Abdal ne demek yani Abdal anlamı nedir ve Abdal kimdir? İşte Abdal kelimesinin anlamı, açıklaması, Tarihteki abdallar hakkında bilgi.
Abdal, halk içinde dolaşan ve ermiş diye bilinen kişilere verilmiş bir lâkaptır. Abdal, derviş anlamına gelen Arapça bir sözcüktür. Diğer bir ifade ile Abdal, Allahü tealaya yakın sevgili (evliya) kullardan biri demektir.
Bedel ve bedil’in çoğulu kabul edilen abdal, zamanla tekilleşmiş, cezbe ve coşku durumundaki meczup, divane, deli dervişlerin durumlarını niteleyen ahmak, şaşkın, akılsız anlamındaki aptal’a dönmüştür. Sözcüğün tarihsel kökü ve bilimsel anlamları konusundaki tüm araştırmalar sonuçsuz kalmış, çeşitli zümreler arasındaki kullanım anlamları kişisel yorumlarla değerlendirmeye çalışmıştır. 9. yüzyıldan başlayarak tasavvuf tarihi içinde yer alan abdal, önceleri Hz. Ali’nin bir sözüne dayalı olarak kırk din ulusunun adı olarak anılmış, sonra daha çok Kalenderiye zümresinin gezici dervişleri olarak anlam genişlemesine uğramıştır. Bu aşamada sözcük, bazı adların başına ve sonuna eklenerek ermişlik düzeyini dile getirmiştir: Abdal Musa, Pir Sultan Abdal gibi.
Genellikle dünya işleriyle ilgilerini kesen, bedenlerini ruhlarını nefislerini manevi varlıklarının buyruğuna veren, alışılmış toplum değerlerini hiçe sayan bu gezici dervişler zamanla bazı simgesel görüntüler kazanmış, özellikle Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yayılış döneminde görev alan Abdalan-ı Rum (Anadolu Abdalları) Alevi inancına yakın tutumlarıyla dikkati çekmiştir. Yalınayak, başı açık gezen, bir tennureyle yetinen, nacak, kaşık, keşkül taşıyan, saçlarını ve sakallarını kesen Rum abdallarının bir bölümü Bektaşi tarikatı içinde erimiş, esrara düşkün bir bölümü de Kanuni döneminde Seyitgazi Dergahı’nda temizlenmişlerdir.
Abdâl telâkkisi ilk defa ortaya çıktığı sıralarda, âbid ve zâhidlerle birlikte muhaddis ve fâkihler için de kullanılmıştır. İbn Hanbel’in Müsnedi’nde Hz. Peygamber (s.a.s.)’den nakledilen bir rivâyete göre kırk, diğer bir rivâyette ise otuz abdâlın ümmet içerisinde bulunduğundan bahsettiği görülmektedir. (Ahmed b. Hanbel, I , 112) Nitekim itimada yakın bilinen abdâl hadîslerini nakleden Ahmed b. Hanbel’in, yeryüzünde muhaddislerden başka abdâl tanımadığını söylediği belirtilmektedir.
İmam Gazâlî de abdâl konusunda buna benzer bir izahı Ebu’d-Derdâ’ dan nakletmektedir. (Gazâlî, İhya, 111, 357) Abdâlların ahlâkî ve mânevî kişilikleri hakkında söylenenler, her müslümanda bulunması gerekli vasıflardır. Buna göre abdâllar bütün insanlara karşı iyi, kendilerine kötü muamele edenleri bağışlayan kaza ve kadere gönül hoşnutluğuyla boyun eğen, haramlardan kaçan, ibâdetlerini ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, sevgi, şefkat ve ahlâkî vasıflarla donanmış kişilerdir.
Abdâl kelimesinin Arapça ‘ebdal’den kısmen değişerek Türkçe’ye girmiş olduğu anlaşılmaktadır. Arapça’da halkın iyiliği için tasarrufa izinli evliya zümresinden olan bir cemaate verilen bir isim olarak geçer. Fakat, bu tür bir kitlenin Allah tarafından gönderildiğine dair sahih İslâmî kaynaklarda herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu durumun, halkın kendi muhayyilesi içerisinde ortaya çıkmış bir kanaatten başka birşey olmadığı söylenebilir.
Tasavvufta dervişler arasında kendini kaybeden ve coşku haline girenler için abdâl kelimesinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Hatta bu kelime giderek “hafif meşrep”, “meczup”, olanlara verilen bir isim haline sokulmuştur.
