BAKARA SÛRESİ; Bakara Sûresi Medine döneminde hicretten hemen sonra nazil olmaya başlamış ve takriben on yıla yayılan vahiy parçaları halinde devam etmiştir. Kur’an-ı Kerimin en uzun sûresi olup 286 ayettir. Hacim itibariyle Kur’anın 1/12 sini teşkil eder. Kur’anın, ayrıntılı bir muhtasarı durumundadır. Sûre bir mukaddime, dört ana maksad ve bir neticeden oluşur. Mukaddimede Kur’anın şanını, görevini bildirir ve ondaki hidayetin temiz kalb taşıyanlar nezdinde âşikâr olup kalbi hasta ve bozuk olanların ondan yüzçevireceklerini bildirir. Birinci maksad: Bütün insanları İslama davet eder. İkinci maksad: Özellikle Ehl-i Kitabın yanlışlarını düzeltip Kur’anı tasdik etmeye çağırır. Üçüncü maksad: Bu dinin ahkâmını ayrıntılı olarak bildirir. Dördüncü maksad: Bu hükümlerin yerine getirilmesini sağlayacak müeyyidelere ve teşvik edici hususlara yer verir. Netice: Mezkûr maksadları içeren daveti kabul edenleri tanıtır; onların dünya ve ahiretteki akıbetlerini açıklar.
Bismillahirrahmanirrahim
1 – Elif, Lâm, Mîm. Kur’an-ı Kerimin 29 sûresi huruf-i mukattaa denilen bu münferit harfler ile başlar. Müfessirler, bunların manasız veya tesadüfi olmadığını vurgular, onlar hakkında öne sürülen muhtemel çeşitli izahları nakle-der, bununla beraber Allah ile Resûlü (a.s) arasındaki bu şifrelerin kesin manalarını Allaha havale ederler. Allah Teala bu tonlu seslerle sinyaller verip beşeriyetin dikkatlerini çekmekte, bir an için her işi bırakıp gelecek muazzam gerçekleri dinlemelerini temin etmektedir. Keza Kur’anın da böyle harflerden ibaret olduğunu, yapabileceklerse bu harfleri kullanarak insanların da benzerini yapma çabaları hususunda meydan okuduğunu hatırlatmaktadır. el-Kitab: “Yazılı şey” demektir. Böylece kitap adı verilerek zımnen Kur’an vahiylerinin yazı ile tesbit edilmesi emredilmektedir. Kur’an o kitaptır ki kitap denilince hatıra onun geldiği en mükemmel kitaptır ve diğer bütün kitaplar onun manasını açıklamak görevindedirler. Takva: Korunma, sakınma demektir. İnsanın, başta küfür ve şirk olarak kendisine zarar veren her türlü kötülükten, haram ve isyandan korunarak ta nihayette cehennem azabından da korunmasını sağlayan değer sistemidir. Muttakî ise, takva sıfatını taşıyan kimsedir. Gayb sözlükte: “Görünmeyen, gözden gizli kalan şey” demektir. Sözlük anlamı, “Gözden gizli kalan şey”. Terim olarak “Duyulardan ve insanın ilminden gizli kalan” şeye denilmiştir. Bir şeyin gayb olması, insanlar yönündendir; yoksa Allah için gayb yoktur. Allah Teala da bize göre gaybdır, fakat O’nun hakkında gâib denilemez.
2 – İşte Kitab! Şüphe yoktur onda.Rehberdir müttakilere. [32,1-2]
3 – O müttakiler ki görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.
4 – Hem sana indirilen Kitabı, hem de senden önce indirilen kitapları tasdik ederler. Ahirete de kesin olarak onlar inanırlar. Burada Tevrat, İncil, Zebur gibi kitapların asıllarının Allah tarafından gönderildiğine iman etmenin, dinin temellerinden olduğu bildiriliyor. Bakara: Sûrenin bu ismi 67-71 ayetlerinde yer alan Bakara kıssasından alınmıştır. Bir ineği kesmek gibi cüz’i bir vaka’nın ayrıntılı olarak anlatılması, hatta bu uzun sûreye adının verilmesi tuhaf gelebilir. Fakat Kur’an temel bir kanun ve prensibin tezahürünü ifade eden cüz’i olayları bazan ayrıntılı olarak anlatarak o genel prensibi zihinlere yerleştirmek ister. Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa (a.s) ın risaletiyle, İsrailoğullarının seciyelerine girmiş olan sığıra tapınma fikrini kesip öldürdüğünü, bu olay ile anlatmaktadır.
5 – İşte bunlardır Rableri tarafından doğru yola ulaştırılanlar. Ve işte bunlardır felah bulanlar.
6 – İnkâra saplananları ise ister uyar ister uyarma onlar için birdir, imana gelmezler. [10,96] İnkâra saplananlardan burada maksad, Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi imana gelmeyeceklerini Allahın bildiği muayyen kâfirlerdir. Bütün kafirler değildir.
7 – Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır. [61,5; 6,110; 4,155] Bakara sûresinin ilk dört ayeti müminlerin, müteakip üç ayeti kâfirlerin, gelecek 8. ayetten itibaren onüç ayet ise münafıkların bariz sıfatlarını anlatmaktadır.
8 – Öyle insanlar da vardır ki “Allaha ve ahiret gününe inandık” derler; Oysa iman etmemişlerdir. [63,1]
9 – Akılları sıra Allahı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller. [58,18]
10 – Kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti. Bu yalancılıkları, bu samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır. [9,124-125; 47,17; 47,20]
11 – Ne zaman onlara: “Yeryüzüne fesat saçmayın!” denilse “Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!” derler. [8,73; 47,11; 2,205]
12 – Gözünüzü açın, bunlar bozguncuların ta kendileridir, lakin şuurları yok, farkında değiller.
13 – Ne zaman onlara: “şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denilse “Yani o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?” derler. Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller.
14 – Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit “Biz de müminiz” derler. Fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında da: “Emin olun biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz” derler. şeytan: Azgınlıkta, şer ve kötülükte kendi benzerlerini çok geçmiş kötü, inatçı anlamında cins ismi olup cinlerden olduğu gibi insanlardan da olabilir. Cin şeytanlarının ataları İblis olup, bazan özel isim olarak İblîs yerine eş-şeytan kullanılır.
15 – Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlık-larında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar. Allahın alay etmesinden maksad, münafıkların alay etmelerinin karşılığını vermesidir. Müşakele babından olarak, benzer lafızla tamamen farklı mana kasdetme söz konusudur. Mesela haylazlık ederken sinsice gülen çocuğunu tehdid eden annesi “Sen gül, ben de sana gülerim!” derken, onun gülmesinin tamamen farklı şekilde olması gibi. Kalbinde iman etmediği halde müslüman görünen kimseye münafık denir. Bunlara İslam toplumunda müslüman muamelesi yapılır. Böylece: 1-İslamın sabır ve müsamahası uygulanır. 2-Onların nesillerinden gerçek müminlerin yetişme-sine imkân hazırlanır.
16 – İşte onlar hidayeti alacaklarına dalalete müşteri oldular. Ama bu, kârlı bir ticaret olmadı. Çünkü kâr yolunu tutmadılar.
17 – Bunların hali, o kimsenin haline benzer ki aydınlanmak için bir ateş yakar. Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır, onlar da göremez olurlar. [63,3]
18 – Sağır, dilsiz ve kördürler onlar, Onun için Hakka dönmezler. [22,46]
19 – Yahut onların durumu gökten sağnak halinde boşanan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır. [63,4; 9,56-57; 57,13-15]
20 – Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, karanlık çökünce de diki-lir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah gerçekten her şeye kadirdir.
21 – Ey insanlar! Hem Sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla her türlü zarardan korunmayı ümid edebilirsiniz. [32,3; 30,41; 39,28] Ayetin son kısmındaki ümidi ifade eden kelime lealle olup Arapçada tereccî yani ümid ifade eden başlıca edatlardan biridir. Allah Tealanın sözünde tereccî, ilk bakışta tereddüde yol açabilir, hâşa, sanki Onun neticeleri kesin olarak bilmediği zannını uyandırabilir. Fakat bu sathî bir anlayıştır. Doğrusu şudur: 1-Birçok durumda terecciyi muhataplar bakımından anlamak gerekir. Nitekim meali buna göre vermiş bulunuyoruz. 2-Tereccî üslûbu, hem Allah hem de kul yönünden matlub olan tutumdur. Zira kulluk tavrı, ümit ve korku arasında olup akıbetten emin olmamayı gerektirir. Öte yandan bu üslupla, Allah, ilahi iradeyi hiçbir şeyin sınırlandırmayacağını bildirmek ister. Kul: “Ben Rabbimin şu emrini yaptım O da benim için şunu yapar” diyemez.
22 – O Rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın. Atmosfer tabakası, portakalın kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı çevrelemektedir. Bu ayette İ’caz delillerinden bir cüz vardır. Yer küresini çevreleyen ilk kısımda çeşitli hava tabakaları bulunur. Bu tabakalar, evrenin muhtelif yerlerinden gelen zararlı ışınlardan dünyayı korur. Sadece dünyadaki hayat için faydalı olanları geçirirler. Binaenaleyh bunlar tavan veya gölgelik durumundadırlar. İşte bulut ve yağmur da göğün bu tabakasında meydana gelir”
23 – Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’anın Allahın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allahtan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz. [10,37; 11,13; 17,88; 28,49] Hz. Peygamber (a.s) ın nübüvvetinin başta gelen delili, Allah tarafından kendisine verilen Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’anın Allahın sözü olması, i’caz vasfına haiz olmasıyla tezahür etmiştir. İ’cazı da itiraz eden kâfirlere tehaddi etmesi, yani benzerini yapmaları konusunda onlara meydan okuması ile ortaya çıkmıştır. Bu ayet, tehaddi safhalarının sonuncusudur. şöyle ki: 1-Kur’an ilk meydan okuduğunda, Kur’ana benzer bir söz istedi (Tur, 33-34). 2-Uydurma hikâyelerden de olsa on sûrenin benzerini (Hud, 13-14). 3-Hiç değilse bir sûrenin mislini getirmelerini istedi. (Yunus, 38). 4-Tam misli olmasa da kısmen olsun Kur’ana benzer bir söz söyle-meye davet etti. Ne nüzul asrında, ne de ondan sonra bir cevap çıkmadığından i’cazı sabit oldu.
24 – Bunu yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- çırası insanlarla taşlar olan kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakının.
25 – İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki ne zaman, meyvelerinden kendilerine birşey ikram edilirse: “Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!” diyecekler. Oysa bu, onların aynısı olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır. Cennetlikler için, cennetlerde tertemiz, pampâk eşler, yani erkekler için hanımlar, hanımlar için kocalar vardır. Bunlar sadece temiz değil, her yönden temizlenmiştirler. Hem her türlü maddi pisliklerden hem de ahlaksızlık, geçimsizlik gibi manevi kirlerden. Dünyada da bu mutlulukların benzeri bulunabilir. Fakat başta gelen önemli fark, dünyanın geçiciliğine karşı, Cennetin daimi olmasıdır. Birtakım kimseler, bu gibi müjdelerde, bilhassa yemek, içmekten, kadınlardan bahsedilmesine itiraz etmek istiyorlar ve: “Dine ait duygular, insanı bunlardan kesip, yalnız ruhani lezzetler ile uğraştırmalı” diyorlar. Fakat şurası gariptir ki, böyle diyenlerin hepsi bedene ait bu iki çeşit zevk için can verenlerin yanında ortaya çıkıyor. Halbuki bu müjdeler, görüldüğü üzere, her yönü kapsayan eksiksiz zevkleri bir araya getirmektedir. Ve ahiret zevklerinde dünyadaki zevklerden hiçbirinin benzerinin eksik olmadığını ve bunun karşısında dünyaya ait şehvetlerin adiliğini, çirkinliğini de gösteriyor.
