Sakın nebilerin yolu olan bu yolun, birkaç ilim kitabını bitirmek ve icazet almakla sona ereceğini sanma ey nefsim! Boşuna umutlanma! Sabır kılıcını kuşanıp, istikamet ve azimden, çaba ve gayretten oluşan azığınla şu ilim yolunda yürümen sürecek…
Allah`ın adıyla!
“Âlimler peygamberlerin varisleridir.” (Tirmizi)
Bir daha okudu bu hadisi. Peygamberlerin varisi olabilmek, dedi sonra içinden. Nebilere varis, elçilere halife olabilmek; böylesi bir şerefe ulaşmak… İlim gibi değerli bir hazineyi omuzlayıp Allah (CC)”ın dini yolunda yürümek, gönülleri cehalet bataklığından kurtarmak… Nice yüreği fethetmek ilim bayrağıyla; yürek fatihi olmak…
Öyle bir ilim ki; Rabbi Munzil”in nebisi Muhammed Mustafa`ya vahy ettiği Kur”an”ı Mubin`i anlamak… Rabb-i Rahim`in kelamını başka dil ve lügatlere çevrilmeden, indirildiği şekilde okumak ve kavramak… Dikkat edilecek en önemli noktası; yaşadığı gibi başkalarına da yaşatmak…
Sessizlik oluştu bir an düşüncelerinde. Ruhun, zihnin ve kalbin yer aldığı sohbet halkasında bir aşk düşüverdi gönlüne. Gönlünün derinliklerinde bir aşk kıvılcımlanmıştı şimdi. Şevk ve gayret parıltılarının yavaş yavaş oluşmaya başladığı gözlerini çevirdi bembeyaz bulutlara. Bir aşk sarmıştı işte bedenini, tatlı bir heyecan kaplamıştı yüreğini…
Nebilere varis olma arzusundan mıydı bu? Belki de cami kubbeleri altında oluşan Kur”an ve ilim halkalarını, medreselere taşıma gayretinin parıltısıydı. Ve belki de uğruna nice canların kurban gittiği İslam davasının aşkındandı. O nurlu tevhid sancağının bir ucundan tutabilme ümidi, heyecanıydı; kalbine meyve vermesi için atılan tohumun adı. Sahi ya tohum…
Her tohum, yeşermesi ümidi; filiz vermesi umudu ile ekilirdi toprağa. Suyun besleyici mineralleri ile sulanır, güneşin sıcak ışınlarıyla yaprak açıp “Merhaba” derdi dünyaya. Atılıvermişti işte bir ilim tohumcuğu, ilme susamışlıktan çatlayan kalbine. Tomurcuk açsın diye…
Bu karanlık asırda, gafletin ve cehaletin kol gezdiği bu zamanda bir nefese ihtiyacı vardı ruhunun. Bir nefes üflemişti işte ruhuna! İlim aşkı kök salmaya başlamıştı… Artık durduramazdı hiç kimse; kalp damarlarına işleyen aşkı, heyecanı. Gönül âşık olduğuna ulaşmadıkça…
Hele de atılan tohumun adı ilim, tohumu ısıtan güneşin adı Kur”an”ı Kerim, tohumunu sulayacak yağmur bulutunun ismi Sünneti Nebiyi Emin olunca derin bir nefes aldı. Bu nefesi veren Zatı Zülcelal”e hamd etti sonra. Şimdiye kadar her şey güzeldi. İlim güzeldi, âlim olmak güzeldi; nebilere varis olmak daha da güzeldi.
Ya bu ilmin yolu! İlim semeresini almak için yürünecek istikamete bulunan hicret, özlem, hasret, zorluk adlı sıkıntıların çaresi neydi, neredeydi? Annen sıcacık merhametli de medresenin doğal olan zor şartlarına tahammül etmenin adı ne olacaktı? İnsana hoş gelen birçok şeyden vazgeçmek feragat etmek nasıl adlandırılacaktı, ilim yolunda?
