İkinci Dünya Savaşından (1939-1945) sonra, Almanya (Almanca: Deutschland) iki devlete bölündü. Batıda Federal Almanya Cumhuriyeti (Bundesrepublik Deutschland) ve doğuda, Demokratik Alman Cumhuriyeti (Deutsche Demokratische Republik).
843 yılında, Büyük Karl’ın oğlu Ludwig I’in Ren nehri doğusundaki topraklar, yani Germania üzerinde hükümdarlığının tanınmasından itibaren, birçok savaşlar, değişik hanedanlar gören, bölünmelere uğrayan bu ülke yavaş yavaş Almanya haline geldi. Gerçek anlamda Alman birliği, ancak 1871 yılında kuruldu. Alman devletleri, bu tarihte Prusya kralı Wilhelm I’i Almanya imparatoru ilân ettiler. Onun yerine geçen Wilhelm II, Birinci Dünya savaşından sonra tahtından vazgeçerek, yerini Weimar cumhuriyetine bıraktı. Bu cumhuriyeti, 1934 yılında Adolf Hitlerin yönettiği III. Reich (Üçüncü imparatorluk) izledi. 1945 yılında Müttefiklere yenilen Almanya, 1949 yılına kadar hükümetsiz kaldı. Devlet otoritesi, dört işgal ordusu (Amerikan, İngiliz, Fransız ve Rus) kumandanlarından oluşan bir Kontrol Heyeti’ne bırakıldı ve her orduya bir yetki bölgesi ayrıldı. Ancak, çok geçmeden, bu bölgelerde birbirinden farklı politik eğilimler başgösterdi. Elbe nehrinin orta çığırını izleyerek, Thüringen’den Lübeck’e kadar uzanan bir sınır, Sovyet bölgesini öteki üç bölgeden ayırdı. Böylece Almanya ikiye bölünmüş oldu.
1949 yılında iki yeni Alman devleti doğdu. Almanya Federal Cumhuriyeti (başkenti Bonn) ve Alman Demokratik’Cumhuriyeti (başkenti Doğu Berlin).
Doğu Almanya’nın ekonomik olarak gelişmemesinden dolayı on binlerce kişi refah seviyesi yüksek olan Batı Almanya’ya kaçmaya başladı.
Doğu Alman yönetimi bunu engellemek için 1961’de, daha sonra “Utanç Duvarı” olarak anılacak Berlin Duvarı’nı inşa etti.
SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un 1980’lı yıllarda açıklık ve yeniden yapılanma politikasıyla Doğu Almanya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerin yer aldığı Doğu Bloku ülkelerinde de reform süreci başladı.
Doğu Almanya’da halkın rejime karşı sokağa çıkması sonucunda 1989’da “Utanç Duvarı” yıkıldı ve iki Almanya 3 Ekim 1990’da resmen birleşti.
ALMANYA HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Almanya ya da resmî adıyla Almanya Federal Cumhuriyeti, Orta Avrupa’da bir ülkedir. Kuzeyinde Kuzey Denizi, Danimarka, ve Baltık Denizi; doğusunda Polonya ve Çek Cumhuriyeti; güneyinde Avusturya ve İsviçre; ve batısında Fransa, Lüksemburg, Belçika, ve Hollanda bulunur. Başkenti Berlin, 2019 yılına göre nüfusu 83,02 milyon’dur. Almanya yüzölçümü 357.386 km², dili Almanca, Para birimi Euro, Dini ise Hıristiyan (Protestan, Katolik)’tur.
Almanya Başlıca kentleri; Hamburg, Köln, Münih, Essen, Frankfurt am Main, Dortmund, Düsseldorf, Stuttgart, Duisburg, Bremen, Hannover, Laipzig, Dresden, Nürnberg, Bochum, Bielefeld, Wuppertal, Chemnitz, Mannheim, Magdeburg, Gelsenkirchen, Bonn, Wiesbaden, Karsruhe, Münster, Braunschweig, Mönchengladbach, Rostock, Kiel, Augsburg, Halle, Erfurt, Potsdam’dir.
Almanya, ikinci Dünya Savaşı sonunda dört Müttefik (ABD, SSCB, Büyük Britanya, Fransa) tarafından dört işgal bölgesine ayrıldı (1945); 1949’da ikiye bölündü: Almanya Federal Cumhuriyeti ve Almanya Demokratik Cumhuriyeti. Devlet ya da ülke olarak yüzyıllardır tek Almanya’dan söz edilse de gerçekte tarihi boyunca Almanya, ancak 74 yıl (1871-1945) çâğdaş anlamda birleşik bir ulusal devlet kimliği taşıyabildi (1806’ya kadar Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’na, 1815’ten 1866’ya kadar Germen Konfederasyonuna bağlı bir grup dağınık Germen devletçiğinden oluşuyordu). 1949’da ABD, Büyük Britanya ve Fransa’nın denetiminde kalan batıdaki üç bölge, Batı’nın müttefiki Almanya Federal Cumhuriyeti’ne; Sovyetlerin denetimindeki bölge ise sosyalist bloka bağlı Almanya Demokratik Cumhuriyeti’ne dönüştü. Almanya’nın eski başkenti Berlin de iki Almanya arasında bölündü. Doğu Berlin Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti olarak kaldı. İki Almanya cumhuriyetinin kapladığı alan, batıda Rhine (Ren) Irmağı, doğuda Oder Irmağı, güneyden Alpler, kuzeyden Baltık ve Kuzey denizleriyle çevrelendi. Ancak Almanya’nın sınırları her zaman bu konumda kalmamış; Almanya olarak adlandırılan topraklarda yüzyıllar boyunca pusulanın her yönünde kaymalar gözlenmiştir. Almanya’nın coğrafi kapsamı konusundaki belirsizlik, ülkenin birliğini güçleştirmiş; ancak bu engeller 1871’de Prusyalı devlet adamı Otto von Bismarck döneminde aşılabilmiştir. Günümüzde, iki Alman devletinin toplam yüzölçümü İkinci Dünya Savaşı öncesinden % 30, Bismarck Almanyası’ndan % 40 oranında küçüktür.