26 – Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. iman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise “Allah böyle misal vermekle ne kasdediyor” derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla bir çoklarını yola getirir; ancak bununla fasıklardan başkasını şaşırtmaz. [22,73; 29,41; 14,24; 74;31; 13,19-25] Fısk kelimesinin sözlük anlamı “çıkmak, huruc etmek” dir. Nitekim delikten çıkan farelere “fasıklar” denir. Dini terim olarak fasık “büyük günah işlemek suretiyle Allaha itaat çizgisinden çıkan” manasınadır ki küçük günahlarda ısrar etmek de bu bölüme girer. Şer’i bakımdan fıskın üç derecesi vardır. Birincisi: Günahı çirkin saymakla beraber, ara sıra günah işlemek. ikincisi: Üzerine düşerek devamlı günah işlemek. Üçüncüsü: Çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür derecesidir. Fasık bu duruma gelmedikçe Ehl-i sünnet mezhebinde kendisinden mü’min adı alınmaz. Şu halde fasık vasfı içinde kâfirler bulunacağı gibi, imanını kaybetmemiş olanlar da bulunabilir. Mu’tezile mezhebindekiler bu kısmı ne mümin, ne kâfir saymayıp, ikisi ortası saymışlar. Hariciler ise, üçünü de kâfir saymışlardır.
27 – Bu fasıklar o kimselerdir ki Allaha kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allahın riayet edilmesini emrettiği ilişkileri keserler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. işte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
28 – Ey kâfirler! Allahı nasıl inkâr edebilirsiniz ki siz ölü iken size hayatı veren O’dur. Şunu bilin ki tayin ettiği vâde gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O’nun huzuruna götürüleceksiniz. [52,35; 76,1; 40,11; 45,26]
29 – O’dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı. Sonra iradesi yukarıya yönelip orayı da yedi gök halinde sağlamca nizama koydu. O her şeyi hakkiyle bilir. [41,9-12] Yeryüzünde mevcut herşeyden insanlar için bir faydalanma yönü vardır. Bu faydalanma şekli bazısında müsbet, bazısında menfi bir durumdadır. Hepsinin faydalı olması, herbirinin, her şekilde ve herkes için faydalı olması demek olmaz. Bir kısmında zararlı olma durumu da vardır. Haram kılınan şeyler ile kazanılmış şahsi mallar dışında dünyadaki herşey mübahtır. Buna Fıkıh ilminde ibahe-i asliyye denir ki dayandığı başlıca naslardan biri bu ayet-i kerimedir. “Canlar, ırz ve namusun dışında, varlıkta aslolan, mübah olmadır. Özel bir haram delili bulunmadıkça, mübah ile amel olunur” şeklindeki fıkıh kaidesi bu ayetten alınmıştır. Yalnız akıllara kalsaydı kimi hep mübah der, kimi hep haram der, kimi de şaşırır kalırdı. Nitekim vahiy aydınlığından uzak yerlerde böyle olmuş ve olmaktadır. Burada şuna dikkat etmek gerekir ki bu serbestlik, insanların tümüne eşit olarak yapılmış, insanlar insan için yaratılmamış ve birbirlerine mübah kılınmamıştır. Bunun için insanların canları, ırzları birbirlerine mübah değildir. Hatta bir insan kendi canını, ırzını bile dilediği gibi kullanmaya izinli değildir. insanlar, kendileri için değil Allaha kulluk için yaratılmışlardır. Yedi gök: Müfessirlerin çoğuna göre dünyanın üstünde bütün yıldızların süslediği maddi âlemin hepsi bir gök olup, yedi semanın birincisidir. Ve bunun ötesinde bundan başka altı sema daha vardır. “Biz dünya semasını yıldızlarla süsledik.” [37,6] ayeti de bu manada açıktır.
30 – Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit onlar: “Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahluk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet ve tenzih etmekteyiz” dediler. Allah: “Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim” buyurdu. Tesbih: Alah Tealayı tenzih etmek, yani Zatını i’tikad, söz ve amel bakımından şanına layık olmayan her türlü kusurdan yüce tutmaktır. Hilafet, “vekâlet” yani başkasına vekil olmak manasına gelir. Bu vekâlet, ya aslın kaybolmasından veya bir ihtiyaçtan veya aczden, yahut da sırf, asilin, vekiline bir şeref bahşetmek lütfunda bulunmasından ileri gelir. Ve işte Cenab-ı Allahın yeryüzünde velilerini halife seçmesi, bu kabildendir.
31 – Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: “iddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!” dedi.
32 – “Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Herşeyi hakkiyle bilen, herşeyi hikmetle yapan Sensin” dediler.
33 – Allah: “Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir” dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: “Ben size demedim mi ki göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim.” Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim.” [20,7; 27,25]
34 – O vakit meleklere: “Adem için secde edin!” dedik. iblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. iblis bunu yapmadı, kibrine yedirmedi ve kâfirlerden oldu.
35 – Ve dedik ki: “Âdem! Eşinle birlikte Cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yeyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yapar-sanız zalimlerden olursunuz.” “Bu cennet, dünyada bir bahçedir. Zira Hz. Âdem (a.s) dünyada yaratılmıştır.” diyen müfessirler vardır. Fakat ekseri müfessirlere göre maksad Ebedî Cennettir.
36 – Derken Şeytan onların ayaklarını kaydırarak içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Biz de: “Haydi, dedik, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin. Siz orada belirli bir süre ikamet edip yararlanacaksınız.”
37 – Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tevbesini kabul etti. Zaten O tevbeyi kabul eder, merhameti boldur. [9,104; 25,71; 4,17-18] Allah insanın dünyadaki çilesini geçici kılmıştır. Halife olmak üzere yaratılan Âdem’in fıtratından ilim gücü yok edilmemiştir. Vuku bulan zelle henüz tabiat (huy) haline gelmemiştir. Onun için bu musibetten hemen sonra, bu yaratılışıyla Rabbine döndü ve O’nun kendisine bazı kelimeler telkin ettiğini sezdi ve o kelimeleri alıp onlarla amel etti. Bu kelimeler 7,23’de bildirilmiştir.
38-39 – Dedik ki: inin oradan hepiniz, artık ne zaman Benden size doğru yolu gösteren rehber gelir de kim ona uyarsa, onlara hiç bir korku olmayacak, hiç üzülmeyecekler de. inkâr edip ayetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler, hem de orada ebedi kalacaklardır.” [20,123; 7,24-35]
40 – Ey israil’in evlatları! Hatırlayın ve düşünün size ihsan ettiğim nimetimi. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size karşı ahdimi yerine getireyim ve yalnız Benden korkun! [44,30-34; 5,20] israil, Yakub (a.s) ın lakabı olup ibranicede “Allahın kulu” “Allahın seçkini” manasına geldiği bildirilir. Bu hitap tarzında, yahudileri iman etmeye bir teşvik vardır. Yani: “Ey Allahın seçkin bir kuluna evlatlıkla bağlanmış olan Tevrat Ehli, bu vasfınıza ve o aslınıza layık bir tutum izleyin.” Allah Teala Hz. Âdem ve evladından, kendisi tarafından gelecek olan talimata uymalarını istemiştir. Bunu bir ahid tarzında bildirmiştir (2,38). israil evlatlarının Tevratı kabul etmeleri ile de, bu ahid Tevratla pekiştirilmiş, geleceği bildirilen peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (a.s) a iman ederek bu ahdi yerine getirmeleri emredilmiştir.
41 – Sizin yanınızda bulunan Tevratı tasdik etmek üzere indirdiğim Kur’ana iman edin, onu inkâr edenlerin başını siz çekmeyin. Ayetlerimi az bir fiatla, yani dünya menfaati karşılığında satmayın. Asıl Bana karşı gelmekten sakının. Maksad: Tevratın asli şeklidir.
42 – Hakkı batıla karıştırmayın, bile bile gerçeği gizlemeyin.
43 – Hem namazı tam kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber siz de namaz kılın.
44 – Halka iyiliği emredip kendinizi unutuyormusunuz yoksa? Halbuki siz Tevratı okuyup duruyorsunuz. Artık aklınızı başınıza almayacak mısınız? [11,88]
45 – Sabır göstererek, namazı vesile ederek Allahdan yardım dileyin. Gerçi bu çok zor bir iştir, fakat içi saygı ile ürperenlere değil. [29, 45] Bütün bu emirler ve yasaklar israiloğullarına hitab etmekle beraber, hükmü onlara mahsus değildir. “Bunlar islam şeriatında da vardır. Siz de bunlara iman ve itaat ediniz” demektir. Zira Tefsir usulündeki bir kurala göre “Sebebin hususiliği, hükmün umumiliğine mani değildir”
46 – içi saygı dolu olan bu müminler, Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini iyi bilirler.
47 – Ey israil’in evlatları! Size ihsan ettiğim nimetimi ve vaktiyle sizin atalarınızı diğer insanlara üstün kıldığımı hatırlayın. Kendi zamanlarında yaşayan insanlara üstün kılınmışlardı.
48 – Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse başkasının yerine birşey ödeyemez, kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hem onlara yardım da edilmez. [31,33; 26,100-101; 37,25] Mu’tezile bu ayetten, büyük günah işleyenlere şefaatin fayda vermeyeceği sonucunu çıkarmıştır. Ehl-i sünnete göre ayet kâfirler hakkındadır ve hitap, küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira israiloğulları, kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin, her hal ve durumda, kendilerine şefaat edeceklerini iddia ediyorlardı. Bu ayet, bunu reddediyor. Yoksa şefaatin muteber olduğuna dair ayetler mevcuttur. ileride ele alınacaktır. Ayrıca kesin hadisler de vardır. Kabul edilmeyecek şefaat, herkesin kendiliğinden ve Allahın iznine bağlanmadan, yapılacağı düşünülen şefaatlerdir. Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zannıyla nebilere ve velilere tapılmamalı ancak Allaha ibadet etmelidir ki O, istediğine, istediği zaman şefaat ettirir.
49 – Hem sizi en feci işkencelere uğrattıkları zaman Firavun’un adamlarından kurtardığımızı da hatırlayın. Onlar sizin dünyaya gelen erkek çocuklarınızı kesiyor, kız çocuklarınızı ise kötülük için hayatta bırakıyorlardı. işte bunda size Rabbiniz tarafından çetin bir imtihan vardı. Firavun, Mısırda Amalika hükümdarlarının lakabıdır. Çoğulu Feraine’dir. Nasıl ki Türk krallarına Hakan, Rum krallarının bazısına Kayser, bazısına Herakl (Herakliyus); Habeş krallarına Necaşi, Yemen meliklerine Tübba’, iran hükümdarlarına Kisrâ deniliyordu.
