Allahın yolundan insanları alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!
10 – Müminler hakkında ne ahit, ne yemin, ne hukuk, hiçbir şey gözetmezler. Bunlar öyle saldırgan kimselerdir!
11 – Bununla beraber kâfirlikten vazgeçip tevbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse artık sizin din kardeşleriniz olurlar. Bilip anlayacak kimseler için Biz ayetlerimizi iyice açıklarız.
12 – Eğer antlaşmadan sonra yeminlerini bozarlar, bir de dininize hücum ederlerse, artık kâfir güruhunun o öncüleri ile savaşın. Çünkü onların gerçekte artık yeminleri ve ahitleri kalmamıştır. Umulur ki, hiç değilse bu durumda, inkâr ve tecavüzlerinden vazgeçerler. Onların yeminleri yoktur, zira onlar yeminlerine riayet etmezler, aykırı davranmakta mahzur görmezler. Demek ki savaşta hedefiniz, işkence ve eziyet edenlerin mesleğini tutup da eza ve cefada bulunmak değil, ısrarla sürdürdükleri küfür hallerinden onları vazgeçirmek olmalıdır.
13 – Ahitlerini ve yeminlerini bozup Peygamberi vatanından sürmeye teşebbüs eden bir toplulukla savaşmayacak mısınız ki, aslında savaşı size karşı ilk başlatanlar da onlar olmuştu. Ne o, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Ama eğer mümin iseniz, asıl Allahtan çekinmeniz gerekir. [60,1; 8,30; 17,76]
14-15 – Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın ve kalblerindeki kin ve öfkeyi gidersin. Allah Teala dilediğine tevbe de nasib eder. Allah, Alîmdir, Hakîmdir: herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Nitekim küfrün önde gelenlerinden Ebû Süfyan bin Harb, İkrime bin Ebû Cehil, Süheyl bin Amr gibi reisler, Mekkenin fethedildiği gün tövbe edip, İslamı kabul etmişlerdir.
16 – Yoksa siz, Allah sizden mücahede edenlerle Allahtan, Resûlünden ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri iyice ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı zannettiniz? Halbuki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [29,2 – 3; 3,142 – 179] Ayetteki “ve lemmâ ya’lem” tabirinden maksat: “Allah sizden mücahede edenler ve müminler dışında sırdaş edinmeme imtihanını kazanacak halis müminleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakmaz.” demektir.
17 – Müşrikler, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahit iken, Allahın mescidlerini mâmur etmeleri kabil değildir. Çünkü onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ateşte daimi kalacaklardır. Mâmur etmek: Bina etmek, bir de oralarda ibadete devam ederek şenlendirmek şeklinde olur. Bu ayette Mesacid, tekil mânada Mescid-i Haram diye tefsir edilir. Zira orası bütün mescidlerin kıblesidir, imamıdır. Ayrıca oranın her tarafı mesciddir; halbuki diğer mescidlerde bu özellik yoktur. Burada nefyedilen durum, liyakatlerini reddetmektir. Yoksa bu işin fiilen varlığı ayrı konudur.
18 – Allahın mescidlerini ancak Allahı ve ahireti tasdik eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allahtan başka kimseden çekinmeyen müminler bina edip şenlendirir. İşte onlar cennete ve diğer ümitlerine kavuşmayı umabilirler.
19 – Siz hacca gelenlere su dağıtma ve Mescid-i Haramı mâmur etme işini, Allaha ve ahiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden müminin işi ile bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah indinde eşit olmazlar. Allah o zalimler gürûhunu muvaffak etmez. Onlar ısrarla inkâr ve zulümlerine devam ederken Allah onları zorla hidayete erdirmez. Keza onları, kötü emellerine nail etmez.
20 – İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar.
21 – Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler.
22 – Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır. Muhakkak ki en büyük mükâfat Allahın yanın-dadır.
23 – Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih edi-yorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin. İçinizden onları dost edinenler, zalimlerin ta kendileridir. [58, 22] Veli: hâmi, koruyucu, birinin işlerini deruhde eden kimse, yönetici, destek veren yardımcı, dost anlamlarına gelir.
24 – De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allahtan ve Resûlünden ve Onun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise… o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fasıklar güruhunu zorla hidayete eriş-tirmez. Gerçek müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir. Güzel konaklarda oturabilir. Fakat bunları hiçbir zaman kalbine yerleştirmez. Hele hele Allahtan, Allah yolundan ve Onun yolunda cihad etmekten daha önemli hale getirmez. Bununla beraber Ebussuûd Efendinin dediği gibi bu ayette öyle bir tehdit vardır ki: Allahın hususi lutfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.
25 – Şu kesindir ki Allah size birçok savaş yerlerinde yardım etti, Huneyn günü de… O gün ki sayıca çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti. Olanca genişliğine rağmen, dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız.
26 – Sonra Allah Resûlünün ve müminlerin üzerleri-ne sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı. İşte kâfirlerin cezası budur!
27 – Sonra Allah, bu savaşın peşinden, onlardan dilediği kimseleri küfürden dönüş yapmaya muvaffak eder. Zira Allah Gafurdur, Rahimdir: Affı ve merhameti boldur.
28 – Ey iman edenler! Müşrikler bir pislikten ibarettir. Onun için, bu yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan endişe ederseniz, Allah dilerse, sizi lütfundan zenginleştirir. Çünkü Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Müşrikler bedenleri itibariyle, maddî varlıklar yönünden değil, batıl inançları, ahlakî telakki ve dav-ranışları bakımından necis sayılmaktadırlar. Mescid-i Harama girmeleri bundan dolayı yasaklanmıştır.