ALMANYA TARİHİ
Günümüz Almanya’sının yer aldığı topraklara insan yerleşimi, Avrupa’nın Akdeniz kıyılarının yerleşime açıldığı dönemlerde gerçekleşti. Bu topluluklardan kalma bazı insan iskeletleri Düsseldorf yakınlarındaki Neanderthal Vadisi’nde bulundu. Ancak iklim koşullarının en elverişli olduğu dönemlerde bile teknoloji ve ekonomi alanlarında yavaş bir ilerleme gerçekleşti. Tarım ve çömlekçilikle uğraşan, yerleşik topluluklar ancak İÖ 3500’lerden ortaya çıktı, İÖ 1800’lerde tunç araç-gereçlerin yapımıyla doğal ormanlık çevre değiştirilmeye başlandı. Daha sonraki tarih öncesi dönemlere ilişkin kalıntılar toplum yaşamı ve ekonomi alanında önemli değişmeleri ortaya koyuyordu. Ren ortalarında ve Tuna Alpler bölgelerinde yaşayan ve Keltçe konuştuktan sanılan toplulukların ürettiği, İÖ son dört yüzyıldan kalma eserler arasında sağlam yapılı büyük kaleler, gelişkin tasarımlı madeni eşyalar, madeni paralar bulunuyordu.
Aynı dönemlerde Almanya’nın kuzeyinde daha alt düzeyde bir uygarlığa rastlanırken, doğuda gömülü olarak bulunan kalıntılar, ileri bir kültür düzeyinin varlığını kanıtlıyordu. Ülkenin gerçek anlamda tarihi, doğudan gelen Slav ve Asyalılann baskısına uğrayan Germen barbarlarının Roma Imparatorluğu’na girip Ren Irmağı’nın iki yakasına yerleşmeleriyle başladı. Bu yerleşme sonucunda bölgeye egemen olan Roma etkileri hızla silinerek ortadan kalktı. Boylar arasındaki savaşlar ve yerel toplulukların yapısındaki değişmeler, var olan boyların ortadan kalkması ve yenilerinin doğması sonucunu yarattı. Örneğin İS 3. yüzyılda Aşağı Ren’de kurulan Frank toplulukları ve 5. yüzyılda Orta Almanya’da ortaya çıkan Thüringenliier bunlardandır.
4. ve 5. yüzyıllarda batıya ve güneye yönelen göçler, sonunda Roma İmparatorluğu’nun çökmesine yol açtı. Bu göçler sırasında çoğu bir kralın önderliği altında toplanan büyük boylar önem kazandı. 500’lerde yönetimi ele geçiren Morav hanedanına bağlı Choldwig’ten Charlemagne’a (Büyük Kari) kadar geçen dönemde Frank Krallığı, öteki Alman topluluklarını (Alamanlar, Thüringenliler, Bavyeralılar, Saksonyalılar) egemenliği altına aldı. Ren’in batısında ve Tuna’nın güneyinde kalan eski Roma illeri sistemli bir biçimde Almanlaştırıldı. 6. ve 7. yüzyıllardan kalan buluntular bu olguyu doğruladığı gibi, toprak sahibi yeni bir sınıfın doğduğunu da kanıtlar.
Aynı dönemde, egemenlik altına alınan öteki topluluklar Frank, Kelt ve Anglosakson misyonerleri tarafından Hıristiyanlaştırıldı. Chlodwig’in ölümünden sonra Frank Krallığı çeşitli bölgelere ayrıldı ve krallığı sırasıyla II. Pepin ve oğlu Charles Martel yönetti. Charles Martel’in oğlu III. Pepin’i Papanın Frankların kralı olarak tanımasıyla (750-751) hanedanı dönemi başladı (759-911), Karolenj hanedanının egemenlik kazanması. Ren ve Mosel’i kapsayan alanlarda yaşayan ve yazgıları kopmaz bir biçimde Karolenjlere bağlanan öteki büyük aileler için yeni olanaklar sağladı. Bu durum Frankların doğu komşuları Saksonlara karşı daha saldırgan bir tutum benimsemelerine yol açtı. Karolenj hanedanı döneminde III. Pepin’in yanı sıra Charlemagne, I. Ludwig, Alman Ludwig, Kel Charles, Şişman Charles, Genç Ludwig, Arnulf, Çocuk Ludwig gibi krallar saltanat sürdüler. Bu dönemde Charlemagne bazen zor kullanma yoluna da başvurarak Alman topluluklarını denetim altına aldı ve Batı tmpartorluğu’nu kurdu (800). Böylece tüm topluluklar ortak bir politik varlık içinde toplandılarsa da hanedanının dünya devleti ülküsü, Frankların mirasın aile bireyleri arasında bölünmesi geleneği “karşısında dayanamadı.