50 – Yine hatırlayın ki sizin geçmeniz için denizi yarmış, sizi kurtarıp, siz bakıp dururken gözlerinizin önünde Firavun hanedanını boğmuştuk. Bu ayet-i kerime, hürriyetin, başta gelen nimetlerden olduğunu hatırlatıyor. “insanın başka birinin eli altında ve istediği tarzda çalıştırabileceği bir halde bulunması, üstelik bir de ağır, zor, pis işlerde kullanılması, azap şekillerinin en şiddetlilerinden olduğunda şüphe yoktur. Hatta buna maruz kalanlar ekseriya ölümü temenni ederler. işte Cenab-ı Allahın burada açıkladığı birinci nimet, bu kötü azaptan kurtulma nimetidir.
51 – Ve bir vakit Musa’ya kırk gecelik bir süre ayırmıştık. Ama siz Musa’nın ayrılmasından az sonra, buzağıyı ilah edinip öz canınıza kıymıştınız. [7,142]
52 – Bundan sonra Biz sizi affettik ki şükredesiniz.
53 – Musa’ya Kitap ve Furkan’ı verdik, ta ki doğru yolda yürüyebilesiniz. [28, 52-53] Furkan: Tevrat’ın bir sıfatı veya Tevrattaki şer’i hükümler veya Tevrattan ayrı olarak yed-i beyza ve asâ gibi mucizeler yahut bir zafer ve ferah olabilir.
54 – Musa kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler danaya tutulmakla kendinize çok yazık ettiniz. Derhal Yaradanınıza tevbe edin. Nefsinizin kötü arzularını kesin. Allah yolunda kendinizi öldürün. Böyle yapmanız sizi Yaratan nezdinde daha hayırlıdır.” Böylece Allah da sizin tevbelerinizi kabul etsin. Çünkü o tevbeleri çok kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur. Ayetteki “nefislerinizi öldürün” mefhum olarak üç manaya gelebilir. 1-Hakiki manası ki herkesin kendi kendini öldürmesi, yani intihar etmesidir. Lakin böyle olsaydı muhatap olarak kavim kalmaz veya ancak âsiler kalırdı. Şu halde kasdedilen mâna bu değildir. 2-Esasen kardeş olan bir kavmin fertlerine, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz demektir. Tefsirciler çoğunlukla bu manayı gözetmişlerdir. Tur’a giden Hz. Musa (a.s) ın arkasından Samirî, buzağı heykeli yapmış, önce bağırtmış ve Apis öküzüne tapan Mısırlılar ve diğer puta tapıcılar gibi israiloğullarının bir kısmını, “işte Musa bunu aramaya gitti.” diyerek ona taptırmış çok yakın bir zamanda bizzat şahid oldukları nimetlere karşı nankörlük edip bir bozgun ve karışıklık çıkarmış, kavmin diğer bir kısmı Hz. Harun (a.s) ile beraber bu gidişi önleyememişlerdi. Hz. Musa’nın dönüşüne kadar bu şirk iyice yayılmıştı. O dönünce Furkanın hükmüyle, hem buzağıya tapanlara, hem de onları önlemeyip bekleyenlere hemen tevbe etmelerini ve tevbe edenlerin, etmeyenleri derhal öldürmelerini emretmiştir. Bu iç savaş Allahın izniyle zaferle sonuçlanmıştı ki burada o nimet hatırlatılıyor. 3-Sırf mecazi manası ile “nefsani isteklerinizi öldürünüz.” Bu gerçek tefsir olmayıp işarî bir mânadır. “Yani günahlarınıza pişman olarak gam ve kederden canınızı çıkarın yahut şehvetlerden menetmekle riyazet ediniz.”
55 – Bir zaman da: “Ey Musa! Biz Allahı açıkça görmedikçe sana inanmayız” dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız.
56 – Siz bir müddet ölü vaziyette kaldıktan sonra, şükredersiniz ümidiyle sizi dirilttik. Bunu yapanlar, elbette israiloğullarının hepsi değildi. Bu iddia üzerine mikatta yıldırıma yakalananlar, seçilen yetmiş kişi idi.
57 – Üzerinize bulutları gölge yaptık. Size kısmet ettiğimiz helal hoş rızıklardan yiyesiniz diye kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Fakat nankörlük etmekle onlar bize değil, kendilerine yazık ediyorlardı.
58 – Bir zaman da şöyle dedik: “Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerden bol bol yeyin. Şehrin kapısından secde ederek, saygılı bir tavırla girin ve “hıtta “başlıca dileğimiz affedilmektir” deyin ki suçlarınızı affedelim; muhsinlerin mükafatlarını daha da artıracağız. Maksad: Beyt-i Makdis veya Eriha şehridir.
59 – Ne var ki o zalimler sözü değiştirip başka şekle koydular. Biz de o zalimlere, itaat dışına çıktıkları için, gökten acı bir azap indirdik.
60 – Bir zaman da Musa kavmi için su arayıp Allaha yalvarmıştı. Biz de: “Asanı taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti. “Allahın rızkından yeyin için, fakat sakın yeryü-zünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın” demiştik.
61 – Bir vakit şöyle dediniz: “Musa! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok katlanamayacağız. O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercime-ğinden, soğanından çıkarsın.” Musa da: “Ne o! dedi. Siz, daha üstün olanı vere-rek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz? Pekâla, bir şehre inin, işte istediklerinizi orada bulursunuz. Üzerlerine horluk ve yoksulluk damgası basıldı ve neticede Allahdan bir gazaba uğradılar. Evet öyle! Çünkü Allahın ayetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Öyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve sınırı aşıyorlardı. Mısr: hem özel isim olarak bu isimle bilinen bir ülke, hem de cins ismi olarak “bir şehir” anlamına gelebilir. Fakat israiloğulları, Mısırdan çıkışlarından sonra, oraya tekrar dönmediklerinden, tefsircilerimiz bunun cins isim olarak, Kudüs diyarındaki kasabalardan herhangi birinin olabileceğini söylemişlerdir. M. Hamidullah ayetin tefsirinde şöyle der: “Yahudiler, Kudüs diyarını çevreleyen şehirlere hücum etmekten korkuyorlardı. Hz Musa, onlara: “Canınız o sebzeleri istiyorsa onlar o şehirde. Sıkı ise gidin oradan temin edin!” demek istemişti.
62 – iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar, sabiîler… Her kim Allaha ve ahiret gününe (gerçekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab’leri yanında mükafatları vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar. [7,158; 11,17; 10,62; 41,30; 5.69] Ayetin ilk kelimesindeki “iman edenler” den maksad, birçok müfessire göre, dış görünüşte iman ettiklerini söyleyen münafıklardır. Zira daha sonraki kısımda gerçek iman edenlerin bulunması, bu tefsire bir karine teşkil etmektedir. Ayetteki “her kim Allaha ve ahiret gününe iman eder ve amel-i salih işlerse” cümlesiyle beyan buyurulan gerçek iman edenlerin, Hz. Muhammed (a.s) ın peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lazım geldiğinde hiç şüphe yoktur. Hz. Muhammed’in nübüvvetinden önce Allaha ve ahirete iman eden ve iyi amel işleyenler bile, Tevrat ve incil hükmünce geleceğin büyük Peygamberine iman ile yükümlü idiler. Böyle iken Hz. Muhammed’in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkân kalır mı? Ayette zahiri iman sahipleri, yahudi, sabiî ve hıristiyanlarla bir tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu, Kur’anda bildirilen rükûnleriyle kâmil iman ve salih amel şartına bağlı kılınmıştır. Böylece islam dininin davet ve hidayetinde, bütün insanlara açık evrensel bir din olduğu âşikâr olmaktadır. Demek doğumla ilgili olan, ırk gibi bir din anlayışı değil, tahkiki bir iman esastır. Yahûd: Arapçada bu kelime “tevbe etmek” veya “yahudi olmak” anlamına gelir. Yahut cins ismi olup kavmin veya boyun adıdır. Tekili ise yahûdi olup o kavme mensup olan kişiye denilir. Nasârâ: Tekili nasrânî olup, hıristiyanlar manasına gelir. Hz. isa (a.s) ın yaşadığı Nâsıra şehrine mensubiyeti belirtir. Sabiîn: Dilde “Sabie” “bir dinden çıkıp başka dine girmek” demektir. Bazı Tefsirler islam, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensupları diye açıklarlar. Ayrıca meleklere veya yıldızlara tapan insanlar olduğu söylenmiştir. Alemin tek Yaratıcısına inanmakla birlikte, dünyanın ve insanların yönetiminin gök cisimlerine bırakıldığını ileri sürerler. Hz. İbrahim (a.s) bunları irşad için gönderilmişti. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır.
63 – Ey israil’in evlatları! Bir vakit de Tevratı uygulayacağınıza dair sizden söz almış, sonra bu ahdi bozduğunuz için Dağı üzerinize kaldırarak demiştik ki: Size verdiğimiz Kitaba kuvvetle sarılın ve muhtevasını iyi inceleyip ders alın ki kötü akıbetten korunasınız. [7,171] Dağı: Yani “Sina dağını” (Tur-i Sinâ)
64 – Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allahın lutuf ve merhameti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
65 – içinizden sebt günü haddi aşanları elbette bilirsiniz. Biz böyle yapanlara “Aşağılık maymun olun!” dedik. (7,163-166; 5,60)
66 – Bunu, hem bu hadiseye şahit olanlara, hem de sonradan gelecek olan nesillere bir ibret ve korunacaklara da bir öğüt kıldık.
67 – Bir vakit de Musa kavmine: “Allah, bir sığır kesmenizi emrediyor” demiş, onlar da: “Ay! Sen bizimle alay mı ediyorsun” diye cevap vermişlerdi. Musa da “Öyle cahillere katılmaktan Allaha sığınırım” demişti. Sûrenin adı, bu ayette başlayan Bakara kıssasından alınmıştır. Bakara, “bakar”ın müennesi veya müfredidir. Bakar, manda cinsine de şamil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre bakara: erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir deve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir.
68 – Bunun üzerine Musa’ya: “Peki öyleyse Rabbine yalvar da onun ne olduğunu bize açıklasın” dediler. Musa: “Rabbim şöyle buyuruyor: O sığır ne pek geçkin ne de körpe olmayıp orta yaşta dinç bir inek olacaktır” Haydi size emredilen işi yapın bakalım” dedi.
69 – Bu sefer dediler ki: “Rabbine yalvar da onun rengini bize bildirsin” O da: “Allah diyor ki: “O, bakanların içini açan parlak sarı bir inek olacaktır” dedi.
70 – Onlar yine dediler ki: Bizim adımıza Rabbine yalvar da onun nasıl olacağını bize iyice bildirsin. Zira istenen sığır, bize diğerlerine benzer geldiğinden tereddütte kaldık. Ama inşaallah asıl istenen sığırı buluruz.
71 – Musa: “Rabbim şöyle diyor: O inek, ne toprağı sürmek için çifte koşulmuş, ne de ekin sulamada çalıştırılmış olmayan, salma ve her kusurdan uzak, hiç alacası bulunmayan bir inek olacaktır.” Onlar: “işte şimdi gerçeği tam anlayacağımız tarzda bildirdin” diyerek nihayet sığırı kestiler ki az kaldı yapmayacaklardı. Tevrat bu olaya değinir (Sayılar 19,1-3). Fakat, yahudilerin gereksiz sorularla işi uzatıp bu görevi savsaklamaya çalıştıklarına yer vermez.
