Rıdvan Biati nedir ve Rıdvan Biati nasıl olmuştur?
Sonunda Hz. Peygamber barış görüşmelerini yapmak için Hz. Ömer’i (ra) seçti. Ama Hz. Ömer (ra) özür dileyerek: “Kureyş benim can düşmanımdır. Mekke’de beni Kureyş’e karşı koruyabilecek, kabilemden tek kişi bile kalmadı” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Osman’ı gönderdi. O, bir yakını olan Ebbân b. Saîd’in himayesinde Mekke’ye girdi ve Hz. Peygamber Efendimizin mesajını ulaştırdı. Kureyş onu gözaltına almıştı. Ama her tarafa onun öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber Hz. Peygamber’e gelince: “Osman’ın kanının karşılığını almak farzdır” buyurdu. Bunu dedikten sonra bir ağacm altına oturdu ve sahabe-i kirâm’dan canlarını feda etmeleri üzere biat aldı. içlerinde kadınların da bulunduğu bütün sahabe-i kiram heyecanlı ve coşkulu bir hava içinde yüce Peygamber’in mübarek elini tutarak canlarını feda edeceklerine söz verdiler. Bu islâm tarihinin en şanlı ve en önemli olayıdır. Bu biatin adı Rıdvan Biâh’dır. Feth sûresinde bu olay ve altında oturulup biat alman ağaç zikredilmiştir:
“And olsun ki o ağacın altında sana biat ederken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır.” (Feth, 48/18)
Daha sonra, Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberinin doğru olmadığı anlaşılmıştır.
Kureyş, Süheyl b. Amr’ı elçi olarak gönderdi. Son derece düzgün ve akıcı konuşan biriydi. Bu yüzden insanlar ona; “Kureyş’in hatibi” unvanını vermişlerdi. Kureyşliler ona: “Barış ancak Muhammed’in bu yıl geri gitmesi şartıyla yapılabilir” dediler.
Süheyl, Hz. Peygamber’in huzuruna geldi ve uzun süre barış şartları üzerinde konuştu. Sonunda birkaç şart üzerinde uyuşma oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ali’yi çağırarak anlaşma şartlarını kaleme almasını emretti. Hz. Ali (ta) başlığa “Bismülarıirrahmanirrahim=Rahman Rahim Allah’ın adıyla” yazdı.
Arapların eskiden beri alışık olduğu şekil, yazıların basma “Bismikellahüm-me=Senin adınla Allahrm” yazmaktı. Bismülahirrahmanirrahim’i tanımıyorlardı. Bu yüzden Süheyl b. Amr: “BismiUahirrahmanirrahim yerine eskiden beri kullana-geldiğimiz o ifade yazılsın” dedi. Hz. Peygamber de kabul etti. Daha sonra gelen “Bu, Allah’ın Resûlu Muhammed’in kabul ettiği anlaşmadır” ifadesine Süheyl: “Eğer sizin peygamberliğinizi kabul etseydik çatışmaya ne gerek vardı? Sadece adınızı ve babanızın adını yazdırın yeter”dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de:
“Her ne kadar sen yalanlasan da Allah’a yemin ederim ki ben Allah’ın peygamberiyim” buyurdu. Daha sonra Hz. Ali’ye (ra) emrederek:
“Sadece adımı yaz” diye emretti.
Hz. Ali’den daha çok kim Peygamber’in emrine hiç düşünmeden itaat edebilirdi. Ama bazan muhabbetle bağlılık o derece tarif edilmez noktaya ulaşır ki, önüne geçilemez, kabına sağmaz bir bağlılık haline gelir, bizzat sevgilinin emrine uymamaya kadar gider.
Nitekim Hz. Ali (ra): “Ben asla adınızı silemem” dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
“Peki bana göster, adım nerede?” buyurunca,
Hz. Ali parmağını Resûlullah’ın adınm yazılı olduğu yere koydu. Resûlullah da o ifadeyi sildi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yazma bilmiyordu. Bu yüzden kendisine ‘ümmi’ denilmişti. Sahîh-i Müslim’de bu olayın anlatıldığı yerde “Hz. Peygamber, ‘Allah’ın Resûlu’ ifadesini silerek ‘Abdullah’ın oğlu Muhammed’ yazdı” diye yazmaktadır. Buhârf de bu olay ana rivayete aykırı düştüğünden, fikirler savaşının yapıldığı bir tartışma haline gelmişti. Ama gerçek şudur ki, okuma-yazma işi her zaman insanın gördüğü bir olay olduğundan ve her an diğer insanların yazıp çizdiğini gören, ama okuma-yazma bilmeyen bir insan da kendi adının harflerini tanıyıp öğrenebilir. Bu kadarcık bir şeyden de ümmîlik sıfatında bir farklılık meydana gelmez. Şüphesiz ümmî oluşu Hz. Peygamber’in övüncüdür ve bizzat Kur’ân-ı Ke-rîm’in kendisinde bu nitelik, şeref ve üstünlük derecesi olarak kullanılmıştır:
“Okuma-yazma bilmeyen nebî bir Peygamber’in peşinden gidenler” (Araf, 7/157)
Barış şartlan şunlardı:
