Hz Hatice ve Ebu Talib in vefat ettiği yıla verilen ad nedir? İşte Hz Muhammed Efendimizin Peygamberliğin 10. Yılı Hz. Hatice (R.a) Ve Ebu Tallb’ln Vefatı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Ebu Tâlib deresinden çıkmış, rahat bir nefes almaya başlamış ve bir kaç gün için Kureyş’in zulüm ve işkencesinden kurtulmuşken Ebu Tâlib ile Hz. Hatice (ra) peşpeşe vefat ettiler.
Ebu Tâlib vefat etmek üzereyken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yanma gitti. Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebu Ümeyye daha önceden oraya gelmişlerdi. Resûluîlah: “Ölmek üzereyken lâ ilahe illallah’ deyiniz ki ben de Allah katında iman ettiğinize şahitlik yapayım” buyurdu. Ebu Cehil ile Ibn Ebu Ümeyye ise: “Ey Ebu Tâlib! Abdulmuttalib’in dininden vaz mı geçiyorsun?” dediler. Sonunda Ebu Tâlib: “Abdulmuttalib’in dini üzere ölüyorum” dedi. Sonra Hz. Peygamber’e dönerek: “O cümleyi (=kelime-i tevhid) söylerdim. Ama Kureyş, ölümden korktuğu için söyledi der” dedi. Resûluîlah sallallahu aleyhi vesellem ise: “Rabbim beni bundan menetmediği sürece sana mağfiret etmesi, bağışlaması için dua deceğim”buyurdu.
Bu, Buharı ile Müslim’in rivayetidir. Ibn Ishâk’ın rivayeti ise şöyledir: Öleceği sırada Ebu Tâlib’in dudakları kıpırdıyordu. O anda hâlâ kâfir olan Abbas (ra) kulak vererek dinledi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e: “Ebu Tâlib senin söylediğin o cümleyi söylüyor” dedi.
Ebu Tâlib’in müslümanlığı ihtilaflı bir meseledir. Ama Buhârî’nin rivayeti genelde sahih kabul edildiği için, hadis alimleri çoğunlukla müslüman olmayıp, küfür üzere öldüğüne inanmaktadırlar.
Hadisçi gözüyle baktığımız zaman Buhârî’nin bu rivayeti kesinlikle delil kabul edilemez. Çünkü yaptığı rivayetin râvi zincirindeki son kişi, Mekke’nin fethi sırasında müslüman olmuş ve Ebu Tâlib’in vefatı sırasında orada bulunmamış biri olan el-Müseyyeb’dir. Bu yüzden Allâme Aynî bu hadisin açıklamasını yaparken: “Rivayet mürseldir” diye yazmaktadır. Halbuki îbn Ishâk’ın rivayet zincirinde Abbas b. Abdullah b. Ma’bed ve Abdullah b. Abbâs vardır. Bu iki şahabı de sikadır (güvenilir). Ama sened zincirinin ortasındaki bir râvi açık kalmıştır. Bu yüzden iki rivayetin sened derecesinde fark yoktur.
Ebu Tâlib’in Hz. Peygamber’e yaptığı fedakârlık ve vefakârlıkları kim inkâr edebilir? O, sevdiği bütün çocuklarım, torunlarını Hz. Peygamber’e feda ederdi. O’na olan sevgi ve muhabbeti uğruna, bütün Araplar’m düşmanlığını göze almıştı. O’nun hatırına üç yıl kuşatma altında kalmaya sabretmişti. Açlık çekti, şehirden sürüldü, üç yıl boyunca yiyecek-içecek bulamadı. Bu sevgi ve fedakârlık tamamen yok olabilir miydi?
Ebu Tâlib, Hz. Peygamberden 35 yaş büyüktü. Hz. Peygamber ona sonsuz sevgi ve saygı duyardı. Bir keresinde hastalanmıştı. Peygamber onu ziyarete gittiğinde Ebu Tâlib:
“Yeğenim, bana şifa vermesi için seni peygamber olarak gönderen Allah’a dua etmez misin?” dedi. Bunun üzerine Resûluîlah dua etti, o da iyi oldu.
Ebu Tâlib Hz. Peygamber’e:
“Allah senin her dediğini kabul ediyor” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de:
“Eğer sen Allah’ın dediğini kabul edersen, o da senin isteğini kabul buyurur” dedi.
Ebu Tâlib’in vefatından bir kaç gün sonra Hz. Hatice (ra) da vefat etti. Bazı rivayetlerde, Ebu Tâlib’den önce vefat etti denilmektedir. Hz. Peygamber’in iki destekçisi, iki büyük yardımcısı vefat etmişti. Sahabe-i kiram sıkıntılar içinde kıvranıyordu. İşte bu dönem yeni din islâm’ın en sıkıntılı, en zor dönemiydi. Hz. Peygamber’in kendisi bu yıl için “Hüzün yılı” buyururdu.