72 – Hani siz bir adam öldürmüştünüz de peşinden katilin kim olduğu hakkında birbirinizle kavgaya tutuşup suçu üzerinizden atmıştınız. Halbuki Allah sizin gizlediğinizi meydana çıkaracaktı.
73 – Bunun üzerine dedik ki: “Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun” (Vurulunca da o diriliverdi.) işte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir. Aklınızı iyice kullanasınız diye ayetlerini size gösterir. [2,259-260] Allah Teala inek kesme emri ile onların içlerine yerleşmiş sığıra tapma geleneğini kesmek istiyordu. Taptıkları nesnenin âcizliğini gösteriyordu. Ayrıca onun parçalarından biri ile ölüye vurulmasını emredip bir ölüyü dirilterek mûcize göstermek istiyordu. Bunun topluca görülmesi için, böyle bir merasim düzenlendiği anlaşılıyor. Buna benzer bir kıssa Tevrat’da yer alır. (Tesniye, 21,1-9)
74 – Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı! Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır, öylesi var ki çatlar da bağrından su kaynar ve öylesi var ki Allaha olan tazimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
75 – Nasıl olur onların size güvenmelerini beklersiniz ki onlardan bir zümre vardı ki Allahın kelamını işitip akılları aldıktan sonra, bile bile onu tahrif eder, değiştirirlerdi.
76 – Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında “Biz de iman ettik” derler. Kendi aralarında kaldıklarında ise: “Ne yapıyorsunuz? derler, Rabbinizin huzurunda aleyhinize hüccet edinsinler diye mi tutup Allahın size açtığı gerçeği onlara söylüyorsunuz? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”
77 – Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?
78 – Onların bir kısmı da ümmîdir. Kitap nedir bil-mezler. Bütün bildikleri, kendilerine anlatılan birtakım kuruntu ve uydurmalardır. Onlar sadece bir zan içindedirler.
79 – Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: “Bu Allah tarafındandır” diyenlerin vay haline! Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!
80 – Bir de derler ki: “Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize asla dokunmayacak” De ki: “Buna dair Allahdan garanti mi aldınız? Aldıysanız ne âla, Allah vâdinden asla caymaz.” Yoksa kesin bilmediğiniz şeyi mi Allah adına söylü-yorsunuz?
81 – Hayır, durum hiç de öyle değil. Günah işleyip de günahın kendisini her taraftan kuşatıp kapladığı kimseler var ya! işte onlar cehennemliktir. Hem de orada ebedi kalacaklardır.
82 – iman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise, işte onlar da cennetliktir. Hem de orada ebedi kalacaklardır. [4,124]
83 – Bir vakit israiloğullarından söz alıp: “Allahdan başkasına ibadet etmeyin. Anaya babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin, insanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyle eda edin, zekâtı verin” demiştik. Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hâla da yüz çevirmektesiniz. [17,23-26; 31,13-15]
84 – Hani sizden, birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi ülkenizden çıkarmayın diye söz almıştık, siz de bunu kabul etmiştiniz. Buna siz de şahitlik edersiniz.
85 – Ama işte siz birbirinizi öldürüyor, bir kısmınızı yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günahta ve zulümde birbirinizi destekliyorsunuz. Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz. Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı. Ne o, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz? içinizden böyle yapanların elde edeceği netice dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir. Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Hicretten önce Medine’deki Yahudi kabilelerinden biri Evs, öbürü Hazrec ile antlaşma yapmışlardı. Bunlar, birbiri ile savaşınca Yahudi müttefikleri de savaşa katılıyor, Böylece Yahudiler de birbiri ile savaşıyorlardı. Fakat esir düşenler arasında Yahudi varsa fidye alarak serbest bırakıyorlardı. Fidye almaları ayıplanınca “Cevaz var” demeleri üzerine, “savaşma” yasağını ne yapacaksınız?” diye sıkıştırılıp çelişkileri sergileniyor.
86 – İşte onlar ahiretlerini harap ederek, ona mu-kabil dünya hayatına müşteri olmuşlardır. Onun için, bunların cezası asla hafifletilmez, kendilerine yardım da edilmez. Dünya, ednâ ism-i tafdilinin müennesi olup “en yakın” veya “pek alçak” manasına bir sıfattır. Kur’anda geçen el-hayatu’d-dünya aslında “dünya hayatı” değil, dünya hayat, yani aşağılık ve alçak hayat anlamındadır. Veyahut bugün fiilen içinde bulunulmak itibariyle “en yakın bulunan hayat” demek olur.
87 – Biz Musa’ya Kitap verdik. Ondan sonra peşpeşe peygamberler gönderdik. Meryemin oğlu İsa’ya da mûcizeler, açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Demek size her ne zaman bir Peygamber gelip de nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirirse kafa tutacak, onların kimine yalancı deyip kimini öldüreceksiniz ha! [5,44] İsa: Süryanice İşû’dur. Nitekim bazı hıristiyanlar Yesû, Frenkler Jesus derler. Bunun ism-i mensubu (sıfatı) olan Jezvit (Jesuite) İsevi, diğer bir tabirle Yesûî demek ise de Katolik papazların özel olarak kurdukları Cemiyete has bir isim olmuştur. Meryem: Süryani dilinde “hizmetkâr” demektir. Ruhu’l-kudüs: Kelime olarak fevkalade temizlik, nezahet yahut bereket ruhu veya mukaddes ruh manasına gelir. Ekseri müfessirlerce Cebrail (a.s) olarak tefsir edilmektedir.
88 – “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti. Onun için pek az iman ederler. [41,5; 4,155] Ayette geçen gulf, ağlef’in çoğuludur. Gulfe veya gılafdan “kabuklu” yani “sünnetsiz” ya da “kılıflı” demektir ki burada kelime “kaşarlanmış” mealindedir. O Yahudiler böyle diyerek Hz. Muhammed (a.s) ın da-vetine karşı kalblerinin kapalı olduğunu ve bunları dinlemeye, anlamaya yanaşmak niyetinde olmadıklarını, alay ve küçümseme ile söylemek ve akıllarınca iftihar etmek istediler. “Sünnetsiz kalb” tabirinin “nankör, inkârcı kalb, Allaha verdiği ahdi bozan kalb” manasına Tevrat’da da kullanıldığını görmekteyiz. Bazı Beni İsrail peygamberleri Yahudileri “Sünnetsiz kalb” taşıdıklarından ötürü acı bir şekilde kınamışlardır. (Tesniye 30,6; Yeremya 9,26).
89 – Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevratı tasdik eden bir Kitap gönderildiği zaman, daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için “ahir zaman Peygamberi hakkı için” diye dua ettikleri halde, evet o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. O sebeple, Allahın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun. Yahudilerin kendi Kitaplarındaki bilgilere dayanarak, yakında gelecek bir Peygamber bekledikleri Medine’de meşhur idi. Şu söz devamlı ağızlarında idi: “Şu putperestler biraz daha hükmetsinler bakalım. Peygamber geldiğinde onların hesabını göreceğiz.” Fakat o gelince, sırf ırkçılık sebebiyle ona düşman oldular.
90 – Ne kötü o karşılığında kendilerini sattıkları şey ki, Allahın kullarından dilediği birine kendi lûtfundan vahy indirmesini kıskanarak, Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler de gazap üstüne gazaba uğradılar! Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap da vardır.
91 – Onlara: “Allahın indirdiği bu Kur’ana da iman edin” denildiği vakit: “Biz sadece bize indirilene inanırız” derler. Kur’an, ellerindeki Tevratı tasdik eden hak kitap olmasına rağmen, kendi kitaplarından başkasını inkâr ederler. Onlara de ki: “Size gönderilen Tevrata inanma iddianızda samimi iseniz, peki ne diye daha önce, Allahın nebilerini öldürüyordunuz? [61,6]
92 – Musa size en açık delil ve mucizelerle geldi de, sonra kalkıp, onun yokluğunda buzağıyı tanrı edindiniz. Siz öyle zalimlersiniz işte!
93 – Bir zaman: “Size verdiğimiz Kitaba kuvvetle sarılın ve onu dinleyin” diye Turu (Dağı) tepenize kaldırıp sizden kesin söz aldık. Onlar: “Dinledik ve fakat isyan ettik” dediler. Çünkü kâfirlikleri sebebiyle buzağıya tapma sevgisi iliklerine işlemişti. De ki: “Eğer mümin iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor.!”
94 – De ki: Eğer Allah katında ahiret yurdu (cennet) bütün insanlar içinde yalnız size ait ise ve bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü istesenize! [62,6-8; 19,75; 3,61]
95 – Fakat elleriyle yaptıkları işler ortada iken, ölümü asla istemezler. Allah o zalimleri pek iyi bilir.
96 – İnsanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar olduğunu görürsün. Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler. Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Fakat uzun ömür onu cezadan uzaklaştıracak değildir. Allah, onların bütün yaptıklarını görür. “Ahiret sırf bizimdir” demek, öldükten sonra herkes ya mahvolup yok olacak, sadece biz kalacağız; ya da herkes cehenneme gidecek, yalnızca biz cennete gideceğiz ve orada biz mutlu olacağız” demek olur. Ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların, zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç – beşgünlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı yoktur. Bu düşüncede olanların bir an önce ölümü temenni etmeleri gerekirken, onlar asla isteyemezler. Zira ahiret için hazırladıkları şeyler zulümler, cürümler, cinayetlerdir. Yani bunlar zaten sabıkalı kimselerdir. O kirli ellerin neler yaptığını, ahirete ne yüzle varacaklarını vicdanları duyar da dünya cennetinden vazgeçmezler, ölümü isteyemezler. Allah o zalimleri bilmez mi sanıyorlar ki, ahiret yurdu bizimdir, diyorlar. Oysa Allah bütün zalimleri bilir. Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak iki sebebin birinden ayrı değildir. Ya bunlar: “ahiret sırf bizimdir” derken, bunun yalan olduğunu bilerek söylüyorlar. Böylece ahirete asla inanmıyorlar demektir. Ya da bunların maksadı gerçek ahiret olmayıp bekledikleri dünyevi bir gelecektir. Gerçekten yahudiler son devirlerde ahiret kavramını tahrif ve tevil ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Kendilerine vâdedildiğini ileri sürdükleri kutsal topraklarda devlet kurduktan sonra, bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın tek devleti olacaklardır.
97 – De ki: “Kim Cebrail’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’anı daha önceki Kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allahın izniyle senin kalbine o indirmiştir. [4,150-151; 19,64]
98 – Kim Allaha, meleklerine, resûllerine, Cebraile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır. Peygamber Efendimiz (a.s) Medineye hicret buyurduklarında Fedek yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, bir grupla münazara için geldi. Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra; vahy getiren meleği sorup “Cebrail” cevabını alınca “O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikaildir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir” “Eğer sana o gelseydi iman ederdik.” Bu uzun kıssa üzerine bu ayet nazil olmuştur. Hz. Ömer’le ilgili başka bir nüzul sebebi daha rivayet edilir.
99 – Biz sana apaçık ayetler indirdik. Onları yoldan çıkan sapıklardan başkası inkâr etmez.
100 – O fasıklar hem bunları reddedecek, hem de ne zaman bir antlaşma yapsalar, içlerinden bir güruh onu bozup atıverecek öyle mi? Hatta sadece az bir güruh da değil, onların ekserisi ahid tanımaz imansızlardır.
