Habeşistan’a hicret ne zaman olmuştur? Habeşistan’a Hicret nedenleri nelerdir? İşte Habeşistan’a Hicret hakkında bilgi.
Kureyş’in zulüm ve işkence bulutu sürekli yağarak bir türlü dinmeyince âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, îslâm yoluna başkoymuş, ileride bütün dünyayı kuşatacak islâm çınarının çekirdeği durumunda olan bu yiğit insanlara Habeşistan’a hicret etmelerini emretti. Habeşistan, Kureyş’in öteden-beri ticaret yaptığı bir ülkeydi. Daha önceden oranın ne durumda olduğuna dair bilgileri vardı ve orayı iyi tanırlardı. Araplar Habeş kralına Necâşî derlerdi. Onun adaleti ve hukuka riayeti herkesçe bilinirdi.
İslâm fedaileri her çeşit eziyete katlanabilir, hiç bir şey onların sabrını taşıra-mazdı. Ama Mekke’de îslâmî görevlerini, dinî vazifelerini serbestçe yerine getirmeleri de mümkün değildi. Kabe’nin avlusunda hiç kimse yüksek sesle Kur’ân-ı Kerîm okuyamıyordu.
Abdullah b. Mes’ud müslüman olunca “Burada namazımı kılacağım, dinî görevlerimi kesinlikle yerine getireceğim” dedi. Kureyşliler engel olmaya çalıştı. Ama o vazgeçmedi. Kabe’ye gitti ve Makam-ı İbrahim’in yanına dikilerek Rahman sûresini okumaya başladı. Kâfirler her taraftan üstüne çullandılar ve sille tokat dövmeye başladılar. Her ne kadar okuyacağını okuyup, vazifesini yerine getirmişse de geri döndüğünde yüzü kan revan içindeydi. Hz. Ebu Bekir, nüfuzu ve halk üzerindeki gücü bakımından diğer Kureyş liderlerinden az değildi. Ama o bile sesli olarak Kur’ân-ı Kerîm okuyamıyordu. Bu yüzden bir keresinde o da hicret etmeye karar vermişti. Hicretin bir büyük faydası daha vardı. îslâm davasını eline alıp bir yere giden kişi nereye giderse gitsin, islâm’ın ışıklan orada kendiliğinden yayılıyordu.
Kısacası Hz. Peygamber’in işaretiyle ilk önce 11 erkek ve 4 kadın Habeşistan’a hicret etti. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:
1. Hz. Osman b. Af fan; eşi ve Hz. Peygamber’in kızı Rukiye ile birlikte hicret etti.
2. Ebu Huzeyfe b. Utbe; yanında eşi Süheyl kızı Sehle bulunuyordu. Babası Ut-be, Kureyş’in ünlü liderlerindendi. Çok sert mizaçlı ve katı bir kâfir olduğundan Ebu Huzeyfe evi terketmek zorunda kalmıştı.
3. Zübeyr b. Avvâm; Hz. Peygamber’in halasının-oğlu ve meşhur bir sahabî idi.
4. Mus’ab b. UmeyT; Hâşim’in torunuydu.
5. Abdurrahman b. Avf; ünlü sahabîlerden ve cennetle müjdelenen on kişiden biriydi. Zühre kabilesinden olduğu için Hz. Peygamber’in anne tarafından akrabasıydı.
6. Mahzûm kabilesinden Ebu Seleme b. Abdu’l Esed; eşi Ebu Ümeyye kızı Üm-mü Seleme kendisiyle birlikteydi. Ümmü Seleme, Ebu Seleme’nin ölümü üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le nikahlanmıştır.
7. Cumh kabilesinden Osman b. Maz’ûn; ünlü sahabilerdendir.
8. Amir b. Rebîa; Ebu Haşme kızı Leyla isimli eşiyle birlikte gitti, ilk müslü-manlardandı. Bedir savaşına da katılmıştı. Hz. Osman hac yolculuğuna çıktığında onu Medine valisi olarak tayin etmişti.
9. Hz. Ebu Sûbre b. Ebu Ruhm: Annesi Berâ Hz. Peygamber’in halasıdır, islâm’a ilk girenlerdendir. Hafız tbn Hacer, Habeşistan’a ikinci kafilede gittiğini yazmaktadır.
