EN’ÂM SÛRESİ: Mekkede nazil olmuş olup, 165 ayettir. 136-138. ayetlerde geçen En’âm kelimesi vesilesi ile bu isim ve-rilmiştir. En’âm: İnek, deve, koyun, keçi gibi hayvanların genel adıdır. Böylece bu hayvanlarla alakalı hurafeleri ortadan kaldırmak hedeflenmiş olabilir. Bakara sûresi, Kur’anın muhtasar bir şekli olup, usûl ve fürûunu en fazla içeren sûredir. Âl-i İmran, Nisa ve Maide sûreleri Ehl-i Kitapla ilgili her türlü meseleyi tafsilatlı olarak ele alırlar. Bakara sûresi Yahudilerin iddialarını çürütmeye özellikle ağırlık verirken Âl-i İmran sûresi, ilk yarısında Hıristiyanların iddialarını iptale daha fazla yer verir. Nisa sûresinin son kısmı Hıristiyanlara karşı deliller ihtiva eder ve sûre boyunca da Bakara sûresinde özet halinde kalan münafıkların iç yüzlerini açıklar. Peşinden gelen Mâide sûresi, Yahudi ve Hıristiyanların bazı münferit iddialarını çürütür. Böylece ilk dört uzun sûrede Ehl-i Kitapla ilgili meseleler ele alınınca onları izleyen En’âm sûresinde her türlü kâfir ve müşriklerin iddiaları iptal edilir. En’âm sûresi bizzat tevhide, peşinden gelen A’raf sûresi ise tevhid tarihine tahsis edilir. En’âm sûresi, Bakara sûresinde kısa kısa ele alınan ulûhiyyet, nübüvvet ve meâd (ahiret) gibi akaid esaslarını beyan eder. Nisâ ve Mâide sûrelerindeki ahkâma, Enfal ve Tevbe sûreleri cihad, münafıklar ve devletler hukuku ile ilgili hükümleri ilave ederler. Böylece Kur’anın üçte biri böyle bir bütünlük arz ederek tamamlanır.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar, birtakım putları Rab’lerine eşit sayıyorlar! Kur’anın birçok âyetinde semâvat ve’l-ard (gökler ve yer) birlikte ve bu sıra ile geçer. Semâ: meleklerin mekânı, duaların kıblesi, temiz ruhların yükseldiği yer ve küresel yapısı ile yerküreyi her tarafından kuşatması, orada Allaha hiç isyan edilmemesi, cennetin orada bulunması itibariyle ön sırada yer alır. Fakat arz tek başına ve küçük cirmiyle “göklere” denk tutulur. Bu da, Allah Tealanın dünyaya yerleştirdiği zengin muhtevanın önemini gösterir. Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (aleyhimüsselam) ın burada zuhuru göklere denk tutulması için yeterli bir sebep değil midir? O bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş değil midir! [21,107]
2 – O, sizi bir çamurdan yaratan, sonra size bir ecel, bir ömür süresi tayin edendir. Bir de Onun katında muayyen bir ecel vardır. Sonra, bir de tutup şüphe ediyorsunuz! Cenab-ı Allah ilk insan Hz. Âdem (a.s)ı, çamurdan yarattığı gibi, her bir insanı da çamurdan süzülmüş bir hülasadan yaratır. Zira sperma ile yumurta kandan, kan gıdalardan, gıdalar hayvanî ve nebatî maddelerden, bunlar da topraktan gelir.
3 – Oysa ki göklerde de yerde de gerçek İlah ancak Odur. O sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. O hayır ve şer olarak ne kazanacağınızı da bilir.
4 – Böyle iken, Rab’lerinden onlara ne zaman bir ayet geldiyse mutlaka ondan yüz çevirirler.
5 – Hakikat kendilerine gelince onu yalan saydılar, alay ettiler; fakat alay ettikleri şeyin haberlerini, onunla alay etmenin ne demek olduğunu yakında öğrenirler!
6 – Kendilerinden önce nice nesilleri imha ettiğimizi görmediler mi? Biz onlara, size vermediğimiz imkânları vermiş, gökten üstlerine bol bol yağmur göndermiş, ayaklarının altından ırmaklar akıtmıştık. Fakat günahlarından ötürü onları imha ettik ve onların peşinden başka bir nesil yarattık.
7 – Eğer sana kağıda yazılı olarak bir kitap indirmiş olsaydık, kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o kâfirliklerinde inad eder, yine de: “Bu besbelli bir bü-yüden başka bir şey değil!” derlerdi. [15,14-15; 52,44]
8 – Bir de: “Ona “bizim de görebileceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi?” dediler. Eğer Biz bir melek gönderseydik elbette iş bitirilmiş olur, sonra kendilerine göz bile açtırılmazdı. [25,22; 15,8]
9 – Şayet o elçiyi melek kılsaydık, yine onu bir adam şeklinde gösterir de düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk. [17,95; 9,128; 3,164] Beşeriyetin büyük bir kısmının sapması, kendi hemcinslerinden peygamberleri kabul etmemelerinden ileri gelmiştir. Onlara kalsa, otorite sağlamak, bağlanmak için mutlaka insanüstü, tanrısal bir güç olması gerekir. Bu zihniyet hak peygamberlerin öğrettiklerini bile şirkle bulaştırmıştır. Budizm, Hinduizm, Zerdüşt dini, muhtemelen peygamber tebliğleri etrafında oluşmuş büyük dinlerdi. Onlardan daha yakın dönemdeki Hıristiyanlığın bile, Hz. isa gibi bir peygamberi Tanrının Oğluna dönüştürmesi bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Allah Hz. Muhammed (a.s) ın evrensel ve ebedî risâleti ile beşeriyeti eğitmek ve onlara en makul ve yaratılışlarına en uygun bu sade gerçeği benimsetmek istiyor. Sade, güzel, fıtrî gerçek şudur: Kâinatı yaratan Allahın insanlık hakkındaki buyruklarını ulaştırmanın en makul yolu, insanların içlerinden seçtiği mükemmel Elçilere mesajlarını vahiy yolu ile bildirmesidir. ilâhi terbiye ile en güzel nûmune mertebesine yükselen, Allahın Kitabını tebliğ, tebyin ve tatbik eden (ulaştıran, açıklayan ve uygulayan) o Peygamber ve bir harfi bile değişmeden Hakkın hücceti olarak ortada olan Kur’an: Allahı, Peygamberi, insanı, hayatı, aklı, evreni, dünyayı ahireti her şeyi yerli yerine koymuştur.
10 – Senden önce de nice peygamberlerle alay edilmişti. Fakat alay ettikleri gerçek, o maskaralık edenlerin üzerine inip her taraflarından sararak mahvetti.
11 – De ki: Dünyayı gezin dolaşın, sonra da peygamberlere “yalancı” diyenlerin âkıbetlerinin nice olduğunu bir düşünün.
12-13 – De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” “Allahındır” de. O, rahmet etmeyi Kendisine ilke edinmiştir. O, geleceğinde hiçbir şüphe olmayan kıyamet günü sizi bir araya toplayacaktır. Kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki iman etmezler. Halbuki gecede ve gündüzde barınan herşey Onundur. O her şeyi işitir ve bilir. Yüce ve merhametli Yaradan, sırf kendi iradesi ile rahmet ve merhametle muamele etmeyi, Zatına bir yasa edindiğini beyan buyuruyor. “Allah, yaratıkları varetmeyi dilediğinde, Kendi nezdinde Arş üzerine koyduğu bir fermanında:” Benim merhametim gazabımdan ileridir” diye yazmıştır” (hadis-i şerif). Bir başka hadiste, Allahın yüz rahmet yaratıp, bir bölümünü dünyaya bıraktığı, bütün yaratıklardaki şefkatin bunun eseri olduğu, ahirette ise kalan 99 rahmeti ile takviye edilmiş olarak bu rahmet ile muamele buyuracağı bildirilir.
14 – De ki: “Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allahtan başkasını mı Tanrı edinecek mişim?” “Doğrusu, bana, Allaha teslim ve itaat edenlerin ilki olmam emredildi” de, ve “sakın müşriklerden olma!” buyuruldu. [39,64]
15 – De ki: “Ben Rabbime isyan etmem halinde, ileride gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”
16 – O gün her kim azaptan uzak tutulursa, muhakkak ki Allah ona merhamet etmiştir. işte en büyük kurtuluş, en açık başarı budur. [3,185]
17 – Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse Ondan başkası onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse… Zaten O herşeye olduğu gibi, buna da elbette kadirdir. [35,2]
18 – O, kullarının üstünde hükmünü yürüten mutlak hükümran, her işi tam hikmetle yapan, her şeyden haberdar olandır.
