Bu sayfada anlatacağımız Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav)in hayatının çok ama çok az bir kısmıdır. Her şey özet halinde ve bir iki cümle ile anlatılmış durumdadır. Peygamberimizin mübarek hayatlarını daha ince ayrıntılarına kadar öğrenmek her müslümanın vazifesi olmalıdır. Çünkü O’nun hayatı bütün insanlara örnek olması gereken bir mükemmellikte ve yüceliktedir. işte Hz Muhammedin hayatı.
Yeryüzünde dağ, taş, kuş, çiçek, gökyüzünde ay, güneş ve yıldızlar, yani her şey bayram ediyordu. Kutlu bir seher vaktiydi. İnsanlar derin uykularına devam ediyor, Mekke şehri aydınlanıyordu.
Hz İsa’nın doğumundan sonra tam 571 yıl geçmişti. İnsanlık tarihinin belki en acı yıllarıydı bunlar. Her taraf koyu bir karanlık içindeydi. Zulüm, haksızlık, yalan ve inkar seli dünyayı, yaşanması imkansız bir hale sokmuştu.
Güçsüzler eziliyor, kadınlar hor görülüyor, kız çocukları diri diri kumlara gömülüyordu. Her yanda kahinler, sihirbazlar dolaşıyordu. İçki, kumar, fuhuş tam anlamıyla serbest hale gelmişti. İran, Mısır, Roma Hindistan, Çin ve bütün dünya ruhları aydınlatacak bir güneşin doğmasını bekliyor, son ve en büyük kurtarıcının yolunu gözlüyordu.
Ve Mekke şehri 20 Nisan 571 yılının bir Pazartesi sabahı aydınlanıyordu. Mekke’de bir ev vardı. Küçük, temiz, bakımlı bir ev. Ama sessiz, ama mahzun. Çünkü evdeki genç kadının kocası iki ay önce ölmüş, hamile hanımını yapayalnız
bırakmıştı. Genç kadın Zühre oğullarından Vehb’in kızı Amine idi. Bir bebek dünyaya getirecekti.
Yatağına uzanmış geçmişini ve geleceğini düşünüyordu.
Doğum iyice yaklaştığı halde hiçbir sancı ve acı duymuyor, olup bitenlere hayret ediyordu. Bu gece evin içi, sanki baştanbaşa nurlanmış, gökyüzünden misafirler gelmişti. Odası misk kokularıyla dolmuştu. Gönül rahatlatan, hayatı sevilir ve yaşanılır hale getiren bir şeyler oluyor, Amine şaşıyordu.
Nihayet bebek doğdu.
Yüzü nurdan ışıklı, güzel mi güzel bir bebek. Amine yavrusunu bağrına bastırıp öptü. Sevinçle, sevgiyle:
— Senin adın Muhammed olsun dedi.
Sonra Abdulmuttalib’e haber gönderildi. Mekke’nin reisi idi, Abdulmuttalip. Bir erkek torunu olduğunu duyunca koşup geldi. Kundağı kucağına uzattılar.
İhtiyar Abdulmuttalip bakmaya başladı. Ne yüce, ne asil bir güzellikti bu Allah’ım..
Abdullah’ın yetimi büyük bir insan olacak” diye mırıldandı yaşlı dede.
Kureyşliler toplanmışlardı.
Abdulmuttalip kundağı havaya kaldırarak:
— Bildiğiniz gibi iki ay önce ölen oğlum Abdullah’ın eşi Amine bu sabah bir erkek çocuk doğurdu. Şahit olun.
Torunumun adını Muhammed koyuyorum, diye bağırdı.
Mekke’liler şaşırdılar.
— Şimdiye kadar soyun içinde bu ismi taşıyan yok ki ey Abdulmuttalip… Niçin torunun ismini “Muhammed” koyuyorsun, dediler.
Yaşlı adam tebessüm etti.
— Göktekiler ve yerdekiler onu öğsün istiyorum! diye cevap verdi.