Çeşitli bölümlerden sonra gerileme belirginlik kazandı ve Normanlar, DanimarkalIlar, Wendler, Macarlar ve Moravların saldırıları bu süreci hızlandırdı. Bu durum Bavyera, Schwab, Frankonya, Lorraine, Saksonya gibi dukalıklarda derebeyliğin köklü bir biçimde yerleşmesine yol açtı. 911’de Çocuk Ludwig’in ölümüyle Doğu Frank Krallığı’nda Kardinger egemenliği son buldu. Söz konusu dukalıklardan yalnız Lorraine Batı Frank Kralı III. Charles’a bağlılığını ilan ederken, ötekiler Frankonya Dükü Kon-rad’ı kral seçtiler. Böylece, 1250’lere kadar süren ortaçağ egemenliği dönemi başladı.
I. Konrad döneminde gerçek güç, kralı seçen toprak sahibi soylu ailelerin elinde kaldı. Frankonya Dükalığı’nın zayıflığı, öteki dukalıklar üzerinde egemenlik kurulmasını önledi. I. Konrad’ın ölümünden sonra yerini Saksonya Dükü I. Heinrich aldı ve ülkede Saksonya hanedanı dönemi başladı Bu hanedan döneminde I. Henrich’i I. Otto, II. Otto, III. Otto ve II. Heinrich izledi. 919-1024 arasında saltanat süren Saksonyalılar, Macarlan yendiler, DanimarkalIları vergiye bağladılar ve Slavları geri püskürttüler. Hıristiyanlığı yaygınlaştırarak, dine bağlı derebeylerin ve soyluların desteğiyle öteki derebeylerin ayaklanmalarını bastırdılar. Giderek ülkenin ana çizgileri oluşurken, I. Otto İtalya’nın “demir haç”ını ele geçirdi ve Roma’da eski kralların taşıdığı imparator (kayser) unvanını yeniden aldı (962). Böylece Kutsal Roma Germen imparatorluğu adım taşıyan devlet kuruldu. II. Heinriclı’in ölümünden sonra prenslerin seçimiyle yönetime getirilen (1024) II. Konrad Arles Krallığı’nı imparatorluğa kattı. II. Konrad ile başlayan Frankonya hanedanı döneminde ülkeyi sırasıyla III. Heinrich, IV. Heinrich ve V. Heinrich yönetti. Bu dönem, kralların tutumlarıyla, ona karşıt olan Papalığın mücadelesiyle geçti. Bu mücadeleden merkezi yönetim ve imparatorluk zayıflamış olarak çıktı; kilise güçlendi, alt ve orta düzeydeki soylular baskıdan kurtuldular. V. Heinrichen 1125’te ölümüyle Frankonya hanedanı son buldu; aneak, yeni kral, hanedana yakınlığı bulunan Hohenstaufen hanedanı yerine Saksonya hanedanından seçildi. Yeni kral, eski Saksonya Dükü II. Lothair, Saksonyalıların gücünü artırmak ve Hohenstaufen ailesini zayıf düşürmek için çaba harcadı. Bu mücadeleleri sırasında bir başka güçlü aile olan Guelflerin desteğini kazanmaya çalıştı. Bu destek nedeniyle II. Lothair’den sonra egemenliğin Guelflere geçmesi beklenirken, 1137’de kralın ölümüyle kiliseye bağlı prenslerin kararı sonucu Hohensta-ufenlerden III. Konrad başa geçirildi. Böylece Guelflerle Hohenstaufenler arasındaki uzun mücadele başladı. Yönetimde pek başarı gösteremeyen III. Kon-rad’ı I. Friedrich, VI. Heinrich, II. Friedrich izledi. Hohenstaufenler, Doğu Marklarındaki Slavları Germenleştirme ve Hıristiyanlaştırma çabalarını Guelflere bırakırken kendileri de İtalya’ya yöneldiler. Ancak çeşitli başarısızlıklarla ülkenin zayıflaması hızlandı. II. Fried-rich’in ölümü (1250), Almanya ile İtalya arasındaki bağların kesin olarak kopmasına, Hohenstaufenlerin çökmesine ve evrensel krallık ülküsünün yıkılmasına yol açtı. Bundan sonraki iki buçuk yüzyıllık kargaşa döneminde ülkedeki politik kurum ve işlemler köklü değişikliklerden geçti. Ortaçağ sonunda ülkede görülen en belirgin gelişme, Bavyera, Avusturya, Saksonya ve Brandenburg gibi merkezi eyaletlerin ortaya çıkması oldu.