29 – Kendilerine Kitap verilenlerden oldukları halde, Allaha da, ahiret gününe de iman etmeyen, Allahın ve Resûlünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle, cizye verinceye kadar savaşın. Bu ayet, Ehl-i Kitabın Allaha ve ahirete gereğince iman etmediklerini, gerçek dini kabul etmediklerini bildiriyor: Çünkü onlar Allahı kemal sıfatlarıyla muttasıf ve eksiklerden münezzeh olarak tanımıyorlar, ahiretin gerçek mahiyetini anlayamıyorlardı. Bunlarla savaşmak için, evvela onların saldırmaları şarttır. (2, 190). Hz. Peygamber (a.s) müşrik araplarla ancak İslamı imha etmek için silaha sarıldıklarında harbetti. Hıristiyanlar da Müslümanları ortadan kaldırmak için, İslam devletine karşı kuvvet hazırlayıp hücum ettikleri zaman onlara karşı hazırlandı ve karşı tarafın saldırmaya hazır olmamasını fırsat bilerek baskın yapmadı. Aksine, harbetmeden geri döndü. Cihadın gayesi gayri müslimleri kuvvet kullanarak İslama sokmak değil, İslama karşı çıkan kuvvet kalmamasını sağlamaktır. Cizye, İslam devletinin, gayri müslim vatandaşlarından aldığı cüz’i bir vergidir. Müslümanların verdiği zekât nisbetinden fazla değildir. Devletin sunduğu hizmetler karşılığı olarak alınır.
30 – Yahudiler: “Üzeyr Allahın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allahın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözleri-ne benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar? Uzeyr, muhtemelen İsrailoğullarının peygamberlerinden Ezra’dır. M.Ö. 5. asırda yaşamış olup, mevcut şekliyle Tevrat metni onun tarafından tesbit edilmiştir. Yahudiler, Allahın kırk gün boyunca Tevratı ona ilham edip yazdırdığına inanırlar. Yahudiliğin dinî, millî ve siyasî tarihinde böyle merkezî bir rolü olan bu zâtın çok yüceltildiği ve Yemende yaşayan Sadûkiyye yahudilerinin ona “Allahın oğlu” dedikleri bilinmektedir. Kur’an bunu Yahudilerin hepsine maletmemektedir. Ayetin son kısmı bu semavî dinlerin, eski Mısır, Yunan, Roma, Pers ve Hindistan gibi yerlerde vaktiyle yaşamış şirk inançlarından etkilendiklerini ifade ediyor.
31 – Yahudiler hahamlarını, hıristiyanlar rahiplerini ve Meryemin oğlu Mesihi Allahtan başka Rab edindiler. Halbuki onlara bir tek İlâha ibadet etmeleri emr- olunmuştu. Ondan başka İlah yoktur. O, onların ortak koştukları şirkten münezzehtir. Rab edinme, onlara secde etme mânasında değil, din adamlarının haram ve helal kılma yetkisine inanmaları, onları hatasız kabul etmeleri anlamındadır.
32 – Onlar Allahın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler. Allah ise, nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz. Kafirler isterse hoşlanmasınlar! Allahın nûrundan maksat, İslam veya Kur’an-ı Kerimdir.
33 – Odur ki Resûlünü, bütün dinlere üstün kılmak için hidayetle ve hak din ile gönderdi. Müşrikler isterse hoşlanmasınlar!
34 – Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu halkın mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allahın yolundan uzaklaştırırlar. Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele!
35 – Yığılan bu altın ve gümüş cehennem ateşinde kızdırılarak, bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlana-cağı gün onlara: “İşte! denilecek, sizin nefisleriniz için yığıp hazineye tıktıklarınız! Haydi tadın bakalım o tıktığınız şeyleri!” [44,48-49]
36 – Doğrusu, Allahın gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü hürmetlidir. İşte doğru hesap budur. O halde bilhassa bunlarda, nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah, ilahi sınırlara saygılı olup fenalıklardan sakınanlarla beraberdir. [22,25; 2,191-194]
37 – Hürmetli ayların yerlerini değiştirip ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Öyle yapmakla, kâfirler büsbütün şaşırtılırlar. Allahın hürmetli kıldığı sayıya denk getirmek üzere onu bir yıl helal, bir yıl hürmetli sayarlar ve böylece Allahın haram kıldığını helal kabul ederler. Kötü işleri kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah kâfirler güruhunu zorla hidayete erdirmez. Nesî uygulamasının gayesi, hac mevsimini devamlı sûrette aynı zamana denk getirmekti. Ay yılı ile Güneş yılını denk getirmek için, yıla bir ay daha ekliyorlardı. Böylece hac 33 yıl boyunca gerçek tarihinin dışında yapılıyor, ancak 34. yılda gerçek Zilhıcce’de ifa edi-lebiliyordu. Hz. Peygamber (a.s) ın veda haccı, gerçek hac mevsimine denk gelmişti. Hicri 9. yıldaki veda haccından beri hac günleri gerçek tarihinde yapılmaktadır. Oysa nesî uygulaması, ibadetleri farklı mevsimlerde uygulatmayı dileyen, ilahî hikmete aykırı idi. Kâfir, iradesini hep küfür yolunda ısrar etmeye sarfederse, Allah zorla onu hidayete erdirmez. Bundan, şu mâna da kasdedilebilir: “Allah o kâfirleri, emellerine nail etmez, onlara muvaffakıyet yollarını göstermez.”
38 – Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda seferber olunuz!” emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız? Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, ahiretin yanında pek az bir şeydir!
39 – Eğer topyekün seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. [47,38]
40 – Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız, Allah vaktiyle Ona yardım ettiği gibi yine yardım eder. Hani kâfirler Onu Mekkeden çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı. Allahın dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah Azîzdir, Hakîmdir: mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Hz. Peygamberin, (a.s.m) Hz. Ebû Bekir (r.a) ile hicret ettiği sırada, Mekkenin güneyindeki Sevr mağarasında üç gün kalmasına işarettir.