10. Hâtıb b. Amr (ra); Bedir savaşına katıldı. îmam Zülüflün anlattığına göre ilk hicret edendi.
11. Süheyl b. Beydâ.
12. Abdullah b. Mes’ud; Ünlü bir sahabi olup, sahabenin müctehidleri arasındadır.
İşte bu insanlar Peygamberliğin beşinci yılının Receb ayında yola çıktılar. Güzel bir tesadüf eseri olarak limana ulaştıklarında iki ticaret gemisi Habeşistan’a gitmek üzereydi. Gemiciler ucuz bir ücretle onları gemiye aldılar. Herbirinin beşer dirhem vermesi gerekmişti. Kureyş haber alınca limana kadar peşlerinden gittiler. Ama fırsatı kaçırmışlardı.
Tarihçiler, hiç bir yardımcı ve hâmisi olmayan kimsesiz kişilerin hicret ettiğini ileri sürüyorlarsa da muhacir listesinde her sınıftan insan göze çarpmaktadır. Hz. Osman (ra) en güçlü ve en etkili hanedan olan Emeviler’dendi. Zübeyr ve Mus’ab (ra) bizzat Hz. Peygamber’in sülâlesindendi. Abdurrahman b. Avf ve Ebu Sübre (ra) da kendi toplumlarında önemsenmeyen insanlar değillerdi. Bundan anlaşılmaktadır ki Kureyş’in zulüm ve işkencesi, kimsesiz ve güçsüz insanlara yapılmakla sınırlı değildi. Aksine namlı şanlı hanedanlardan olanlar da onlarm zulüm ve işkencesinden kurtulamıyordu.
Ne tuhaftır ki en çok zulme uğrayan, kendilerine en çok eziyet edilen ve ateş döşekleri üzerine yatmak zorunda bırakılan insanlar, yani Bilâl, Ammâr, Yâsir ve diğerlerinin adları; Habeşistan’a hicret eden muhacirler listesinde göze çarpmamaktadır. Bunlar ya yoksullukları onları adım artıramayacak noktaya getirmiş, yolculuğa çıkamayacak kadar imkânsızlık içinde olmalarından, ya da çile ve işkenceye alışıp, onun zevkini terkedemediklerinden hicret edememişlerdi.
Necâşî sayesinde müslümanlar Habeşistan’da huzur ve sükun içinde hayat sürmeye başladılar. Ama Kureyş, bunu duyar duymaz küplere bindi. Çok geçmeden Habeşistan’a Necâşî’nin sarayına bir heyet gönderilmesine ve: “Bize karşı suç işlemiş olan bu insanları ülkenden çıkar!” denmesine karar verdiler. Bu iş için Abdullah b. Rabfa ile Amr b. As görevlendirildiler. Yanlarına aldıkları kıymetli hediyelerle birlikte bu heyet Habeşistan’a hareket etti.
Heyettekiler Necâşî’den önce saray papazlanyla görüşüp çeşitli hediyeler sundular. Onlara: “Bizim birkaç cahil ve akılsız hemşerimiz, yeni bir din ortaya çıkardılar. Onları kovunca sizin memleketinize kaçmışlar. Yarın hükümdarın huzurunda onlarla ilgili bir takım isteklerde bulunacağız, bizi destekleyin” dediler. Ertesi gün elçiler sarayda hükümdarın huzuruna çıktılar ve: “Bize karşı suç işlemiş insanları bize iade edin!” diye Necâşî’den istekte bulundular. Saray erkânı da bu isteği destekledi. Necâşî müslümanlan çağırttı ve: “Sizler hem hıristiyanlığa, hem de putperestliğe aykırı bir din mi icâd ettiniz?” dedi. Müslümanlar kendi adlarına konuşmacı olarak Hz. Ali’nin kardeşi Cafer’i (ra) seçtiler. O da şöyle bir konuşma yaptı:
“Ey hükümdar! Bizler cahil bir millettik. Putlara tapar, leş yer, ahlâksızlık yapar, komşularımıza kötülük eder, kendi Öz kardeşlerimize zulmederdik. Kuvvetlilerimiz zayıflarımızı ezerdi, işte böyle bir dönümde içimizden biri çıktı. Hepimiz onun dürüstlüğünü, namusluluğunu, doğruluğunu ve asaletini biliyorduk. O bizi müslümanlığa çağırdı, putlara tapmamamızı söyledi. Doğru konuşmamızı, kan dökmekten vazgeçmemizi, yetimlerin mallarını yemememizi, komşularımızın haklarına el uzatmamamızı, namuslu, iffetli kadınlara dil uzatmamamızı, iftira etmememizi Öğretti. Namaz kılmamızı, oruç tutmamızı, zekat vermemizi bildirdi. Biz de O’na iman ettik. Şirki ve putperestliği bıraktık, bütün kötü hareketlerden vazgeçtik. Bu yüzden milletimiz can düşmanımız oldu. Şimdi onlar bizi tekrar aynı eski sapıklığa ve dalalete geri dönmeye zorluyorlar.”