1. Müslümanlar bu yıl Mekke’yi ziyaret etmeden geri gideceklerdir.
2. Gelecek yıl gelecekler ve sadece üç gün Mekke’de kalıp, geri döneceklerdir.
3. Silahlı olarak gelmeyecekler, sadece yanlarında kılıç bulunacak, o da kınlarına sokulmuş vaziyette ve çuvalların içerisinde, açıkta tutulmayacak şekilde bulunacaktır.
4. Öteden beri Mekke’de yaşayan müslümanlardan hiç birini, Medine’den gelen müslümanlar yanlarına alıp, gidemeyeceklerdir. Medine’den gelen müslümanlardan biri Medine’ye dönmeyip Mekke’de kalmak isterse onu alıp götüremeyeceklerdir.
5. Mekke’deki kâfirlerden veya müslümanlardan biri eğer Medine’ye giderse geri verilecek, ama bir müslüman Mekke’ye gelirse geri verilmeyecektir.[179]
6. Arap kabileleri iki gruptan dilediği ile anlaşma yapabilecek ve onun tarafına geçebilecektir.
Görünüşte bu şartlar müslümanların aleyhindeydi. Ne tesadüf ki tam anlaşma şartlan yazılırken daha önce müslümanlığı kabul etmiş olan ve Mekke’de kâfirlerin hapsedip, türlü işkenceler yaptığı Ebu Cendel (ra) bir yolunu bularak kaçıp, ayağında zincir halkalan olduğu halde geldi. Herkesin gözü önünde bitkin olarak yere yıkıldı.
Süheyl:
“Ey Muhammed! Barışın uygulanmasının bu ilk denemesidir. Ebu Cendel’i barış şartlarına uygun olarak bana geri ver” dedi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise:
“Henüz barış şartlan kaleme alınmamıştır” buyurdu.
Süheyl:
“O halde banş şartlarını kabul etmiyorum” deyince,
Hz. Peygamber:
“Peki onu burada bırak” buyurdu. Ama Süheyl kabul etmedi. Hz. Peygamber birkaç kere ısrar etti. Ama Süheyl hiçbir şekilde razı olmadı. Hz. Peygamber mecburen kabul etmek zorunda kaldı.
Ebu Cendel’i kafirler o kadar dövmüşlerdi ki, vücudunda yara ve dayak izleri vardı. Milletin önünde bütün yaralan gösterdi ve: “Müslüman kardeşlerim! Beni tekrar bu şekilde görmek ister misiniz? Ben müslüman oldum, beni bundan sonra kâfirlerin eline geri mi veriyorsunuz?” dedi. Bütün müslümanlar heyecanlanıp ir-kildi. Ömer (ra) kendini tutamadı. Hz. Peygamber’in huzuruna geldi ve:
“Ey Allah’ın Resûlu! Sen Hak Peygamber değil misin?” dedi.
Hz. Peygamber de:
“Evet, hak Peygamberim”, buyurdu.
Hz. Ömer:
“Sen hak üzere değil misin?” dedi.
Resûlullah:
“Evet, hak üzereyim” buyurdu.
Hz. Ömer:
“O halde biz, dinde bu aşağılığa nasıl katlanırız” deyince,
Hz. Peygamber salla İla hu aleyhi vesellem:
“Ben Allah’ın Peygamberiyim ve Allah’ın emrine karşı gelemem, Allah bana yardım edecektir” buyurdu.
Hz. Ömer (ra):
“Sen bize: ‘Kabe’yi tavaf etmeye gidiyoruz’ demedin mi?” deyince,
Hz. Peygamber:
“Ama ille de bu yıl tavaf edeceğiz demedim” buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer kalkıp Hz. Ebu Bekir’in yanma geldi ve aynı şeyleri onunla konuştu. Hz. Ebu Bekir (ra): “O Allah’ın Peygamberi’dir, ne yapıyorsa Allah’ın emriyle yapmaktadır” dedi.