19 – De ki: “Şahid olarak hangi şey daha büyüktür?” “De ki: “Allah… Benimle sizin aranızda o şahid olarak yeter. Şu Kur’an bana sizi ve kendisine ulaşan herkesi uyarmam için vahyolundu.” Allah ile beraber başka tanrılar bulunduğuna gerçekten siz mi şahitlik ediyorsunuz?” Ben asla buna şehadet etmem!” de ve şu hakikatı vurgula: “O, ancak tek İlahdır, başka Tanrı yoktur. Sizin şirkinizle de, şeriklerinizle de benim hiç bir ilişiğim yoktur.” [11,17] Hz. Peygamberin risaletinin asıl ve en büyük şahidi Allahtır. Onun şahitliği: Ona mucizeli bir ferman olan Kur’anı vermesi, daha önceki semavî kitaplarda geleceğini haber vermesi, bazı mûcizelerle desteklemesi, Onun davetinin esası olan vahdaniyetin (Allahın var ve Bir olmasının) delillerini kâinatın her tarafına yerleştirmesi, insanın yaratılışına bir Allaha ve ebedî hayata inanma duygusunu yerleştirmesi tarz-larında olmaktadır.
20 – Kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin bilginleri o Peygamberi, kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama kendilerine acımayıp kendi kendilerini en büyük hüsrana uğratanlardır ki iman etmezler. Yahudi ve Hıristiyanlar kutsal Kitaplarında Hz. Muhammed (a.s) ın geleceğini müjdeleyen bilgilere sahiptiler. Ölçüleri kullanan Abdullah b. Selam gibi bir yahudi bilgini: “Ben Peygamberi oğlumu tanıdığımdan daha iyi tanırım. Zira ben Muhammedin nebi olduğunda şüphe edemem, çocuğuma gelince, ne bileyim, belki de annesi ihanet etmiş olabilir” demiştir. Bu kitaplardaki bilgiler, tahriften sonra bile mevcut olup, bu konuya tahsis edilen kitaplarda yer almaktadır.
21 – Allah adına yalan uydurandan veya Onun ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki? Şu muhakkak ki o zalimler felah bulamayacak, muratlarına eremeyeceklerdir.
22 – Gün gelecek, hepsini bir yere toplayıp sonra o müşriklere: “Nerede o şerik olduğunu iddia ettiğiniz tanrılarınız?” diye soracağız.
23 – Sonra onların şirklerinin vardığı son nokta, sığınacakları tek yalancı özrü: “Rabbimiz Allah hakkı için, vallahi biz müşrik değildik!” demekten ibaret olacaktır.
24 – İşte bak, nasıl da kendi vicdanlarına karşı yalan söylediler! Uydurdukları o tanrılar da kendilerinden uzaklaşıp ortada görünmez oldular.
25 – Onlardan seni Kur’an okurken dinleyenler de vardır. Fakat Biz onu layık olduğu şekilde anlamalarına mani olmak için, onların kalblerine kat kat örtüler gerdik. Kulaklarının içine de, gereği gibi işitmelerini engelleyen ağırlıklar koyduk. Artık onlar her türlü mûcize ve belgeyi de görseler yine iman etmezler. O kadar ki yanına geldikleri zaman seninle münakaşaya girişerek “Bu, eskilerin masalların-dan başka bir şey değildir” derler. [8,23]
26 – Onlar hem halkı Kur’andan ve Peygamber-den uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan geri dururlar. Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına varmazlar.
27 – Onlar ateşin karşısında durdurulup da “Ah n’olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini inkâr etmesek, mü’minlerden olsak!” dedikleri zaman bir görsen, neler olacak neler!
28-29 – Hayır! Öteden beri gizledikleri utandırıcı çirkin halleri, münafıklıkları yüzlerine vuruldu da ondan böyle söylüyorlar. Yoksa geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan kötülükleri yapmaya dönecek ve diyeceklerdi ki: “Hayat, sırf dünya hayatımızdan ibaret, biz bir daha diriltilecek de değiliz!” Onlar, hiç şüphesiz yalancıdırlar.
30 – Hem görsen onları Rablerinin huzuruna getiri-lip hesap meydanında durduruldukları zaman! Hak Teala: “Nasıl, diyecek; Şu gördüğünüz diriliş gerçek değil miymiş?” Onlar da: “Evet, Rabbimiz hakkı için!” diyecekler. Allah Teala buyuracak: “Öyle ise, kâfirliğinizden ötürü tadın azabı!”
31 – Allaha kavuşmayı yalan sayanlar, gerçekten en büyük hüsrana uğramışlardır. Nihayet kıyamet saati kendilerini bastırıverince onlar, günah yüklerini sırtlarına yüklenerek: “Eyvah! Dünyada işlediğimiz kusurlarımız-dan dolayı yazıklar olsun bize!” diyecekler. Dikkat edin: Ne fena yükler götürüyorlar!”
32 – Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, fenalıklardan sakınanlar için daha hayırlıdır, halâ akıllanmayacak mısınız?
33 – Ey Resûlüm! Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pek iyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o za-limler, bile bile Allahın ayetlerini inkâr ediyorlar. [35,8; 26,3] Bu ayet, Allah Tealanın Hz. Peygamber Efendimize verdiği yüce makama delalet eden yerlerden biridir. Zira ona hitaben: “Üzülme! Onlar senin yalan söylediğini iddia etmiyorlar. Onlar Allahın âyetlerini yalan sayıyorlar” buyurarak onu sıkıntıdan kurtarıp, Zatı üzeri-ne almaktadır. Bu teşrif, bazan günde onlarca defa “yalancı!” iftirasına maruz kalan Efendimizi teselli ettiği gibi, bir gerçeği de dile getiriyordu. Zira müşrikler 40 yaşına kadar içlerinde yaşayıp her halini bildikleri Peygam-berimize hep “el-Emîn” (Pek dürüst ve güvenli) derlerdi. Elçiliğini açıklayınca onu yalanlamaları, Allahın bildirdiklerini kabul etmediklerini gösteriyordu. Nitekim düşman kampın başkanı Ebû Cehil Hz. Peygambere şöyle demişti: “Doğrusu, biz senin yalancı olduğunu söyleyemeyiz, ama senin getirdiğini yalanlıyoruz.”
34 – Senden önce nice peygamberler yalancı sayıldılar da tekzib olunmaya ve her türlü eziyete uğratılmaya karşı sabrettiler. Nihayet kendilerine yardımımız gelip yetişti. Öyle ya, Allahın sabredenlere yardım vâdini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Nitekim o resûllerin kıssalarından bazı bölümler sana ulaşmıştır. [37,171-173; 58,21]
35 – Eğer onların hakka sırt çevirmeleri sana pek ağır gelip de kendilerine bambaşka bir mûcize getirmen için yer altında bir geçit veya göğe çıkacak bir merdiven arama peşinde olursan, şunu bil ki: şayet Allah dileseydi onların hepsini elbette doğru yol üzerinde toplardı. O halde sen sakın bunu bilmeyenlerden, fevrî davrananlardan olma. [10,99]
36 – Ancak kulak verenler bu daveti kabul ederler. Ölüleri ise Allah diriltecek, sonra Onun huzuruna çıkarılacaklardır. [36,70]
37 – “Ona bizim ısrarla istediğimiz bambaşka bir mûcize indirilse ya!” deyip duruyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah öyle bir mûcize göndermeye kadirdir, fakat onların çoğu bunu bilmezler. [17,90-59; 26,4]
38 – Hem yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi birer toplum teşkil etmesinler. Biz o Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik. Sonra hepsi Rablerinin huzuruna sevkedilip toplanacaklardır. [11,6; 29,60] Fikrî seviyeleri düşük müşriklerin, keyiflerine göre mûcize istemelerine karşı, onların dikkatleri, geçici olmayan ve kâinatın her tarafını dolduran mûcizelere çevriliyor. Bunların; hem Yaratıcının kudretini gösterme, hem de başka yönleriyle de dikkate değer oldukları hatırlatılıyor. Mesela: Kuş türlerinin, arıların, karıncaların ve daha birçok canlıların toplum hayatı yaşadıkları gerçeği bunlardandır. Bu ayetteki Kitap, müfessirlerin çoğuna göre Levh-i Mahfuzdur. Levh-i Mahfuz, ilâhi ahkâma göre, mahlu-katın bütününün kaderlerinin kaydolunduğu âlem-i gayba ait bir mahluktur. “Kitab” ın her şeyi ihata eden ilm-i ilahî olduğu da söylenmiştir.
39 – Ayetlerimizi yalan sayanlar, karanlıklar içinde olan birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola koyar.
40 – De ki: “Söyleyin bakalım, eğer size Allahın azabı gelir yahut size kıyamet gelip çatarsa Allahtan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru kimseler iseniz haydi söyleyin gerçeği!” [2,17-18; 24,40]
41 – Hayır! Yalnız Ona yalvarırsınız. O da dilerse duanıza sebep olan sıkıntıyı giderir ve o zaman siz de Allaha kattığınız o ortakları, o batıl mabudları unutursunuz. [17,67] Allah Teala 2,186 ve 40,60 ayetlerinde duaları kabul buyuracağını bildirir. Bu ayet ise onları ilahî meşiet ile kayıtlar. “Sizin istemeniz, ama Allahın da dilemesi ile duanız kabul edilir” manasınadır.
42 – Senden önce de birtakım ümmetlere resûller gönderdik. Dinlemediler: Hakka dönüş yapsın, suçlarının affı için niyaz etsinler diye onları çetin bir yoksulluk, hastalık ve sıkıntılarla cezalandırdık.