1250-1273 döneminde de Almanya karışıklık içinde kaldı. Dini temel alan ya da din ve devlet işlerini birbirinden ayıran birçok devlet iç içe girmişti. Derebeyleri ya da kentler arasında, politika ve ekonomi alanında sürekli olarak bağlar oluşuyor ya da çözülüyordu. 1273’te imparatorluk Habsburg hanedanından Prens Rudolfun eline geçti. Avusturya, Karintiya, Kamiyola ve Stirya eyaletlerini topraklarına katan Prens Rudolfun 1291’de ölümünden sonra ülkede yine karışık bir dönem yaşandı. Bu dönemde ülkeyi sırasıyla Adolf, I. Albrecht, VII. Henry, Bavyralı Ludwig, IV. Karl, Wen-ceslas, Rupert, Sigmund, II. Albrecht, III. Friedrich, I. Maximillian ve V. Karl, yönetti, Bavyeralı Ludwig’in yönetimi sırasında imparatorluğun Papalığa karşı tam bağımsızlığı ilan edilirken, IV. Kari döneminde imparatorların seçilmesiyle ilgili konulara belirginlik kazandırıldı. I. Maximillian ise Habsburgların mülklerini önemli ölçüde artırdıysa da Alman devletine birlik kazandırmayı başaramadı.
Ortaçağ Almanyası’nda imparatorun egemen olduğu toprakların sınırları giderek daralmıştı. Birçok bölge bağımsızlığını ilan etmiş ya da başka devletlere bağlanmıştı, imparator, Reichstag’ın (Devlet Meclisi) iznini almadan vergi koyamıyor ve asker toplayamıyordu. Prensler imparatorluk zararına bağımsızlıklarını artırıyor ve topraklarını genişletiyor, kentler bağımsız birer cumhuriyete dönüşüyor, şövalyeler imparatora bağlıiıklannı ancak güç durumda kaldıklarında gösteriyorlardı. Zayıf düşen imparatorluk kurumlannm yerini Avusturya’nın krallık kurumlan alıyordu.
1519’da V. Karl’ın imparator seçilmesiyle Almanya’da 1618’e kadar sürecek yeni bir dönem başladı. Martin Luther’in ulusal bir kişilik olarak ortaya çıkışıyla yeni imparatorun yönetimi üstlenmesi aynı döneme rastlıyordu. Protestan Reform hareketi, Almanlara özgü bir olgu olmamakla birlikte, Avrupa’da izlediği yön, Almanya’daki kökeni ve kuruluşuyla belirleniyordu. Katolik Kilisesi’nin eleştirisi ve kuramları, yapısı, öğretisiyle ilgili reform yapılması doğrultusundaki istem Batılı Hıristiyanlar arasında uzun süredir yaygındı. Martin Luther ile öteki Protestan önderlerin öğretilerinde yeni özelliklerin sınırlı oranda yer tutmasına karşın ağırlık verilen konularla uygulama alanında var olan görüş ve deneyimler arasında farklılıklar göze çarpıyordu. 1517-1560 arasında biçimlenen Protestan kiliselerinin öğreti ve kurumlan, Alman kökeniyle ilgili kesin izleri taşıyordu. Reform’un yol açtığı, ayrıca toplumsal ve politik sorunlardan da etkilenen mezhep savaşları, imparatorun etkinliği açısından zararlı oldu ve prenslerin toprak mülkiyetini güçlendirdi. Biı^gibi zararların yanında. Reform olumlu sonuçlar da doğurdu. Papalık ve Katolik Kilisesi ile mücadeleyi halk için ortak bir ülkü durumuna getiren Luther, en uygun anlatım aracı olarak modem Almancayı kurdu ve böy-lece Alman ulusal bilincinin doğmasına büyük katkıda bulundu.
İmparatorluğu döneminde devlete büyük güç kazandıran V. Karl’ın 1556’da tahtını bırakmasıyla yerine oğlu I. Ferdinand geçti. I. Ferdinand ve onu izleyen II.Maximillan (1564-1576), 1555’te imzalanan Augsburg Antlaşması’na belirli ölçüde bağlı kaldılar. Bu barış yalnız Katoliklik ve Lutherciliği tanımış, ancak tüm mezhep anlaşmazlıklarına son verememişti. 16. yüzyılın ikinci yarısında Protestanlığın bir başka biçimi olan Kalvencilik de Almanya’da yayıldı. II. Rudolf döneminde ise (1576-1612), etkin Katolikler ve Protestanlar kendilerini, 1555’in çözümlenmemiş sorunlarından kaynaklanan daha derin anlaşmazlıklar içinde buldular. II. Rudolf un ölümü üzerine (1612) tahta geçen kardeşi Matthias arasındaki çekişmeler Habsbuiğlann etkinliğini önemli ölçüde azalttı. 1618’de II. Ferdinand’ın imparator seçilmesi öncesinde, politika, din, diplomasi, anayasa ve hanedan ilişkileri alanında doğan pek çok sorun ve bölünmenin yol açtığı Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) patlak verdi. Otuz Yıl Savaşları, Alman tarihinde askeri bir olgu olmanın ötesinde özel bir önem taşır. Ortaçağ imparatorluğunun dağılmasındaki son aşamayı oluşturan bu savaş, çok merkezli bir toplumu yerleşik kılan çağın da haşlangıcını yaratıyordu. Ülkenin kendi iç çelişkilerinden doğan savaş, yabancı güçlerin etkilerine de açık kaldı. Protestanlık ile Katoliklik, Fransa ile Habsburg, Hollanda ile İspanya arasındaki karşıtlıklar, savaşa uluslararası bir nitelik kazandırıyordu. Savaş sonunda Vestfalya Anlaşması (1648) ile Almanya’nın Kutsal İmparatorluğu oluşturan 350 devlete ayrılması, ülkenin birleştirilmesi konusundaki tüm umutlan yok ediyordu. Öte yândan; savaş sonunda ülke ekonomi alanında büyük bir bunalıma girmiş, doğal kaynak ve insan kaybı tarım, endüstri ve ticareti büyük ölçüde geriletmişti..Savaş bitmeden önce 1637′ de ölen II. Ferdinand’ın yerine oğlu III. Ferdinand geçti. 1657’de III. Ferdinand’ın ölümünden sonra sırasıyla I. Leopold, I. Joseph, VI. Kari imparator oldu. Bu dönemde Friedrich’in Prusya kralı oluşu (1701) Almanya tarihinde dönüm noktası oluşturdu. Hohenzollemler, Habsburgların karşısına çıktı; Almanya’dan uzaklaşarak İtalya’ya, Tuna ve Balkan ülkelerine yönelen Katolik Avusturya’nın karşısında hızla güç kazanan Protestan bir Prusya oluştu. Kral II. Friedrich (Büyük) döneminde ise Prusya toprak açısından büyük kazançlar sağladı.
