Yurdun bazı bölgelerini gezmek; il ve ilçelerde seminerler vermek için yola koyulmuş iki kadın! Ve uzadıkça uzayan yollar… Yolları çevreleyen dağlar… Ağaçlara tüneyen kuşlar… Gökyüzünde gezinen bulutlar… Amacın hâsıl olacağına dair umutlar; yosun renkli…
“Abla, bu yolun sonu nereye varıyor?”
“Allah (CC)”a! Tabi istersen…”
Sonu Allah”a varan; O”nun rızasına ermek ile sonuçlanan bir yolculuk yapmayı hangi mümin istemez ki? Ya da böyle saadet kimin hayallerini süslemez ki, diye düşündü bir an. Sonra muhatabının gözlerinde bulmaya çalıştı; farklı bir mecraya çektiği soruya verdiği cevabın kastını…
“Siirt”e mi yoksa ilçesine mi gidiyoruz” anlamında sorduğu soruya aldığı cevabın ardı sıra gitmeye kararlıydı genç kadın! “Nasıl yani” dercesine doğrulttu bakışlarını muhatabından yana. O ise “Haydi, anı yaşayalım” diyordu usulca…
“Peki, ama nasıl?”
“İnsanlar genellikle içinde bulundukları ânı geçiştirerek, yaşadıklarını zannediyorlar. Oysa durum çok farklı… Düşünsene şuan dağlar, taşlar, kuşlar hatta bulutlar bile bize eşlik ediyor bu yolculuğumuzda.”
“Böyle bir düşünmenin kaynağı ne ola ki?”
“Şu halde biraz geriye gidelim… Biz günlerdir evimizi, barkımızı neden bıraktık? Evimizden kilometrelerce uzakta gün aşırı yaptığımız saatler süren yolculuklarımızın ve verdiğimizin seminerlerin asıl amacı ne? Maddi çıkar mı, prestij merakı mı, “desinler” telaşı mı yoksa yalnızca Allah rızası ve hizmet mi?”
“Şüphe yok ki amaç yalnızca rızayılillah!”
“Peygamber Efendimiz; “Kim Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da öldürülür yahut atı veya devesi (yere atıp) boynunu kırar veya bir zehirli sokar veya yatağında ölür ise, Allah`ın dilediği hangi musibetle ölmüş olursa olsun şehit olarak ölür” (Ebu Davud) buyuruyor. Şu halde yolculuğumuz da evimize dönene değin geçen her ânımız da adeta cihad hükmünde değil mi? Bu kadar değerli anlara yerde ve gökte bulunan –canlı/cansız, insi/cinni- her şey elbette tanıklık etmek ister ve ediyor da. Ancak görmek için bakmak ve duymak için dinlemek gerektiği gibi, bunu anlamak için de farkında olmak ve bu bilinçle yaklaşmak gerekiyor…
Baksana! Yola çıkışımızdan bu yana ağaçlar el sallıyor bize. Bulutlar peşimiz sıra göz kırpıyor. Dağlar yol veriyor ve gülümsüyorlar… “Ne kutlu bir gidiş bu! Yolunuz açık olsun” diyorlar. ”
“Doğrusu, hiç böyle düşünmemiştim!”
“Şimdi, bir de bu açıdan bak istersen! Ânı yaşamaya ve yakalamaya çalış… Ki; yepyeni ve farklı bir anlam kazansın düşüncelerin. Ve berraklaşsın…”
…
Öyle ya, gözümüzü kapatmadığımız ve “âma” olmadığımız sürece görürüz! Bakmak ise bilinçli, istekli ve eğilimli bir iş… Aynı şekilde kulaklarımızı tıkamadığımız ve sağırlık da yaşamadığımız sürece duyarız! Ancak aklımıza ve kalbimize gerçek manada sadece dinlediklerimiz sirayet eder…
İşte aynen öyle, hayatımızın akışını da eğilimlerimiz belirlemekte. . Bu anları yakalamak; layıkıyla yaşamak ise neyi niçin yaptığımızı kendimize sormamız ve “nasıl daha iyi yapabilirim”in kaygısını taşımamızla mümkün olacaktır.