43 – Bâri, kendilerine şiddetimiz geldiği vakit yalvarsaydılar, tevbe etseydiler! Fakat ne gezer! Heyhât! Onların kalbleri kaskatı olmuş, Şeytan da yapmakta oldukları masiyet ve günahları kendilerine süslemiş, cazip göstermişti.
44 – Kendilerine verilen öğütleri terkedip unutunca üzerlerine her şeyin, her zevk ve nimetin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak yakaladık da bir anda bütün ümitlerini kaybediverdiler! Bu refah onlara istidrac olarak verilmiştir. Hz. Peygamber (a.s), bu âyeti açıklamak üzere şöyle buyurur: İsyanına devam ettiği halde, Allahın böyle bir kuluna dünyadan arzu ettiği şeyleri verdiğini görürsen, bil ki bu sadece istidraçtan ibarettir. Sonra da felemma nesû… (bu ayeti) sonuna kadar tilavet etti.”
45 – Alemlerin Rabbi Allaha hamd olsun ki böylece, zulmedip duran o gürûhun arkası kesildi.
46 – De ki: “Söyleyin bakalım: Eğer Allah işitme ve görme duyunuzu alır, kalblerinizin üstüne bir de mühür vurursa Allahdan başka hangi tanrı onları size geri getirebilir?” Bak, ayetlerimizi nasıl türlü türlü açıklıyoruz da, sonra onlar nasıl yüzçeviriyorlar! [67,23; 8,24; 10,31]
47 – De ki! “Söylesenize bana: Eğer Allahın azabı, ansızın yahut göz göre göre size gelirse zalim topluluktan başkası mı helâk olacak?” [6,82]
48 – Biz Peygamberleri sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. O halde kim iman eder, kendini ve işlerini düzeltirse onlara asla korku yoktur. Onlar hiçbir üzüntüye de maruz kalmayacaklardır.
49 – Ayetlerimizi yalan sayanlar ise isyan edip yoldan çıkmalarından ötürü azaba uğrayacaklardır. Yoldan çıkma, ayetin aslında fısk kelimesi ile ifade edilmiştir. Fısk: İtaat dışına çıkmak demek olup küfr kavramından daha geneldir. Fısk genellikle çok günah için kullanılır. Fasık: dinin hükümlerini kabul ettikten sonra bütün veya bir kısım hükümlerine aykırı davra-nan kimseye denilir. Ayette ise münkirlerin, kâfirlerin fısklarından söz edilmektedir.
50 – De ki: “Ben, size Allahın hazîneleri benim yanımdadır” demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ben melek olduğumu da söylemiyorum. Bana ne vahyediliyorsa, ben ancak ona tabi olurum” De ki: “Kör, görenle bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz? [13,19]
51 – Allahtan gayrı birtakım tanrıların, Allahın huzurunda toplandıklarında kendilerini kurtaracaklarına inanan o kimseleri sen Kur’anla uyar ki, Onun huzurunda kendilerini savunacak ne bir hamileri, ne de bir şefaatçileri olmayacaktır. Böylece umulur ki bu şirk ve masiyetten sakınırlar. [23,57; 13,21] Meallerin çoğunda net mananın pek verilmediği bu ayete, çeşitli tefsirlerden yararlandıktan sonra, özellikle Ebussuud’un tercihine göre mana verdik. Burada günâhkar müminlerin mahşerdeki durumu değil, müşriklerin durumu vurgulanmaktadır.
52 – Sabah akşam Rablerine, sırf Onun cemaline ve rızasına müştak olarak niyaz edenleri yanından kovma. Ne sen onlardan, ne de onlar senden sorumlu değilsiniz ki o biçareleri kovup da zalimlerden olasın. [18,28; 26,112-114] İlk müslüman cemaat arasında Habbab, Bilal, Ammar, Suheyb (r.a) gibi köleler ve fakirler vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamber (a.s) a: “Ne o, kavmine bedel bunlara mı razı oldun?” Biz onların mı peşinden gideceğiz! Onları yanından uzaklaştırsan belki biz de sana tabi olabiliriz” demeleri üzerine 52-53. ayetleri indirildi. 54. ayet, gerekli tutumu bildirmektedir.
53 – Biz onlardan kimini kimi ile, neticede “Allah bula bula aramızdan bunları mı lütfuna layık gördü?” desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah kimin şükrettiğini, kimin lütfuna daha layık olduğunu bilmez olur mu? [11,27; 46,11; 19,73] Burada, o kibirli ileri gelenlerin bu lutfa layık olmadıkları ima edilmektedir.
54 – Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara de ki: “Selam sizlere! Rabbiniz merhameti kendi Zatına temel bir ilke edinmiştir. Sizden kim bilmeyerek bir günah işler de sonra ardından tevbe eder ve halini düzeltirse Onun da Gafur ve Rahim olduğunu bilmelidir.”
55 – Mücrimlerin yolu, müminlerin yolundan ayırt edilsin diye, böylece ayetleri tam tamına açıklıyoruz.
56 – De ki: “Allahtan başka taptığınız şeylere ibadet etmem bana yasak kılındı.” De ki: “Sizin keyfî arzularınıza uymayacağım; yoksa şaşırmış olurum.”
57 – De ki: “Ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanmaktayım. Siz ise, onu yalan saydınız. Gelmesi için acele ettiğiniz azap da benim elimde değildir. Azabı çabuklaştırmak veya ertelemek hakkındaki hüküm, ancak Allahındır. O doğru haber verir. O doğruyu eğriden ayırt edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
58 – De ki: “Eğer o acele istediğiniz azap benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş çoktan bitmiş olurdu.” Zalimlere nasıl davranılması gerektiğini Allah pek iyi bilir.
59 – Bilinmeyen nice hazineler ve görünmeyen gayb aleminin anahtarları Onun yanındadır. Onları kendisinden başkası bilemez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. Onun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yer altı tabakalarının karanlıkları içindeki tek bir tane, hasılı yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın. Ayetteki mefatih miftah’ın çoğulu olarak hazine, meftahın çoğulu olarak anahtar mânasına gelir. Burada geçen gayb hazineleri veya anahtarlarını Hz. Peygamber, 31,34 ayeti ile şöyle açıklamıştır: “Gayb hazineleri beştir: Kıyamet hakkındaki bilgi Allahın nezdindedir. Yağmuru dilediği yere dilediği mikdar indiren Odur. Rahimlerin ihtiva ettiği çocukların istikballerini bilen Odur. Hiç kimse yarın yapacağı şeyleri bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Her şeyi hakkiyle bilen, her şeyden haberdar olan Allahdır” Ayetin sonunda geçen Kitab: Levh-i Mahfuz veya ilm-i ilahîdir. Kur’anın üslubu, ilahi hakikatleri ekseriya müşahhas üslupla anlatır. Bu ayetin ilm-i ilahîyi anlatımı bunun mi-salleridir. Mücerret üslupla “Allahın ezeli ilminin dışında hiçbir şey olmaz” gibi bir ifade yerine burada buyurulduğu gibi çok canlı, uçsuz bucaksız bir manzara içine giriyoruz. Mesela “Onun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez” cümlesi, muhatabı dünya genişliğinde bir ormana yerleştiriyor. Her taraf yemyeşil. Sayılara sığmayacak kadar yaprak, yaprak, yaprak… Bunlardan birinin sessizce düşmesi bile Onun izni dışında olmaz” anlatımıyla varlıkta olan biten herşeyin Allahın izni ile olduğu pek etkili tarzda anlatılmaktadır.
60 – Odur ki geceleyin uykuda sizi kendinizden geçirip alır, gündüzün ne işlediğinizi bilir. Mukadder olan ömür müddetiniz doluncaya kadar, bu bilincinizi alıp gündüzün sizi uyandırma sürecini devam ettiren de Odur. Bu sürecin sonunda da dönüşünüz Ona alacak ve O size yaptıklarınızı bir bir bildirip karşılığını verecektir. [3,55; 39,42; 13,10; 28,73; 78,10-11]
61 – O kullarının üstünde de tek Hakimdir. O üzerinize, hareketlerinizi kaydeden hafaza meleklerini gönderir. Nihayet sizden birine ölüm vakti geldiğinde elçilerimiz hiç geciktirmeksizin ve hiçbir işi aksatmaksızın onun ruhunu alırlar. [13,11; 82,10]
62 – Sonra onlar gerçek efendileri, Mevlâları olan Allaha götürülüp teslim edilirler. İyi bilin ki bütün hüküm yetkisi Onundur ve O hesaba çekenlerin en süratlisidir. [56,50; 10,32]
63 – De ki: “Kim kurtarır sizi karanın ve denizin karanlıklarından, tehlikelerinden, siz yalvara yakara, ağlaya sızlaya ve gizlice dualar ederek şöyle dediğiniz demler: “Eğer bizi bundan kurtarırsa, ahdimiz olsun, kesinlikle şükredenlerden olacağız.” [17,67; 27,63; 10,22]
64 – De ki: Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan, fakat sonra siz yine şirke girersiniz.