Yeryüzü ve gökyüzü bayram ediyordu. Çünkü yeryüzünün ve gökyüzünün şeref tacı Hz Muhammed doğmuştu bu gece…
Babası, Abdulmuttalip oğlu Abdullah, o doğmadan iki ay önce Medine’de vefat etmişti. Annesi Vehbin kızı Amine işte bu yüzden üzülüyor, ama böylesine değerli bir evlat doğurduğu için sevinç duyuyordu. İçindeki bir his, dünyayı kaplayan karanlığın artık kaybolacağını söylüyordu. Bunu sevgili oğlu gerçekleştirecekti… Böyle inanıyordu Amine.
Gerçekten Hz Muhammed’in doğduğu gece dünyada çok garip ve büyük olaylar meydana gelmişti. İran’da Mecusilerin bin yıldan beri hiç söndürmedikleri ateşleri birden sönmüş, İran hükümdarının sarayında burçlar yıkılmış, Semave isimli
kurumuş bir dere sularla dolup taşmış, Save isimli bir göl kurumuştu. Üstelik Mekkeli müşriklerin Kâbe’ye doldurdukları ve taptıkları 360 put o gece yerlere devrilmiş, Yahudi kahinler gökte parlak yıldız görüp;
— Eyvah! Bu gece son peygamber doğdu. Ama Yahudiler içinden değil! diye feryat etmişlerdi.
Dünya çalkalanıyordu.
Dünya en son ve en büyük peygambere kavuşacaktı.
Hz Muhammed yeryüzüne doğmuştu.
Doğumdan hemen sonra O’nu Halime isimli bir sütanneye verdiler. Halime Beni Sad kabilesindendi. Yoksuldu. Fakat bu yetim yavruyu kucağına aldıktan sonra dünyası değişiverdi. Yüreği sevinçle doldu. Mekke’ye gelirken zorlukla yürüyen ve hep geride kalan hayvanı, dönerken bütün arkadaşlarını geçmişti. Kısır koyunları bile süt vermeye başlamıştı.
Halime Hz Muhammed’e süt annelik yapıyor, onu canından daha çok seviyordu. Dört sene beraber kaldılar. Arada sırada Mekke’ye gidiyor. Amine ile görüşüyorlardı. Sevgili anne yavrusunu görür görmez atılıyor, öpüyor, kokluyordu… Sonra kulağına eğilip.
— Yavrum diyordu. Sıhhatin ve iyi yetişmen için Mekke’den uzakta Halime’nin yanında bulunuyorsun. Yoksa bir an bile ayrılığına dayanamam ben…
Hz Muhammed büyüyordu.
Halime ve çocukları O’nu seviyorlardı. Tehlikelerden korumak için çırpınıyorlardı. Dört yaşına gelince onu annesine teslim ettiler. Amine artık ondan asla ayrılmayacaktı. Bir müddet sonra oğlunu yanına alıp Medine’ye götürdü Orada
hem akrabalarını, hem de kocasının kabrini ziyaret edecekti. Bu ziyaret iki yıl kadar sürdü.
Hz Muhammed, Medine’de akrabalarının çocukları ile oyunlar oynadı, ok atmasını, yüzmesini öğrendi.
Mekke’ye dönüş esnasında sevgili anne Amine, yolda hastalandı. Ebva denilen yere geldiklerinde hastalığı arttı, altı yaşında bulunan oğlunu yanına çağırıp ona güzel sözler söyledi, öğütler verdi. Sonra da gözlerini dünya hayatına kapayıp öldü. Köleleri Ümmü Eymen, sessiz sessiz gözyaşı döken öksüz ve yetim yavruyu Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalip’e teslim etti.
Yaşlı adam torununu bağrına bastı. Herşeyden, herkesten çok onu severdi. Yanından ayırmadı. Yemeğini o sofraya oturmadan yemiyor, gittiği heryere onu da götürüyordu. Bu hal ancak iki sene kadar devam etti.