Düşündü! Kalbindeki iman ve imanındaki sabır geldi aklına… Bu ikisi olduktan sonra aşılmaz mıydı bütün zorluklar art arda? Varsın Allah aşkına, ilim gibi değerli bir hazinenin uğruna; versin rahatını, azaltsın keyif yapacak zamanı… Ta ki dolsun tüm zamanı, ilim/Kur”an sahifeleri ile…
İlimdi elde edilmek istenen! Bedel isterdi elbet. Çaba, azim, gayret, sabır isterdi. Ta ki ulaşılsın yolun sonuna… Bir an durdu ve haykırdı içten içe:
“Sakın nebilerin yolu olan bu yolun, birkaç ilim kitabını bitirmek ve icazet almakla sona ereceğini sanma ey nefsim! Boşuna umutlanma! Sabır kılıcını kuşanıp, istikamet ve azimden, çaba ve gayretten oluşan azığınla şu ilim yolunda yürümen sürecek…”
Kararını vermişti, okuyacaktı dünyalara değer ilmi. Ruhunun bir köşesinde toz tutmuş “adananlar kütüphanesine” fedakârlık adlı, sabır uzunluğu ve iman genişliğinde bir kitabı bırakana kadar… Toz tutmuş raflara o kitabı yerleştirene kadar okuyacaktı bu ilmi. İlmiyle amil olana, amelinin hakkını tam bir şekilde verene kadar.
…
Seneler sonra…
Adını koymak istediği halde bir türlü isimlendiremediği bir sevinç vardı gözlerinde. Aynı heyecan ve neşe, yer tutmuştu kalbinde. Onun için çok değerli bir gündü bugün. Bürünmüşlerdi ilim elbiselerine. Bir isim verilmişti bu güne; “İcazet” diye…
Açılmıştı bu kapı sonuna kadar, ilim alan müminelere. Fettah olan Allah`ın ismi ile… Onlarca gül açılmıştı ilim bahçesinde… Çevresine baktı. Sevinçleri gözlerinden okunan arkadaşlarına takıldı gözleri. Gülümsedi…
Bir zamanlar annesinden nasıl ayrılıp ondan nasıl uzak kalacağını düşünüyor, geceleri bazen damla damla gözyaşı döküyordu. Şimdi ise o güzel ve zor günlerle geçen senelerdir beraber olduğu arkadaşlarından nasıl ayrılacağını; hicran yarasını neyle saracağını düşünüyordu.
Duvara asılmış hadisi şerife çevirdi gözlerini;
“Âlimler Peygamberlerin varisleridirler.”
Evet, dört yıllık ilimlerini bitirmişti… Peki, bu kadarlık bir süre, nebilere varis olmaya yeterli miydi?
Habibi Kibriya kırk yaşına kadar Âlemlerin Rabbi tarafından eğitilmişken ve tebliğ vazifesi yirmi üç sene sürmüşken; nebilere varis olmak dört yılda bitmezdi elbet. Bilakis bir ömür isterdi…
Elinde tuttuğu icazetine baktı! “Nebilere varis olmanın anahtarı” dedi içinden. “Bu, icazet ilim yolunda Bismillah deyişim. Yardım et bana, beni ilim yolundan ayırma Rabbim.”
Pencereye yaklaştı, yağan bembeyaz kara baktı! Aylardan Ocak, günler on beşinden sonrasıydı. Bir kez daha baktı elindeki icazete. Her bir harfinde bir şehidin kanını görür gibi oldu. Bu ilim uğruna feda olan şehitlerin fedakârlıkları, adanmışlık hikâyeleri vardı…
Gözlerinden akarken yaşlar damla damla, kendisine baktı. Nebilere varis Hüseyinler tarafından “Bismillah” denilerek, Ocak”ta kan delip geçen kardelenleri andı. İslami davanın yetiştirdiği bir filiz olmak kolay değildi, bunu anladı…
Ve ilim sahibi olmakla beraber Hüseyin`e yirmilik umut olmak… İcazetini (17 Ocak”tan) bir gün sonra almak…
Elinde, görünürde bitirdiği ama gerçekte yeni başladığı ilmin icazeti vardı. Omuzunda Rabbi Rahim`inin tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu davası vardı. Gözlerinde şehitlere, şehid Rehber`e umut ve ümit olma heyecanı vardı. Dilinde ise “elhamdulillah” zikri vardı. Bu hal ile gözleri gökyüzüne dalmıştı…
Beyzanur Erden / Nisanur Dergisi