Biz Müslümanlar, hayatımızın her alanından sorumluyuz. Bizler inancımızı sadece kimlikle değil, hayatın her aşamasında yaşatmakla mükellefiz. Özellikle de bu fitnenin hâkim olduğu karanlık çağda İslami bir yaşama ne kadar muhtaç olduğumuz da ortada!
Bu sebepledir ki yeryüzünde gerçek huzurun sağlanması, insanlığın huzura erebilmesi, insanların karşılıklı güven ve gönül rahatlığı içinde yaşayabilmesi, hayatın tabii akışı ile uyum sağlayabilmesi, temizlik ve yükselişini gerçekleştirebilmesi ancak Allah”a dönmek ve O”na yönelmekle mümkündür. Bunun da tek çaresi, tek yolu Kur”an”a dönmektir. Onun bildirdiği nizama dönmektir…
Bu da Kur”an”ın içinde barındırdığı hüküm ve konulara iyi bir şekilde vakıf olmakla hâsıl olur. Bir takım konu ve hükümleri barındıran Hucurat Suresi, on sekiz ayeti geçmeyen ve ismini dördüncü ayette geçen “hucurat” lafzından alan bir suredir. Hucurat “odalar” demektir. Burada Hz. Peygamberin aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odalar kast edilmektedir.
“Ey iman edenler! Allah ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah”a itaatsizlikten sakının. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.” (Hucurat / 1)
Ayetin nüzul sebebi konusunda Katade der ki; “Bazı kimseler, “keşke benim hakkımda şöyle bir vahiy inse, keşke benim hakkımda böyle bir vahiy inse” diyordu. Bunun üzerine bu ayet indi.”
Mücahid der ki; “Allah, Resulü vasıtası ile hükmü verinceye kadar, siz Allah”ın ve Resulünün önüne geçerek yeni bir söz söylemeye kalkışmayınız.”
Bu yasaklamaya göre mü”min, gerek hüküm ve kararlarında, gerekse davranışlarında Allah ve Resulünün önüne geçmemekle yükümlü kılınmaktadır. Yalnızca “Allah”ın…” demek yeterli olacağı halde, Resulün de zikredilmesi onun dinin tebliği yanında dini açıklama, uygulama ve ilahi bildirimlere dayalı olarak tamlamadaki önemli rolüne işaret edilmekte; Resule itaatin Allah”a itaat manasına geldiği gerçeğinin altı çizilmektedir.
Hz. Peygamber zamanında Onun yanında bulunan müminler, hem irade ve kararda hem de fiil ve davranışta Onun önüne geçmemek, Onu beklemek, peşinden gitmek ve izni ile hareket etmek durumundadırlar. Onun bulunmadığı yer ve zamanlarda ise “öne geçmek” dine aykırı bir karar vermemek, bir şey yapmamak manasına gelmektedir.
Allah ve Resulünün önüne geçmemek, -önemi ve değeri ne olursa olsun- kişinin kendi nefsi dâhil hiç bir kimsenin irade ve rızasını Allah ve Resulü”nün irade ve rızasının önüne geçirmemesi, onu bunu tercih etmemesi, önceliği ilahi irade ve rızaya vermesidir.
Günümüzdeki hadiseler nasıl cerayan ederse etsin; ister verilen hükümler aleyhimize isterse de lehimize verilmiş olsun, kendi çıkarımız uğruna ya da bir menfaat uğruna beşeri batıl bir hükmü Allah”ın hükmünün önüne geçirmek ya da Allah”ın bir konu hakkındaki hükmünü yasaklamak ya da bir takım mazeretleri öne sürerek kendi görüşlerimizi Allah”ın hükümlerinin önüne geçirmek asla kabul edilemez… Ancak müminler Allah”a ve Resülüne itaat etmekle mükelleftirler.
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın, sonra amelleriniz boşa gider.” (Hucurat / 2)
İkinci edep dersi! Hz. Peygamberin yanında başkalarıyla konuşurken Onun sesini bastıracak kadar yüksek bir sesle konuşmamak…
Buhari”nin rivayetine göre Hz. Peygamberle görüşme yapmak üzere Temimoğullarından bir heyet gelmişti. Görüşme sırasında Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer de orada idiler. Kabileye başkanlık yapacak kişi üzerinde bu iki kişi ihtilafa düşüp Hz. Peygamberin yanında biraz ağız dalaşı yaptılar. Bu ayet inince pişman olup çok üzüldüler. Artık Onun yanında o kadar alçak sesle konuşuyorlardı ki; çoğu kere Peygamber Efendimiz “İşitmedim, tekrarlar mısın?” diyordu.
