Maddi olarak Müslümanların bollukta olduğu ve İslam’ın öncelikli gördüğü ilim, teknoloji, enformasyon, siyaset, eğitim, ulaşım, iletişim, tedavi ve zaruri görülen diğer hacetler eksiksiz bir şekilde yerine getirildiği durumlarda tabi ki ikinci hac ve umre başta sadaka olmak üzere birçok nafile ibadetten daha faziletlidir. Peki, “Müslümanların bollukta olması” başta olmak üzere küfrün her türlü imkânıyla bizimle mücadele ettiği bu zamanda Müslümanlar, ülkelerin veya bu ülkelerde bulunan İslami camiaların hangisi yukarıda geçen imkânlardan birine veya daha fazlasına sahiptir! Biri kalkıp, bahsettiğiniz bu imkânları yerine getirme şahısların değil, devletin sorumluluğudur diyebilir… Bu zikrettiğimiz göreceli şeylerdir; devlet için de, şahıslar veya bu şahıslardan müteşekkil camialar için de geçerli olabilecek imkânlardır. Bununla birlikte Müslümanları devlet olma sürecine götüren araçlar da; tüm bunların bizzat kendileridir. Biri kalkıp hâlâ ben bundan sorumlu değilim diyebilir mi?
İslam ümmeti olarak musibetlerin en büyüğüne denk gelmiş bir dönemde yaşıyoruz. Zira tarih boyunca Müslümanların hüküm sürdüğü bolluk zamanında herkes bolluk içerisindeyken, darlık zamanında yine insanların büyük çoğunluğu ya darlık içerisinde olmuş ya da geriye kalanlar, aynı darlığa ortak bir yaşam tarzı sunmuştu. Şimdiyse eziyet ve sefalet içerisinde yaşayan Müslümanlar bir tarafta, her türlü bolluğu yaşayanlar ayrı bir tarafta… Ama her ikisi de Müslüman!
Günümüzde Müslümanların maddi imkânsızlıklar nedeniyle yapmaya güç yetiremedikleri veya başlayıp da geliştiremedikleri, ileriye götüremedikleri öyle zaruri ihtiyaçları vardır ki; bazen bunların aciliyeti; bırakalım nafile haccı, farz olan haccı dahi düşünmekten insanı engelliyor.
Aynı durum ferdi ve kişisel bazı öncelikli zaruretler için de geçerlidir. Mesela; evladı, evlilik çağına gelmiş olan bir babanın senede bir hac ve umre yapması mı daha faziletlidir yoksa -Allah muhafaza- bugün yarın harama düşmesinden endişe edilen evladını biran önce evlendirmesi mi? Hatta içerisinde bulunduğumuz bu zamanın şerrini iyi bir şekilde tahlil ettiğimizde çocuklarımızın dünya ve ahiret saadeti için farz olan hac ibadeti dahi belki ertelenebilir.
Her Müslüman, yaşadığı yerin şartlarına ve ihtiyaçlarına göre nafile ibadetlerden neyin evvel neyin ahir olduğunu çok iyi bir şekilde bilmektedir. Dolayısıyla kişi maddiyata taalluk eden ibadetlerini buna göre belirlemeli “öncelikli fıkhın” ne olduğu hususuyla ilgili Müslüman kardeşleriyle daima irtibat halinde bulunmalıdır.
Zekât ve fıtır sadakasının dışında yapılan infaklar farz değil, menduptur. Kişi vermediği takdirde günahkâr olmaz. Ancak bazı durumlar vardır ki nafile olan sadakayı farz-ı kifayet yapabiliyor. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmaktadır: Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir. (Taberânî, Hâkim) Müslüman kardeşi açlık ve yoklukla imtihan edildiği halde kendisi tokluk ve bollukla imtihan edilen kimseye infak mendup değil, belki farz-ı kifayedir. Bolluk içerisinde yaşayan bütün Müslümanlar bununla dertlenmediği sürece, belki tamamı sorumlu olur.
Yapacağımız Hac İbadeti Başkalarının Aleyhine Olmamalıdır!