Hz Muhammed sekiz yaşına geldiğinde, dedesi de vefat etti. Ölürken oğlu Ebu Talib‘i çağırıp Hz Muhammed’e bakmasını ve onu daima korumasını vasiyet etti.
Ebu Talip yeğenini yanına aldı. Kendi çocukları ile onun arasında hiç bir ayırım gözetmedi. Hatta O’nu daha çok seviyor, koruyordu. Filistin’e giden bir ticaret kervanında yeğenini de beraberinde götürdü. Yolda O’nun ne kadar yüce bir insan olduğunu daha yakından görüp öğrendi. Hz Muhammed de olağanüstü birşeyler vardı. İlerde büyük bir insan olacağı daha şimdiden belli oluyordu.
Mekke’ye döndüler Hz Muhammed komşularının koyunlarını gütmeye başladı. Yüce Allah böylece O’nu ilerdeki eşsiz görevine hazırlıyordu. Çünkü O Peygamber olacak, nice insanların başına geçip onları idare edecekti.
Amcasının yanında geçen yıllar onu geliştirip olgunlaştırdı. Artık herkesin sevip, saygı duyduğu dürüst bir genç olmuştu. Mekke’nin her türlü kötülüğe bulaşan gençlerine benzemiyor, ne onlar gibi puta tapıyor, ne içki içiyordu. Daima düşünceli bir hali vardı. Yalnız kalmayı tercih ediyor, dağlarda dolaşmayı seviyordu.
Yirmibeş yaşına geldiğinde, Mekke’nin en soylu ve en zengin kadınlardan biri olan Hz Hatice‘nin ticaret kervanını yönetmeye başladı. Bu işte büyük bir başarı ve dürüstlük gösterdi. Hz Hatice onunla evlenmek istedi. Aileler arasında anlaşma yapıldı. Düğün sade ve gösterişsiz oldu. Artık yeryüzünün en mutlu aile hayatı başlamıştı. Hz Hatice kocası hz Muhammed’i çok seviyor, O’nu memnun etmek için elinden geleni yapıyordu.
Sonra ilk çocukları Kasım dünyaya geldi. Ardından Tahir, Zeynep, Rukiye, ümmügülsüm ve Fatıma doğdular.
Hz Hatice ile evlendikten sonra amacasından ayrılan Hz Muhammed bu arada geçim darlığı çeken amcasına yardım elini uzattı. Oğullarından biri olan Hz Ali‘nin geçimini üzerine alıp onu evine getirdi. Hz Ali O’nun terbiyesi altında büyümeye başladı.
0 yıllarda Mekke’yi tamir eden Mekkeli kabileler arasında anlaşmazlık çıkmış, Hacer-i Esved denilen mübarek taşı yerine koymak için savaşı bile göze almışlardı. Sonra bu işi bir hakeme havale etmek istediler. Her sözüne inanılan, bu güne kadar yalan söylediği asla duyulmamış olan Hz Muhammed’in hakemliğine karar verdiler. O da taşı bir yaygının üzerine koyup taşıttı ve yerine gelince kendi elleriyle alıp yerleştirdi. Ortalık böylece yatışmış oldu.
Hz Muhammed kırk yaşlarına erişti.
Sık sık Hira Mağarası’na çekiliyor ve insanlardan uzakta, yeryüzünün gökyüzünün yaratılışını, dünyanın halini düşünüyordu. Bilhassa Ramazan aylarını daima mağarada geçiriyordu.
Yine bir Ramazan günü yüce Melek Cebrail ona görünerek Kur’an-ı Kerim’ın ilk ayetlerini okudu. “Sen Allah’ın Peygamberisin” dedi. Artık en büyük görev başlamıştı. Hz Muhammed insanları Allah’ın dinine, İslam’a davet edecekti.
Bunu ilkin hanımı Hz Hatice‘ye anlattı. O vefakar ve değerli kadın kocasını dikkatle dinleyip iman etti. Ardından Hz Ali, azatlı bir köle olan Hz Zeyd ve Hz Ebubekir müslüman oldular.