101 – Onlara, Allah katından, kendilerine verilen Tevratı tasdik eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i Kitapdan bir kısmı, güya gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allahın kitabını arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de [7,157; 2,89-91]
102 – tuttular Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tabi oldular. Halbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler. Halka sihiri ve Babilde Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allahın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı. Büyüye müşteri olan kimsenin ahiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı! Yahudiler dünya ülkelerine dağılıp parçalanınca (özellikle Babil esareti sırasında) büyü kabilinden şeyleri öğrendiler. Bu sihiri de Hz. Süleyman (a.s) a bağladılar. Allahın kitabından uzaklaştılar. Kur’an Hz. Süleyman (a.s) ın, sadece büyüden değil, Tevrattaki diğer bazı isnadlardan da beri olduğunu bildirir. Büyüden başlıca maksadları, karı kocayı ayırmaktı. Bu da onların ahlakça ne derece düştüklerini gösterir.
103 – Şayet onlar iman edip sihir gibi haramlardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilselerdi!
104 – Ey iman edenler! (Siz, onların böylesi kötü etkilerine karşı uyanık olun, mesela) “Râina” demeyin, “Unzurna” deyin ve dinleyip itaat edin. Kâfirler için acı veren bir azap vardır. [4,46] Bu ayetten itibaren, müminler yahudilerin kurdukları tuzaklara karşı uyarılıyorlar. Onlar Hz. Peygamber’e görünüşte saygı gösterseler de, daima onun bir açığını yakalamak için pusuda bekliyorlardı. Kaypak, müphem kelimeler kullanıyorlardı. Mesela: Müslüman-lar, Efendimize: “Bizi gözet, himmet et” anlamında râina derlerdi. Buna benzer raina kelimesi İbranicede hakaret ifade eder. Bunu fırsat bilerek, ağızlarını eğip bükerek, bu kelime ile Hz. Peygambere hitap ederlerdi. Ayet, onların maskelerini indiriyor.
105 – Gerek Ehl-i Kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler, Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder. Allah büyük lütuf sahibidir.
106 – Biz, tatbik edenlerin elde edecekleri mükâfat bakımından, daha hayırlısını veya benzerini getirme-dikçe, herhangi bir ayetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz. Allahın herşeye kadir olduğunu bilmez misin? Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta: “Şariin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delille kaldırması” dır. Allah Teala insanlığı Cahiliye anarşisinden İslama çıkarırken köprü konumundaki sahabe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır. Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür. Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teala bakımından nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlukatı yaratmadan önce nasihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensuh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir. Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir.
107 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allahındır. Sizin Ondan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız yoktur.
108 – Yoksa siz daha önce Musa’dan istendiği gibi Resûlünüzden olur olmaz şeyler istemek, onu sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim imana bedel inkârı alırsa, artık düz yolda sapıtmış olur. [4,153]
109 – Sırf nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i Kitabtan birçok kimse, gerçek kendile-rine ayan beyan belli olduktan sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir haline çevirmek isterler. Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve hoşgörün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. [3,186]
110 – Namazı hakkiyle eda edin, zekâtı verin. Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını ahirette Allah katında bulursunuz. Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.
111 – Bir de: “Yahudi veya hıristiyan olanlardan başkası cennete asla giremez” dediler. Bu onların kendi kuruntuları… Sen de ki: “İddianızda doğruysaız haydi delilinizi ortaya koyun.” [5,18]
112 – Hayır, iş öyle değil! Kim ihsan makamına yükselerek yüzünü Allaha yöneltirse onun Rabbi katında mükafatı olacaktır. Onlar ne korkuya maruz kalacak ve ne de üzüntü duyacaklardır. [3,20; 4,142] Cibril hadisi diye meşhur olan ve Cebrail (a.s) ın İslamı mükemmel bir özetlemesini ihtiva eden hadis-i şerife göre İhsan: “Senin Allahı görüyormuşcasına O’na ibadet etmendir. Çünkü Sen O’nu göremiyorsan da O seni görüyor” Burada bu anlamda veya geniş manası ile ihsan (iyilik yapmak, iyi davranışlarda bulunmak) kasdedilebilir.
113 – Yahudiler: “Hıristiyanlar hakiki bir din üzere değil.” Hıristiyanlar ise: “Yahudiler hakiki bir din üzere değil” dediler. Halbuki her iki topluluk da Kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumaktalar. Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler. Allah, kıyamet günü anlaşamadıkları hususlarda hükmünü verecektir. [22,17; 34,26; 2,62] Bilmeyenlerden maksad: Arap müşrikleri, putpe-restler, dinsizler olup bunlar da, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Semâvi dinlere karşı “hiçbir hakikate istinad etmez, aslı yoktur” dediler.
114 – Allahın mescidlerinde Allahın adının anılmasını engelleyip oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha zalim kim olabilir? Bunlar oralara ancak korka korka girebilirler. Onlar için dünyada zillet, ahirette ise müthiş bir azap vardır. [9,17-18-28]
115 – Doğu da Batı da Allahındır, hangi tarafa dönerseniz, orada Allaha itaat ve ibadet ciheti vardır. Muhakkak ki Allahın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır.
116 – Bir de: “Allah evlat edindi” dediler. Hâşa! O böyle şeylerden münezzehtir. Bilakis göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onun mahlukudur. Hepsi O’nun emrine boyun eğmektedir. [19,88; 112,1-4; 13,15]
117 – O, gökleri ve yeri yoktan varedendir. Bir şeyi yaratmak isteyince sadece “ol!” der, o da oluverir. [36,82; 16,40; 54,50]
118 – Gerçeği bilmeyenler dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize mucize gösterilmeli değil miydi?” Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi. Kalbleri nasıl da birbirine benziyor! Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik. [74;52; 6,124; 51,52-53]
119 – Biz seni sırf Kur’anla müjdelemen ve uyar-man için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik. Yoksa sen cehennemliklerden ötürü sorguya çeki-lecek değilsin. [3,20; 88,22; 50,45] Onun hak peygamber olduğunun en bariz delili, kendi şahsiyetidir. Mekkeliler, hayatı boyunca, onun ahlakını biliyorlardı. İnsanlara bile hiç yalan söylemeyen bu faziletli ve dine bağlı insanın, kalkıp Allah’a iftira etmesi, aklın alacağı bir şey değildir.
120 – Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tabi olmadıkça asla senden razı olmazlar. Sen de ki: “Allahın hidayet yolu olan İslam, doğru yolun ta kendisidir. Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan, Allaha karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.
121 – Kendilerine verdiğimiz Kitabı, layık olduğu şekilde okuyup izleyenler var ya, işte onlardır onu tasdik edenler. Kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir. [5,66-68; 17,107-108; 28,52-54] Abdullah İbn Selam gibi, hem Tevratı hem de Kur’anı ve son Peygamberi tasdik eden zevat buna dahildir. Cafer İbn Ebi Talib ile Habeşistandan, bir gemi ile gelip Ashab-ı Sefine denilen (32 si Habeşistanlı, 8 i Şam rahibi kırk kişi de bu cümledendir.
122 – Ey İsrail’in evlatları! Size ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle diğer insanlara üstün kıldığımı hatırlayın.
123 – Öyle bir günden sakının ki, o gün hiçbir kimse bir başkasının yerine ödeme yapamaz, hiçbir kimseden fidye kabul edilmez ve hiçbir kimseye şefaat fayda etmez. Onlara yardım da edilmez.
124 – Şunu da hatırda tutun ki: Bir vakit İbrahimi Rabbi birtakım emirlerle sınamıştı. O da onları hakkiyle yerine getirdiğinden Rabbi kendisine: “Seni insanlara başkan (İmam) yapaca-ğım” dedi. İbrahim: “Ya Rabbi, neslimden de başkanlar çıkar” deyince, Allah: “Zalimler ahdime (nübüvvete) nail olamazlar” buyurdu. [6,161; 16,120-123; 3,67-68; 37,113]
125 – Biz Beyt-i şerifi insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahimi namazgâh edininiz. İbrahim ile İsmail’e de: “Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun” diye emretmiştik. [14,35-41; 9,109; 22,26-29; 2,187] İtikâf: Cemaatle namaz kılınan bir Mescidde ibadet niyeti ile belirli bir zaman kalmak demektir.
126 – Ve o vakit İbrahim: “Ya Rabbi, burayı güvenli bir şehir yap. Buranın halkından “Allaha ve ahiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır.” dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasib aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim. Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!”
127 – İbrahim ile İsmail Beyt-i şerifin temellerini yükseltirken şöyle dua ediyorlardı. “Ey bizim Kerim Rabbimiz! Yaptığımız bu işi kabul buyur bizden! Hakkıyla işiten ve bilen ancak Sensin.”
128 – Ey bizim Yüce Rabbimiz! Bizi, yalnız Sana boyun eğen müslüman kıl. Soyumuzdan da yalnız Sana teslimiyet gösteren bir müslüman ümmet yetiştir. Ve bizlere ibadetimizin yollarını göster, tevbelerimi-zi kabul buyur. Muhakkak ki tevbeleri en güzel şekilde kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin!” [14,40; 25,74]
129 – Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resûl gönder ki; kendilerine Senin ayetlerini okusun, onlara Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki Aziz sensin, Hakim sensin! Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin! Hz. İbrahim (a.s) a bu duayı yaptıran Cenab-ı Allah, Hz. Muhammed (a.s)’ı yaratıp Peygamber yapmakla onu kabul etmiştir. Vermek isteyince, istemeyi ilham etmiştir.
130 – Kendini bilmeyen ahmaktan başka kim İbrahim’in dininden yüzçevirir ki? Biz onu dünyada nübüvvetle müşerref kılıp seçtik. O ahirette de salihlerden olacaktır.
131 – Rabbi ona: “Kendini canı gönülden Hakka teslim et!” deyince o derhal: “Teslim oldum, âlemlerin Rabbine” demişti. [6,79; 16,120-122; 11,7]
132 – Bu dini İbrahim kendi evlatlarına vasiyet ettiği gibi Yakub da böyle yaptı ve: “Evlatlarım! dedi, Allah sizin için bu dini seçti. Sakın müslümanlıktan başka bir din üzere ölmeyin.” [21,72; 3,33-34] İsrailoğulları Hz. Yakub (a.s) ın neslinden geldiklerinden, özellikle onun adı zikrediliyor. Tevrat’da Hz. Yakub’un vefatı anlatılırken onun bu son isteği yer almaz. Fakat Talmud ayrıntılı bir şekilde anlatır. (Mevdudî, Tefhim)
133 – Ne o, yoksa siz ölüm Yakub’a gelip çattığında, o evlatlarına: “Benim ölümümden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediğinde siz orada mı bulunuyordunuz? Onlar cevaben şöyle demişlerdi: “Senin İlahına, senin ataların İbrahim, İsmail ve İshakın İlahı olan Tek İlaha kulluk ederiz ve biz ancak O’na teslim olan müslümanlarız.”
134 – İşte onlar bir ümmetti, geldi geçti… Onların kazandığı kendilerine, sizin kazandığınız da sizedir. Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz.
135 – Bir de: “Yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Biz Hakka doğru yönelmiş bulunan İbrahim’in dinine tabi oluruz. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.”
