Çok önceleri, iki şeyi birleştirmeye ya da tutturmaya yarayan nesneler diken, kemik yâ da kılçık gibi çok basit şeylerdi. Uzun bir zaman ağaç kama marangozların, mobilyacıların, dülgerlerin ve gemi yapımcılarının başlıca birleştirme ve tutturma aracı oldu.
İnsanlar, Eskiçağ’ın ilk zamanlarından başlayarak tahta ve ağaç parçaları birleştirmek için, bakır, demir ya da bronzdan yaptıkları, düz başlı madenî çubukları kullandılar. Bu çivilere, çeşitli biçimler ve boylar veriyorlardı. Bunlar, kullanıldıkları eşya ve nesne üzerinde aynı zamanda genellikle işlenmiş bir süsleme öğesiydiler; öyle ki, bazı çivilerin başları heykel biçiminde yontulur ya da kazı resimlerle süslenir ve boyanırdı.
Vida denilen ve kendi üzerinde basıncın etkisiyle döndürüldükçe sert bir yüzeye gömülen, spiral şeklinde kanallı çivinin ilk defa Yunan fizikçileri ve matematikçileri tarafından düşünülüp tasarlandığı sanılıyor. Genel bir tahmine göre, vida tasarısını ilk defa uygulama alanına koyan, Milâttan dört yüzyıl önce tanınmış bilgin Tarentum’lu Arkhytas’tır. Bu genç Yunan fizikçisi, kendisinden 150 yıl sonra, sonsuz vidayı bulan Arkhimedes’e de ilham kaynağı olmuştur. Bilindiği gibi, sonsuz vida dişleri bir çarkın dişlerine geçtiği zaman, o çarka kendisinin dönme hareketine dik yönde bir dönme hareketi verir.
Vidayı bir silindirin içine yerleştirerek, sıvıları ve taneleri bazen çok yüksek düzeylere kadar çıkarma sistemini bulan da yine Arkhimedes’tir; tahıl üreticileri, ürünlerini depolamak için bu sistemden hâlâ yararlanıyorlar.