Kulak; başın iki yanında bulunan işitme organı ve bu organın sesleri toplayan, dıştan görülen kısmı demektir. Ayrıca kulak; telli çalgılarda telleri germeye yarayan burgu, kök, balıklarda başın iki tarafında yer alan ve solungaçlardan gelen suyu dışarıya vermeye yarayan yarıklardan her biri, sabanın toprağa giren kısmının iki yanında bulunan ve toprağı yana dökmeye yarayan çıkıntılı parça, bıçak, yatağan, kılıç vb. kesici âletlerin kabzasının başında çatal şeklindeki çıkıntı, içine kıyma vb. konmuş yassı hamur parçası gibi anlamlara da gelir. Kulak mecaz anlamı; seslerin uygunluğunu, perde ve âhengini seçebilme ve değerlendirebilme yeteneği demektir. İşte kulak kelimesi ile ilgili cümleler.
– Çocuklarıma beni misal gösterdiğini, ağzım kulaklarıma vararak öteden beriden işitiyordum. (R. N. Güntekin)
– Takdirname eline verilince sevincinden ağzı kulaklarına vardı.
– Kulaklarında yekdiğerine beyaz ibrişimle merbut pırlanta, ufak menekşe abdest küpeleri… (H. R. Gürpınar)
– Ah bir gözüm, bin kulağım olsaydı da… (Y. K. Karaosmanoğlu)
– Uzaktan davul sesi duyuldu mu duyan işini bırakıp kulak verir. (K. Tâhir)
– Vücudu içinden duyduğu çöküntülere kulaklarını tıkar, gözlerini yumar. (A. Ş. Hisar)
– Konferansta bir süre daha kulak tıkayıp oturduk.
– Söylediklerime sürekli kulak tıkadığın için, başın dertten kurtulmuyor.
– Yapılan eleştirilere daha ne kadar kulak tıkayacaksın?
– Cismimi, hem canımı bürüyen ateş içinde hiçbir şey kulağıma girmedi. (S. Erol)
– Bu ne ses, kulağımın zarı patlayacak!
– Kollarından ve kulaklarından biçim biçim, sürü sürü altınlar… (R. H. Karay)
– Kulaklarıma inanamıyorum; fakat inanmaya mecbûrum. (S. Ayverdi)
– Zelîha’nın kulağına söz girmiyor, hıçkıra hıçkıra ağlarken incecik kombinezonunun çıplak bıraktığı omuzları sarsılıyordu. (O. Kemal)
– Pek çok karı kocalar bu gibi hakîkatlere karşı biraz göz yummaya, kulak tıkamaya mecburdurlar. (H. R. Gürpınar)
– Kulak verince, onun sesini tanımıştım.
– şte o zaman gider pâdişâhın kulağına. (P. Safâ)
– Kulak verin ki zaman tahtayı kemiriyor / Tavan aralarında, tavan aralarında. (N. F. Kısakürek)
– Öğretmeninizin söylediklerine kulak verin.
– Kadın lakırdısı girmez kulağıma zâti benim. (M. Âkif)
– Aman kulağına gitmesin ha, sonra ben cümlesini inkâr ederim. (A. V. Paşa)
– O sıralarda şirketin sarhoş ve ahlâksız bir memurunun, “Elbette velînimetler dururken bizim aylağımıza zammedilecek değil ya!” diye söylendiğini kulağıyle işitmişti. (R. N. Güntekin)
– Bilmem kulakların çınlıyor mu? (Y. Z. Ortaç)
– Aydınlatılmaya ihtiyâcımız vardı. Öğütlere dâima kulak verdik. (C. Meriç)
– Büyüklerin kulağına gitsin de. (R. N. Güntekin)
– Bak, bu çok enteresan, iyi dinle. –Kulak kesildim. (P. Safâ)
– Yahyâ Efendi, kendi sınıfının benzerleri gibi dünyâya ve dünyâlığa kulak asmayan bir serdengeçti idi. (S. Ayverdi)
– Dinle bezirgânbaşı, dinle dedi. Ben de kulak kesilip dinledim. (E. C. Güney)
– Bu yedi sekiz kuruş için ne hiddetlere kulak tıkamak ne nasîhatlere boyun eğmek lâzım… (Y. Z. Ortaç)
– Yavaş yavaş indim, kulak verdim ki aşçı ile konuşuyor. (A. Râsim)
– Dikkatimiz ister istemez gözlerimizden ziyâde kulaklarımızda toplanmıştı. (A. H. Tanpınar)
– Nûri ile Rahmi de bunlara kulak misâfiri oluyor, dediklerini anlamaya çalışıyorlardı. (B. Felek)
– Odada hafif bir gürültü oldu. Kedi gibi kulak kabartarak dinledim. (R. N. Güntekin)
– Ahmed Midhat Efendi’nin Beykoz’daki ilmî musâhabelerinden herkeste bir kulak dolgunluğu olurdu. (Y. Kemal)
– Kulağım çocukta, her an uyanabilir.
– Evet biliyorum, bunlar kulağına fısıldadılar değil mi? (A. Ağaoğlu)
– Kulaklarımın pasını gidermek için, arabada iki saat müzik dinledim.
– Radyoyu açın da kulaklarımızın pasını giderelim.
– Çok kıymetli bir sanatçımız, konuklarımızın kulaklarının pasını giderdi.
– Bu sözümü kulağına küpe et kızım! (R. N. Güntekin)
– Eser hakkında söylenen şeylere kulak misâfiri oluyordum. (R. N. Güntekin)
– Bir saattir kulağım telefonda, önemli bir telefon bekliyorum.
– Bakalım edebiyat târihçimiz edebiyâtımız hakkında neler söyleyecekti? Kulak kesildik. (C. Meriç)
– Kulağı ağır işitiyor, biraz sesli konuş.
– Murat, kulak kabartarak yukarıdakilerin tamâmıyle yatıp yatmadıklarını anlamak istedi. (M. Yesâri)
– Hemen gözlerimi açtım, kulaklarımı diktim. (R. N. Güntekin)
– Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!
– Kulaklarıma inanamıyordum, bu kadar narin, bu kadar nahif bir vücutta böyle bir ruh… (Ö. Seyfettin)
– Hûriye Hanım, ufak tefek memnûniyetsizliklere kulak asar takımından değildir. (B. Felek)
– Telefonu bozunca babası kulağını çekti.
Kulak ile ilgili atasözleri ve anlamları
– Sözlerini dinleyebilmek için kulağını camın deliğine koydu. (A. M. Efendi)
– Yaramaz çocuk, babana söyleyeceğim de kulağını çeksin biraz.
– Kerimcan kulaklarına inanamamış, anasından daha çok şaşırarak donakalmıştı. (K. Tâhir)
– Aklı başında kimseler tabiatiyle kulak asmadı bu mantıksız sözlere… (R. N. Güntekin)
– Dün akşam senin kulağını epey çınlattık.
– Kulağımın dibinde yavaş yavaş / Aşk türküleri söyledi. (O. V. Kanık)
– Küçük çocuk, annesinin kulağına bir şeyler söyledi.
– Söz almadan konuştuğum için öğretmenim kulağımı büktü.