41 – Ey müminler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz. Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur. Hifafen ve sikalen: Hangi halde olursanız olunuz: Kolaylık veya güçlük, sağlık veya hastalık; zenginlik veya fakirlik, çoluk çocuğun azlığı veya çokluğu, piyade veya süvari, genç veya ihtiyar manalarına gelir.
42 – Eğer davet olundukları seferde peşin bir ganimet bulunsa ve orta yollu bir mesafe olsaydı mutlaka senin peşinden gelirlerdi; fakat meşakkatli yol onlara pek uzak geldi. Bununla beraber “Eğer gücümüz yetseydi muhak-kak sizinle beraber sefere çıkardık” diye yemin edeceklerdir. Onlar bu yalanlarıyla kendilerini mahvediyorlar. Çünkü Allah onların yalancı olduklarını kesinlikle bilmektedir. Tebük seferi, hicri 9. yılda, çok güçlü olan Bizans İmparatorluğuna karşı olacaktı. Yolculuk çok uzun, mevsim kavurucu yaz sıcaklarının olduğu mevsim idi. Bu durum, münâfıklığın ortaya çıkmasına vesile oldu.
43 – Hay Allah seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münafıklara izin verdin?
44 – Allahı ve ahireti tasdik edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihada katılmama hususunda senden izin istemezler. Allah, o takva ehlini pek iyi bilir.
45 – Senden katılmamak için izin isteyenler sadece Allahı ve ahireti tasdik etmeyenler, kalpleri şüphe ile çalkalanıp şüpheleri içinde bocalayıp duranlardır.
46 – Eğer onlar gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, elbette onun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını hoş görmeyip kendilerini engelledi ve kendilerine: “Oturun, oturanlarla beraber!” dedi.
47 – Şayet sizinle çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka bir faydaları olmazdı. Fesad ve fenalığı artırmaktan başka bir iş yapmaz-lardı. Sizi fitneye düşürmek arzusuyla aranıza sokulup entrikalar çevirirlerdi. Aranızda onlara kulak verenler de vardır. Allah o zalimleri pek iyi bilir.
48 – Gerçekten bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana türlü türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet, onlar hoşlanmasa da Allahın emri yerine gelmiş ve Allahın emri galebe çalmıştı.
49 – İçlerinden bazıları: “Bana izin ver, beni fitneye ve isyana düşürme, başımı derde sokma!” der. Bilmiş ol ki, fitneye zaten kendileri düşmüşlerdir. Cehennem elbette kâfirleri her taraftan kuşatacaktır.
50 – Sana bir iyilik gelirse onlar üzülürler ve eğer başına bir musibet gelirse içlerinden, “Neyse ki biz daha önce tedbirimizi almıştık. Siz düşünün.” deyip senin başına gelen felaketten dolayı keyifli keyifli döner giderler.
51 – De ki: “Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yazmışsa başımıza ancak o gelir. Mevlamız, Sahibimiz Odur. Onun için müminler yalnız Allaha dayanıp güvensinler.”
52 – Münafıklara de ki: “Bizim hakkımızda bekleyip gözlediğiniz, iki güzel şeyden, yani zafer veya şehid olmaktan başka bir şey midir? Biz ise Allahın, ya kendi tarafından veya bizim elle-rimizle sizi azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyin bakalım, biz de bekliyoruz!
53 – De ki: “Allah yolunda, ister gönül rızasıyla verin, ister gönülsüz infak edin, verdikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, hak yoldan çıkmış fasıklar güruhu-sunuz.” Bu ayet, nifaklarını gizlemek için bazı maddî katkılarda bulunmak isteyen münâfıklara sert bir uyarıdır.
54 – Bu teberrûlarının kabul edilmemesinin tek sebebi şudur: Çünkü onlar Allaha ve Resûlüne karşı inkâr ve nankörlük içindedirler. Namaza ancak üşene üşene gelirler. Yardımda bulunurken de istemeye istemeye verirler.
55 – Onların ne mallarının ne de çocuklarının çokluğu seni imrendirmesin. O hiç de önemli değil! Çünkü Allah bunlar sebebiyle dünya hayatında onlara sıkıntı çektirmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [20,131; 23 – 55-56] Nifaklarının şiddeti, kalplerinde samimî imana yer bırakmamaktadır. Kendileri bunu istedikleri için, Allah da böyle diledi.
56 – O münafıklar yanınızda Allaha yemin ederek sizden olduklarını ileri sürerler. Aslında onlar sizden değildirler. Doğrusu onlar kâfirlerin maruz kaldıkları durumdan endişe etmeleri sebebiyle ödleri kopan bir topluluktur.
57 – Şayet sığınacakları bir yer, yahut barınabilecekleri mağaralar, hatta başlarını sokabilecekleri bir delik bulsalardı derhal o tarafa seğirtirlerdi.
58 – Onlardan bazıları da senin zekât ve sadaka-ları taksim edişine dil uzatırlar. Bu mallardan kendilerine pay verilirse memnun olurlar, verilmeyince hemen kızıp öfkelenirler. Zekât uygulaması sonucunda müslümanlar mallarından % 2,5 ~ % 20 nisbetinde Beytülmale veriyorlar. Bu da büyük bir yekün teşkil ediyordu. Münafıklar aç gözlülükle, bu serveti Hz. Peygamberin şahsınınmış gibi düşünüyor, kendilerine düşen paydan çok fazlasını bekliyorlardı. Zekâtı akrabasına bile yasaklayan, bu konuda çok hassas ve dikkatli davranan Hz. Peygamber (a.s.m) onların bu aşırı isteklerini yerine getiremeyince dedikodu çıkarıyorlardı.