136 – Deyiniz ki: “Biz Allaha, bize indirilen Kur’ana, keza İbrahime, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun torunlarına indirilene ve yine Musa’ya, İsa’ya, hülasa bütün peygamberlere Rableri tarafından veri-len kitaplara iman ettik. Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz yalnız O’na teslim olan müslümanlarız.” [4,150; 2,285]
137 – Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar. Yok yüzçevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler. Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter. O hakkiyla işitir ve bilir.
138 – Siz Allahın verdiği rengi alınız. Allahın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? “Biz ancak O’na ibadet ederiz” deyiniz.
139 – Allah hem bizim Rabbimiz, hem de sizin Rabbiniz olduğu halde, siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa ediyorsunuz? Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarını-zınki ise size ait. Biz tam bir samimiyetle yalnız O’na bağlıyız. [10,41; 3,20; 3,67-68]
140 – Yoksa Siz İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub’un ve onun evlatlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı? Allahın, Kitabı vasıtasıyla kendisine ulaştırdığı hakikati saklayandan daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. [3,67] Yahudilik özel ayinleri ve düzenlemeleri ile M.Ö. Dördüncü asırda şekillenmiştir. Hıristiyanlık Hz. İsa’nın dünyadan ayrılıp göğe yükseltilmesinden çok sonra şekillenmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerden önce yaşamış olan peygamberlerin, tarihî olarak bu dinlere mensup olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla Allah nezdinde makbul olmak için, Allah’ın bütün peygamberleri tarafından bildirilen ve bütün çağlarda yaşayan iyi insanların uyduğu evrensel yolu kabul etmelerinin gerekli olduğunu Kur’an vurguluyor.
141 – İşte onlar bir ümmetti geldi geçti… Onların kazandığı kendilerine, sizin kazandığınız da sizedir. Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz.
142 – Akılsız insanlar: “Bu müslümanları daha önce yöneldikleri Kıbleden çeviren sebep nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da Batı da Allahındır. O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir. Hicretten on yedi ay kadar sonra kıble, Kudüsteki Mescid-i Aksadan Mekke’deki Kâbe’ye çevirildi. Vahiy, Hz. Peygamber öğle namazında iken geldi. İlk iki rekatı Kudüs’e, son iki rekatı da namaz esnasında dönerek Mekkeye doğru kıldırdı. Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi, günümüzde Medinede mevcuttur. Ayetin son kısmı, kıble yönünün, Allahın sadece o tarafta olduğu manasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir.
143 – Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun. Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbeyi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana çıkarmaktır. Gerçi bu oldukça ağır bir iştir, ancak Allahın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil etmez. Allah imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir. [17,82; 41,44] Müslümanlar, Allahın hidayetine tabi olarak örnek ümmet haline geldiler. Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin İsrailoğullarından alınıp İslama verilmesini simgeliyordu. Allah Teala ahirette Peygamberlerin hakkı tebliğ ettiklerini belgelemelerini isteyeceği gibi, ümmetten de Peygamberlerinden aldıklarını değiştirmeden tebliğ edip etmediklerinin hesabını soracaktır. Bir hadis meali: “Siz Allahın yeryüzündeki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz gerekli olur.” Müminler, Allahı görüyorcasına yaşamak, hal ve davranışları ile insanlara Allahı tanıtma görevindedirler. Böylece, onları gören, Allahı hatırlayabilmelidir.
144 – Elbette ilahi buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz. Haydi çevir yüzünü Mescid-i Harama doğru! Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz çevirin yüzünüzü oraya doğru! Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rableri tarafından olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
145 – Kendilerine Kitap verilmiş olanlara her türlü delili de getirsen onlar senin kıblene yönelmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Zaten onların da bazısı bazısının kıblesine yönelmez ki!… Faraza, sana gelen bunca ilimden sonra onların keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, o takdirde sen de zalimlerden olursun. [10,96-97]
146 – Kendilerine Kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammedi) tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler.
147 – Hak ve gerçek olan, Rabbinden gelendir, bunda hiç tereddüdün olmasın. Resûlullaha hitaben “Hiç tereddüdün olmasın” hitabı tehyic kabilindendir. Yoksa, bundan, onun tereddüt ettiği manasının çıkarılması doğru değildir. İnsanın bir arkadaşına te’kid gayesiyle, o hiç endişe ve merak etmese de:” Hiç endişen olmasın, hiç merak etme, ben hallederim, o iş tamamdır!” kabilinden söz söylemesi, belagat bakımından yerinde bir iştir.
148 – Herkesin yöneldiği bir cihet vardır, haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın. Nerede olursanız olunuz Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir. Bu ayet-i kerime Kur’anın müslümanların şahsiyetlerini nasıl geliştirdiğini, fazilette yarışma kaydı ile, her bir ferdin değişik bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Vallahu A’lem.
149 – Her nereden yola çıkarsan çık, sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür. Şüphesiz ki böyle yapmak, Rabbin tarafından gelen gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
150 – Her nereden yola çıkarsan çık, sen yüzünü Mescid-i haram tarafına çevir. Ve siz de ey müminler! Her nerede olursanız yüzünüzü oraya doğru çevirin ki halk aleyhinizde kullanacak bir delil bulamasın. Yalnız onlardan haksızlık edenler başka. Siz de onlardan değil, Benden çekinin ve o tarafa yönelin ki size olan nimetlerimi tamamlayayım ve böylece siz de doğru yolu tutmuş olasınız.
151 – Nitekim, size ayetlerimizi okuması, sizi terte-miz hale getirmesi, size Kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik. [3,164; 14,28-29; 62,2]
152 – Öyleyse siz Beni zikredin ki Ben de sizi anayım. Şükredin Bana, sakın nankörlük etmeyin.
153 – Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allahtan yardım dileyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle bareberdir. “Namaz müminin miracıdır.” Rûhun huzuru, bedenin temizliği ve intizama girmesi, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve ahiretle ilgili her türlü mükemmelliği, gerek ferdî gerek toplumsal özellikleri ihtiva eden namaz ile sağlanır. Hz. Peygamberin tavsifi ile “Dinin direği” olan namaz, imanı besler, kulu Rabbine bağlar. Sonsuz elemleri ve emelleri olan âciz insanı, her şeye kadir olan Rabbinin dergâhına ulaştırır.
154 – Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.
155 – Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!
156 – Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musibet geldiğinde, “Biz Allaha aidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz” derler. Böyle demeye, bu ayetten alınan bir kelime ile istirca’ denir. Bu ayet, İslam ümmetine Allahın büyük lütuflarındandır. Özellikle musibet ve sıkıntı hallerinde “Biz Allah’a aidiz” diyerek mümin malını, canını, her şeyini Allaha teslim etmekte, bütün kâinatın O’nun yaratıkları olduklarını, O’nun kendi mülkünde dilediği işi yapmasının yerinde olduğunu hatırlar. Kendisini o muazzam kuvvet kaynağına bağlayarak, kazandığı güçle musibetlerin üstesinden gelir.
157 – İşte Rableri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Hidayete erenler de ancak onlardır.
158 – Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir. Kim Hac veya Umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür. Zira Allah şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat veren Şekûr, herşeyi bilen Alimdir. [4,40] Müşrikler de Safa ile Merve arasında sa’y ederlerdi. Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi Allahın şeairi olmaktan çıkarmaz.
159 – İnsanlar için biz Kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya! İşte onlara Allah lânet ettiği gibi lânet edebilecek herkes de lânet eder.
160 – Ancak onlardan tevbe edip hallerini düzelten ve gerçekleri açıklayanlara gelince: Ben onların tevbelerini kabul ederim. Zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan Benim.
161 – İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, işte Allahın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.
162 – Onlar bu lânet içinde ebedî olarak kalırlar. Onların azapları hafifletilmeyeceği gibi kendilerine yeni bir mühlet de verilmez.
163 – Hepinizin İlahı tek İlahtır. Ondan başka tanrı yoktur. O, Rahmandır, Rahimdir.
164 – Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allahın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşun-da elbette aklını çalıştıran kimseler için Allahın varlığına ve birliğine nice deliller vardır. Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. İsa (a.s) a verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mûcize olarak istediler. Allah Teala: “İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim” deyince Efendi-miz: “O halde benimle halkımı başbaşa bırak, onları yavaş yavaş dine davet edeyim” demesi üzerine bu ayet indirildi. Demek ki bu ayette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu, Kur’ânın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.
165 – Öyle insanlar vardır ki Allahtan başkasını Allaha emsal tanırlar, tıpkı Allahı severcesine onları se-verler. Müminlerin Allaha olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. O, Allaha emsal tanıyarak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allaha ait olup, Allahın azabının çetin olduğunu keşke şimdiden bilselerdi! [89,25,26; 6,165] Bu ayet, Ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerindenbirinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur’an ıstılahında insan, daha çok “kul” vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu ayet gösteriyor ki Allah’tan başka her hangi bir şeyi veya kimseyi Allahı severcesine seven kimse, Allah’dan başka nid (yani Ona denk tutulan) edinmiş, sayılmaktadır. Bu sevgide niddir, yoksa Yaratma ve Rab olma vasfında nid değildir. el-Vedûd Allahın güzel isimlerinden olup “Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” demektir.
166 – İşte önderler kendilerini izleyenlerden uzak durdular, azabı gördüler ve aralarındaki her türlü bağ kesildi.
167 – Bunun üzerine o tabi olanlar şöyle dediler: “Ah ne olurdu, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi, biz de onları bir reddetseydik! İşte Allah Teala onlara, bütün yaptıklarını, en şiddetli pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onların o ateşten çıkacakları da yoktur. [25,23; 14,18; 24,39]
168 – Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetle-rimden helal hoş olmak şartı ile yeyiniz; Fakat Şeytanın peşinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin besbelli düşmanınızdır.
169 – O size hep çirkin ve murdar şeyleri ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri iddia etmenizi emreder.
170 – Onlara: “Gelin Allahın indirdiği buyruklara tabi olun!” denildiğinde: “Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız” derler. Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?
171 – İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar.
172 – Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helalinden yeyiniz. Eğer yalnız Allaha ibadet ediyorsanız, O’na şükrediniz.
173 – O size sadece meyteyi, kanı, domuz etini ve Allahdan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı. Kim mecbur kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartıyla bunlardan yemesinde günah yoktur. Allah Gafurdur, Rahimdir: Günahları çok çok affeder, merhameti boldur.
174 – Allahın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya… İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara son derece acı bir azap vardır.
175 – İşte onlar hidayeti bırakıp dalaleti, mağfireti bırakıp azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı imişler!
176 – Böyle olacaktır: Çünkü Allah Kitabı gerçek bir gaye ile hak olarak indirmiştir. Ve Kitap hakkında ihtilafa dalanlar haktan pek uzağa düşmüşlerdir. Bi’l-hakki: Hakkıyla, hak ile, hak olarak demektir. ba’: mülabese, musahebe veya sebebiyye olmak üzere burada birkaç yön muhtemeldir. Mulabese olursa: hakka mülabis, yani “haklı olarak”, “hak olarak iniş” veya “kitabın tam hakkı verilerek” demek olur. Sebebiyet olursa: “bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile” demek olur ki, yerine göre bu manalardan biri tercih olunur.