Bunun üzerine Necâşî: “Peygamber’inize inen Allah buyruğundan biraz oku” dedi. Cafer’de (ra) Meryem sûresinden bir kaç âyet okudu. Necâşî, derin bir manevî hazla, okunan âyetleri dinledi, gözlerinden yaşlar boşandı. Sonra:”Yemin ederim ki, bu âyetlerle încil aynı kaynaktan fışkıran ışıklardır” dedi. Arkasmdan Ku-reyş elçilerine dönerek: “Siz geri dönün. Ben bu günahsız insanları asla geri gön-deremem” dedi.
Ertesi gün Amr b. As tekrar hükümdarın huzuruna çıkmayı başardı ve Necâ-şfye: “Haşmetli Kral! Siz bu insanların Hz. İsa hakkmda ne düşündüklerini, onun hakkındaki inançlarının nasıl olduğunu biliyor musunuz?” dedi. Bunun üzerine Necâşî müslümanlan çağırtarak bu soruya cevap vermelerini istedi. Bu talep üzerine müslümanlar:”Eğer kralın huzuruna çıkıp Hz. îsa Allah’ın oğlu değildir dersek, Necâşî Hıristiyan olduğu için bize kızar, şimdi ne yapacağız?” diye telaşlandılar. Cafer (ra) ise: “Ne olursa olsun, doğrusunu söylememiz gerekir” dedi.
Sonunda saraya gittiler. Necâşî: “Siz Meryem oğlu İsa hakkında ne düşünüyorsunuz?” deyince Cafer (ra):
“Bizim Peygamberimiz bize; İsa’nın (as), Allah’ın kulu ve kelimesi olduğunu öğretti” dedi. Necâşî yerden bir çöp aldı ve: “Allah’a andolsun ki İsa (as) sizin dediğinizden şu çöp kadar bile fazla değildir” dedi. Kralın huzurunda bulunan papazlar son derece öfkelendiler. Boğazlarından mırıltılar çıkarıp homurdanmaya başladılar. Necâşî onların öfkesine hiç aldırış etmedi. Kureyş’in elçileri de başarısızca geri döndüler.
Bu arada düşmanlarından biri Necâşf nin ülkesine saldırdı. Necâşî ona karşı koymak için ordusunun başında kendisi gitti. Sahabe-i kiram aralarmda konuşarak: “Bizlerden biri de gitsin. Necâşî’ye yardım için bize ihtiyaç doğarsa, hemen haber göndersin” diye karar aldılar. Zübeyr (ra) her ne kadar oradaki sahabilerin en küçükleri idiyse de bu hizmet için gönüllü oldu. İçi hava dolu tulumlardan yararlanarak Nil nehrini yüzerek geçti ve savaş alanına ulaştı. Geride kalan sahabe-i kiram ise, Necâşfnin zafer elde etmesi için Allah’a dua ediyordu. Bir kaç gün sonra Zübeyr döndü ve Allah’ın Necâşî’ye zafer verdiği müjdesini bildirdi.
Yaklaşık 83 dolayında müslüman Habeşistan’a hicret etti. Bir kaç gün huzur içinde geçmişti ki kâfirlerin müslümanlığı kabul ettikleri haberi geldi. Bunu duyan sahabenin çoğu Mekke-i Mükerreme’ye hareket etti. Ama şehrin yakınına ulaştıklarında haberin yanlış olduğunu öğrendiler. Bunun üzerine bazıları geri döndü, bir çoğu da gizlice Mekke’ye girdi.
Bu rivayet Taberî’de ve birçok tarih kitabında yer almıştır. Rivayetin sahih olması mümkündür. Ama bu kaynaklar sözkonusu haberin ünlenmesinin sebebini şöyle anlatmışlardır: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir kere Kabe’de namaz kıldı. Kâfirler de oradaydı. Peygamberimiz hata ile “Bu putlar, büyük yüce putlardır, onların şefaati umulur” dedi. Bundan sonra da secde etti. Bütün kâfirler de onunla birlikte secde ettiler.”
