Başkalarının çocuklarının neden hayırlı olduğunu ve kendi çocuklarımızın neden hayırsız olduğunu düşünüp, bu konuda tefekkür kapılarını açtık mı hiç?
Çocuk sahibi olmak mutluluk vericidir; ancak çocuk yetiştirmek zahmettir… Kadın- erkek her insanın fıtratında vardır çocuk sahibi olma isteği. Meyvesiz ağaç misalidir çocuk sahibi olamayan insan… Verimsiz diye bakılır… Soyu-sopu devam edemeyeceğinden, halk nazarında zavallı bir nazara maruz kalır. “ölünce malı- mülkü yakın akrabalarına kalacak” diye, bir de söylentiler uçuşur kulaklarının etrafından… Her bir söz yıkar gider varsa dahi bir umut…
“Bir evladım olsa da…” diye bazen doğru bazen de yanlış temennilerde bulunur insanoğlu, çoğu zaman içinde bulunduğu o durumda… “Kısır” birçok bakışlar tedirgin eder bütün ömr-ü hayatını… Yuvanın eksikliği, ailenin çekirdek dahi olamayışı zehir gibi bir şerbet içirir, nice tatlı nimetler arasında bile… “Anne” diyen sıcak bir ses duymak için her şey feda edilmeye hazırdır oysa… “Ahh” diye başlayan bir iç çekişiyle beraber başlayan ve bir türlü sönmeyen yürek yangınları…
Evet, çocuk bir nimettir… Hem de hayatta kıyası hiçbir şeyle yapıl(a)mayan büyük bir nimet. Rabbi Zül-Celal kulları arasında kime dilerse verir bu büyük nimetten. “Emanet” diye, “mutluluk” diye… Hem içinde bulunulan zaman diliminde, hem de ahir de “saadet” olsun diye… Hem ayrıca “sınav” diye… “İmtihan” diye… Ahiret yurduna güzel bir yatırım olsun diye…
Peki, çocuk hem bu kadar özel iken, neden çoğu anneler için “işkence” mesabesinde bir zorluk teşkil ediyor? Neden Allah-u Teâlâ”nın verdiği bu güzel armağanlar birçoğumuzun gözünde azap oluyor? Hep “el-âlemin” çocuklarına neden övgü ile muhabbet beslerken, kendi çocuklarımız hayatımızın cehennem oluşuna sebep oluyor(!)? Başkalarının çocukları anne-babalarına layık evlatlar iken neden kendi çocuklarımız hak etmediğimiz cinsten oluyor(!)? Sorun çocuklarımız mı, yoksa biz miyiz? İyi olan başkalarının çocukları mı, yoksa başkaları mı?
Başkalarının çocuklarının neden hayırlı olduğunu ve kendi çocuklarımızın neden hayırsız olduğunu düşünüp, bu konuda tefekkür kapılarını açtık mı hiç?
Şüphesiz evladın hayırlı ya da hayırsız olmasında ebeveynin payı vardır. Doğurmak, emzirmek, daha iyi gelişsin diye zorla yemek yedirmekle “iyi bir anne” olunmuyor. Elini yıkamadan yemeğe oturdu diye azarlamakla, dağıttığı odayı toparlamadığı için şiddet içerikli cezalar vermekle “hayırlı evlat” sahibi olunmuyor. Bu davranışlar çocuğumuzla aramızdaki bağın kuvvetli, iletişimimizin daha sağlam olmasına her hangi bir katkı sağlamıyor maalesef…
“Çocuğumun iyi olmasını, onunla her halükarda iyi bir iletişim içerisinde olmayı istiyorum” diyorsak; işe, çocuklarımızı tanıyarak ve onların değerini bilerek başlamamız gerekmektedir… Yukarıda da belirttiğimiz gibi, onları bela-ceza olarak değil, Allah-u Teâlâ tarafından bize bahşedilen, paha biçilmez bir cevher olarak görelim… Sadece canları yandığında ya da hastalık kendilerine dokunduğunda değil, her zaman özel ilgi ve muamelede bulunalım…
Biz annelerin sıklıkla yaptığı yanlışlardan biridir, çocuğun bize açılan penceresini ellerimizle kapatmak… Çocuğumuz bizimle iletişim kurmak istediği zaman, aşamayacağı engeller kurma telaşımız da malum… Hele ki yanımızda bir-iki arkadaşımızla koyu bir muhabbete dalmış isek… Çocuk kendi aklından geçeni ya da bir ihtiyacını söylemek için sizin koyu sohbetinizin bitmesini beklemez. Tam da bu nokta da anneliğimizi “başkasıyla konuşurken sözümü bölme” şeklinde gösteriyorsak… “Ben sana büyükler konuşurken çocuklar araya girmez, demedim mi” diye bir de ayıplıyorsak… Bu da yetmezmiş gibi “defol, gözüm görmesin” diye onu hem bulunduğu ortamdan hem de ilgimizden kovuyorsak, ileride evladımızla aramızla iletişim kopukluğu yaşanacak demektir.