Hz. Hatice (ra), Peygamberliğin 10. yılının Ramazan ayında vefat etti. Altmış-beş yaşındaydı. Hucûn denen mevkide defnedildi. Hz. Peygamber onun kabrine bizzat indi. O dönemde cenaze namazı farz kıhnmadığı için bilinmiyordu.
Ebu Tâlib ile Hz. Hatice (ra) vefat ettikten sonra artık Kureyş kimi dinler, kim onlara söz geçirebilirdi. Bundan böyle hiç çekinmeden, kalpleri titremeden işkence yapabilirlerdi. Bir keresinde Hz. Peygamber yolda yürüyordu. Bahtsız, azgın bir adam gelerek mübarek başına toprak attı. Peygamberimiz o vaziyette evine geldi. Kızı durumunu görünce su getirerek başını yıkadı. Bir yandan babasına olan sonsuz sevgi ve saygısından, diğer taraftan üzüntüsünden dolayı ağlıyordu. Resûlullah, yavrusuna: “Canım yavrum ağlama, Allah senin babanı koruyacak ve kurtaracaktır” buyurdu.
Mekkeliler’den ümit tamamen kesildiği için Hz. Peygamber Taife gitmeye ve oradaki insanları islâm’a davet etmeye karar verdi. Tâif te namlı şanlı liderler, yetkili emirler ve etkin kişiler kalıyordu. Bunlar arasında Umeyr hanedanı, diğer kabilelerin başkanıydı. Bunlar Abdü Yâ’leyl, Mesud, Habîb adlı üç kardeştiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Taife gelince yanlarma gitti ve kendilerini islâm’a davet etti. Üçünün de cevabı da son derece üzücüydü. Bir tanesi:
“Eğer Allah seni peygamber olarak gönderdiyse, Kabe’nin örtüsünü yırtınıştır” dedi. Diğeri:
“Allah Peygamber olarak göndermek için senden başkasını bulamadı mı?” dedi. Üçüncüsü ise:
“Seninle konuşmam. Gerçekten doğru söylüyorsan, sana karşı söz söylemek saygısızlık olur, yok yalan söylüyorsan, zaten konuşulmaya değmezsin” dedi.
Bu bedbahtlar, söyledikleri bu sözlerle yetinmediler. Tâif in sokak adamlannı ve çoluk çocuğu harekete geçirerek Hz. Peygamber’le alay ettirdiler. Şehrin ayak takımı sökün etmişti. Yolun iki tarafma dizilerek sıra oldular. Hz. Peygamber geçerken ayaklanna taş atmaya başladılar. Bu taşlarm Hz. Peygamber’in ayağında açtığı yaralardan akan kanlarla ayakkabısının içi dolmuştu. Yaralardan yürüyemez hale gelip oturunca, kolundan tutup kaldırıyorlar, Resûlullah tekrar yürümeye başlayınca yine taş yağmuruna tutuyorlardı. Taşları fırlatırken küfrediyor, alay olsun diye alkış tutuyorlardı.[58] İnsana acı veren bu manzara içinde perişan bir halde Tâif in yollarını katedip şehrin dışına çıktı. Sonra bir üzüm bahçesine girip, asmanın altına sığındı. Bu bahçe Utbe b. Rebîa’nındı. Kâfir olmasına rağmen iyi karakterli ve ince duygulu bir insandı. Rabîa, Hz. Peygamber’i o manzara içinde görünce Addâs adlı kölesine tabak içinde bir üzüm salkımı vererek gönderdi. Zeyd b. Harise (ra) da bu yolculukta Peygamberimizle birlikteydi.
Resûlullah Efendimiz Tâif’ten döndükten sonra birkaç gün Nahle’de kaldı. Sonra Hira’ya giderek Mut’un b. Adiyy’e: “Beni himayene alabilir misin?” diye haber gönderdi. Arapların âdet ve geleneklerine göre biri kendisinden himaye edilmesini istemişse, düşmanı dahi olsa reddedemezdi. Mut’ım bu talebi kabul etti, oğullarını çağırarak onlara: “Silahlarınızı kuşanarak Kabe’ye gidin” dedi. Hz. Peygamber Mekke’ye geldiğinde Mut’ım deve üzerinde birlikte gelmişti. Kabe’ye ulaşınca: “Muhammed’i himayeme aldım” diye bağırdı. Hz. Peygamber Kabe’ye girdi, namaz kıldı ve evine döndü. Mut’im ve oğullan, Hz. Peygamber’i evine girinceye kadar kılıçları ile korudular.
Mut’ım Bedir savaşından önce kâfir olarak, yani iman etmeden öldü. Hz. Peygamber’in şairi olan Hassan (ra) onun için mersiye yazdı. Zerkânî bu mersiyeyi Bedir savaşında şehid düşenler için yazılan mersiyeler arasında nakletmiş ve: “Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Mut’ım’ın bu hareketi şüphesiz övgüye layıktır” demiştir. Ama yaşayan müslümanlar maşallah Hassân’dan (ra) ve Zerkânî’den daha çok İslâm’a bağlı olduklarından Mut’ım’ın bu hareketini takdir edebilirler mi, etmezler mi? bilmiyoruz.