Peygamberimiz bu kutsal görevine devam etti. Üç yıl gizli gizli insanları İslam’a çağırdı. Sonra bu daveti açıkça yapma emrini aldı. Arkadaşlarını, dostlarını dolaşıp
Peygamber olduğunu bildirdi. İçlerinden çok azı onu kabul ettiler. Amcası Ebu Lehep, Kureyş zenginlerinden Ebu Cehil ve daha bir çokları O’nu davadan vazgeçirmek için çalıştılar. Fakat O;
“Sağ elime güneş, sol elime ayı koysanız dahi bu yoldan dönmem!” dedi.
Hz ömer de İslamı kabul edince müslümanların sayısı kırka ulaştı.
Sevgili Peygamberimiz tam on üç sene Mekke’de insanları Allah’ın dinine, doğru yol olan İslama çağırdı. Bu uğurda hem kendisi hem inananlar akıl almaz işkencelere ve ezalara uğradılar. Bir kısmı yurt ve yuvalarını terkedip Habeşistan’a göçtüler.
Peygamberliğin onuncu yılında, önce amcası Ebu Talip, onun ölümünden üç gün sonra dasevgili hanımı Hz Hatice vefat etti. Binbir sıkıntı ve üzüntü içinde geçen bu yıla Hüzün Yılı dediler.
Mekke’de müslümanlara karşı eziyet ve işkenceler artınca Taif şehrine gidip oradaki insanları müslümanlığa çağırdı. Alay ve hakaretlerle karşılaştı. Hatta yolunun kenarına geçip O’nu taşa tuttular.
Bütün bunlara rağmen azim ve iradesini asla yitirmedi. Yüce Allah’ın kendisine yardım edeceğini biliyor, ona güveniyordu.
Mekke devrinin son birbuçuk yılı içinde Miraç hadisesi meydana geldi. Yüce Allah, en büyük ve sevgili Peygamberini kendi katına çıkarıp vasıtasız olarak onunla görüştü. Kafirler buna da inanmadılar.
Bu arada Medine’den bazı kimseler gelip, Akabe denilen yerde Allah’a ve Resulüne iman ettiklerini söylediler. Bunlar Medine’ye döndükten sonra orada İslamı yayıp sayılarını çoğalttılar. Ertesi yıl yine Akabe’ye gelip Peygamberimizi ve müslümanları Medine’ye davet ettiler.
Böylece müslümanlar birer ikişer Medine’ye hicret etmeye başladılar. Sonunda, Mekke devrinin on üçüncü yılı içinde Peygamberimiz, yanında en yakın arkadaşı Hz Ebubekir olduğu halde Medine’ye hicret etti. Peşlerine düşen müşriklerin şerrinden yüce Allah onları korudu.
Medineliler yollara çıkıp onları karşıladılar. Şehir bir bayram havası yaşadı. Çocuklar yollara dizilip “Hoşgeldiniz ya Resulallah” diye bağırıştılar.
Peygamberimiz Medine’de Ebu Eyyub El Ensarî isimli bir müslümamın evinde misafir edildi. Sonra bir mescid yaptırıp oraya yerleşti.
Artık on yıl sürecek olan Medine devri başlamıştı.
Mekke’li müşrikler, müslümanların çoğalıp güçlendiklerini görünce, onları yok etmek için bir ordu hazırlayıp Medine yakınlarındaki Bedir‘e kadar geldiler. Peygamberimiz de 300 müslümanla beraber Bedir’de düşmanlarını karşıladı. Yapılan savaşta yüce Allah’ın yardımı ile müşrikler yenildiler. Azılı kafirlerden Ebu Cehil öldürüldü.
Bu zafer İslamın daha da yayılıp büyümesine vesile oldu.