59 – Eğer onlar Allahın ve Resûlünün kendilerine verdiklerine razı olsalar ve: “Allahın lutfu bize yeter. Allah bize lütfundan yine verir, Resûlü de. Bizim isteğimiz sadece Allahın rızasıdır!” deselerdi, kendileri için elbette daha iyi olurdu.
60 – Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalbleri İslama ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah Alîmdir, Hakîmdir: her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Zekât fonu bu sekiz sınıfa dağıtılır. Hz. Peygambere ve yakın akrabaları Hâşimoğullarına zekât almak haramdır. Zekât ahkâmının ayrıntıları fıkıh kitaplarında yer alır. “Allah yoluna” kısmına, sadece savaş giderleri değil, Allahın dinini yaymak için yapılan her türlü faaliyet dahildir.
61 – Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki: “Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allaha inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!” İşte böylesi bir Allah Resûlünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.
62 – Sizin yanınıza gelir, gönlünüzü hoş etmek için Allaha yeminler ederler, Halbuki eğer bunlar mümin iseler, herşeyden önce Allahın ve Resûlünün rızasını düşünmeleri gerekirdi.
63 – Hâla şunu anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allaha ve Resûlüne karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi var, hem de devamlı olarak orada kalacaktır. İşte en büyük zillet, en feci rezalet!
64 – Münafıklar, kalplerinde gizledikleri küfrü yüzleri-ne vuracak bir sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler (bir yandan da sizinle alay ederler). De ki: “Eğlenin bakalım. Allah sizin o çekinip endişe ettiğiniz şeyleri meydana çıkaracaktır!” [58,8; 47,29 – 30] Münafıklar içyüzlerini, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve müslümanlar hakkında içlerinde sakladıkları gerçek düşüncelerini açıklayacak vahyin, ha geldi ha gelecek korkusu içinde idiler. Kur’anın Allahın buyruğu olduğuna tam inanmasalar da, Resûlullahın birçok gizli halleri ortaya çıkardığına dair yeterli tecrübeleri olduğundan, bu korku onları hiç terketmiyordu.
65 – Eğer kendilerine ettikleri alay hakkında soracak olursan, yaptıklarını gizler ve: “Ciddi bir şey konuşmuyorduk, sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk!” derler. Sen onlara kanmayıp, suçlarını itiraf etmişlercesine de ki: “Demek, siz Allah ile, Onun ayetleri ile ve Onun Resûlü ile eğleniyordunuz ha!” Tebük seferine hazırlanan müslümanların, müthiş Bizans orduları karşısında ne hallere düşeceğine dair senaryolar üretip kulis yaparak müminlerin de cesaretlerini kırmaya girişiyorlardı. Ayet onların maskelerini indiriyor.
66 – “Ey münafıklar! Hiç boşuna özür dilemeyin. Gerçek şu ki: Siz iman ettiğinizi açıkladıktan sonra, içinizdeki inkârı açığa vurdunuz. Sizden bir kısmınızı, tevbeleri veya alay etmeleri sebebiyle affetsek de, bir kısmını suç ve günahta ısrar etmelerinden dolayı cezalandıracağız.”
67 – Münafık erkeklerle münafık kadınlar size değil, birbirlerine benzerler: Kötülüğü teşvik edip iyiliği menederler ve cimriliklerinden dolayı ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allahı unutup terkettiler, Allah da onları terketti. Şüphesiz ki münafıklar, hep itaat dışına çıkan fasık kimselerdir. [45,34]
68 – Allah gerek münafık erkeklere, gerek münafık kadınlara, gerekse bütün kâfirlere, ebedi kalmak üzere girecekleri cehennem ateşini vâd etmiştir. O onlara yeter! Allah onları rahmetinden uzaklaş-tırdı. Onlara devamlı bir azap vardır.
69 – Ey münafıklar! Sizin durumunuz tıpkı sizden önce helâk olan ümmetlerin durumuna benzer. Üstelik onlar kuvvetçe sizden daha güçlü olup, malları daha fazla, evlatları daha çoktu. Onlar bu dünyadaki nasipleri kadar zevk almak istediler. İşte sizden öncekiler nasıl öyle nasiplerince yaşamak istedilerse, siz de yine kısmetinizce zevk almak istediniz. Siz de o batağa dalanlar gibi daldınız. Onların yaptıkları işler, hem dünyada hem de ahirette boşa gitti. İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri oldular.
70 – Kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin başlarına gelen olaylara dair haber onlara ulaşmadı mı? Nuh kavminden, Âd, Semud ve İbrahim kavminden, Medyen halkından ve şehirleri yerle bir edilen toplumdan haberdar olmadılar mı? Onlara peygamberleri açık deliller getirdi ama inanmadılar, bundan dolayı Allahın gazabına uğradılar. Ama onlara Allah zulmetmedi, lakin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. Şehirleri yerle bir edilen toplum Lut halkıdır.
71 – Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Onlar iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler. Namazı hakkiyle yerine getirir, zekâtı verir, Allaha ve Resûlüne itaat ederler. İşte onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir. Çünkü Allah Azîzdir, Hakîmdir: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [3,104]
72 – Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedi kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vâdetti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar! Hepsinden âlası ise Allahın kendilerinden razı olmasıdır. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur.
73 – Ey o şanlı Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla mücahede et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir orası! Tebûk seferi, turnusol gibi, münafıkları ortaya çıkardı. Burada münafıklığı iyice âşikar olanlara karşı birtakım önlemler alınmasının gereğine işaret ediliyor. Zira bu tedbirler alınmazsa münafıklar, müslüman toplumu çürütürler.
