Islahat; ıslahlar, bozukluk, kötülük ve aksaklıkları düzeltmek için yapılan işler; iyileştirme, düzeltim, düzeltme, reform anlamına gelir. Osmanlı devletinin son döneminde başvurulan batılılaşmacı uygulamaları anlamlarına gelmektedir. Yani Islahat; Osmanlı İmparatorluğu’nda, gerileme döneminden başlayarak zaman zaman girişilen yenileşme devinimlerine verilen isimdir.
Islahat Fermanı ise; Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde devletin yıkılmaktan kurtarılması amacıyla 18.02.1856 tarihinde, Ali ve Fuat paşalar tarafından; siyasî kuruluşlar, kişi hakları ve yeni kurumların kurulması konularında hazırlanıp, yapılması tasarlanan köklü değişiklikler için Sultan Abdülmecid zamanında yayımlanan fermandır.
Arapça’da “Islah” kökünden gelen Islahat; iyi bir hale koyma, iyileştirme,düzeltme, düzenleme anlamlarına gelir. Çağın gereklerine cevap vermeyen kurumları bazı prensipler dahilinde zamanın gereklerine göre yeniden düzenlemedir. Kademe kademedir, zorlayıcı değildir, iyileştirmeye dönüktür.
Islahat, toplum hayatında belirli alanlarda yapılan düzeltmelerdir. Asıl amaç, toplum düzenine şekil vermek, toplumun ihtiyaçlarını ileri görüşte karşılamaktadır. Reformlar uygulandığı sistemin hukuk düzenine uygun yapılardır, zorlayıcı değildir, aşamalıdır.
Islahat; herhangi bir usulde, işte, müessesede, kuruluşta veya devlet düzeninde eskiyen, bozulan, aksayan yanları düzeltmek, iyileştirmek, iyi bir hale koymak, kusur veya noksanını tamamlamak veya artık bekleneni vermemesi nedeniyle yerine yenisini koymak, reform.
Islahat kelimesi ile ilgili örnek cümleler
Kadıncağıza paşadan kalan aylık her yeni devlet ıslahatında kırılıp küçülüyordu. (Reşat Nuri Güntekin)
*****
Ana Britannica adlı ansiklopedide Peygamberimiz’in fazîletini tasdik mâhiyetindeki
ifâdelerden bâzıları şöyledir:
“Muhammed’in ulaştığı başarıya, zamanlar içinde ne bir peygamber ne de ıslahatçı
bir din adamı nâil olabilmiştir.”
*****
B. Smith:
“Muhammed, kayıtsız şartsız ve ittifakla, ıslahatçıların en büyüğüdür.” der.
*****
Sultan Abdülazîz’den evvel “”Tanzîmat Fermânı” ile Batı hayranlığı yolu açılmış ve bu istikâmette atılan adımlar, halkın rûhunda devlete karşı ilk küskünlük tohumlarını filizlendirmeye başlamıştı. 2. Mahmûd ve halefi Abdülmecîd, Batı taklitçiliğine âlet olmuş, an’anevî ordu şeklimiz olan yeniçerilik ilgâ edilmiş, resmî cenâze merâsimleri bando-mızıkayla yapılmaya başlanmıştı. Milletin tab’ına zıt olan bu çeşitli ıslahat hareketleriyle devlet, tebaasına yabancılaşmış ve yapısını besleyen rûhâniyet ve mâneviyat dünyasından uzaklaşmaya başlamıştı. Halk küskündü; devlet adamları da, Batı dünyasının gerçekleştirdiği terakkî karşısında şaşkın ve mütereddit bir hâldeydi. İslâm’ın düşmanları ise, Batı ile aramızda büyüyen terakkî mesâfesinin vebâlini, muazzez İslâm’a yüklemek için sinsi bir propaganda faâliyetine girişmişlerdi.
*****
Bin yıldır kullanarak millî bünyemize kattığımız ve hâlâ anlaşılmakta olan “hayat” dolu kelimelere “eski” yaftası vurup, yerine “yaşam” kelimesini koymak, Türkçeleştirmek değil, olsa olsa dilimizi diri diri mezara gömmektir. Böyle misaller saymakla bitmez. Meselâ; “imkân” yerine “olanak”, “ihtimal” yerine “olasılık”, “hâkim” yerine “yargıç”, birbirinden farklı mânâ inceliklerine sahip “ihtilâl”, “inkılâp” ve “ıslahat” gibi kelimeleri atıp yerlerine sadece “devrim” kelimesini uydurmakla Türk diline hizmet edilmez, ancak ihânet edilir.