Günlük işlerimiz, üstlendiğimiz görev ve sorumluluklarımız, kişisel ihtiyaçlarımız, sosyal paylaşımlarımız ve en önemlisi de kulluk vazifelerimiz! Tüm bunlar insan olmamızın tabi sonuçları ve hayatımıza kalite kazandıran gerekliliklerdir. Oysa onlara açtığımız daracık pencereler ve o kilitli tuttuğumuz kapı; ânı yaşamamıza engel teşkil ediyor. Kaliteli bir yaşamın önünde set olarak duruyor. Rabbimizle aramızdaki bağı inceltiyor. İnsan-ı Kamil olma yolunda köstek; takvaya erme noktasında mâni oluyor. Ve ne yazık ki nefse köle ediyor…
Büyük bir imtihan olan şu dünya hayatında es geçtiğimiz; üzerinde haklıyla durup düşünmediğimiz haliyle doğru yanıtı da veremediğimiz öyle çok sual var ki! Evet, her bir ân; üzerinde düşünülmesi gereken bir sual misali. Üstelik doğru cevaba mukabil hesapsız bir mükâfat var. Oysa birçoğumuzun aklı geçip giden o çözemediğimiz soru-lar-da kalmış. Kimimiz de bir sonraki sorunun merakında. Arada kaynayan ise “asıl soru”…
Şimdi, gözleri geleceğe dikme zamanı değil! Geçmişin izlerini sürme hiç değil… Âna odaklanma zamanı…
Şimdi, namazı erkânıyla kılma zamanı! Bitmek bilmeyen gündelik işleri düşünmeksizin…
Şimdi, Kur”an-ı tertil ile okuma zamanı! Hızlıca bitirmenin derdini gütmeksizin…
Şimdi, malı Allah için harcama zamanı! Fakirlik endişesi taşımaksızın…
Şimdi, Allah yolunda çalışma zamanı! Bir an bile ertelemeksizin…
…
Dedik ki düşünceler, ânı yakalamaya çalıştıkça safileşir! Peki ya safileşince ne olur?
Bir yola yalnızca Allah rızası için ve hizmet maksadıyla koyulan bir kimse, yola çıkış amacı üzerinde düşünürse; yaptığı yolculuğun kıymetini anlar. Kıymet bilen kıymet verir. Kıymetli şeylerin başı da sonu da bereketlidir. Bunu bilir… Yine de daha güzel, hayırlı ve bereketli olması için dua eder, didinir; elinden ne geliyorsa yapmaya çalışır. Kıymetli bir yolculuğun her saniyesini, çektiği onca eziyete rağmen, ganimet bilir. Bu anları tefekkür ile geçirerek taçlandır. Ruhu da doyar; gözü gönlü de. Ve kalp gözü ardına kadar açılır…
Peki, daha sonra ne olur?
Tarifi imkânsız ve kıyası zor bir lezzet alır. Aşkla yola koyulduğundan, aşkı taşır; aşka susayan gönüllere… Tebliği de daveti de şevkledir onun; aşikârdır. Bu nedenle karşılık bulur mutlaka. Maksat hâsıl olur, eninde sonunda. Yaptığı iş de hezimete değil hizmete dönüşür, biiznillahi Teâlâ…
Yollar birçok ve farklı farklıdır! Kimi bedenen kimi manen seyreyler hayat yolunda, hizmet adına… Ancak mühim olan ihlastır. Varlık amacını bilen ve bu bilinçle davranan için yaptığı her eylem ibadettir. İbadetlerini ihlasla yapanın ise her ânı meserrettir –sevinçlerle dolu geçer-.
Ve ancak yola ihlasla çıkan Allah”a varır…
Şu halde, görünen o ki;
Şimdi ihlas zamanı!
(Elif Yüksek)