Hz. Ömer daha sonra, Ebu Cendel’in yürekler acısı manzarası karşısında üzüntüsünü yenemeyerek, takındığı bu tavırdan dolayı çok pişman olmuş ve yaşadığı müddetçe bunun ıstırabını içinde duymuştu. Allah’ın affına nail olmak için, nafile namazlar kılmış, oruçlar tutmuş, hayırlar yapmış, köleler azâd etmişti. Buhârfde her ne kadar bu hareketler kısaca zikredilmiş ise de Ibn tshâk bunları teker teker bütün ayrıntılarıyla anlatmıştır. Bir bakıma sahabe-i kirâm’ın, barış anlaşmasının bu şekilde sonuçlanmasına tahammül göstermeleri onlar için çok ağır bir imtihandı. Bir tarafta görünüşe göre İslâm aşağılanmaktadır. Ebu Cendel, ayaklarına zincir bağlanmış vaziyette 1400 İslâm mücahidine ‘Beni kurtarın!’ diye yalvarmaktadır. Herkes heyecan ve öfkeyle doludur. Hz. Peygamberin bir işaretiyle kılıçlar çekilecek durumdadır. Diğer tarafta ise anlaşma olup bitmiştir. Hz. Peygamber Ebu Cendere (ra) baktı ve: “Ey Ebu Cendel! Sabır ve tahammülle hareket et. Allah Te-âlâ senin için ve mazlumlar için bir kolaylık ve çıkış yolu gösterecektir. Kureyşli-ler’le aramızda bir barış anlaşması yapılmıştır ve onu artık bozamayız” buyurdu.
İşte böylece Ebu Cendel (ra), ayaklarına zincir vurulmuş olduğu halde geldiği gibi geri girmek zorunda kaldı.
Hz. Peygamber: “insanlar burada kurbanlarmı kessinler” diye emir verdi. Ama sahabîler o kadar üzgün ve o kadar neşesizdi ki bir kişi olsun yerinden kalkmadı. Hatta Sahîh-i Buhârî’de[181]anlatıldığı gibi: “Resûlullah üç kez emretmesine rağmen bir kişi dahi buna yanaşmadı. Hz. Peygamber ailesinin yanma döndü. Mü’minle-rin annesi Ümmü Seleme’ye (ra) üzgün bir şekilde durumu anlattı. Ümmü Seleme, Hz. Peygambere: ‘Siz kimseye bir şey söylemeyin. Kendiniz dışarı çıkıp kurbanınızı kesin. İhramınızı çıkarmak için saçlarınızı tıraş edin’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber dışarı çıktı, bizzat kurbanmı kesti ve ihramını çıkarmak için saçını traş ettirdi. Artık herkes bu kararda bir değişiklik olmayacağına kesinlikle inanınca, bütün sahabe-i kiram da kurbanlarını kesip ihramlarını çıkardılar.”
Barış anlaşmasından sonra üç gün boyunca Hz. Peygamber Hudeybiye’de kaldı. Ardından hareket etti. Yolda şu âyet indi:
“Şüphesiz Biz sana açık bir zafer lütfettik” (Fetih, 48/1)
Bütün müslümanların yenilgi sandıkları şey için Allah Teâlâ, “Kesin ve açık bir fetih” buyurmaktadır.
Hz. Peygamber Ömer’i çağırarak: “Şu âyet nazil oldu” buyurdu ve ona yukarıdaki âyeti okudu. Hz. Ömer hayretle: “Bu, bir zafer midir?” diye sordu. Hz. Peygamber ise:
“Evet, kesin bir zaferdir” buyurdu. Sahîh-i Müslim’de şöyle deniyor: “Hz. Ömer’in içi rahatladı ve rahatlık hissetti.”[182] Daha sonra yaşananlar, bu anlaşmanın ne gibi gizli sırlar taşıdığını ortaya çıkaracaktı.
O ana kadar müslümanlarla kâfirler kendi aralarında buluşup görüşmüyorlardı. Barıştan dolayı gidiş, geliş başladı. Ticaret ve aile ilişkilerinden dolayı kâfirler Medine’ye geliyor, aylarca kalıyorlar, müslümanlarla buluşup görüşüyorlardı. Her konuşma sırasında îslâmî meseleler söz konusu ediliyordu. Bununla birlikte her müslüman İhlasın, güzel hareketin, iyi davranışın, güzel ahlâkın canlı bir tasviriydi. Mekke’ye giden müslümanların halleri işte bu manzaraları ortaya koyuyordu.