177 – Takva, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir. Lakin takva Allaha, ahiret gününe, meleklere, ki-taplara iman eden, hoşlandığı malını Allahı hoşnud etmek için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren, sözleştiği zaman sözlerinde duran, hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır. İşte onlardır iddialarında samimi olanlar ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takvalılar. [22,37; 76,8-9; 3,92; 41,7; 13,20] Bu bir tek ayet İslamın başlıca inanç (akaid), ibadet ve ahlâk esaslarını toplamaktadır. Buna işaret olarak Hz. Peygamber (a.s.m): “Kim bu ayete göre hareket ederse imanını kemale erdirmiş olur” buyurmuştur.
178 – Ey iman edenler! öldürülen kimseler hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür
ile, köle köle ile, dişi dişi ile kısas olunur. Ama kim, maktûlün velisi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra gereken diyeti ona güzel ve makul bir şekilde ve tam olarak ödemek gerekir. Bu esneklik Rabbiniz tarafından bir kolaylık ve lütuftur. Artık kim bundan sonra karşıdakinin hakkına tecavüz ederse ona son derece acı bir azap vardır.
179 – Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece korunmayı umabilirsiniz. Kısas hayat hakkının ve canı korumanın gereğidir. Gerçi kısasın kendisi cezayı hakketmiş bir hayatı yok etmedir, ama aynı zamanda haksız yere hayatı yok etmeye karşı, hayatın en büyük müeyyidesidir. Kısas gibi caydırıcı bir hüküm, toplum ve kişi hayatının garantisidir. Böylece dünya hayatınızı olduğu gibi ahiret hayatınızı da korursunuz.
180 – Sizden öleceğini anlayan biriniz, geriye mal bırakacaksa, anası, babası ve akrabaları için, münasip bir tarzda vasiyet etmesi size farz kılındı. Bu, müttakiler üzerine borçtur. Bu tarz, 4,11-12 de miras paylarını kesin olarak bildiren hükümle neshedilmiştir.
181 – Kim bunu işittikten sonra değiştirirse, artık vebali değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
182 – Vasiyet edenin hataya düşüp haksızlığa kaymasından veya günaha girmesinden endişe edip ilgililerin arasını bulan kimse, hiçbir vebale girmez. Allah Gafurdur, Rahimdir: Günahları çok çok affeder, merhameti boldur.
183 – Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki korunursunuz. Orucun sayısız hikmetleri vardır: Allahın hakkı olan Rubûbiyetinin daha geniş çapta anlaşılmasını sağlar. İnsanın rûhunu kötü etkilerden, hırslardan korur. Bedenine iyi bir perhiz olarak zararlı maddeleri atmasına vesile olur. İnsanlara aç ve fakir insanların sıkıntılarını tattırarak toplumdaki dengesizlikleri gider-meye katkıda bulunur, Haramlardan uzaklaşmaya vesile olarak, kişinin ebedî hayatını korur. Hülasa bütün bu gayeleri Kur’an, korunma (ittika) kelimesiyle özetlemiş olmaktadır.
184 – Oruç sayılı günlerdedir. Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Oruç tutamayanlara fidye gerekir. Fidye bir fakiri doyuracak mikdardır. Her kim de, kendi hayrına olarak fidye mikdarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185 – O sayılı günler, Ramazan ayıdır. O Ramazan ayı ki insanlığa bir Rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’an o ayda indirildi. Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruç tutsun. Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez. Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allahı tazim etmenizi ister. Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir. [2,200; 62,11]
186 – Kullarım Beni Senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da davetime icabet ve Bana hakkıyle inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyüp selamete ersinler.
187 – (Ey kocalar), oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinize yaklaşmak size helal kılındı. Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz. Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için yüzünüze bakıp, size bu lütufta bulundu. Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allahın sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde olun. Şafak vakti, günün ağarması gecenin karanlığın-dan farkedilinceye kadar yeyin için. Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar Allahın yasak sınırlarıdır, sakın o hudutlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp korunmaları için ayetlerini iyice açıklar.
188 – Bir de, birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, mal dâvasıyla rüşvetlerle hakimlere koşmayın.
189 – Sana hilalleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için vakit ölçüleridir. Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir. Asıl fazilet, haramlardan sakınan, müttaki insanın gösterdiği fazilettir. Öyleyse evlere kapılardan girin. Allaha karşı gelmekten sakının ki umduğunuza kavuşasınız.
190 – Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez. [9,36]
191 – Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Dinden döndürmek için işkence yapmak, adam öldürmekten beterdir. Yalnız, onlar, Mescid-i Haramın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın, fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa siz de onlarla savaşın. İşte kâfirlerin cezası böyledir. [48,24] Fitne: Dilde, yabancı maddelerden arıtmak için altını ateşe sokmaktır. Sınama, imtihan etme, işkence, ayrıca musibet, bela, günah, fesat mânalarına gelebilir. Bu ayette: hak dinden döndürmek için işkence etmek mânasınadır. Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı. Bu ayet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesi ile, işkenceyi durdurmak için savaş ilanına cevaz vermiştir. Nüzul sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir.
192 – Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah Gafurdur, Rahimdir: Günahları çok çok affeder, merhameti boldur.
193 – Bu işkence ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allaha ait oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. [16,126; 42,40]
194 – Hürmetli ay, hürmetli aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin. Allaha karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir.
195 – Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın. Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.
196 – Haccı da, Umreyi de Allah rızası için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız o durumda kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı traş etmeyin. Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir. Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebep-lerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise, her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurbanı temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bunlar, ailesi Mescid-i Haramda oturmayanlar içindir. Allaha karşı gelmekten sakının ve Allahın cezasının çetin olduğunu iyi bilin. Hac: şartlarına sahib olan müslümanın, ömründe bir defa hac aylarında ihrama girip kurban bayramı Arefe günü Arafatta vakfe, sonra Kâbe’yi ziyaret etmesidir. Umre ise Kâbe’yi, hac dışında, sünnet kabilinden ziyaret etmektir.
197 – Hac malum aylardadır. Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hacda ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme yoktur. Siz hayır olarak her ne yaparsanız Allah mutlaka onu bilir. Azıklanınız ve biliniz ki azığın en hayırlısı takvadır, haramlardan korunmadır. Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri. [22,25; 9,36]
198 – Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar taleb etmeniz-de size bir vebal yoktur. Arafatta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haramda Allahı zikredin. O Size nasıl güzelce hidayet ettiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O’nu zikredin. Bilirsiniz ki, Onun yol göstermesinden önce siz yolu şaşırmış kimselerdendiniz. Arefe günü vakfeden sonra Güneş batınca Arafattan Müzdelife’ye doğru akın edilir. Meş’ar-ı Haram Müzdelifededir. Müzdelifede akşam ve yatsı namazları birlikte kılınır. Gece orada geçirilerek, bayramın birinci günü sabah namazının peşinden Mina’ya doğru hareket edilir, orada kurban kesilip, Kâbe tavaf edilerek ihramdan çıkılır.
199 – Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allahdan af dileyin. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir: Günahları çok çok affeder, merhameti boldur.
200 – Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla öğündüğünüz gibi. Hatta daha fazla, daha hürmetle Allahı anın. Bazı kimseler: “Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver” derler. Bunların ahirette nasipleri yoktur. Haccı tamamlayınca araplar Mina’da toplanıp, bilhassa atalarının yaptıkları işleri anlatarak övünmeyi âdet edinmişlerdi. Bu ayet ona bedel Allahı zikredip O’nun hidayetini anlamak, onun eserlerini tefekkür, nimetlerine şükür etmeye teşvik ediyor.
201 – Bazıları da, “Ey bizim Kerim Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellikler ver, ve bizi cehennem ateşinden koru” derler. [22,72]
202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler. Allah hesabı çok çabuk görür.
203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allahı zikre-din. Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur. Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok. Allaha karşı gelmekten korunun ve bilin ki: hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız. Sayılı günler: Teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler Kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9 – 13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.
204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider. Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allahı da şahit gösterir. Halbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez. Bu ayette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 – O adama: “Allahdan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde, kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler. Böylesinin hakkından cehennem gelir. Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allahın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah da kullarına pek merhametlidir.
208 – Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin de Şeytanın adımlarının peşinden gitmeyin. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.
209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra yine de tökezlerseniz iyi bilin ki: Allah Azizdir, Hakimdir: son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar? Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allahın ve meleklerin gelip haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar? Bütün işler ve hükümler Allaha aittir O insanların keyfine göre iş yapmaz, kendi bildiğini işler.
211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik! Her kim, Allahın kendisine lutfetmiş olduğu nimeti değiştirirse iyice bilsin ki Allahın cezası pek şiddetlidir. [14,28]
212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler. Halbuki Allaha karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir. Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı. Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Onların beraberinde, gerçekten insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin. Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık ayetlerimiz geldikten sonra, sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i Kitaptan başkası değildi. Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği izn-i ilahîsi ile bu iman edenlere bildirdi. Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değillerdir. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler göndermiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakk tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) davet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu ayet bildirmektedir.
214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara duçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allahın vâdettiği nusret ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allahın yardımı yakındır. Bu ayet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allahın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise ahirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Ayet başta asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal ana – baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.
216 – Hoşlanmasanız da savaşma size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Doğrusu Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan engellemek, Allahı inkâr etmek, Mescid-i Haramı ziyareti yasaklamak, o Mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise, Allah nazarında daha büyük günahtır. Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir. Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar. Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da, ahirette de yaptıkları boşa gider. Bunlar cehennemlik olup orada ebedi kalacaklardır.
218 – Onlar ki iman ettiler, sonra hicret ettiler ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler… İşte onlar Allahın rahmetlerini umarlar. Allah da Gafurdur, Rahimdir: Günahları çok çok affeder, merhameti boldur.
219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar. De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır. Fakat günahları menfaatlerinden daha çoktur. Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın. Böylece Allah size ayetlerini açıklıyor ki dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 4,43] Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu ayetle başlamıştır. Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. (5,90,91)
220 – Sana yetimler hakkında da soru sorarlar. De ki: onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir. Eğer onlara sahip çıkmak için onlarla beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir. Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah Azizdir, Hakimdir: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
221 – Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin. Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız; mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten daha hayırlıdır. Müşrikler sizi cehenneme davet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete davet eder ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye ayetlerini insanlara açıklar. [5,5; 60,10]
222 – Bir de sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın. Temizlendikten sonra, Allahın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın. Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever. Cahiliye arapları ve yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemez-lerdi. Hıristiyanlar ise hayza hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar. İslam istikamet ve itidali gösteri-yor. Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.
223 – Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın. Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın. Allahın haram kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (Ey Resulüm!) müminleri müjdele! Sadece şehvet gidermeyi değil, size hayru’l-halef olacak salih, iyi yetişmiş evlat sahibi olmayı hedefleyin. Ayet soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.
224 – Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etme-ye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını engel yapmayın. Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89] Kasden veya istemeyerek kasdi olmaksızın ağız-dan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”
225 – Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat kalblerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah Gafurdur, Halimdir: Günah-ları çok çok affeder, cezayı çabuklaştırmaz.
226 – Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır. Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda be’s yoktur. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir: Çok affedicidir, merhameti boldur. Cahiliye arap erkekleri kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna îla denir. Kur’an îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırladı. Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffaret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.
227 – Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkiyla işitir ve bilir.