65 – De ki: “O size tepenizden, yahut ayaklarınızın altından azap göndermeye, yahut sizi gruplar halinde birbirinize katıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadirdir.” Bak, âyetleri nasıl tekrar ediyor, türlü türlü ifade ediyoruz ki onları anlasınlar. [17,68-69; 67,16-17] Allah Teala geçmişte azgınlık eden bazı toplumlara, burada sayılan cezaları indirdiğini bildirmek sûretiyle son Peygamberin (a.s.m) ümmetini de uyarmaktadır. Yukarıdan inen azap: Taş yağması, fırtına, tufan, yıldırım; hastalık ve musibetler veya kötü yöneticilerden gelen zulüm; aşağıdan gelen azap: deprem, toplumdaki kargaşa, anarşi, asayişsizlik diye açıklanmıştır. Bu âyetle ilgili bir hadis: “Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allaha dua ettim; bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya razı olmadı. Gökten taş yağmasını, yere batmayı, onları birbirine düşürmeyi ve kimine kiminin hıncını tattırmayı kaldırmasını diledim. İlk ikisini kaldırdı, öbür ikisini kaldırmaya razı olmadı.” Müslümanlar arasında tefrika ve birbiriyle kavga haram olmakla beraber, Allahın hikmetinin bunlara imkân vermesi, kulların imtihanda olmaları sırrı ile ilgilidir. Mümin şerden, haramdan geri duracaktır.
66-67 – Bu, hakikatin ta kendisi olduğu halde, senin halkın onu yalan saydı. De ki: “Ben sizden sorumlu değilim. Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır; Siz de yakında öğrenirsiniz.”
68 – Ayetlerimiz hakkında alaylı tavırla münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, -onlar başka bir konuya geçinceye kadar- kendilerinden yüzçevir, eğer şeytan bunu sana bir an unutturursa, hatırına geldiği gibi hemen kalk, artık o zalimler gürûhuyla oturma” [4,140]
69 – Allahın azabından sakınan müttakilere, iman etmeyenlerin hesabından dolayı bir sorumluluk yoktur. Fakat uhdelerine düşen, belki onlar da inanıp küfürden ve cehennemden sakınırlar diye, bir nasihattan ibarettir. Müttaki: İttika (korunma) masdarından ism-i fail olup bu da, başta küfür ve şirk olarak kişinin, kendisine ahirette zarar veren haram ve günahlardan sakınarak, tâ nihayette cehennem azabından sakınmasıdır.
70 – Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren, kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri kendi hallerine bırak. Sen yalnız Kur’an ile va’z et ki, Allahtan başka yardımcısı ve şefaatçisi bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden helâke teslim edilmesin, sürüklenip atılmasın. O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp kabul edilmez. İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler, mahvolanlar, işte bunlardır. İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır. [74,38-39; 3,91; 10,3; 32,4]
71 – De ki: “Allahtan başka, bize, yalvarıp ibadet ettiğimiz takdirde fayda, terkettiğimiz takdirde zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola koyduktan sonra şeytanların kandırıp şaşkın bir halde çöle düşürdükleri, arkadaş-larının ise “Bize gel!” diye doğru yola çağırıp durdukları ahmak gibi, gerisin geriye İslamdan şirke mi dönelim? De ki: “Allahın gösterdiği yol, tek doğru yoldur ve bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emrolundu.” [39,37; 16,37]
72 – “Bir de namazı hakkıyle ifa edin ve Allaha karşı gelmekten sakının.” diye de emrolundu. Hepinizin sonunda toplanacağı yer, Onun huzurudur.
73 – Gökleri ve yeri hak ve hikmetle yaratan Odur. O “ol” dediği zaman her şey oluverir… Sözü haktır. Sûra üfleneceği gün de hakimiyet Onundur. Görünmeyeni de, görüneni de, olmuşu da olacağı da O bilir. Hakîm ve Habîr: tam hüküm ve hikmet sahibi ve herşeyden hakkıyle haberdardır. [40,16; 25,26]
74 – Bir zaman İbrahim, atası Azere: “Ne! Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de besbelli bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. [19,41-48] Gelecek bölümde Hz. İbrahim (a.s) ın Allahın varlığını ve birliğini delillere dayanarak ortaya koyması anlatılmaktadır. Müfessirlerin çoğuna göre, Hz. İbrahim, muhataplarını irşad ve onlara istidlâl, yani delillere dayanarak tahkiki imana ulaşma yolunu göstermek için bu diyaloğa girmiştir. 78. ayette nakledilen ve onun şirkten berî olduğunu bildiren sözü de buna delildir.
75 – Biz İbrahime (şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi) imanında yakîne, kesinliğe ulaşması için göklerin ve yerin muhteşem hükümranlığını da öylece gösteri-yorduk. [3,190-191; 10,101; 34,9]
76 – Gece bastırınca İbrahim bir yıldız gördü, “(İddianıza göre) Rabbim budur!” dedi, yıldız sönünce de “Ben öyle sönüp batanları Tanrı diye sevmem” dedi.
77 – Sonra Ayı, dolunay halinde doğmuş vaziyette görünce “(İddianıza göre) Rabbim budur!” dedi. Sonra o da batınca: “Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, mutlaka sapmışlardan olurdum” dedi.
78-79 – Daha sonra Güneşi doğarken görünce “Rabbim, herhalde budur, bu hepsinden daha büyük!” Batıp kaybolunca da: “Ey halkım, ben sizin Allaha şerik koştuğunuz şeylerden berîyim.” “Ben bir hanif olarak, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Rabbülalemine yönelttim, ben asla sizin gibi müşrik değilim!” dedi. [7,54]
80 – Kavmi kendisi ile tartışmaya girişti: O dedi ki: “Allah, bana doğru yolu göstermişken, siz hâla benimle Onun hakkında tartışıyor musunuz? Sizin Ona ortak saydığınız şeylerden ben hiç bir zaman korkmam. Rabbim ne dilerse o olur. Rabbimin ilmi her şeyi kapsar. Hâla kendinize gelip ders almayacak mısınız?”
81 – “Hem siz, Allahın size tanrı oldukları hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Ona ortak saymaktan korkmuyorsunuz da, nasıl ben sizin Ona ortak koştuğunuz şeylerden korkarım?” Şimdi biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisi korkudan emin olmakta haklıdır?” [53,23; 42,21] Hz. İbrahim putlara ve yıldızlara tapmanın aklen tutarsız olduğunu ispatlayınca, öyle anlaşılıyor ki, müşrikler bu sefer, onların Allah nezdinde şefaatçi olabileceklerini söylediler. Bu ancak nakil yolu ile bilinecek bir şey olunca Hz. İbrahim: “Onların şefaatçiliği hakkında Allahın hiçbir delil bildirmediğini” söyledi. Son olarak hurafeci müşrikler, “bizim bu gizemli ilahlarımız seni çarparlar” deyip, psikolojik bir yaklaşımla insanın zaaf damarlarından biri olan korkusunu harekete geçirmeye çalıştılar. O da pek kuvvetli ilzamî bir delille onları susturdu: “Allahın kudreti ve birliği kesin. Sizin tanrılarınızın ise zihninizden başka yerde varlıkları yok. Allaha şirkiniz sebebiyle, asıl korkması gereken siz iken, benim ise korkacak hiç bir yanlışım yok iken, ne diye ben korkayım? İyi düşünün: güven istiyorsanız, o sade-ce tevhid inancındadır.”
82 – İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır.
83 – İşte bunlar, kavmine karşı İbrahime verdiğimiz delillerdi. Dilediğimiz kimselerin derecelerini kat kat yükseltiriz. Muhakkak ki senin Rabbin tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O her şeyi hakkıyla bilir.
84 – Biz ona İshak ile Yakub’u ihsan ettik ve her birini nübüvvete erdirdik. Daha önce de Nuhu ve onun neslinden Davudu, Süleymanı, Eyyubu, Yusufu, Musayı ve Harunu da nübüvvete erdirdik. Biz iyi hareket edenleri işte böyle ödüllendiririz. [19,49; 29,27; 57,26; 19,58]
85 – Zekeriyyayı, Yahyayı, İsayı, İlyası da nübüvvete erdirdik. Onların hepsi de salihlerdendi.
86 – İsmaili, Elyesa’ı, Yunusu, Lutu da nübüvvete erdirdik; her birini de yaşadıkları asrın insanlarından üstün kıldık.
87 – Onların babalarından, zürriyetlerinden, kardeşlerinden kimini de, aynı şekilde etraflarındaki insanlara üstün kıldık, onları seçtik, onları doğru yola götürdük.
88 – İşte bu yol Allahın hidayet yoludur ki kullarından dilediğini ona götürür. Eğer onlar Allaha ortak tanısalardı, bütün yaptıkları, elde ettikleri bütün kazançları heder olmuş gitmişti. [39,65; 43,81; 21,17; 39,4]
89 – İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet, hükümranlık ve nübüvvet verdiğimiz şahsiyetlerdir. Şimdi o müşrikler bu nübüvveti inkâr ederlerse, biz nübüvveti inkâr etmeyip ona sahip çıkan bir topluluk görevlen-diririz. Hz. Peygamberin evrensel risaleti insanlık için en büyük nimettir. Mekkeli hemşehrileri onun kıymetini bilmeyince Allah ona sahip çıkacak başka bir toplum var edeceğini bildiriyor. İbn Abbas bunu “Ensar” diye tefsir etmişti. İbn Hacer Fethu’l-Barî adlı Buharî şerhinde şöyle der: “Birinci derecede Ensar maksad olmakla birlikte, İslam tarihi boyunca bu vâdin gerçekleştiğini gösteren müteaddit toplulukların gelmiş olması, Kur’anın mucizelerindendir. “Kıyamet gününe kadar hak için galibiyetle mücahedeyi sürdüren bir cemaat, ümmetimden eksik olmayacaktır” hadisi de bu vakıayı müjdelemiştir. Bildirilen cemaat bire münhasır değildir, müteaddit olabilir.”
