Taze; ilk ve yeni durumunu koruyan, bayatlamamış, bozulmamış olan, kurutulmamış veya kurumamış olan, yeşil, çiçek ve sebze için toplanmasının üzerinden zaman geçmemiş, yeni, zamânı geçmemiş, genç kadın, dinç görünüşlü, yıpranmamış, körpe gibi anlamlara gelir. İşte taze kelimesi ile ilgili cümleler.
– Taze ot görmüş eşek gibi geldi çöktü böreğin başına.
– Bu taze gelin de kimin eşi?
– Landonun içindekiler kadın olmaktan ziyâde kız zannolunan, iki genç tâze çehre idi. (H. Z. Uşaklıgil)
– Taze yumurta, daha yeni kaynattım.
– Her bahar bir tâze gelin edâsı kazanan mahallemizin küçük ve fakir süslü çeşmelerini görür gibi olurdum. (A. H. Tanpınar)
– Elinde tâze dut dolu bir tabak… (A. Hâşim)
– Çamur, taze ot görmüş eşek gibi pis pis sırıtmış bunun üzerine. (H. Taner)
– Misafirlikte taze gelin gibi köşede süzülüyorum.
– Şu köşede çocuğuyla beraber bir taze oturuyor. (Ö. Seyfettin)
– İki tâzenin oturdukları masanın yanındaki boş yeri beğendim. (B. Felek)
– Orada okuduğum en taze havadis yirmi beş, otuz günlüktü. (H. Balıkçısı)
– Tâze ve canlı yeşilini kaybeden bütün tabiatta ilkbaharın uzaklaştığını görüyorum. (P. Safâ)
– Taze maydanoz kalmamış.
– Ağaçların taze yaprakları akşamın serinliğini emiyormuş gibi duruyordu. (M. Ş. Esendal)
– Kanepeye iki tâze oturmuş. (R. N. Güntekin)
– Çocukların yüzleri bir meyve gibi tâze… (A. H. Tanpınar)
– Yüzü taze, taravetli ve güzeldi. (M. Ş. Esendal)
– Meyve suları, ısı veya çözücü kullanmadan, taze meyvelerinin ezmesi veya sıkıştırması ile hazırlanılır.
– İkdam, Sabah, Tercümân-ı Hakîkat o tâze havâdisler… (H. R. Gürpınar)
– Kızım karşıdaki fırından taze ekmek al.
– Beyaz peyniri, ekmeğin taze kabuğuna sarıp ağzıma sokuyorum. (Y. Z. Ortaç)
– Süpürge otunun taze çiçekli dalları suda kaynatılarak kullanılır.
– Ve bize Selânik’le cereyan eden muhâberenin en tâze havâdisini getirdi. (H. Z. Uşaklıgil)
– Onun yüzünde bir tâze gül açılıyordu. (N. Kemal)
– Bizim taze gelin çok havalı maşallah.