Bu rivayetin, “Bir kaç kâfir dışında bütün cinler ve insanlar Hz. Peygamberle birlikte bir kez secde ettiler” bölümü doğrudur. Sahîh-i Buhârî, Neon sûresinin tefsiri bölümünde bunu aktarmıştır. Bunun dışındaki kalan bölüm uydurmadır, anlatılmaya değmez. Beyhakî, Kadı îyâz, Allâme Aynî, Hafız Münzirî, Allâme Ne-vevî gibi birçok büyük hadis alim bunun batıl ve uydurma olduğunu yazmaktadırlar. Ne yazık ki birçok hadis bilgini bu rivayeti senetleriyle nakletmiştir. Onlardan Taberî, Ibn Ebî Hatim, Îbnu’l-Münzir, tbn Merdeveyh, îbn Sa’d, Musa b. Ukbe, Ebu Ma’şer herkes tarafından çok iyi bilinen hadisçilerdir. İnsanı daha çok hayrete düşüren şey, Hafız îbn Hacer gibi hadis ilminde en yüksek zirveye ulaştığında döneminin âlimlerinin ittifak ettiği bir kimsenin bu rivayetin doğru olduğunda ısrar etmesidir. Şöyle demektedir:
“Bu rivayetin üç senedinin, sahih olma şartlarına uygun olduğunu yukarıda açıkladık. Bu rivayetler mürseldir ve mürsel rivayetlere inanan insanlar bunları delil gösterebilirler.”
Gerçek şudur ki; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Kur’ân-ı Kerîm okurken, kâfirlerin gürültü yapmaları ve Hz. Peygamber’in okuduğu âyetlere kendileri tarafından laf atarcasına eklemeler yapmaları adetleriydi. Kur’ân-ı Kerîm’in aşağıdaki ayeti de bu olaya işaret etmektedir:
“Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız.” (Fussilet, 41/26)
Kabe’yi tavaf ederken şöyle demek Kureyş’in alışkanlığıydı:
“Lat, Uzza ve üçüncü put Menaf a andolsun. Bunlar büyük ve yüce putlardır. Onların şefaati umulur.”
Hz. Peygamber, Necm sûresinin o âyetlerini okuyunca şeytan gibi bir kâfir Hz. Peygamber’in sesini taklid ederek bu bölümü okumuş olmalıdır. Oradan biraz uzaktaki kâfirler ise, o sözleri Hz. Peygamber’in söylediğini sanmış olmalıdırlar.
Bu olay müslümanlar arasında yayılınca bazı kimseler, şeytan gibi bir insan, Hz. Peygamber tarafından söyleniyor gibi bu bölümü söylemiş ve bu olay, değişik kişiler tarafından yapılan rivayetlerle şekil değiştirerek bu duruma gelmiş ve: “Peygamberimizin ağzından bu kelimeleri şeytan çıkartmışa” şeklini almıştır. Genelde müslümanlar şeytanın başka bir insanın ağzı ile konuşabileceğini kabul ettikleri için râviler de bu rivayeti kabul etmişlerdir.
Bu, sadece bizim tahminimizden ibaret değildir. Daha sonra aktaracağımız araştırmalar da bunu böyle koymaktadır. el-Mevâhib’de şöyle denilmektedir:
“Bazıları dediler ki: Hz. Peygamber Necm sûresini okurken (ve menâte’s-sâlise-te’luhrâ=diğer üçüncüsü menat ise) ayetine gelince müşrikler şimdi mabudlanmızı kötülemeye başlayacak diye korkuya kapıldıklarından hemen Hz. Peygamberin okuduğu âyetler arasına o bilinen sözleri karıştırmışlardır. Nitekim müşrikler daima: TCur’ân-ı dinlemeyin, gürültü yapın belki böylece ona üstün gelirsiniz’ derlerdi. Konuda zikredilen şeytandan, insanlardan şeytan gibi bir insan kastedilmektedir.”
Habeşistan’dan dönenlere Mekkeliler daha çok eziyet etmeye, kötülük yapmaya başladılar. O kadar çok zulüm ve işkence yapıyorlardı ki tekrar hicret etmeye mecbur kalddar. Ama bu hicret, önceki kadar kolay değildi. Kâfirler işi çok sıkı tuttular. Müslümanları çok sert bir kontrol altına aldılar. Ama buna rağmen sayılan hemen hemen 100’e ulaşan sahabe-i kiram nasıl edip eyleyip Mekke’den çıkarak Habeşistan’a yerleştiler. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince bazıları hemen harekete geçerek Medine’ye geldiler. Dönmeyip orada kalanları ise Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hicret’in yedinci yılında yanma çağırdı.
Kâfirlerin zulüm ve baskısı artık zayıf ve kimsesizlerle sınırlı kalmıyordu. Hz. Ebu Bekir’in kabilesi itibarlı ve güçlü bir kabileydi. Destekçileri ve dostları da az değildi. Buna rağmen o bile kâfirlerin zulmünden bunalmış, sonunda Habeşistan’a hicret etmeye karar vermişti. Mekke’den Yemen’e doğru 5 günlük[49] mesafede bulunan Berke’l-Gammâd denen yere kadar varmıştı ki Kare kabilesinin lideri olan Îbnu’d-Dağne ile karşılaştı.