1740 yılında VI. Karl’ın ölümünden sonra Bavyera Dükü’nün VII. Kari olarak imparator seçilmesine karşın ölen imparatorun kızı Maria Theresa direndi ve pek çok yerden destek kazandı. 1745’te eşi I. Franz imparator seçildi. I. Franz’ın 1765’te ölümünden sonra Maria Theresa, oğlu II. Joseph ile tahtı paylaştı. II. Joseph annesinin 1780’de ölümüyle birlikte imaratorluğa tek başına hak kazandı. Sertliği kaldırarak serilere yasal haklar tanıyan, dinsel alandaki hoşgörüyü genişleten ve kiliseyi denetim altına alan imparator II. Joseph’in reformlarını ölümünden sonra yerine geçen kardeşi II. Leopold (1790-1792) geçersiz saydı. 1789 Fransız Devrimi, aydınları etkilediyse de başlangıçta Almanya’da önemli bir etki yaratmadı. Almanları Fransızlardan ayıran politik ve sosyal farklılıklann yanında politika ve askerlik alanlarında yaşanan gelişmeler, Fransız Devrimi’ni destekleyen görüşleri temelsiz bırakıyordu. Ancak 1789 Devrimi ile ülkede 1815’te Germanya Konfederasyonu’nun kurulmasına kadar süren yeni bir dönem başladı.
19. yüzyılın başlarında Kutsal Roma Germen imparatorluğumun yıkılmasında, Fransızların ve Napolyon’un önemli payı oldu. Alman ulusal bilinci, ülkenin işgal edilmesine ve Napolyon yönetimine karşı direnişle doğdu. Fransa ile Almanya arasında süren bir çok savaştan sonra 26 Aralık 1805 Petersburg Anlaşması ile Kutsal imparatorluk tümüyle son buldu. 1792’de II. Leopold’ün yerini alan II. Franz 1806’da Kutsal Roma Germen imparatoru olarak tahtını bıraktı ve eski imparatorluğu dağıttı. II. Franz 1804’te I. Franz adıyla kendisini Avusturya imparatoru ilan etmişti.
1806-1813 arasındaki dönemde Almanya’daki Fransız etkisi en üst düzeyine ulaştı. 1795’ten o döneme kadar Fransız egemenliğinde bulunan Ren’in batısındaki eyaletlerde Fransız Devrimi’nin köklü etkileri oldu. Ayrıcalıkların kaldırılmasıyla, merkezi yönetim ve Napolyon yasası genelde geniş destek kazandı.
Viyana Kongresi’nin son kararıyla Almanya’ya yeni bir yapı kazandırıldı ve Germanya Konfederasyonu kuruldu (9 Haziran 1815). Bu arada Napolyon da kesin olarak yenilgiye uğratıldı. Germanya Konfederasyonu çok az kişinin yeniden canlandırmayı düşündüğü Kutsal İmparatorluğun yıkılmasıyla doğan boşluğu dolduracaktı. Yeni konfederasyon, hem dış sınırları hem de iç işlevleri yönünden dağıtılan imparatorluğa benziyordu. Üye devletlerin başkanlarınca atanan delegelerden oluşan bir kurultay konfederasyonun başlıca organıydı. 39 devlet içerisinde en büyükleri Avusturya ve Prusya idi. Önceleri liberalizm ve birlik yanlısı görüşler ezilmeye çalışılırken, 1830’lara doğru ülke endüstrileşmeye başladı ve büyük ticaret merkezlerinde liberal burjuvazi egemenlik kazandı.
1847 bunalımı, sosyalizm propagarh dası ve Fransa’da başlayan 1848 Devrimi Almanya’da da ayaklanmalara yol açtı. Toplu gösteriler hükümetlerin düşmesine ve pek çok Alman devletinde liberal bakanlıkların kurulmasına neden oldu. 1848 Devrimi, 18 Mayıs’ta Frankfurt’ta bir Millet Meclisi’nin toplanmasını sağladı. Ancak görüş ayrılıkları nedeniyle, bir sonuca varılamadı ve birleştirici bir anayasa hazırlanamadı.