Abdâl kelimesi, ilk dönemlerden beri gizli güçlere sahip ve sırlara vâkıf olduklarına inanılan kimseler ve; Hızır, İlyas, Mehdi gibi gizli şahsiyetlere de atfedildiği görülmüştür. Melâmet ehlinin gizli veliler inancı, abdalları daha da esrarengiz hâle getirmiş hattâ, bizzat abdâlların dahi birbirlerini tanımadıkları veya ancak üst tabakada olanların alttakileri tanıyabildikleri söylenmiştir. XII. yüzyıldan sonra, bilhassa Melâmî* ve Kalenderîler arasında cezbe ve istiğrak (kendinden geçme) hâli fazla olduğundan abdâl kelimesi özellikle bunlar hakkında kullanılmıştır.
XIV. ve XV. yüzyıllarda abdâl adı altında bozuk inançlı birtakım derviş zümreleri türedi. Bunlar Rum abdâlları ünvanı ile anıldılar. XVI. yüzyılda yaşayan Vâhidî, abdâlları şu şekilde tasvir etmektedir. “Başları, kaşları, sakal ve bıyıkları traş edilmiş, başlarında kıldan örülmüş külâh, sırtlarında bal renkli veya siyah şal, ellerinde tabl ve âlem bulunmaktadır.”
Yine bu yüzyıllarda bazı dervişler tek başlarına abdâl ismini kullanmışlardır. Abdâl Musa, Kaygusuz Abdâl, Pir Sultan Abdâl gibi.
Abdâl hadislerinin sıhhat derecesine kavuşmamış olması, bu anlayışın kaynağının Ehl-i Sünnet dışında aranmasına yol açmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) ve “ashab”tan gavs, kutb, evtâd, nücebâ vb. ricâlü’l gay-b’a ilişkin hiçbir söz nakledilmediğini, seleften bazılarının Hz. Peygamber’den rivâyet ettikleri abdâla dair sözün ise zayıf bir hadis olduğunu belirten İbni Teymiyye, ricalü’l-gayb olduğu söylenen bazı insanlara, -onları Allah’a ortak gösterir gibi- olağanüstü yetkiler ve güçler nisbet etmenin İslâm akidesiyle bağdaştırılamayacağını, bu tür bir anlayışın daha çok Hristiyanların ve aşırı Şiî fırkaların akidelerini yansıttığını belirtmektedir. (Minhacü’s-Sünne, I, 21-22).
Bu arada, İbni Teymiyye ve İbni Haldun dışında kalan âlimlerin büyük bir ekseriyeti ve mutasavvıfların abdâl anlayışını benimsemiş veya en azından tenkit etmemiş olmaları, bu görüşün esas itibariyle Şia’dan veya Ehl-i Sünnet dışı başka bir kaynaktan geldiği görüşünü şüphe ile karşılamak için yeterli sebeplerdi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, ilk devirler Ehl-i Sünnet âlim ve mutasavvıflarının abdâl anlayışları İbnü’l-Arabî’nin anlayışından ve özellikle XIV. yüzyıldan itibaren başgösteren ve XX. yüzyıl başına kadar devam eden Râfizî abdâlların hayat tarzlarından tamamen farklıdır. Nitekim Abdâl kelimesinin ilk defa ortaya çıktığı sıralarda, âbid ve zahidlerle birlikte muhaddis ve fâkihler için de kullanıldığı görülmüştü.
Tasavvufta manevi mertebelere ermiş kimselere abdal denir. Abdallar evliya mertebeleri silsilesinde”5. dereceyi işgal ederler. Ancak, bu mertebenin özelliği hakkında tasavvufla ilgili eserlerde fikir birliği yoktur.
Sonraları abdal sıfatını benimseyen dervişler, işi iyice derbederliğe dökmüş, yalınayak, başı açık gezmeye, yoksul görünerek dilencilik etmeye başlamışlardır. Bunlara felaketleri önlemek, yağmur yağdırmak gibi insanüstü kudretler atfedilmesi uzun müddet Anadoluda halkı sömürmelerine sebep olmuştur.
Yaygın bir inanışa göre abdalların sayısı asla kırkı geçmez, ancak içlerinden biri ölünce aralarına başkası karışırmış. «Kırklara karışacak» adamı bilmek de ancak Allah”a mahsusmuş. Dilimizdeki «kırklara , karışmak» deyiminin bu inanıştan geldiği sanılmaktadır.