Mutlak bir lafızdır ki kapsam, kuşatma, tayin ve tahsise delalet eden bir şeye bitişik olmayıp yalnız kendi cinsindeki fertleri ve durumları içine alır ve bu konuda da genellik ifade eder.
Mesela, “rakabe” yani köle tabiri mutlak lafızdır ve müslüman veya gayri müslim her köleyi içine alır. Mukayyed ise kendi cinsinde genellik ifade etmeyip bir yönüyle genellik ifade etmekten uzak tutulmuş lafızdır. Müslüman rakabe gibi.
Mutlak, mukayyed yerine geçer mi sorusu açıklanmaya muhtaç bir konudur. Mutlak ile mukayyedin açıklama kaynağı olan hükümlere bakılır. Bunlar ya çeşitli ya da tek halde bulunur:
1. Hükümler çeşitli olup bunlardan biri diğerinin kayıtlanmasını gerektiriri değilse, mutlak, mukayyed yerine geçmez. Her biri ayrı ayrı asıl konuldukları şekilde geçerli olur.
Mesela, bir kimse vasiyet edip, “Bu elbisem yetim bir çocuğa verilsin, bu para da ilim tahsilinde bulunan bir yetime verilsin” dese birinci vasiyet, herhangi bir yetime, ikinci vasiyet ise kayıtlandığı gibi “ilim tahsilinde bulunan bir yetime” verilmek üzere geçerli olur. Çünkü burada hükümler farklıdır ve biri diğerinin kayıtlanmasını gerektirip değildir.
2. Hükümler farklı olmakla beraber hükmün biri, diğer hükmün kayıtlanmasını bizzat veya bir vesileyle gerektirir olursa mutlak, mukayyed yerine geçer.
Mesela, bir kimse birine, “Benim için bir mushaf-ı şerif satın al” deyip hemen peşinden de, “Benim için matbu olan bir mushaf-ı şerif satın alma” dese, birinci sözündeki “mutlak mushaf” ibaresi ikinci sözündeki “mukayyed matbu mushaf-ı şerif” ibaresine yüklenir. Çünkü buradaki iki hükümden biri, diğerinin kayıtlanmasını aklî olarak gerektirmektedir.
3. Hükümler tek olarak bulunduğu halde olaylar farklı olsa mutlak, mukayyed yerine geçmez. Mesela, yemin kefâreti için “bir köle” âzat edilmesi açıklanmıştır. Bunun gibi, adam öldürme kefâretinden dolayı da “bir müslüman köle” âzat edilmesi emredilmiştir. İşte birincide ifade edilen köle mutlaktır. İkincideki köle ise mukayyeddir (kayıtlanmıştır). Ancak olaylar farklı olduğu için buradaki “mutlak köle” ibaresi, “mukayyed köle” ibaresine yüklenemez. Ancak Şâfiîler’e göre buradaki iki hüküm, kefâret olmakta müttefik olduğu için, mutlak olan mukayyed olana kıyas yoluyla hamledilir. Hanefîler’e göre ise bu kıyas doğru değildir.
4. Hükümler beraber olmakla beraber olaylar da beraber bulunur. Bu durumda bakılır: Eğer sınırlama, hükmün sebep ve şartında ise yine mutlak, mukayyed üzerine hamledilmez.
Mesela, bir hadis-i şerife göre, mutlaka köle için efendisinin sadaka-i fıtır vermesi emredilmiştir. Diğer bir hadis-i şerifte ise müslüman olan köle için efendisinin sadaka-i fıtır vermesi emredilmektedir. Köle ise sadaka-i fıtrın sebebidir. Buna göre sınırlama, hükmün sebebi hakkında söylendiğinden her iki hadis ile de amel edilir. Burada mutlak, mukayyede hamledilmez.
5. Hüküm ve olay birlikte olmakla beraber mutlaklık ve sınırlama hükmün kendisinde bulunur. Buna göre de mutlak, zaruri olarak mukayyed üzerine hamlolunur.
Mesela, yemin kefâretinden dolayı tutulacak orucun bir âyet-i celileye göre mutlak üç gün olduğu, İbn Mesud’un [radıyallahu anh] meşhur okuyuşuna göre ise peş peşe üç gün olduğu açıktır. Burada hükümler aynıdır. Sınırlama ise hükmün kendisinden ibaret olan üç güne yöneliktir. Aralarım birleştirmek mümkün olmadığı için mutlak, zaruri olarak mukayyede hamledilmıştir. (Ömer Nasuhi Bilmen)