74 – Onlar Allaha yemin ederek, olumsuz bir şey söylemediklerini ileri sürerler. Halbuki küfür sözünü söylediler, İslama girdikten sonra inkâr ettiler, başaramadıkları, netice alamadıkları birtakım cinayetlere yeltendiler. Münafıkların Peygambere ve müminlere kin beslemelerinin tek sebebi, Allah ve Resûlünün kendi lütfu ile müminleri zenginleştirmiş olmasıydı. Onlar tevbe ederlerse, haklarında hayırlı olur. Yok yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada da ahirette de acı bir azaba uğratır. Onlara bütün bir dünyada, ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulunamaz. Küfür sözleri münafıklardan eksik olmuyordu. Meselâ: Tebûk seferinde Hz. Peygamberin (a.s.m) develerinden biri kaybolunca müslümanlar onu oramaya koyuldular. Münafıklar sinsi sinsi: “Şu adamın peygamberliğine bakın: Gökten haber alıyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilemiyor!” dediler. Öte yandan münafıklar, Hz. Peygamberin ordusunun Bizans tarafından hezimete uğratılmasına kesin gözüyle baktıklarından, Abdullah İbn Ubeyy’i Medineye kral yapma hazırlıklarına başlamışlardı.
75 – Onlardan kimi de Allaha şöyle kesin söz vermişlerdi: “Eğer Allah bize lütfundan verirse, biz de mutlaka zekât ve teberrûda bulunacak ve elbette iyi insanlardan olacağız.”
76 – Fakat Allah lütfundan onlara servet verince cimrilik edip onun hakkını vermediler.
77 – Allaha verdikleri sözden dönmeleri ve yalan söylemeyi âdet edinmeleri sebebiyle, Allah da bu işlerinin neticesini, kalblerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir münafıklık kıldı.
78 – O münafıklar hâla anlamadılar mı ki Allah onların sözlerini de, fısıldaşmalarını da bilir ve Allah bütün gaybleri tam tamına bilir.
79 – Müminlerden gâh farz zekât dışında ayrıca gönlünden koparak bağışta bulunanları, gâh ancak çalışıp didinerek ele geçirdikleri malları bağışlayanları dillerine dolayıp alaya alanlar var ya, işte Allah onları alay konusu yapıp maskara etmiştir ve onlara gayet acı bir azap vardır. Münafıkların sırf olumsuz tipler olduğunu ayet ne güzel tasvir ediyor! Kendileri zengin oldukları halde, kamu hizmeti için vermiyorlar. Elinden geldiği kadar çok verenleri ise gösteriş yapmakla suçluyorlar. Fakir olduğu için az verenler hakkında: “Şuna bakın: Bizans İmparatorluğunun kaleleri bunların sadakalarıyla fethedilecekmiş!” diyorlar.
80 – Onlar için sen ister Allahdan af dile, ister dileme. Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir. Evet, böyle! Çünkü onlar Allahı ve Resûlünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fasıklar güruhunu emellerine kavuşturmaz. Fısk, her türlü hususta diretmek ve hududun dışına çıkmak demektir. “Lâ yehdî’l-kavme’l-fâsikîn” demek, Allah onları emellerine ulaştırmaz demektir. Zira bu tekvin ve teşri çarkının üzerinde döndüğü hikmete aykırıdır. Hidayeti, “matlub olan hidayete ulaştıran yolu gösterme” manasına alırsak, bellidir ki, bu hidayet gerçekleşmiştir. Fakat fasıklar, kendi kötü tercihleri ile bu hidayeti kabul etmeyip düştükleri çukura düşmüşlerdi. Bu son kısım, ön tarafındaki hükmü te’kid eden bir tezyildir. Zira kâfirin affedilmesi, her şeyden önce küfründen vazgeçmesi ve hakka yönelmesine bağlıdır. Ama küfre dadanan, küfre dalan, kendisini küfürle damgalayan, bu aftan uzaktır. Keza burada, Hz. Peygamberin onlar için af dilemesindeki özrüne de dikkat çekilmektedir. O da, onların imana gelmelerinden me’yus olmamasıdır. Çünkü onların, sonuna kadar küfürde kalacaklarını bilmiyordu. Zira, ancak akibetlerini kesin bilmeden sonra onlar hakkında istiğfar yasak olurdu. (Ebussuûd)
81 – Savaşa çıkmayıp Resûlullahtan ayrılarak geride kalanlar, oturmalarından memnun olup sevince garkoldular. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmayıp “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler. De ki: “Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl dayanacasınız? Bunu bir bilip anlasalardı! [70,15-16, 22,19, 22; 4,56]
82 – Öyleyse kazandıkları günahların cezası olarak az gülsün, çok ağlasınlar!…
83 – Eğer Allah seni bu seferden (Tebuk’ten) döndürür de, sen onlardan bir toplulukla karşılaşırsan ve onlar başka bir gazaya çıkmak için senden izin isterlerse onlara de ki: “Benimle beraber asla sefere çıkmayacaksınız, asla benim maiyetimde düşmanla savaşmaya-caksınız. Madem ki önce oturup seferden geri kaldınız, haydi şimdi de geri kalanlarla birlikte oturun!”
84 – Onlardan ölen hiçbir kimsenin cenaze namazını kılma ve kabri başında dua etmek üzere durma. Çünkü onlar Allahı ve Resûlünü tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler. İbn Übey öldüğünde, halis bir müslüman olan oğlu Abdullah Hz. Peygambere gelerek cenaze namazını kıldırmasını rica etti. Pek şefkatli olan Efendimiz (a.s.m) o tarafa doğru kalkınca Hz. Ömer 80. ayeti hatırlattı. Hz. Peygamber: “Demek Allah izin verdi, ben de yetmişten daha fazla istiğfar ederim” dedi. Bunun üzerine bu ayet indirilip kesin hükmü bildirdi.