228 – Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler. Allaha ve ahirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allahın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helal olmaz. Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah Aziz ve Hakimdir: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [4,34]
229 – Boşama hakkı iki defadır. Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir. Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir mikdar geri almanız size asla helal olmaz; Fakat Allahın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır. Şayet siz de onlar gibi, onların Allahın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda zevcenin, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur. İşte bunlar Allahın tayin ettiği haklardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allahın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
230 – Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helal olmaz. Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve zevce ile ilk kocası Allahın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allahın belirlediği hudutlardır ki kendini bilenler için O bunları beyan buyurmaktadır.
231 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz. Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın. Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allahın ayetlerini şakaya almayın. Allahın sizin üzerinizdeki nimetleri ve sizi irşad etmek gayesiyle size indirmiş olduğu Kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin, Allaha karşı gelmekten sakının ve Allahın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin. Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.
232 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın. İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmekten engellememelidir. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır. Sizden Allaha ve ahiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir. Böyle yapmak sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
233 – Analar, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir. Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir. Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz. Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir. Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır. Fakat ana – baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur. Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterse-niz, kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur. Bununla beraber Allaha karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 7]
234 – Sizden eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir. Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.
235 – Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur. Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir. Ancak meşru sözler dışında onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin. Bekleme süresi sana ermeden nikâh akdine girişmeyin. Allahın içinizde saklı olan her şeye hakkiyle vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan sakının. Hem de bilin ki Allah Gafurdur, Halimdir: Çok affedici, çok müsamahalıdır, cezalandırmada aceleci değildir. [27,74; 60,1]
236 – Henüz kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda size günah yoktur. Zengin kudretince, eli dar olan kendi halince olmak üzere onlara münasip tarzda müt’a versin. İyilik etme şiarı taşıyanlara, bunu yapmak bir borçtur.
237 – Bir mehir belirlemiş olarak kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir. Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir). Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvaya daha uygun düşer. Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.
238 – Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû ile Allahın divanında durun. Salat-ı vûstâ hakkında farklı görüşler vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Fakat çoğunluk ikindi namazı olduğu kanaatin-dedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir. Fakat Kur’an, müphem bırakmakla, bütün namaz-lara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.
239 – Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın. Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allahın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin.
240 – Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar, eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar. Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur. Allah Azizdir, Hâkimdir: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
241 – Boşanmış eşlere de münasip tarzda verilmesi gereken bir mut’a vardır ki bu da müttakilere bir borçtur.
242 – Böylece, siz düşünesiniz diye Allah size ayetlerini iyice açıklar.
243 – Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere! Allah onlara: “Ölün” dedi sonra onları diriltti. Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler. Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allahın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allahın hükmünden kurtulmak için ne ölümden
kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.
244 – Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, herşeyi hakkiyle bilir.
245 – Kimdir o yiğit ki Allaha güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır. Allah rızkı kısar da, bollaştırır da. Zaten hepiniz döndürülüp Ona götürüleceksiniz.
246 – Musa’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat ettin mi? O vakit onlar aralarındaki bir Peygambere: “ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim” demişlerdi. O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?” deyince Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki vatanlarından çıkarılan biz, çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.” Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler. Allah o zalimleri pek iyi bilir. Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. Eski Ahid, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)
247 – Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin etti.” Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha layık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki! Üstelik servetten de nasibi fazla değil” dediler. Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi. Allah hakimiyeti dilediğine verir. Allah vâsi’ ve Alîmdir: Dilediğini zenginleştirir, İstidat ve liyakatleri bilir.”
248 – Peygamberleri devamla şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size içinde Rabbinizden bir sekine ile Musa ve Harun’un manevi mirasından bir bakiyyenin bulunduğu ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir. Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin için delil vardır.”
249 – Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi: “Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak; Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak üzere, kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.” Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler. Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince o vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Calut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur” dediler. Ölümden sonra diriltilip Allahın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler: “Nice küçük topluluklar vardır ki, Allahın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir. Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.”
250 – Talut’un beraberindeki müminler ise Calut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki: “Ya Rabbenâ, üstümüze gürül gürül sabır yağdır, Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!”
251 – Derken Allahın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü, Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti. Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu. Lakin Allah âlemlere büyük bir lütuf ve inayet sahibidir. Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale geti-rilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışır. Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lazımdır.
252 – İşte bunlar Allahın ayetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz. Sen elbette gönderilen resûllerdensin.
253 – İşte şimdiye kdar zikrettiğimiz resûllerden kimini kimine üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti. Meryem’in oğlu İsa’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle savaşmazlardı. Lakin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti. Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaş-mazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]
254 – Ey iman edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden harcayın. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. [2,101]
255 – Allah o İlahdır ki kendisinden başka ilah yoktur. Haydır, Kayyumdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine? Yarattığı mahlukların önünde ardında ne var, hepsini bilir. Mahluklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle Ulu, öyle Büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] Hayy: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi. Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün varlıkları varlıkta tutup onları yöneten, demektir. Bu ayete Ayetü’l-Kürsî denilir. Bu ayet, Allahın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’anda en büyük âyet, Âyetü’l-Kürsî’dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi Şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret”
256 – Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapkınlıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allaha iman ederse, işte o kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir. Dini, kişinin kendi tercihi ile dilemesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.
257 – Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler. İşte onlar Cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. [6,1-153]
258 – Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışan kişinin haline bir baksana! İbrahim O’na: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi. Bunun üzerine İbrahim: İşte Allah güneşi doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, der demez kâfir donakaldı. Zaten Allah zalimleri muvaffak kılmaz.
259 – Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı. Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. “Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti. “Ne kadar ölü vaziyette kaldın?” diye sorunca o: “bir gün veya daha az” diye cevap verdi. Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın. İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış. Bir de merkebine bak! Ve hem bunlar, seni insanlara canlı bir delil kılmamız içindir. Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!” Böylece işin gerçeği kendisine tam manasıyla belli olunca: “Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” dedi.
260 – Bir vakit de İbrahim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti. Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi. İbrahim: “Elbette inandım, lakin sırf kalbim mutmain olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi. Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah Azizdir, Hakimdir: tam kudret ve hikmet sahibidir.
261 – Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz dane bulunan danenin haline benzer. Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah ihsanı bol olan, hakkiyle bilendir.
262 – Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu? İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.
263 – Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir. Zira Allah kullarının sadakalarından Müstağnidir, Halimdir.
264 – Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek suretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Allaha da, ahirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaypak bir kayaya benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı kayıverir, cascavlak kalır. Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler. Zira Allah inkârcılar gürûhunu buna muvaffak eylemez.
265 – Allahın rızasını kollamak ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için mallarını harcayanların durumu ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer. Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir. Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir. Allah ne yaparsanız hepsini görür.
266 – Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki: Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun: Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulatı bulunuyor. Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var. Derken ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun? İşte Allah ayetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]
267 – Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın. Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. İyi bilin ki: Allah her şeyden müstağnidir, asıl hamde layık olan O’dur. [22,37]
268 – Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder. Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vâd buyurur. Allahın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.
269 – O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet nasib edilmişse doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur. Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve düşünürler.
270 – Harcadığınız her nafakayı, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir. Fakat zalimlerin ahirette yardımcıları olmaz.
271 – Allah rızası için yaptığınız maddi yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel! Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız, bu sizin için daha hayırlı olur ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder. Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır. Zekâtı açıktan diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır.
272 – Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lakin Allahtır ki dilediğini doğru yola getirir. Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir. Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz. İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez.
273 – Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkânı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır. Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın. Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler. Hem hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir. Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acz gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir. Bu ayette Allah Teala, kendilerini tamamen İslam hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı Suffa bu sınıfın başında gelir. Efendimiz onlara İslamı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu.
274 – Mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâr olarak hayra harcayanlar var ya! İşte onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir. Bu ayette teşvik edilen hayırlardan, birinci derecede zekât kasdedilir. İslamın emrettiği şekilde zekât noksansız verilirse fakirlik son derece azalır. Ancak zekâtın harcanacağı yerler sınırlı olduğundan, zekât sarfedilmeyen yerlere ayrıca teberrûlar yapılır. Hayır dernekleri ve vakıflar bunların başında gelir.
275 – Faiz yiyenler tıpkı Şeytanın çarptığı kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların “alış-veriş de faiz gibidir” demelerin-dendir. Halbuki Allah alış – verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allaha aittir. Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-“Sen çalış ben yiyeyim.” 2-“Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün.” İslam birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir. Faizi alan da veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. İktisad uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, san’at ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevketmekle riske maruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, zarar tehlikesine maruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. Emek, zekâ ve maharetin semereleri faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.
276 – Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır. Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiç bir kimseyi sevmez.
277 – İman eden, makbul ve güzel işler yapanlar, namazı hakkiyle ifa eden, zekât verenlerin… İşte onların Rableri nezdinde mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. [5,100; 8,37; 30,39]
278 – Ey iman edenler! Allaha karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.
279 – Eğer böyle yapmazsanız Allaha ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını biliniz. Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.
280 – Eğer borçlu sıkıntıda ise ona kolaylığa çıkıncaya kadar mühlet verin. Şayet bilirseniz alacağınızı bağışlamanız sizin için daha da hayırlıdır.
281 – Öyle bir günde rüsvaylıktan sakının ki, O gün Allahın huzuruna çıkarılacaksınız, sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
282 – Ey iman edenler! belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin. Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın. Kâtip, Allahın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allahdan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın. Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise, onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın. İçinizden iki erkek şahid de tutun. İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın. (Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir. Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar. Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmak Allah katında adalete daha uygun, şahitliği ifa etmek için daha sağlam, şüpheyi gidermede daha elverişlidir. Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur. Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Ne kâtip ne de şahit asla mağdur edilmesin. Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allaha itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allaha itaatsizlikten sakının. Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkiyle bilendir. [8,29; 57,28] Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır. Kur’an-ı Kerim’in bu ayeti, nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve Noterlik Kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kağıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medeni toplumlarda ihtiyaç duyulacak müesseseleri başlatmak, Kur’anın evrensel boyutunun delillerinden biridir. Böyle bir tesbitle şu üç fayda elde edilir: 1-Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 2-Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 3-Şüpheyi gidermeyi en iyi şekilde temin eder.
283 – Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde alınan rehinler yeter. Şayet kiminiz kiminize itimad ederse güvenilen kimse Rabbi olan Allahdan korksun da üzerindeki emaneti ödesin. Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin, onu gizleyenin kalbi günahkâr olur. Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 4,135]
284 – Göklerde ve yerde olan her şey Allahındır. Ey insanlar, siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker. Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır. Doğrusu Allah her şeye kadirdir. Bu ayet Bakara sûresinin “ihsan” maksadını gerçekleştirir. Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslama daveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allahı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allaha, meleklerine, kitaplarına ve resûllerine iman etti. “O’nun resûllerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler: “İşittik ve itaat ettik ya Rabbena, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır.
286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir. Ya Rabbena! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbena! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ya Rabbena! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma. Affet bizi; lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize. Sensin Mevlamız, yardımcımız, Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize. Bu iki ayet, bu uzun Sûrenin hatimesidir. Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidayet ve felah ehlinden olacağı bildirilmişti. İşte hatimesi de ona iman eden Cemaatın oluştuğunu ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir. Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1-“Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki ayeti okursa ona yeter.” 2-Allah Teala Bakara sûresini iki ayetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’andır.” 3-Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu ayetleri okumadan uyusun.”