Hüsün (güzel), kubuh (çirkin) anlamına gelmektedir. Hüsün ve Kubuh‘un birçok anlamı daha vardır. Bunlar;
1. Hüsün, mükemmellik sıfatıdır. Kubuh ise noksanlık sıfatıdır, ilim ve cehalet gibi.
2. Hüsün, amaca uygun olan, kubuh ise amaca ters olan şey demektir. Adalet ve zulüm gibi.
3. Hüsün, tabiata uygun olan, kubuh ise tabiata aykırı olan şey demektir. Tatlılık ve acılık gibi.
4. Hüsün, acilen övgüye ve sevaba vesile olan, kubuh ise acilen yermeye ve cezalandırmaya sevkeden şeydir. İtaat ve günah gibi.
Şer’an me’mûrun bih olan bir şeyde hüsün vardır, fakat bu hüsün neye göredir?
Bu hususta ihtilaf vardır. Eş’arîler’e göre hüsün, emrin gereğidir. Hüsnü gerektiren şey bizzat emrin kendisidir. Şer’i şerif ise hükmü verendir. Akıl da hatayı anlamaya bir araçtır. Buna göre kendisine Peygamber’in haberi ulaşmayan kimse tevhid-i Bârî (Allah’ın bir ve tek olduğuna iman) ile mükellef değildir ve bundan dolayı azaba da uğramaz.
Mu’tezile’ye göre hüsün, emrin delalet ettiği şeydir. Akıl, o konuda hükmü verendir, onun hüsnüne hükmeder. Şeriat ise me’mûrun bihlerden bazılarının hüsnünü beyan eder.
Mâtürîdiyye imamlarına göre emreden, hüküm veren olduğu için, mutlak olarak emrin delalet ettiği şeydir. Emrolunan şeyler, aslında güzel olduğu için emrolunmuştur. Yoksa emrolunduğu için güzel olmuş değildir. Hüküm vermek, özellikle şeriata aittir. Akıl ise me’mûrun bihlerden bir kısmının güzelliğini çalışma olmaksızın, bir kısmının güzelliğini de çalışmak suretiyle anlar. Bu hüsnü, işittikten sonra veya henüz işitmeden anlayabilir.
Buna göre, şer’î hükümlerin yayıldığı yerlerden farklı bir yerde bulunan bir kimse de tecrübe edecek bir zaman geçtikten sonra Allah Teâlâ’nın bir ve tek olduğunu tasdik ile mükellef olur. Çünkü bunun hüsnü bizzat sabittir ve akıl sahibi bunu idrak edebilir. Fakat ibadetlere ait vazifeler, emirden önce bilinemeyeceği için, böyle biri emirden önce ibadetlerle mükellef tutulamaz. Tercih edilen görüş de budur. (Ömer Nasuhi Bilmen)