85 – Onların ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla onlara dünyada sıkıntı ve azap çektirmek istemekte ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [9,55]
86 – “Allaha iman edin ve Resûlü ile birlikte cihada gidin.” diye bir sûre indiği zaman, onlardan servet ve imkân sahibi kimseler senden sefere katılmamak için izin istediler ve “Bırak, biz de evlerinde oturan kadınlar ve özürlülerle birlikte oturalım” dediler.
87 – Savaştan geri kalan kadınlarla birlikte oturmaya razı oldular. Kalblerine mühür vuruldu, artık onlar cihaddaki hikmeti, Resullullaha itaat etmedeki mutluluğu anlayamazlar. [47,20; 33,19]
88 – Fakat Peygamber ile beraberindeki müminler hem mallarıyla, hem de canlarıyla cihad ettiler. Hayırların her türlüsü onlarındır. Felaha erenler de onlardır!
89 – Allah onlara, içinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oraya ebediyyen kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!
90 – Bedevîlerden savaşa katılmamak için özürler uyduranlar, hiç değilse kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allaha ve Resûlüne bağlılık iddiasında yalancı olanlar ise oturdular. Ne geldiler, ne de özür dilediler. O bedevilerden kâfir olanlar, gayet acı bir azaba maruz kalacaklardır.
91 – Allah ve Resûlüne sadık kalmak, onlar hakkında iyi düşünceler taşımak şartıyla zayıflara, hastalara ve savaşta harcama imkânı bulamadığından dolayı savaşa katılamayanlara sorumluluk yoktur. Zira onlar, geri kalmakla beraber, memleketlerinde iyilik ediyorlar. İyilik edenlere diyecek bir şey yoktur. Gerçekten Allah Gafurdur, Rahimdir: Affı ve merhameti boldur.
92 – Ey Resûlüm!, Binek temin etmen için sana geldiklerinde: “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle göz yaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir.
93 – Ayıplamak gerekirse, zengin ve imkânlı olmalarına rağmen savaşa katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır. İşte onlar geride kalan güçsüz kadınlarla beraber kalmaya razı oldular. Allah da onların kalblerini mühürledi. Artık onlar işlerin gerçek mahiyetini bilemezler.
94 – Savaş dönüşü kendileriyle karşılaşınca, katılmamaları hakkında mazeretler, bahaneler ileri sü-rerler. De ki: “Boşuna özür dilemeyin, zira size inanmayacağız. Çünkü sizin aleyhimizde çevirdiğiniz dolaplardan bir kısmını Allah bize bildirdi. Bundan böyle de, yapacağınız her şeyi Allah da, Resûlü de görüp değerlendirecek, daha sonra da, gizli olsun açık olsun, herşeyi bilen Allahın huzuruna götürüleceksiniz. O da bütün yaptıklarınızı bir bir önünüze koyacaktır.”
95 – Dönüp yanlarına vardığınız zaman, kendilerini affetmeniz için Allaha yeminler edeceklerdir. Siz onlardan yüzçevirin. Onlara muhatap bile olmayın. Çünkü onlar o kadar murdar kimseler ki, hesap sormak ve azarlamakla yola gelmezler. İşleyip durdukları günahlar sebebiyle onların konutları cehennem olacaktır.
96 – Kendilerinden razı olasınız diye, size karşı Allaha nice yeminler edecekler… Bilesiniz ki siz onlardan hoşnud olsanız bile, o yoldan çıkmış, o pis güruhtan Allah asla razı olmaz.
97 – Bedeviler inkâr ve münafıklıkta şehirlilerden daha şiddetli; Allahın Resûlüne indirdiği hükümleri tanımamaya daha yatkındırlar. Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [12,109] Bedevî (a’rabî) çölde yaşayan göçebe araplara denir. Her bedevî değil, fakat genelde bedeviler, yaşadıkları çöl hayatının gereği olarak kaba ve sert huyludurlar. Böyle olunca küfür ve nifakları da daha beterdir.
98 – Kimi bedeviler, Allah yolunda harcamasını angarya ve ziyan sayar; bundan kurtulmak için başınıza türlü türlü belalar gelmesini gözler. O belalar kendi başlarına olsun! Allah, her şey gibi, onların söylediklerini de işitir, bütün hallerini bilir. Müslümanlar hissedilir bir kuvvet olunca bedeviler, çıkarcı bir tutumla İslama girmeye koyuldular. Gerçek imana sahip olanlarının nisbeti azdı. Göçebe olduklarından İslamın cihad, savaş, zekât, namaz vs. yükümlülüklerinden uzak durup ganimet ve menfaat sırasında pay almak işlerine geliyordu.
99 – Kimi bedeviler de Allahı ve ahireti tasdik eder; Allah yolunda harcamasını, Allaha yakın olmaya ve Resûlünün dualarını almaya vesile sayar. İyi bilin ki bu, onlar için Allaha yakınlık vesilesidir. Allah onları rahmet diyarı olan cennete yerleştirecektir. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir: Affı, merhamet ve ihsanı boldur.
100 – İslamda birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allahtan razı oldular. Allah onlara içinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!
101 – Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahali-sinden öyle münafıklar vardır ki onlar nifak işinde mahir olmuşlardır. Pek sinsi hareket ettikleri için sen onları bilemezsin, ama Biz pek iyi biliriz. Biz onları çifte cezaya çarptıracağız. Sonra da müthiş bir azaba itileceklerdir.