90 – İşte onlar Allahın hidayet verdiği kimselerdir. Sen de onların yolundan yürü ve de ki: “Ben risaleti tebliğden dolayı sizden bir ücret beklemiyorum. O, bütün milletler için bir öğütten, irşaddan ibarettir.
91 – Bazı Yahudiler de Allahı gereği gibi tanımadılar. Çünkü “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir” dediler. Sen onlara de ki: “Peki, Musanın insanlara bir nûr ve rehber olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar haline koyup işinize geleni gösterdiğiniz, fakat çoğunu gizlediğiniz ve sizin de babalarınızın da bilmediğiniz birçok şeyleri sayesinde öğrendiğiniz o kitabı kim indirdi?” Ey Resûlüm sen: “Allah indirdi” de! sonra bırak dal-dıkları batıllarında oynaya dursunlar. [10,2; 17,94-95]
92 – İşte bu da bir feyiz kaynağı ve daha önceki kitapları tasdik edici olarak, bir de hem Anakenti, hem de bütün çevresindeki insanları uyarman için indirdiğimiz bir kitap! Ahirete iman edenler, buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyle kılmaya devam ederler. [7,158; 6,19; 11,17; 25,1; 3,20] Kur’anın daveti evrenseldir. Nitekim bu ayet, “Ümmu’l-Kurâ (Anakent) Mekke ve bütün çevresi” di-yerek bunu gösterir. Bu gerçek “bütün insanlara” [7,158], bütün âlemlere (ins ve cinlere) 25,1 gibi ayetlerde daha açık bildirilir.
93 – Allah adına yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde “Bana da vahyolundu” diyenden, bir de, “Allahın indirdiği ayetler gibi ben de indiririm” diye iddia edenden daha zalim kimse olabilir mi? Ölümün şiddetleri içinde kıvranırken, ölüm meleklerinin de yakalarına yapışıp kendilerine: “Haydi, derhal ruhlarınızı çıkarıp teslim edin! Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız; çünkü Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyordunuz ve çünkü kibirlenerek Onun ayetlerinden yüzçeviriyordunuz!” diye haykırdıkları sırada sen o zalimlerin halini bir görsen! [8,31] Allah adına yalan şöyle olur: Onun söylemediği söz Ona maledilir, şeriki olmadığı halde ortak koşulur, Ona eksik sıfatlar verilir.
94 – Kıyamet günü de Hak Teala şöyle buyuracaktır: İşte siz ilk yarattığımızda olduğunuz gibi çırıl çıplak, teker teker huzurumuza geldiniz! Size verdiğimiz mallarınızı da çok gerilerde bıraktınız. Hani, siz dünyada iken Allaha şerik olduğunu iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya, aranızdaki bağlar bir bir koptu ve şerîk olduklarını iddia edip güvendiklerinizin hepsi sizden uzaklaştı.” [28,62-74; 26,92-93; 2,166-167; 23,101; 29,25; 28,64] İnsan dünyadan ahirete hiçbir şey götüremez. Mal, mülk, dünyevi mevki, şöhret hep dünyada kalır. Dirilirken de insan “Anadan doğduğu gibi çıplak, yalınayak ve sünnetsiz” haşredilecektir. Hz. Aişe: “Eyvah! Herkes birbirinin mahrem yerlerine bakacak!” deyince Hz. Peygamber (a.s) bir başka ayetle cevap verip bu ayeti açıklamıştır: “O gün herkesin başından aşkın derdi vardır, (ne erkekler kadınlara, ne de kadınlar erkeklere bakamazlar.)” [80, 37]
95 – Taneleri ve çekirdekleri çatlatıp yararak (her şeyi gelişme yoluna koyan) Allahtır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da Odur. İşte bunları yapandır gerçek İlah! Artık nasıl oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz? [36,33-36] Ölüden diriyi çıkarmak: kuru daneden yeşil bitki, kâfirin neslinden mümin çıkarma; diriden ölü çıkarma ise bunun aksi olarak açıklanır. Canlılar ölü maddeleri yiyerek beslenir. Bebeğin bedeni ölü sütü, canlı ete dönüştürür. Canlı bedenden ölü süt çıkar. Bunun da ötesinde, hayat ve ölüm deveranı, hayatın sırrı ve kâinatın ihtiva ettiği büyük bir mûcizedir. Su, karbondioksit, hidrojen ve topraktaki inorganik tuzlar, güneş ışığı, yeşil bitkiler ve muayyen bakteriler sayesinde, nebat ve hayvandaki hayat maddesini teşkil eden organik maddelere dönüşürler. İkinci durumda ise bu madde-ler, canlı artıkları halinde ölüm âlemine dönerler. Böylece Yüce Yaratıcı akıp giden zamanın her anında ölüden hayat, hayattan ölü çıkarır.
96 – Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. Geceyi dinlenmek, Güneş ve Ayı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, Azîz ve Alîm: mutlak galip ve hakkıyle bilen Allahın takdiridir. [7,54; 93,1-2; 92,1-2; 91,3-4; 10,5; 36,40]
97 – Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan yararlanıp yol bulma imkânı veren Odur. Gerçekten bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için ayetlerimizi açıkça bildirdik.
98 – Sizi bir tek candan yaratan Odur. Sonra sizin için; bir kalacak yer, bir de emanet olarak duracak yer vardır. Biz ayetlerimizi anlayan kimseler için açıkça bildirdik. [4,1] Bütün insanların, ilk insan olan babaları Hz. Âdemden çoğalmış olmaları Allahın kudretinin delilleridir. Müstekarr: Ana Rahmi veya yeryüzündeki ikamet; emanet yeri ise: sulb veya kabirdeki ikamettir. Başka ihtimaller de sözkonusudur.
99 – Gökten su indiren Odur. Sonra Biz onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız. O bitkiden bir filiz, ondan da büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler, başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Bunlardan kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine, bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zaman bakın! Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak birçok dersler vardır. [21,30; 13,4]
100 – Böyle iken tuttular, cinleri Allaha şerik yaptılar; halbuki bunları da O yaratmıştır. Bundan başka Ona birtakım oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Ne dediklerini bildikleri yok. O, müşriklerin kendisine isnad ettikleri bu gibi nitelendirmelerden Münezzehtir, Yücedir. [4,117-120; 18,50; 19,44; 36,60-61; 34,41]
101 – Gökleri ve yeri yoktan var eden Odur. Onun nasıl çocuğu olabilir ki Kendisinin eşi de yoktur. Gerçek şu ki: her şey Onun mahlukudur ve O her şeyi hakkiyle bilir.
102 – Rabbiniz Allah, işte bu vasıflara sahib olan Yüce Zattır. Ondan başka Tanrı yoktur. Her şeyi yaratan Odur. O halde yalnız Ona ibadet edin. Her şeyin yönetimi Onun elindedir.
103 – Gözler Ona erişemez. Onun ilmi ise bütün gözleri ihata eder. Gözlerin görmediği herşeye nüfuz eden, herşeyden haberdar olan Odur. [67,14; 31,16] Bu ayet gözlerin, Allahı “ihata sûretiyle künhüne erecek şekilde göremeyeceklerini bildirir. Ehl-i Sünnet, anlayışına göre bu ayet, dünyada görmeyi nefyeder, ama Cennetlikler Allahı göreceklerdir. 75,23 ayeti “Rablerine bakacaklar” buyurduğu gibi, başka deliller de vardır. Hz. Peygamber (a.s) dan, kesin hadisler ile bu rü’yet meselesi sabit olmuştur. Yalnız birini nakledelim: “Siz şüphe yok ki şu dolunayı nasıl birbirinizi itip kakmadan görüyorsanız Rabbinizi de göreceksiniz.”
104 – Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir. Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir. Sen de ki: “Ben sizin muhafızınız, sizin bekçiniz değilim.” [22,46]
105 – İşte Biz, ayetleri iyice anlayıp kavramaları için farklı üslûplarla, türlü türlü beyan ederiz. Biliyoruz ki onlar neticede “Sen ders almışsın!” diyeceklerdir. Ayetleri böyle türlü türlü açıklamamız, bilmek isteyen kimselere, Kur’anı iyice beyan etmek içindir. [25,4-5; 2,26; 22,53; 74,31; 17,82; 41,44]
106 – Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa ona tabi ol. Ondan başka Tanrı yoktur. Onun için, sen de müşriklerden uzak dur.