Bu sebeple de kâfirlerin gönlü kendiliğinden islâm’a kayıyordu. Tarihçilerin anlattığına göre, bu barış anlaşmasından itibaren Mekke’nin fethine kadar geçen sürede o kadar çok insan müslüman oldu ki daha Önce hiç bu kadar fazla insan müs-lüman olmamıştı. Suriye fatihi Hâlid (ra) ile Mısır fatihi Amr b. el-As’ın müslüman oluşları işte bu dönemin bir hatırasıdır. Barış anlaşmasında bulunan, ”Müslüman olup da Mekke’den Medine’ye gidenler tekrar Mekke’ye geri verileceklerdir” şartı içine sadece erkekler giriyor, kadınlar girmiyordu. Bu nedenle özel olarak kadınlar hakkında şu âyet indi.
“Ey mü’minler! Mü’min kadınlar sizin yanınıza hicret edip’geldiğinde onları imtihana çekin, Allah onların imanını en iyi şekilde bilendir. Eğer siz onların müslüman olduğunu bilirseniz, onları kâfirlerin yanına geri göndermeyin. O mü’min kadınlar, ne o kâfir erkekler için helaldir, ne de o kâfir erkekler, o mü’min kadınlar için helal olabilir. O mü’min kadınlara, kâfir erkeklerin harcadığı parayı kendilerine veriniz. Ücretlerini verdiğiniz taktirde onlarla evlenmenizde hiç bir salonca yoktur ve kâfir kadınları nikahlarınızda tutmayınız.” (Mümtehine, 60/10)
Zorunlu olarak Mekke’de kalan müslümanlara kâfirler ağır işkenceler yaptıkları için onlar kaçıp kaçıp Medine’ye geliyorlardı, tik önce Utbe b. Useyd (ra) -Ebu Busayr- kaçarak Medine’ye geldi. Kureyşliler adamımızı bize iade edin diye Hz. Peygamber’e iki adam gönderdiler. Hz. Peygamber de Utbe’ye (ra):
“Geri git” buyurdu. Utbe ise:
“Ey Allah Resulü, dinden dönmeme zorlamaları için kâfirlerin yanına gönderiyorsunuz” dedi.
Hz. Peygamber:
“Allah Teâlâ bunun için bir düzenleme yapacaktır ve hayra yönlendirecektir” buyurdu.
Utbe (ra) mecbur kalarak iki kâfirin kontrolü altında geri gitti. Ama Zülhuley-fe’ye varınca o ikisinden birini öldürdü, diğeri kurtulup kaçtı. Kaçan adam Medine’ye gelip Hz. Peygamber’e şikayetçi oldu. O sırada Ebu Busayr da geldi ve:
“Siz verdiğiniz söze uygun olarak kendi tarafınızdan beni iade ettiniz. Artık hiç bir sorumluluğunuz kalmadı” diyerek Medine’den ayrıldı. Deniz kenarında Zu-merve yakınında bulunan Iys denen mevkiye yerleşti. Mekke’nin kimsesiz ve eziyet çeken müslümanları, sığınacak bir yer ortaya çıktığını Öğrenince gizlice kaçarak buraya gelmeye başladılar. Bir kaç gün sonra burada hatırı sayılır bir kalabalık toplandı ve bunlar o kadar büyük bir güç meydana getirdiler ki, Kureyş’in Suriye’ye gidip gelen ticaret kervanlarının yolunu kesmeye, yağmaladıkları bu kervanlardan ele geçirdikleri mallarla geçimlerini sağlamaya başladılar. Kureyş mecbur kalarak Hz. Peygamber’e bir mektup yazdı ve anlaşmalarındaki o şarttan vazgeçtiklerini, isteyen her müslümanın Medine’ye giderek yerleşebileceğini, kendilerinin buna hiç bir şekilde müdahale etmeyeceklerim bildirdiler. Bunun üzerine Allah Resulü mektup yazarak yurtlarından uzak kalmış, kimsesiz müslümanların Medine’ye gelmelerini bildirdi. Nitekim Ebu Cendel (ra) ve arkadaşları Medine’ye gelip yerleştiler. Kureyş kervanının yolu da eskisi gibi açılmış oldu.
Utbe b. Ebu Mu’ayf in kızı olan Ümmü Külsûm (ra) müslüman olmuştu. Mekke’den Medine’ye hicret etti. Ama arkasından iki kardeşi Ammâra ile Velîd de geldiler ve Hz. Peygamber’den onu geri vermesini istediler. Hz. Peygamber bu isteği kabul etmedi. Sahabe-i kirâm’ın hanımlarından Mekke’de kalmış olanları ve kâfirlikte devam edenleri sahabe-i kiram boşadı.