102 – Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar. Onlar tevbe ederlerse umulur ki Allah da onların tevbelerini kabul buyurur. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir: Affı ve merhame-ti boldur. Bunlar daha önceki seferlere katıldıkları halde son Tebûk seferine gelmemişlerdi.
103 – Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın. Onlar için dua da et. Çünkü Senin onlar lehine duan, onlar için büyük bir huzur ve tatmin kaynağıdır. Allah her şeyi hakkıyla işitir, bilir.
104 – Bilmediler mi ki: ancak Allah, kullarının tevbesini kabul eder, zekât ve bağışlarını alır. Tevvab ve Rahim: Tevbeleri kabul buyuran ve pek merhametli olan da ancak Allahtır.
105 – Ve de ki: “Çalışın: Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, müminler de görecekler. Sonra gizli ve açık her şeyi gören Allahın huzuruna çıkarılacaksınız. O da yaptığınız her şeyi bir bir sizin önünüze çıkaracak, karşılığını verecektir.
106 – Sefere katılmayan bazı kişilerin akıbetleri de Allahın emrine kalmıştır: Allah ister onları cezalandırır, ister merhamet eder. Allah Alîmdir, Hakîmdir: her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Belli münafıklardan başka, müminlerin haklarında karar vermekte zorluk çektikleri kimseler de vardı. Onların gerçek durumunu Allah elbet biliyordu. Fakat Allah zanna değil, bilinçli muhakemeye dayanan kesin bilgilere dayanmaksızın hiç kimseyi mahkûm etmemek gerektiğini müslümanlara öğretmek istemektedir.
107 – Bir de şunlar var ki: müminlere zarar vermek için, küfür ve küfran için, müminlerin arasına ayrılık sokmak için ve daha önce Allah ve Resûlüne savaş açmış adamı buyur etmek için, tuttular bir mescid yaptılar. Bütün bunlardan sonra onlar: “Bundan, iyilikten başka maksad gütmedik” diye yemin edeceklerdir. Allah şahid ki bunlar kesinlikle yalancıdırlar. Bu savaş açan kişi Hazreç kabilesinden Ebû Âmir’dir. Hz. Peygamber’in Medineye hicretinden önce hıristiyan rahibi olmuştu. Peygamberimizi kendisine rakîp gördü ve düşman kesildi. İslam aleyhinde kampanya için kabileleri dolaştı. İslamın güçlenmesini önleyemeyince, son olarak Bizans İmparatorunu harekete geçirmeye çalıştı. Tebûk seferine sebep de Bizansın savaş hazırlığı olmuştu. Medine münafıkları Ebû Amir’le işbirliği içinde idiler. Ebû Amirle, bir üs olarak kullanmak üzere cami yapmada mutabık kaldılar. Aslında Medinede cami ihtiyacı yoktu. İhtiyaç göstererek yaptıkları mescidde, ilk namazı kıldırmasını Hz. Peygamberden istirham etti-ler. Tebûk Seferinin hazırlığını öne sürerek Hz. Peygam-ber (a.s.m) meşgul olduğunu söyledi. Burayı kötü planlar için kullanmaya başladılar. Tebûk dönüşünde Peygamberimiz orayı yaktırdı.
108 – O Mescid-i dırarda hiç bir zaman namaz kılma! Ta ilk günden, temeli takva üzere kurulan Mescidde namaza durman daha münasiptir. Orada, maddî ve manevî kirlerden arınmayı seven kimseler vardır. Allah da temizlenenleri sever.
109 – Binasını, Allaha karşı gelmekten sakınma ve Onun rızasını kazanma temelleri üzerine kuran kimse mi hayırlıdır; yoksa yapısını, yıkılmak üzere olan bir uçurum kenarına kurarak onunla beraber cehenneme yuvarlanan mı? Allah zalimler gürûhunu zorla hidayete erdirmez. Münafıklıklarına bir ceza olarak onları hayra ve felaha erdirmez.
110 – Yaptıkları bina, kendileri geberip de kalbleri parçalanıncaya kadar, içlerinde hep bir ukde olarak kalacak. Allah Alîmdir, Hakîmdir: her şeyi çok iyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
111 – Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler. Bu Allahın Tevratta da, İncilde de, Kur’anda da üstlendiği gerçek bir vâddir. Verdiği sözde Allahtan daha sadık kim olabilir? O halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin ey müminler! Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk, işte en büyük başarı!
112 – O tevbe edenler, o ibadet edenler, o hamd edenler, Allahın rızası için sefer edenler, o rükû edenler, o secdeye kapananlar, iyilikleri yayanlar, kötülükleri önleyenler ve Allahın hudutlarını bekleyip koruyanlar yok mu? İşte o müminleri müjdele! Allah rızası için sefere: İslamı anlatmak, cihad, yeri-ne göre hicret, ilim elde etmek, insanları eğitmek, çalışıp helal kazanç sağlamak gibi birçok alan girer. Allahın hudutlarını korumaya: İmanın gerekleri, ibadetler, İslam ahlâkına uygun davranışlar, İslamın her alandaki hükümleri dahildir.
113 – Kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları kendilerince belli olduktan sonra, akraba bile olsalar, müşriklerin affedilmelerini istemek, ne Peygamberin, ne de müminlerin yapacağı bir iş değildir.
114 – İbrahimin, babası için af dilemesi ise, sırf ona yaptığı vâdi yerine getirmek için olmuştu. Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.
115 – Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine bildirmedikçe, onların sapıklığına hükmedecek değildir. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir. Bu ayet, müşrikler için af dilemenin yasaklığı bildi-rilmeden önce bunu yapanların ve haram kılınmadan önce haramları işleyenlerin sorumlu olmayacaklarını ifade etmektedir.