107 – Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı. Biz seni onların üzerine denetçi göndermedik. Sen onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin. [13,40; 88,21-22]
108 – Onların Allahtan başka yalvardıkları tanrılarına hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allaha hakaret etmesinler. Böylece her ümmete, yaptıkları işi güzel gösterdik. Sonra dönüşleri yalnız Ona olacak ve O da yaptıklarını kendilerine bir bir bildirip karşılığını verecektir. Allah Teala bir önceki ayette, hikmetiyle insanların hak dini seçip seçmemeyi kendi tercihlerine bıraktığını bildirmiştir. Allah dileseydi hiç müşrik ve kâfir kalmazdı, fakat bunu dilememiştir, buyurarak kâfirlere yapılan tebliğ işinde önemli bir metod veriyor. O da onları haktan iyice uzaklaştıracak şeylerden kaçınmak ve onların putlarına, liderlerine ve inançlarına sövüp hakaret etmemektir. Zira sövüp hakaret etmenin tebliğle ilgisi yoktur. Mümine düşen kızmaksızın, telaşsız, soğukkanlı bir tebliğdir.
109 – Kendilerine bambaşka bir mûcize geldiği takdirde mutlaka ona inanacaklarına dair vargüçleriyle Allaha yemin ettiler. De ki: “Mûcizeler ancak Allahın yanındadır.” O istedikleri mûcize geldiği zaman onların yine de iman etmeyeceklerinin siz farkında değil misiniz? [17,59]
110 – Onların kalblerini ve gözlerini ters çeviririz. İlkin ona inanmadıkları gibi o mûcizeyi gördükten sonra da inanmazlar ve onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.
111 – Biz onlara, dedikleri gibi melekleri de indirseydik, ölüler diriltilip kendileriyle konuşsaydı, istedikleri her şeyi toplayıp karşılarına koysaydık onlar, ihtimali yok, yine iman edecek değillerdi. Allah dilerse o başka. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. [17,92; 6,124; 25,21; 10,96-97]
112 – Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak! [3,184; 6,34; 41,43; 25,31]
113 – Bir de bu telkini, ahirete inanmayanların gönülleri ona meyletsin, derken ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçlarını işlemeye devam etsinler diye yaparlar.
114 – De ki: “Allah size o Kitabı, içinde hak ile batıl birbirinden ayırt edilmiş tarzda açıklanmış olarak indirmişken, sizinle aramızdaki davâyı hükme bağlamak için Allahtan başka bir hakem mi arayacak mışım? Kendilerine daha önce Kitap verdiğimiz kimseler de bilirler ki bu kitap gerçekten Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın bundan şüphen olmasın! [10,94]
115 – Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımın-dan tam kemalindedir. Onun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O hakkıyla işitir ve bilir.
116 – Eğer dünyada bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni Allahın yolundan saptırırlar. Onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar. [12,103; 37,71]
117 – Muhakkak ki Rabbin, Kendisinin yolundan sapanları pek iyi bildiği gibi, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.
118 – Artık, o sapanların sözlerine kulak asmayın da -Allahın ayetlerini tasdik ediyorsanız- kesilirken üze-rine Allahın adı anılmış olan hayvanların etini yeyin.
119 – Kesilirken üzerlerine Allahın adı anılmış olan hayvanların etlerinden niçin yemiyecek mişsiniz? O, zaten size haram kıldığı etleri açıkça bildirmiştir; ancak çaresiz kalıp da zaruret mikdarı yemeniz müstesnadır. Evet birçokları, bildiklerinden değil, sırf heva ve hevesleriyle halkı saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları pek iyi bilmektedir. Nesefi’nin dediğine göre, “fe külû” (kesilirken üzeri-ne Allahın adı anılmış olan hayvanların etini yeyin) emri (ayet:118) 117. ayetteki saptıranlara uymanın yasaklanmasının bir neticesi durumundadır. Zira onlar hara-mı helal, helali ise haram sayıyorlardı. Bu şöyle olmuştu: Müslümanlara diyorlardı ki: “Siz Allaha kulluk ettiğinizi iddia ediyorsunuz. Öyleyse sizin öldürdüğünüzü yemektense, Allahın öldürdüğünü yemeniz gerekmez mi.” Bu ayetle müminlere deniliyor ki: “Siz kesin olarak iman ediyorsanız, öyleyse özellikle kesilirken üzerine Allahın adı zikredilen eti yeyin, yoksa onların putlarının adı zikredilerek kesileni veya kendiliğinden öleni yemeyin. Hem Allah adına kesilmiş olanı yemenize ne engel var ki? O, sizin öldürdüğünüz değil, Allah adına kesilen helal ve hoş rızıktır”
120 – Günahın açığını da bırakın, gizlisini de: Çünkü günah işleyenler elbette yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
121 – Allah adına kesilmeyen hayvanın etini yemeyin! Bu, Allah yolundan çıkmaktır, isyandır. Şeytanlar kendi adamlarına sizinle mücadele etmeleri için telkinlerde bulunurlar. Şayet onlara uyarsanız, siz de düpedüz müşrik olur çıkarsınız. [9,31] Zebiha konusunda üç türlü içtihad vardır. a-Allahın adı zikredilmeksizin boğazlanan hayvanın eti helal değildir, Besmele ister kasden, ister yanılarak terkedilsin. (İbn Ömer, Nâfi, İmam Malik, Davud) b-Besmele şart değil, müstehabdır, ister kasden, ister sehven terkedil-sin (İbn Abbas, Şafiî, İmam Ahmed) c-Besmeleyi unutarak terketmek zarar vermez, fakat kesen kimse kasden terketmiş ise o hayvanın eti helal olmaz (Hz. Ali, Hasan el-Basrî, Ebû Hanîfe vs).
122 – Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir ışık (iman nûru) verdiğimiz kişi, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimse gibi olur mu hiç? Olmaz ama kâfirlere, yapmakta oldukları işler böyle güzel gösterilir. [67,22; 11,24; 35,19-23]
123 – Mekkede olduğu gibi her şehirde de ileri gelen mücrimleri, yüksek mevkilerde bulundururuz ki oralarda düzenler kurup dolaplar çevirsinler. Onlar böyle yapmakla kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar. [17,16; 34,34-35; 43,23; 71,22; 34,31-33; 29,13; 16,25]
124 – Bir ayet gelip de bu kâfirlere tebliğ edilince “Allahın resûllerine verilen risaletin benzeri bize veril-medikçe, sana asla iman etmeyiz.” derler. Allah peygamberliği kime vereceğini pek iyi bilir. Düzenbazlık yapmaları sebebiyle, suç işleyenlere, Allah tarafından bir zillet ve şiddetli bir azap erişecektir. [25,21; 6,10; 43,31-32; 40,60]
125 – Hasılı Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslama açar. Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki o kişi gökte yükseliyormuşcasına dar ve tıkanık yapar. İşte Allah böylece, imana gelmeyenlere rüsvaylık verir. [39,22; 49,7] İnkâr zihniyeti ile rûhu kirlenmiş kimse Allahın birliğinin delillerini düşünmeye davet edilince, göğe çıkarcasına zorlanır, göğe yükselen kimsenin nefesinin tıkanması gibi göğsü tıkanır. Manen böyle olduğu gibi, ayet bunun maddî tezahürüne de işaret etmektedir. Zira yükseğe çıktıkça oksijen azalır ve solunum güçlüğü çekilir. Her yüz metre yükseldikçe hava basıncı bir derece düşer. Basınç düştükçe nefes almak zorlaşır. Çok yüksekte uçan pilotların özel teneffüs cihazları kullanmaları şart olur. Aksi halde o pilotlar nefessizlikten ölürler.
126 – Bu İslam yolu Rabbinin dosdoğru yoludur. Düşünüp idrâkini kullanan kimseler için ayetlerimizi iyice açıklamış bulunuyoruz.
127 – Rableri nezdindeki selam ülkesi olan Cennet onlarındır. Yaptıkları güzel işler sebebiyle Allah, kendilerinin yardımcısıdır.
128 – Gün gelecek, Allah onların hepsini huzurunda toplayıp: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan çoğunu yoldan çıkardınız ha!” diyecek. İnsanlardan onlara uymuş olanlar diyecekler ki: “Ey Ulu Rabbimiz! Kimimiz kimimizden faydalandık ve bize tayin ettiğin müddetin sonuna ulaştık.” O buyuracak ki: “Ateş, ikametgâhınızdır. Allahın diledikleri hariç olmak üzere içinde ebedî kalmak üzere hepiniz oradasınız.” Gerçekten Rabbin Hakimdir, Alimdir: tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkiyle bilir. [36,60-62] Allah, ilm-i ezelisinde, imana gireceklerini bildiği ve nüzul vaktine göre ileride müslüman olacak olanları istisna etmektedir. Bir de şöyle diyenler vardır:” Burada istisna, vakit manasınadır, yani “Allahın dilediği vakitler hariç” demektir. Cehennemlikler zaman zaman ateş-ten, zemherir soğuğuna nakledilirler.”
129 – İşte biz, işledikleri günahlardan ötürü, zalimlerden kimini kimine musallat ederiz. Kimini kimine idareci yahut dost yaparız, yahut “kimini kiminin peşine takarız” mânaları da verilmiştir.