Müşrikler ertesi yıl, çok güçlü bir ordu ile yeniden saldırdılar. İki taraf Uhud‘da karşı karşıya geldi. Çetin bir savaş yapıldı. Peygamberimizin amcası Hz Hamza şehid edildi. Çok sayıda müslüman şehid düştü. Kafirler zafer kazandık sanıp geri çekildiler. Fakat Peygamberimiz ve arkadaşları peşlerine düşerek onları takip ettiler.
Kureyşliler geri dönmeye cesaret edemediler.
Daha sonra müşriklerle Hendek Savaşı yapıldı. Bu savaşta da müslümanlar galip geldiler. İhanet eden Yahudilere de gereken ceza verildi.
Peygamberimiz, çevredeki hükümdarlara ve kabilelere mektuplar gönderip onları İslama davet etti. Arap kabileleri birer ikişer gelip müslüman oldular.
İslam dini artık her tarafta biliniyor, Peygamberimiz başarıdan başarıya koşuyordu. Arkadaşları O’nun etrafında pervaneler gibi dönmekteydiler.
Mute harbi, Hayber’in fethi gibi savaşlar yapıldı. Zaferler kazanıldı. Sonunda Resulullah on bin kişilik bir orduyla Mekke üzerine yürüdü. Müşrikler karşı koyma cesaretini gösteremediler. Peygamberimiz Mekke’ye girdi. Kâbe’deki putları birer birer devirip yıktı. Hz Bilal Kâbe’nin damından ezan okudu. Müşriklerin hemen hepsi iman ettiler. Suçları bağışlandı.
Böylece Resulullah kendi öz yurdu olan Mekke‘yi fethetti. Hemen arkasında Huneyn ve Evtas muharebelerini kazanıp henüz müslüman olmayan Arap kabilelerini dize getirdi. Taif’i muhasara etti.
Hicretin dokuzuncu yılında büyük bir orduyla Tebük seferine çıktı. Hıristiyan orduları çekindiler. O’na karşı çıkamadılar. Peygamberimiz Medine’ye döndü.
Artık İslamiyet hakimiyet kurmuş, Arabistan’da İslam güneşi parlamaya başlamıştı.
Peygamberimiz son bir defa hacca gitmek istedi. Hicretin onuncu yılında büyük bir kalabalıkla Mekke’ye geldi. Hac görevini ifa etti. Orada yüzbini aşkın müslümana Veda Hutbesi‘ni okudu.
Hac dönüşü Medine’de hastalandı. Mübarek vücudu sarsılmıştı. Önceleri hafif devam eden hastalık arttı. Resulullah yatağından kalkamıyordu. Hz Ebubekir’i namaz kıldırmakla görevlendirdi.
Her türlü vazifesini eksiksiz tamamlamış, dünyaya İslamın nurunu yaymış, puta tapıcılığı ortadan kaldırmıştı. Artık huzur içinde Allah’ına kavuşabilirdi.
Miladi 632 tarihinde 8 Haziran Pazartesi günü mübarek ruhunu teslim etti.
Cenazesini amcasının oğlu ve aynı zamanda en sevgili kızı olan Fatıma’nın kocası Hz Ali yıkadı. Sahabeler derin üzüntü ve gözyaşları arasında O’nu vefat ettiği yere, yani Hz Aişe’nin odasına defnettiler.
Yeryüzü, üzerine ayak basmış olan en değerli varlığını böylece bağrına çekti. Allah, O’nu ebedi olmak üzere kendi katına aldı.
Vefatından sonra müslümanlar ilk iman eden ve Peygamberimize hicret arkadaşlığı yapan Hz Ebubekir’i halife seçtiler.
Resulullah vefat etmiş, fakat arkasında kıyamete kadar hükmü baki kalacak olan Kur’an-ı Kerim’i bırakmıştı.
Şimdi yeryüzünün her köşesine yayılmış olan ve sayıları bir milyarı aşan müslümanlar hep O’nun adını yüce Allah’ın adı ile birlikte anıyor. Çünkü, O Allah’ın her şeyi hürmetine yarattığı son ve en büyük elçisi, sevgili kuludur.