“Allah`ın peygamberinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah`ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hucurat / 3)
Bu ayetlerle hem Araplara edep dersi verilmekte hem de daha sonra gelecek olan müminlere, vefatından sonra da olsa peygamberlerine karşı besleyecek sevgi ve saygı konusunda örnekli açıklama yapılmaktadır.
Nitekim Kadı Ebubekir İbnul Arabi derki; “Hz. Peygamber (SAV)”in saygınlığı hayatta iken nasılsa, vefatından sonra da öyledir. Ölümünden sonra Ondan nakledilen sözler derece itibarıyla Ondan lafız olarak işitilen sözler gibidir. Onun sözleri okunduğu taktirde huzurunda bulunan herkesin, sesini ondan daha yükseltmemesi, ondan yüz çevirmemesi icab eder. Tıpkı bizzat o, sözü lafız olarak söylemesi esnasında Onun meclisindeymiş gibi davranması gerekir.”
Burada sesi yükseltmek ya da bağırmaktan maksat hafife almak ve küçümsemek kastı ile sesin yükseltilmesi değildir. Çünkü böyle bir davranış küfürdür. Bu buyruğa muhatap olanlar ise müminlerdir. Buradan maksat sesin bizzat kendisidir. Büyük şahsiyetlere karşı saygı ve onlara karşı gösterilmesi gereken tazime uygun düşmeyen, yüksek ton ile çıkartılan sesin kendisidir. Bundan dolayı kişi sesini kısmaya çalışarak, emr olunduğu saygı ve ihtiramı açıkça ortaya koyacak bir sınıra çekmelidir. Aksi taktirde amelleri boşa gider farkında olmadan.
Nitekim Hz. Peygamber (SAV)”e karşı edep ve saygı göstermeyen, Onun hayatından örnek almayan kimselerin zaman içinde din duyguları, dini pratikleri ve imanları -kendileri işin farkında olmadıkları halde- zayıflayabilir. Bu zayıflama imanın varlığı ile yokluğu eşit olan bir dereceye vardığında fikirde ve fiilde inkâra doğru yönelir. İnkâr gerçekleşince de amellerin değeri kalmaz; ahiret sermayesi olarak boşa gitmiş sayılır.
“Odaların dışında sana seslenenlerin çoğu kuşkusuz düşünmüyorlar. Sen yanlarına çıkıncaya kadar sabredip bekleselerdi, elbette kendileri için daha iyi olacaktı. Yine de Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Hucurat / 4-5)
Benitemim isimli bedevi kabilesi Hz. Peygamber”i görmek, tanımak ve buna göre bir ilişki kararı almak üzere Medine”ye gelmişti. Peygamber Efendimiz her öğleden sonra yaptıkları gibi bir sure dinlenmek üzere odalarına çekilmişlerdi. Kabile mensupları, kendilerine bu durum bildirildiği halde Resulullah”ın evinin önünde kaba bir şekilde “Muhammed, Muhammed!” diye bağırmaya başladılar. Bu davranışları hem edebe aykırı idi hem de onu rahatsız etmişti. Ama eğitim ve idrak seviyeleri yaptıklarının kabalığını, yersizliğini anlayacak ölçüde değildi.
Böyle yapmaları, medeni inceliklerden uzak bedeviler oldukları düşünüldüğünde tabii görülebilirdi. Buna rağmen Allah-u Teâlâ”nın vahiy göndererek uyarıda bulunması iki önemli ve evrensel değer ve kurala dikkat çekmektedir.
1- Medeni inceliklerin, insani erdemlerin bütün topluluğa yayılması; köylünün, bedevinin, şehirlerden uzak yaşayanların da uygarlıktan nasiplendirilmesi, bütün ümmetin medenileşmesi için gereklidir.
2- Hz. Peygamberin Allah katındaki yeri ve değeri çok yüksek olup Onun karşısında herkes bu idrak içinde olmak zorundadır.
KAYNAKLAR:
Fizilal-il Kur”an,
Diyanet Tefsiri,
İmam Kurtubi Tefsiri,
İbn-i Kesir- Tefsiri Kebir
Seda Aslan / Nisanur Dergisi