Ortaçağ’da atalarımız, bizim bugün sofralarımızda ya da mutfaklarımızda kullandığımız sağlam saplı, keskin ağızlı, ucu sivri ya da küt olabilen basit bıçakları, en değerli hediyelerden biri sayarlardı.
İlk bıçaklar, taştan yapıldı. Bir rastlantı sonucu İnsanoğlu, çakmaktaşı parçalarının keskin sırtları bulunduğunu saptadı. Bu taşların kesici kısımları, tam 500.000 yıl boyunca, bıçak ödevini gördü. Çakmak taşlarının iki yüzü, hafif ve dikkatli darbelerle yontuluyor, ama böylelikle elde edilen âleti bilemek zor oluyordu. Ve işte, ancak Milâttan 10.000 yıl kadar önce Batı dünyasında insanlar, çakmaktaşlarını cilâlayıp bunlardan doğru dürüst bıçaklar yapmayı başardılar; bü âletlerin bazıları, ustura görevini yapacak kadar keskindi.
Bronz çağı ve onu izleyen Demir çağı ile birlikte bıçak, yavaş yavaş bugünkü şekline benzer bir görünüm aldı; ancak gerek sapı gerek ağzı aynı madenden yapılmaktaydı. Eski Yunanlılar ve Romalılar için bıçak, lüks bir nesneydi. Aşağı yukarı XVI. yüzyıla kadar da öyle kaldı. Tabaktaki et parçası onunla tutulur, ağıza alınmadan önce onunla parçalanırdı; çünkü çatal henüz mevcut değildi.
Bu değerli yardımcı âlet, genellikle yazılar ve özdeyişlerle süslenirdi; bazen de üzerine bilinen Latince İlâhilerin notası ve sözleri kazınırdı. Bıçağın sapında, sahibinin adının ilk harfleri veya armaları da yer alabilirdi. Yolculuklarda, bıçak bir kılıfın içinde kemere asılı olarak el altında bulunurdu. Çakı, yani kesici kısmı katlanabilen küçük bıçak, ancak XVII. yüzyılda ortaya çıktı.
Bıçak ile ilgili cümleler
Bıçak kemiğe dayanmak ile ilgili cümleler
Bıçak ile ilgili atasözleri ve anlamları
Bıçak ile ilgili deyimler ve anlamları