Yapacağımız bir fiilden başkası olumsuz bir şekilde etkilenecekse, bu fiili yapmayıp başkasının zarar görmemesini öncelemek şer’i sorumluluklarımızdandır. Söz konusu bu fiilin günlük hayatta sık sık yaptığımız sosyal ihtiyaçlarımızdan biri olması veya kulluk şuuruyla yaptığımız ibadetler olması arasında bir fark yoktur. Bu hükmü, birçok fıkhi meselede bizlere ölçü olan şu iki kaideye bina etmekteyiz; “mefsedeti def etmek, maslahatı elde etmekten daha önceliklidir”, “mefsedet ile maslahat birbirlerine zıt olsa, mefsedeti yok etmek öne alınır”.1
Bu iki kaideye şöyle sosyal bir örnek verilebilir; geçtiğimiz Eylül ayının verilerine göre Türkiye’de her 6,8 kişiye bir otomobil düştüğü belirlendi. Bu durum araçların artık toplum içerisinde fazlasıyla önem taşıdığı anlamına gelmektedir. Şöyle ki arabasını kendi maslahatı için bir yere park eden kimse, bir başka araç kullanıcısına zarar verecekse, bu durumda öncelik kendisine değil, zarar görenlere verilir. Zira şeriat zararın defini maslahattan önceye alır. Ve daha bunun gibi verilecek sayısız örnek bulunabilir.
Söz konusu bu fıkhi kaide sadece sosyal meseleler üzerine değil, geneli kapsamayacak şekilde bazı ibadi meseleler için de geçerlidir. Allah’u Teâlâ’nın farz kıldığı ibadetler, başkasına zarar vermez. Ancak nafile olan bazı ibadetleri şu şekilde göz önünde bulundurmanın faydası var;
Öncelikli bazı meselelerden dolayı ikinci veya üçüncü kez hac ve umre yapmaktansa, bunun yerine başka hayırlı işlere vesile olmanın daha evla olduğunu belirtmiştik. Malum olduğu üzere “nafile hac” maslahatını önceleyen bazı kardeşlerimiz, başkalarının farz olan hac maslahatına zarar vermektedir. Öyle ki bu memlekette belki on yıldır hac başvurusunda bulunup da kurası çıkmayan ve bundan ciddi manada dert yanan Müslümanlar var. Bunların sorduğu soru şu; “bazı zenginlerin defaatle hacca gitmeleri nedeniyle, yıllardır ismimiz kurada çıkmıyor, bu kul hakkı değil midir?”
Bununla birlikte özellikle son otuz yıldır hacdaki izdihamlardan dolayı binlerce Müslüman hayatını kaybetti. En son 2015’te şeytan taşlama esnasında meydana gelen izdihamda, Suudi yetkililer tam olarak rakam belirtmese de bazı uluslararası ajanslara göre iki binden fazla kişi kalp krizi, solunum yetmezliği ve ezilmeden dolayı can verdi. Böyle bir tehlike söz konusuysa; değil nafile, farz olan hac dahi ertelenebilir. Giden kişiler belki bundan habersizdi, ancak nafile hac için gidenler kendi maslahatlarını önceleyerek mefsedeti görmezden gelmişlerdir. Dolayısıyla bu kardeşlerim tüm bu teklikleri daima göz önünde bulundurmalı ve muhtemel mefsedetlere karşı tedbirli olmalıdır.
Nafile hac ve umreyle ilgili kendisine gelen bir soruya muasır fetvalar isimli kitabında cevap veren Şeyh Yusuf El Karadâvî şunları aktarır;
1- Allah’u Teâlâ farz olan ibadetler eda edilmeden nafile olanları kabul etmez. Nice Müslümanlar var ki; üzerlerinde zekât borcu olduğu halde, nafile hac ve umreyle meşgul olur. Maddiyata taalluk eden bir farz dururken, maddiyata taalluk eden bir başka nafile ibadetin Allah katında değeri yoktur.
2- Allah’u Teâlâ haram bir fiile ön ayak olan nafile ibadetleri kabul etmez. Dolayısıyla nafile hac yaparken izdihama sebebiyet verilmemesi gerekir ki maalesef ara ara bu tür tehlikelere şahitlik ediyoruz. Mefsedeti def etmek, maslahatı elde etmekten önceliklidir. Özellikle de mefsedet herkesi kapsayacak şekilde genel, maslahat ise sadece yapanı ilgilendiriyorsa…
3-Nafile ibadetler sınırlı değildir. Hikmetli düşünen her fert, maddi açıdan Müslümanların genelini ilgilendiren maslahat neyse, onu önceler. Sadece kendisini ilgilendirenleri değil… Nice hayır kurumları var ki zenginlerin yardımını beklemektedirler. Nice ilim talebeleri ve medreseler var ki hayır sahiplerinin verdikleriyle ayaktadır.2 (Molla Enver KILIÇARSLAN)