Avusturya ve Prusya arasındaki gerginlikler giderek derinleşirken, I862’de Prusya başbakanı olan Bismarck, güçlü bir siyasal önder olarak belirdi. Bismarck, diplomasi ve ordu aracılığıyla hem Prusya’nın egemenliğini hem de Avusturya’nın Almanya dışında bırakılmasını sağladı. Avusturya-Prusya Savaşı’ndan sonra 1866’da Main İrmağı’nın kuzeyindeki tüm devletleri kapsayan ve genel oyla seçilmiş bir Reischstag’ı bulunan Kuzey Almanya Konfederasyonunu kurdu. Ancak başbakan aracılığıyla Prusya kralının yönettiği bu konfederasyon 1870’te dağıldı. Prusya-Fransa Savaşı’nın ardından 1871’de Prusya Kralı I. Wilhelm, Almanya. imparatoru ilan edildi.
Almanya imparatorluğu döneminde (1871-1918), ülke dünyanın en güçlü ve zengin devletlerinden biri durumuna geldi. Mart 1871’de bir Millet Meclisi seçilerek 20 Nisan Anayasası kabul edildi. Önceleri iç ve dış politikada büyük başarı gösteren Bismarck, özellikle Sosyal Demokrat Parti karşısındaki başarısızlığı nedeniyle 1890’da görevden çekildi. I. VVilhelm’den sonra imparator olan III. Friedrich’i (Mart-Haziran 1888) II. Wilhelm izledi. II. Wilhelm, Bismarck’ın görevden ayrılmasından sonra, ülkenin endüstri alanındaki gücüne dayanarak hem Avrupa Kıtası’nda hem de denizlerde ve sömürgelerde emperyalist bir yol izledi.
Almanya’nın Avrupa ülkeleriyle gerginleşen ilişkileri, Balkan Savaştan (1911-1913) sırasında daha da bozuldu. 1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya, önceleri cephelerde başarılar elde ettiyse de durumu giderek kötüleşti. Ülkenin savaşta bozguna uğraması sonucu, 9 Kasım 1918’de imparator, Hollanda’ya sığındı.
Ülkenin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması, cephe gerişindeki askerler, denizciler ve işçilerin ayaklanmasına elverişli bir ortam hazırladı. Ancak direnişin yaygınlaşmasına ve sovyetleri örnek alan komitelerin kurulmasına karşın, Spartakistler (Sosyal Demokrat Parti’nin devrimci sol kanadı) hareketi bastırıldı; önderleri Karl Liebknecht ile Rosa Luxemburg öldürüldüler (Ocak 1919).
Savaş sonrasında galip devletler Almanya ile ayrı ayrı barış antlaşmaları yaptılar. Bunlar içinde özellikle 1919 Haziranında imzalanan Versailles Antlaşması, Almanya açısından çok ağır hükümler taşımaktaydı. Aynı yıl geniş bir kitlenin seçtiği, çoğunluğunu sosyalistlerin oluşturduğu Kurucu Meclis, Weimar’da toplanarak Başbakan Ebert’i cumhurbaşkanı seçti ve Anayasayı onayladı. Anayasa, tek meclisli bir parlamentonun kurulmasını öngörüyor ve geniş yetkilerle donattığı cumhurbaşkanının genel oyla doğrudan seçilmesini sağlıyordu. Ancak Almanya’nın savaş borçlarını ödemekte güçlük çekmesi, ekonomi alanında doğan bunalım ve milliyetçilerin aşırı eylemleri 1919’da kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin 1933’te son bulmasına yol açtı.
1924-1929 arasındaki dönemde bir ölçüde dengesini bulan Alman ekonomisi, 1929 bunalımıyla yeniden bozuldu. İşsizliğin artması ve kitlelerin umudunu yitirmesi, halkın gözünde Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi’ni seçenek durumuna getirdi. Irkçı ve milliyetçi Hitler, devleti halkçı ve milliyetçi bir temel üzerinde yeniden kuracağını öne sürerken, karşıtlarını yıldırmak için SA’lar ve SS’ler gibi militan örgütlerle şiddete de başvuruyordu. 1932’de mecliste, Nasyonal Sosyalist Parti’nin çoğunluk kazanması sonucunda Başkan Hindenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i Alman Reich’ı şansölyeliğine getirdi.
1933-1945 arasındaki dönemde (3. Reich: Üçüncü (imparatorluk) Naziler, tüm yasaları çiğneyerek bir diktatörlük yönetimi kurdular. Ülke içinde baskıya dayalı bir düzen kurulup sosyalistler, demokratlar, Katolikler, Yahudiler toplama kamplarına gönderilirken, 1935’ten başlayarak saldırganlık dışarıya yöneldi. 1939’da Çekosojvakya ve Polonya’nın işgal edilmesinden sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Önceleri büyük askeri başarılar kazanılmasına karşın, Stalingrad Savaşı (Ocak 1943) ve ikinci cephenin Normandiya’da açılmasının (6 Haziran 1944) ardından ülke yenilgiye uğradı. Hitler’in 30 Nisan 1945’te ölümünden sonra Almanya 8 Mayıs 1945’te koşulsuz teslim oldu.