130 – Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? “Ey Yüce Rabbimiz! Kendi aleyhimize şahidiz” diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına, yine kendileri şahitlik ettiler. [12,109; 4,163-165; 29,27; 25,20]
131 – İşte bu (şekilde resûllerin gönderilmesi, onların uyarmaları) haberleri olmaksızın zulümleri sebebiyle, Senin Rabbinin ülkeleri imha etmediği gerçeğinden ileri gelmektedir. [17,15; 16,36; 35,24]
132 – Herkesin yaptıkları şeylere göre dereceleri vardır. Senin Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir. [16,88; 25,69]
133 – Rabbin Müstağnidir (herşey ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir), geniş merhamet sahibidir. Yoksa dilerse sizi ortadan kaldırır, peşinizden yerinize dilediğini getirir, nasıl ki sizi de başkalarının soyundan getirmiştir. [2,143; 4,133; 47,38]
134 – Size vâdedilen şeyler mutlaka gelecektir, siz bunun önüne geçemezsiniz.
135 – De ki: “Ey halkım, vargücünüzle elinizden geleni yapın. Ben vazifemi yapıyorum. Güzel akıbetin kime ait olacağını yakında bileceksiniz. Şu muhakkak ki zalimler iflah olmazlar. [11,121-122; 58,21; 40,51,52; 21,105; 24,55] Bu ayette geçen dâr’dan maksad cennet değil, dünyadır. Dolayısıyla mâna şöyle olur: “Allah’ın bu dünyayı yaratmasına sebep olan güzel akıbetin hangimize ait olacağını sonra bileceksiniz.” Zemahşerî’nin dediği gibi burada latif bir uyarma vardır. Uyaranın haklı, uyarılanın ise batıl yolda olduğu insaf ve nezaketle anlatılmaktadır.
136 – Allahın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan kendilerince Allaha bir hisse ayırdılar da kendi batıl iddialarınca: “Şu, Allahın.” dediler, “Şu da Uluhiyette ortakları olan putlarımızın.” Ortakları için ayırdıkları, Allahın hissesine konulmaz, ama Allaha ait olanlar ortaklarının hissesine aktarılır. Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar! [16,57; 43,15] Müşrikler hem Allah için, hem de putları için hububat ekiyorlardı. Allah için ektikleri yetişip, put namına ektikleri gelişmezse, Allah adına ekilenin bir kısmını puta ait hisseye devreder ve derlerdi ki: “Allah Ganidir, putlar ise muhtaçtır.” Aksi olur, yani putlara ait ekin gelişir, Allaha ayırdıkları ekin gelişmezse, oradan bu tarafa bir şey ilave etmez, “Nasılsa Allah Ganidir” derlerdi. Keza davarları da bölüştürürlerdi. Allaha ayırdıkları hisseden misafirlere yedirir, putların hissesini ise putlara ait işlerde harcarlardı.
137 – Yine bunun gibi, onların, Allaha ibadette ortak saydıkları putlarının hizmetçileri, müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi iyi bir iş gösterdiler ki hem onları mahvetsinler, hem de dinlerini bozup karıştırsınlar. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları, uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak! [16,58-59; 81,8-9] Şerikler burada, putun kendisi değil, hizmetçileri, bekçileri veya şeytanlardır. Şerik denilmesi, mallarına ortak olmaları veya itaatlerinde onları Allaha ortak kıldıkları içindir. Fakirlik endişesi veya kızlar evlendiklerinde yahut esir olduklarında ar sebebi olabilirler diye kız çocuklarını öldürme âdetinin çirkinliği bildiriliyor. Ayrıca Cahiliye araplarının “Şu kadar oğlum olursa birini kurban edeyim” diye Allaha yaklaşma zannı ile de böyle yaptıkları olurdu. Ayet çocuk öldürmenin hem katil ebeveyn, hem de millet hakkında “mahvetme” olduğunu bildirmektedir. Bu da oldukça düşündü-rücüdür.
138 – Aynı şekilde dediler ki: “Falan davarlarla ekinlere dokunmak yasaktır; onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. Falan davarların da sütleri haram kılınmıştır” Birtakım hayvanlar da vardır ki onları keserken Allahın adını anmazlar. Bütün bunları, onlar Allaha iftira ederek ortaya çıkarmışlardır. Allah iftiraları sebebiyle onları cezalandıracaktır. [5,103; 10,59]
139 – Bir de şöyle dediler: “Falan hayvanların karınlarında olan yavrular, canlı doğarsa sadece erkeklerimize helal, kadınlarımıza ise haramdır. Eğer ölü doğarsa, hepsi ona ortak olurlar.” Allah, onların bu kabil iddialarının cezasını verecektir. Çünkü O, Hakîmdir, Alîmdir: Tam hüküm ve hikmet sahibidir, ve O herşeyi hakkiyla bilir. [16,116-117]
140 – Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allahın kendilerine ihsan ettiği rızkı Allaha iftira ederek haram sayanlar, elbette tam hüsrana uğradılar. Saptılar bunlar, doğru yolu da bulamadılar!
141 – Asmalı – asmasız bağ ve bahçeleri, mahsûlleri, çeşit çeşit hurma ve ekinleri, birbirine şekil ve renk yönünden benzer, tat bakımından benzemez tarzda yaratıp yetiştiren hep Odur. Her biri mahsul verince ürününden yeyin, devşirildiği gün hakkını (öşürünü) da verin, israf etmeyin, çünkü O müsrifleri sevmez. Bu ayet, öşrün bütün mahsulleri kapsadığına dair İmam Ebû Hanifenin delillerindendir. Zekât ayetlerinin Medinede indiğini düşünenler, buradaki hakkın, Mekke döneminde vacip kılınan bir sadaka olduğunu söyler ve 51,19 ve 70, 24 ayeti ile irti-bat kurarlar. “Mamafih bu ayette hak, mutlak oldu-ğundan, zekâta yani öşüre şamil olduğu söylenebilir.”
142 – Davarlardan da çeşit çeşit yarattı: kimi yük taşır, kiminin yününden ve kılından sergi yapılır. Allahın size verdiği rızkından yeyin, fakat şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o sizin besbelli bir düşmanınızdır.
143 – Sekiz çift davar yarattı: koyundan iki, keçiden iki. De ki: İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Eğer iddianızda haklı iseniz bilgiye ve belgeye dayanarak haber verin bana! [39,6] Cahiliye arapları bazan erkek, bazen dişi hayvanları, bazan bunların yavrularını haram sayarlardı. Kur’an, ayette sayılan sekiz sınıfın ve yavrularının helal olduğunu bildirip onların bu davranışlarını böylece yeriyor. Burada vurgulanmak istenen nokta şudur: “Kimse kendi iddiasına göre herhangi bir şeyi haram veya helal kılamaz. Bu yetki yalnız Allaha aittir.” Çift kelimesi yerine “eş” kullanabilirdik. Zira burada bir bakıma “dört çift” söz konusudur. Fakat her eşten biri, öbürü olmaksızın düşünülemeyeceğinden, yani çift kelimesinin çifte kullanımının geçerli oluşundan dolayı çift demeyi tercih ettik.
144 – Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah size bu yasaklamayı yaptığında siz orada hazır ve şahid mi idiniz? İlimsiz olarak insanları saptırmak için uydurduğu yalanı Allaha maledenden daha zalim kimse buluna-bilir mi? Allah elbette o zalimler güruhunu zorla hidayete erdirmez.
145 – De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizin yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti, veya Allah yolundan çıkarak Allahtan başkası adına kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır). Fakat kim çaresiz kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir. Çünkü Rabbin Gafurdur, Rahimdir: Affı ve merhameti boldur. Ayetin zahiri, yenilmesi haram olan yiyecekleri meyte, akan kan, domuz eti ve Allahtan başkası adına kesilen hayvan eti olarak dört sınıf olarak bildirmektedir. Halbuki haramlar, daha fazladır. Bu güçlüğü gidermek için değişik izahlar yapılmıştır. Bazı âlimlere göre haramlar dörde münhasır olduğundan zaten işkâl yoktur. Selef-i Salihîn döneminden beri konu ihtilaflı olduğundan mesele içtihadîdir. Ayrıntılar için geniş tefsirlere bakılmalıdır.
146 – Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun içyağlarını da haram kıldık. Yalnız sırtlarında yahut bağırsaklarında bulunan veya kemiğe karışan yağları haram kılmadık. Haddi aşmalarından ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphe yok ki Biz hep doğru söyleriz. [3,93; 4,160] Yahudilerin ya Tevrattan önceki bazı uygulamala-rından veya Tevrattan sonra bir kısım din adamlarının ve otoritelerin ilavelerinden ileri gelen (Mesela: deve eti, tavşan etinin haram sayılması gibi) iddialarına kısa-ca işaret ediliyor. Yükümlülüklerin genişletilmesi -başka-ları tarafından yapılsa bile layık oldukları cezayı Allahın vermesi manasında da- Ona izafe edilmiş olabilir.
147 – Eğer onlar seni yalancı sayarsa de ki: “Rab-binizin merhameti geniştir; fakat dilediği zaman Onun serveti ve azabı, suçlu toplumdan geri çevrilemez.”