116 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allahındır. Dirilten ve öldüren Odur. Sizin Allahtan başka ne hâminiz, ne yardımcınız yoktur.
117 – Allah, Peygamberini savaşa katılmayanlara izin verdiğinden ötürü affettiği gibi, içlerinden bir kısmının kalbleri kaymaya yüz tut-muşken, o güçlük anında, Peygambere tabi olan Muha-cirlerle Ensarı da tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı Raûfdur, Rahimdir: pek şefkatli ve pek merhametlidir. Başlangıçta kritik bir anda savaşa çıkmaya pek arzulu olmadıkları halde, nefislerinde gerçekleştirdikleri mücahede sonucunda, zaaflarını aşan sahabilere işaret edilmektedir.
118 – Allah, savaştan geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine rağmen başlarına dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıktıkça sıktı. Nihayet, Allahın hışmından, yine Allahın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığnı anladılar da, bundan sonra, önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onları tevbeye muvaffak kıldı. Çünkü Allah Tevvabdır, Rahimdir: tevbeleri çok kabul eder, tevbe edenleri sever, ve pek merhametlidir. Bu üç halis müslüman Kâ’b b. Malik, Hilal b. Ümeyye, ve Mürâre adlı sahabilerdi. Güçlü bir şair olan Kâ’bın bu kıssayı uzunca anlatımı okunmaya değer. Hz. Kâ’bın bu anlatımı, başta Buharî’nin Sahihi olmak üzere birçok kaynakta bulunmaktadır. Bu üç zat gerçek mümin olduklarından Hz. Peygamber bunları dışladı. Elli gün süren, kendilerine ellibin sene gibi gelen, büyük bir imtihan geçirdiler. Sadakatlerini ispatladıklarından Allah da onların tevbelerini kabul etti.
119 – Ey iman edenler! Allahın emirlerine karşı gelmekten sakının ve dürüst insanlarla beraber olun.
120 – Ne Medine halkının, ne de etrafındaki bede-vilerin, Alahın Resûlünden geri kalmaları ve ona ihtimam göstermeyip kendi canlarının derdine düşmeleri olacak şey değildir. (Bunu yapacak bir tek kişi bile çıkmasın) Bu böyledir, çünkü onların Allah yolunda uğrayacakları hiçbir susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirecek tarzda bir yeri çiğneyip ele geçirmeleri ve düşmana karşı başarı kazanmaları yoktur ki, mutlaka o sebeple kendilerine güzel bir iş ve sevap yazılmış olmasın. Çünkü Allah iyi davrananların mükâfatlarını zayi etmez. [18,30]
121 – Onlar Allah yolunda, az olsun çok olsun, hiçbir harcama yapmazlar, hak yolda katettikleri hiçbir vâdi olmaz ki, Allah, işledikleri bu iyilikleri en güzel tarzda ödüllendirmek için, onların hesaplarına yazılmış olmasın!
122 – Bununla beraber müminlerin hepsinin top-yekün sefere çıkmaları uygun değildir. Öyleyse her topluluktan büyük kısmı savaşa çıkarken, bir takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi olmak, dinî hükümleri öğrenmek için çalışmalı ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır. Bu ayet, dini iyi öğrenmenin ve öğretmenin ne derece gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Zira dünya ve ahiret mutluluğu, Allahın hidayetinin, kurtarıcı prensip ve ölçülerinin, rûhu ve lafzı ile, İslamın doğru bilinmesine bağlıdır. [9,41-121]
123 – Ey müminler! Size mekân bakımından yakın olan kâfirlerle savaşın, onlar sizde bir ciddiyet ve üstün gayret görsünler. İyi bilin ki Allah, fenalıklardan sakınan müttakilerle beraberdir. [5,54; 48,29; 9,73; 66,9]
124 – Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan bazıları: “Bu inen kısım hanginizin imanını artırdı acaba?” diye-rek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını, yakinini artırır ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler. Münafıkları nifakta sabit tutmak, zayıf müminlere ise şüphe verip imandan çıkarmak gayesiyle böyle derler.
125 – Fakat o sûreler, kalblerinde küfür ve nifak hastalığı bulunanların inkârlarına inkâr kattı ve onlar kâfir olarak öldüler. [17, 82; 41;44]
126 – Onlar, görmüyorlar mı ki her yıl, bir veya iki kere imtihan ediliyor, çeşitli belalara çarpılıyorlar da yine nifaklarından dönüş yapmıyor, onlar bundan ibret de almıyorlar.
127 – Aleyhlerinde bir sûre indirilince göz kırpıp alay ederek birbirlerine bakar, sonra “Acaba bizi gören biri var mı?” diye endişe ile bakınır, gören biri yoksa hemen sıvışır giderler. Anlamaz bir topluluk olduklarından, onlar nasıl iman ve Kur’an meclisinden uzaklaşıp gidiyorlarsa, Allah da onları imandan uzaklaştırır. [74, 49 – 51; 70, 36-37; 61, 5] Kur’andan indirilen yeni bölümleri Hz. Peygamber (a.s) bir hutbe tarzında müminleri toplayıp okurdu. Münafıklar, zevahiri kurtarmak için toplantıda bulunduklarından, sıkılarak otururlar, geldiklerini ispatladıktan sonra sıvışıp gitme yolları ararlardı. Önlerine konan bu devletin, bu muazzam feyiz kaynağının kıymetini bilmediklerinden, Allah da onları bu hidayetten mahrum bıraktı.
128 – Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir. [2, 129; 3,164; 26,215 – 217]
129 – Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Resûlüm! de ki: “Allah bana yeter. Ondan başka tanrı yoktur. Ben yalnız Ona dayanırım. Çünkü O, büyük Arşın, muazzam hükümranlığın sahibidir.”