ALMANYA YÜZEY ŞEKİLLERİ
Çekoslovakya’dan doğan ve ülkenin 9/10’luk bölümünü güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda akaçlayan Elbe Irmağı, Demokratik (Doğu) Almanya’ya Erzgebirge’den derin bir vadi yoluyla girer. Ülkenin güney bölümünü, ırmağın sol kıyısındaki kolları akaçlar. Bu kollardan en önemlileri Muide ve Saale’dir. Elbe Irmağı, orta çığırında, Spree adlı koluyla ülkenin orta bölümlerini akaçlayan Havel Irmağı ile birleşir. 97 km’lik bölümü, Federal (Batı) Almanya ile sınır oluşturur. Federal Almanya’da Hamburg Kenti’ni geçtikten sonra, 100 km’yi aşkın bir haliç oluşturarak Cuxhaven’de Kuzey Denizi’ne dökülür. Doğu sınırının büyük bölümünü birlikte oluşturan Oder ve Neisse ırmaklarının, ikinci Dünya Savaşı öncesinde Alman topraklarında kalan bölümleri, sınır değişiklikleri nedeniyle günümüzde Polonya sınırları içinde akar. Thüringer Wald’da küçük bir bölge Werra Irmağı tarafından akaçlanır.
Baltık kıyılarındaki kısa akışlı sular ise doğrudan doğruya denize dökülür. Büyük bölümünü Elbe Havzası’nın kapladığı ülke toprakları, dört ana bölgeye ayrılır: Kuzey Ovası, Kuzeydoğu Bölgesi, Güneybatı Bölgesi ve Güney Dağları.
Kuzey Ovası
Kuzey Avrupa Ovası’nın Demokratik Almanya’da kalan bölümü. Federal Almanya’da yer alandan daha geniş bir alan kaplar. Harz Dağlarının doğusunda güneye doğru genişleyerek Thüringen ve Saksonya’ya uzanan ova, Demokratik Almanya’daki en geniş yerinde Baltık Denizi’nden güneye doğru 402 km boyunca uzanır. Bölge, Federal Almanya’da kalan alana oranla hem daha uzundur, hem de yüzey şekilleri ve kaynaklar yönünden daha büyük çeşitlilik gösterir. Ülkenin kuzeybatı sınırından güneydoğu köşesine uzanan eğimli bir hat, Elbe Irmağı vadisi boyunca bölgeyi ikiye ayırır. Kuzeydoğuda kalan bölüm, güney-batıdakinin hemen hemen iki katı büyüklüktedir. Yüzey şekilleri, toprak, bitki örtüsü, tarım etkinlikleri ve kentsel gelişim açısından da iki alan arasında büyük farklılıklar vardır.
Kuzeydoğu Bölgesi
Ovanın, Mecklenburg ve Brandenburg bölgelerinden oluşan kuzeydoğu bölümündeki fiziksel oluşumları, 10.000 yıl kadar önce biten son Buzul Çağı biçimlendirmiştir. Buradaki buzul tabakaları, Federal Almanya’da olduğundan daha uzun süre kalmış ve aşamalı olarak geri çekilmiştir. Bu geri çekilme aşamasını, buzul kenarlarının hareketsiz duruma gelmesiyle daha uzun bir başka aşama izlemiştir. Son evrelerde, buzultaş parçaları buzul kenarlarındaki dev sırtlarda biriken, eriyen sular büyük ırmaklar yoluyla denize taşınmıştır. Böylece, buzulların çekilmesindeki her aşamada, güneyde bir ırmak vadisi tarafından çevrelenen uç buzultaş hatları oluşmuştur. Yer değiştiren buzultaş sırtları ve ırmakların parçaladığı vadilerden oluşan yüzey şekilleri, bir birine koşut sayılabilecek bir dizi şerit biçiminde ülkenin güneydoğusundan kuzeybatısına yönelmiştir. Toplam yüzölçümün 2/3’ünü kaplayan bu oluşumlar, adı geçen bölümün başlıca yüzey şekilleridir.
Baltık kıyı bölgesi, alçak ve killerle örtülü bir alandır. Kıyıdan açıkta birçok alçak ve düz ada vardır. Bunlardan en önemlisi ve en büyüğü Rügen’dir. Kıyı şeridindeki yüzey şekilleri, son 10.000 yıl içinde deniz ve karada oluşan köklü değişikliklerin ürünüdür. Denizin yükselmesi, ırmak ağızlarındaki alçak bölgeleri sular altında bırakarak birçok geniş ve derin halicin oluşumuna yol açmıştır. Baltık akıntılarının doğuya doğru ilerlemesi, koylarla haliçlerin ağızlarında uzun ve dar kumluk alanların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kıyı bölgesinin güneyinde, buzultaşlann en geniş a-lanı kapladığı; Berlin’in kuzeyine kadar uzanan Mecklenburg ve Pomeranya Göller Bölgesi yer alır. Burası, ülkenin nüfus yoğunluğu en düşük yörelerinden biridir. Bölge, her biri Buzul Çağı’nda İskandinavya’dan güneye doğru taşınan maddelerden oluşan düzensiz yapıdaki tepe ve sırtlarla kaplıdır. Burada pek çok göl ve bataklık vardır.Topraklar verimsiz, doğal kaynaklar kıt olmasına karşın, kozalaklı ve karışık ormanlar geniş alanlar kaplar. Bu buzultaşlar bölgesi güneyde, geriye çekilen buz tabakalarının oluşturduğu ilk büyük ırmak vadisiyle çevrelenir. Günümüzde bu alanı Elbe, Havel ve Spree kaplar. Bölge, nemli vadiler, göller ve kum çakıl adacıklarından oluşur. Elbe, Havel Vadisi ile Berlin’in güneyinde, verimsiz kumluk alanlarla; geniş, alüvyonlu, bataklık vadiler uzanır. Flaming ve Lausitz Bölgeleri’nin bir zamanlar çalılıklarla kaplı kıraç, kumlu toprakları, günümüzde geniş ve sık kozalaklı ormanlarla örtülüdür.