148 – Müşrikler diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız şirk koşmaz, hiçbir şeyi de haram kılmazdık” Onlardan öncekiler de peygamberlerini yalancı saymışlardı da nihayet Bizim azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi, bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin. Ama gerçek şu ki: Siz sadece kuru bir zannın ardından gidiyorsunuz düpedüz yalan atıyorsunuz.” [43,20; 16,35] Sanıldığı gibi müşrikler böyle demekle yaptıkları çirkin işten pişmanlık duymuyorlar. Aslında onlar putlarına Allaha yaklaştırmaları için ibadet ediyorlar ve bunu yerinde bir iş sayıyorlardı. Şu halde onların bu sözden maksadları: Yaptıkları işin meşrûluğuna bir delil öne sürmektir. Allahın iradesinin, emriyle birlikte olduğunu ve iradenin rızayı da gerektirdiğini zannedi-yorlardı. Bir başka deyişle şöyle demek istiyorlardı: “Şirk koşmamız madem ki Allahın iradesi ile, yaratması iledir, öyleyse O’nun nezdinde meşrûdur.” Oysa irade edip yaratmak, rızayı gerektirmez. (Krş. Tevrat, Çıkış, 20,3-17; Matta İncili, 5,17-33)
149 – De ki: En kesin ve mükemmel delil, Allahındır. Evet, O dileseydi hepinizi doğru yola koyardı. [6,35; 10,99; 11,118-119]
150 – “Haydi” de, Allahın bunu haram kıldığına dair tanıklık edecek şahitlerinizi getirin!” Eğer onlar yalan yere şahitlik ederlerse, sakın sen onlarla birlikte tanıklık etme. Ayetlerimizi yalan sayanların ve ahireti tasdik etmeyenlerin keyiflerine uyma. Nasıl uyarsın ki onlar başkalarını, kendilerinin Rabbi olan Allaha eşit tutmaktadırlar.
151 – De ki: “Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını ben okuyup açıklayayım: Ona hiçbir şeyi şerik yapmayın, anaya babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızkını veren Biziz. Kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allahın muhterem kıldığı cana nahak yere kıymayın. İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları emrediyor. [4,48; 17,23; 31,14-15; 2,83; 17,31; 7,33; 6,120] Fuhşiyat (fevahiş) çirkinliği meydanda olan her türlü kötü davranışı kapsar. Kur’an; zina, eşcinsellik, edep yerlerini açma, üvey anne ile evlenme gibi davranışları, fuhşiyattan sayar. Hadislerde hırsızlık, sarhoş edici içki içme hakkında da bu tabir kullanılır.
152 – Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin dışında bir sûrette yaklaşmayın. Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru yapın. Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz. Hakkında konuştuğunuz kimse, akrabanız bile olsa, yine doğruyu söyleyin. Allaha verdiğiniz ahdi tutun. İşte düşünüp tutasınız diye Allah size bunları emretti. [83,1-6; 5,8] Müşrikler kendi zanlarına göre “şu haram, bu meşrû” diye iddialaşıyorlardı. Bu ortamda Kur’an üslûb-i hakîm san’atını kullanarak, onları kısır tartışmalardan vazgeçirip asıl kendilerine hayat verecek güzel davranışlara yöneltmek için 151-152. ayetlerindeki on prensibi bildirmiştir. Bunlar diğer semâvi şeriatlerde de emredilip yürürlükten kaldırılmayan hükümlerdir.
153 – Bir de şu: “İşte benim dosdoğru yolum. Ona tabi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi Onun yo-lundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah, size bunları emretti. [2,257] Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala bir sırat-ı müstakim koydu. Bu yolun iki tarafında iki duvar vardır ki, duvarlarda birtakım açık kapılar bulunur. Kapılar üzerinde sarkıtılmış perdeler vardır. Yolun başında şöyle diyen bir davetçi bulunur: “Ey insanlar! Haydi, hepiniz gelin şu doğru yola girin, dağılmayın.” Bir de yolun üstünde çağıran bir davetçi vardır. İnsan, o duvarlardaki kapılardan birini açmak isterse hemen der ki: “Eyvah! Ne yapıyorsun, sakın orayı açma; zira açarsan içine girersin.” İşte doğru yol: İslamdır. İki duvar ise: Allahın sınırlarıdır, açık kapılar: Allahın haramlarıdır. Yolun başındaki münâdi: Allahın Kitabıdır. Yolun üstündeki münâdi ise: her müslümanın kalbindeki vaizullah (ilahi vaiz) dir.”
154 – Yine Biz, iyi hareket edenlere nimetimizi tamamlamak ve herşeyi iyice açıklamak, bir hidayet ve rehber olmak üzere Musaya kitabı verdik ki Rab’lerine kavuşacaklarına iman etsinler. [46,12; 9,91-92; 28,48; 71,45]
155 – İşte bu Kur’an da, indirdiğimiz kutlu bir kitaptır. Artık ona tabi olun, inkâr ve isyandan sakının ki rahmete nail olasınız.
156 – O kitabı indirmemiz, “Bizden önce kitap yal-nız iki topluluğa indirildi, biz ise onların okuduklarından habersizdik” dememeniz,
157 – Yahut: “Eğer bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha başarılı olurduk” dememeniz içindir. İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Allahın ayetlerini yalan sayıp insanları ona yönelmekten alıkoyandan daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüzçevirerek engelleyenleri bu engellemeleri sebebiyle yaman bir azapla cezalan-dıracağız.
158 – Onlar imana gelmek için ne bekliyorlar? Meleklerin inmesini mi? Rabbinin imha eden azabının veya Rabbinin kıyamet alâmetlerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imanı asla fayda vermez. De ki: “Bekleyin, biz de beklemekteyiz.” [47,18; 40,84-85; 22,17] Bir hadis meali: “Güneş battığı yerden doğmadık-ça kıyamet kopmaz. Güneş battığı yerden doğduğu zaman, bütün insanlar toptan iman edecekler. Fakat işte o gün, daha önce iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye imanı asla fayda vermez.”
159 – Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok mu, senin onlarla hiç bir alakan yoktur. Onların işi Allaha kalmıştır. Allah, onların yaptıklarını ileride bir bir onlara bildirip cezalarını verecektir. Müşriklerin durumu bildirildikten sonra 154. ayetten itibaren Yahudi ve Hıristiyanların dini gruplaşmalarına işaret ediliyor. Bu ayeti gayr-i müslimler hakkında düşünen âlimler yanında, müslümanlar arasında çıkan bid’at fırkalarını kapsayacağını düşünenler de vardır. Ayet, dinin hükümlerinin bir kısmına inanmayan ve böyle bir parçalanmadan ileri gelen fırkalara da şamildir. Fakat dinin kesin hükümlerini inkâr etmeyen muteber içtihad, fıkhî mezhep, tasavvufi meşreb veya uygulamada ortaya çıkan dini hizmet gruplarını bu ayeti ileri sürerek mahkûm etmek, bu ayeti yanlış anlamak olur. Onun için müfessir İbn Kesir: “Zahir olan odur ki ayet; Allahın dininden ayrılan ve ona muhalif olanlar hakkındadır” diye uyarmaktadır.
160 – Kim Allaha güzel bir işle gelirse, iyilik işlerse, ona on misli verilir; kim de bir kötülükle gelirse, sadece kötülüğüne denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez.
161 – De ki: Rabbim beni doğru yola, İbrahimin dimdik ayakta duran, batıldan uzak, tamamen Hakka yönelmiş tevhid dinine iletti. O, asla müşriklerden olmamıştı. [2,130; 22,78; 16,120-123] Allah Tealanın tevhidin atası olan ve her zaman gerçek inancın temsilcisi olan Hz. İbrahim (a.s) ın dinini zikretmesi düşündürücüdür. Kendisine Yahudi, Hıristiyan adlarını takanlar da, Arap müşrikleri de Hz. İbrahime tam bir saygı ve bağlılık gösteriyorlardı. Bu âyet Hz. Muhammed’in, Hz. İbrahimin onun davetini yenilemekten başka bir şey yapmadığını, dolayısıyla ona mensup olmayı şeref saydığını göstermekte ve diğer din mensuplarını da Hz. İbrahime sadık bir mensup olmaya davet etmektedir.
162-163 – De ki: “Benim namazım da, her türlü ibadetlerim de, hayatım da ölümüm de hep Rabbülalemin olan Allaha aittir. Eşi ortağı yoktur Onun. Bana verilen emir budur. Ona ilk teslim olan da benim. [21,25; 10,72; 2,130-132; 12,101; 10,84]
164 – De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben Ondan başka bir Rab mı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecektir. [1,5; 11,123; 67,29; 73,9; 35,8]
165 – Odur ki sizi dünyada halifeler yapmış ve verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Muhakkak ki Rabbin, cezalandırmayı dilediğinde işi çarçabuk bitirir ve muhakkak O Gafurdur, Rahimdir: affı, merhamet ve ihsanı pek boldur. [43,60; 27,62; 2,30; 7,129; 43,32; 7,129] Sûrenin Allaha hamd ile başlayıp Onun mağfiret, merhamet ve ihsanı ile sona erdirilmesi ne letafetlidir! Son ayette cezalandırmasına delalet vardır, fakat bu devamlılık belirten bir sıfat olmayıp, cezalandırması halinde cezasının şiddetli olduğunu bildirir. Buna karşılık çok affeden, çok merhamet ve ihsan eden manasına gelen Gafur ve Rahim olarak iki güzel ismini bildirmesi, kullar için büyük bir müjdedir.