Unutmayalım, annelik aynı zamanda rehberliktir. Bütün hayatı boyunca bizi örnek alacak, bizim davranışlarımızla donanacak bireylerle muhatap olduğumuzu hatırdan çıkarmayalım… Attığımız her adım, söylediğimiz her bir kelime kalplerine attığımız tohum gibidir. Çocuklarımızın büyümesiyle o tohumlar da hareket halindedir… Filizlenir, fidan olur ve meyve verir. Tatlı tohumların meyvesi tatlı olur; lakin ektiğimiz acı ise meyvesini tatlı beklemek ektiğimize aykırıdır…
Çocuğumuzun dikkatini en çok hangi durumlarda çekebiliyorsak, o noktaya yoğunlaşıp değerlendirmemiz; yapmamız gereken en olumlu davranış olacaktır… Meşgul olduğumuz iş, ev temizliği, yemek hazırlıkları olabilir ya da bizim için büyük bir önem taşıyan bir mesele de olabilir. Etrafımızdaki bazı insanlara Hakkı anlatma çalışmaları içerisinde de olabiliriz… Çocuğumuz öyle bir zamanda bizimle iletişim kurmaya çalışıyorsa, birkaç dakikamızı feda edip, onu dinleyelim… Ona değer verdiğimizi, esasında bizim için en değerli olanın kendisi olduğunu ona hissettirelim… Çocuğumuza verdiğimiz değer kendimize verdiğimiz değeri gösterir. Bir yetişkin olarak biz bile en yakın gördüğümüz bir kimseye bir şey anlatmaya çalıştığımızda karşımızdaki bizi dinlemiyorsa, ilgilenmiyorsa, içimizde bir soğukluk oluşur ve o kişiye karşı istesek de muhabbet besleyemeyiz.
Tebaraniden rivayet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz (SAV) şöyle buyurur:
“Hiçbir anne-baba evladına iyi bir eğitim ve iyi bir ahlaktan daha değerli bir şey veremez.”
Yüce dinimizin çocuk eğitim ve terbiyesine büyük bir önem vermesi malayani değildir. Bu konuda Efendimiz (SAV)”in birçok hadis-i şerifleri ve mübarek yaşantılarından örnekler mevcuttur… “El-âlemin…” diyerek başlayıp iç çektiğimiz çocukların kendi çocuklarımızdan farkı yoktur; sadece eğitim ve gördükleri ilgi farklıdır. Çocuklarımıza, olmalarını istediğimiz gibi muamelede bulunur, onları dışlamayıp, sürekli sağlıklı ve güzel bir iletişim kurma gayreti içerisinde olursak başkalarında görüp imrendiğimiz hayırlı evlatlara biz de sahip olabiliriz…
Çocuğumuzun dikkatini kazandığımız o anları yakalayıp değerlendirmekle başkalarının imrendiği çocuklar yetiştirebiliriz -İNŞALLAH-…
Rabbimizin bizleri, bahşettiği evlat nimetleriyle, hem dünyada hem ahirette bahtiyar kılması temenni ve duasıyla selametle kalın…
Reyhan Güneş