Güneybatı Bölgesi
Ovanın, güneye daha yakın bölümü, güneybatıda Thüringen Havzası ile bunun doğusunda ve kuzeyinde kalan Magdeburg-Saksonya Bölgesi’nden oluşan üçgen biçiminde bir alandır. Genç ve yumuşak kayalarla örtülü olan bölge, bazı yerlerde inişli yokuşlu, bazı yerlerde dağlıktır. Gerçekte, Federal Almanya’da Börde Bölgesi’nin doğusundaki uzantısı olan bu alanı, Elbe’nin kolları olan Muide ve Saale ile Unstrut Irmağı akaçlar. Buzul tabakaları ovanın kuzey bölümünü kumlarla örterken, rüzgârlar da güneydeki alanlara lös taşıdığından, bu bölgenin toprağı çok verimlidir.
Güney Dağları
Federal Almanya’nın orta bölgesindeki dağlarla yaylaların uzantısı olan halka biçimindeki tepeler, ovanın güney bölümünü batıdan ve güneyden kuşatır. Bu tepeler, Demokratik Almanya’nın güneyindeki ovaya sokulan Harz Dağları ile ülkenin güneyinde uzanan daha geniş dağlık bölgeden (Thüringer Wald ve Erzgebirge) oluşur.
Harz Sıradağları, Federal Almanya sınırıyla parçalanır. Brocken’in (1.142 m) en yüksek noktasını oluşturduğu sıradağlar; tepesi düz, dik yamaçlı, eski, sert ve taşlaşmış kayaların ortaya çıkardığı bir kütledir. Ormanlık, seyrek nüfuslu, tanma elverişli olmamasına karşın, zengin bakır yatakları içerir. Harz Dağları’nın güneyinde, Thüringer Havzası’nın batı kenarı boyunca uzanan alçak tepeler, Harz’ı güneydeki geniş dağlık bölgeye bağlar. Güneydeki dağlar, ülkenin güneybatı ucundan güneydoğu ucuna uzanan bir yay oluşturur. Dağlar; güneybatıda uzun, tepesi düz ve kesintisiz Thüringer Wald sırtında; güneydoğuda da Erzgebirge’de en yüksek noktaya ulaşırlar. Bu dağlık bölgeler, kuzeye doğru ilerleyerek Thüringer ve Saksonya Ovalarına sokulur. Demokratik Almanya-Çekoslovakya sınırı, Erzgebirge boyunca uzanır. Ancak, güneybatıda ülke toprakları, Thüringer Wald hattının ötesine taşarak Main Irmağı havzasında yer alan Suhl’e ulaşır.
ALMANYA İKLİMİ
Ülke tümüyle Orta Avrupa iklim kuşağı içinde yer aldığından, kışlar soğuk, yazlar sıcak geçer, dağlık bölgeler uzun şiire karlarla örtülü kalır. Baltık kıyısında güneye oranla daha az ısı değişimi görülmesine karşın, gerçekte ülke genelinde büyük sıcaklık farklılıklarına rastlanmaz. Ocak ayı ortalama ısısı -2.2°C ile -1.1°C arasında, temmuz ayı ortalaması ise 17.2°C-19.4°C arasında değişir. Tüm bölgeler her mevsimde yağış alırsa da en yoğun yağış yazın görülür. Yıllık ortalama yağış tutarı 510-760 mm’dir.
ALMANYA BİTKİ ÖRTÜSÜ VE HAYVANLAR
Bir kuzey ülkesi olan Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nin kuzeyindeki ovalarda, bir zamanlar ülkeyi boydan boya kaplayan çalılık alanlar uzanır. Güneydoğuda görülen çam ağaçları, Thüringen Wald’ın yüksek bölgelerini kaplar. Daha alçak bölgelerde ise köknar ağaçları yer alır. Ayrıca dişbudak ağacı, söğüt, huş ağacı, kavak, meşe; özellikle Harz’da kayın ağaçları bulunur.
Ülkenin hayvan varlığı ise, ormanlarda yaşayan kızıl geyik ve karaca ile bölgeye sonradan getirilen alageyikten ve kuzeydeki ovalarda yaşayan yaban domuzu, ormanlarda yaşayan vahşi kediler ve zerdevandan oluşur.