Nereye gidiyorsun? diye sorunca Hz. Ebu Bekir:
“Halkım beni rahat bırakmıyor, uzak bir yere gideyim de Allah’a ibadet edeyim istiyorum” dedi.
Îbnu’d-Dağne:
“Senin gibi birinin Mekke’den çekip gitmesi kabul edilemez. Seni himayeme alıyorum” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir onunla geri döndü. Îbnu’d-Dağne Mekke’ye gelince bütün Kureyş liderleriyle görüştü ve: “Böyle iyiliksever, yoksullara yardım eden, akrabalarına ikram eden, felaket günlerinde herkesin yardımma koşan bir insanı yurdundan yuvasından nasıl çıkarırsınız?” dedi. Bunun üzerine Kureyşliler: “Çıkarmayalım ama bir şartımız var. Ebu Bekir namazlarında sessizce ne isterse okusun karışmayız. Sesli okuyunca kadınlarımız ve çocuklarımız duyup etkileniyor” dediler. Hz. Ebu Bekir bir kaç gün bu şarta bağlı kaldı. Sonunda evin yanma bir mescid yaptı ve orada başı eğik, boynu bükük sesli olarak Kur’ân okuyordu. Çok ince ve yumuşak kalpliydi. Kur’ân okurken elinde olmadan ağlar, kadınlar ve çocuklar onu seyrederken etkilenirlerdi. Kureyş, Îbnu’d-Dağne’ye şikayet ederek: şartı çiğnediğini söylediler. tbnu’d-Dağne de Hz. Ebu Bekir’e:”Artık seni koruma sorumluluğunu yüklenmiyorum” dedi. Hz. Ebu Bekir de ona: “Allah’ın himayesi yeter, senin himayene ihtiyacım yok” dedi.
Ambargo Dönemi (Peygamberliğin 7. Yılı)
Kureyş, bu engelleme ve baskılarına rağmen islâm dairesinin giderek genişlediğini ve durmadan yayıldığını görüyordu. Ömer ve Hamza gibi birçok önemli şahsiyet iman etmiş, Necâşî müslümanları himayesine almış, gönderdikleri elçi heyeti amacına ulaşamadan geri dönmüştü. Müslümanların sayısındaki artış devam ediyordu. Müslümanlıkla mücadele için başka yollar araştırmaya başladılar. Sonunda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le ailesini kuşatma altına alarak tüketmeyi amaçlarına daha uygun gördüler. Nitekim bütün kabileler bir araya toplanıp bazı kararlar alarak bunları uygulamaya söz verdiler. Anlaşmaya göre: Hâ-şim oğulları Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’i öldürmeleri için kendilerine teslim etmedikleri sürece onlarla alış-veriş yapmayacaklarına, onlarla akrabalık kurmayacaklarına, kendileriyle görüşmeyeceklerine, yiyecek içecek vermeyeceklerine söz verdiler. Bu anlaşmayı Mansur b. îkrime kaleme aldı ve Kabe’nin duvarına asılarak herkese ilân edildi.
Ebu Tâlib mecbur kalarak bütün Hâşim oğulları sülâlesi ile Ebu Tâlib deresine sığındı. Üç yıl boyunca Hâşim oğulları bu duvarlarla örülü kale gibi yerde mahsur kaldılar. Bu dönem öyle sıkıntılı, öyle ağır şartlarla geçti ki, müslümanlar otlarla, ağaç yapraklanyla beslenerek hayatlarını devam ettirmek zorunda kaldılar. Sahabe-i kiramın ağzından aktarılan hadislerde: “Ağaç kabuğu yiyerek hayatımızı devam ettiriyorduk” diye anlatılanlar işte bu döneme ait olaylardır. Nitekim Süheylî, Ravdu’l-Unuf isimli eserinde kesin ifadelerle, Sa’d b. Ebi Vakkâs’ın: “Bir keresinde geceleyin elime kurumuş deri geçti, onu su ile yıkadım sonra da ateşte kıllarını üttüm, sonra da su ile ıslatarak yedim” dediğini nakletmektedir.
tbn Sa’d şöyle bir rivayette bulunmuştur: Çocuklar açlıktan feryat edip ağladıklarında sesleri tâ dışarılara taşıyordu. Bazı Kureyşliler bunları duydukça keyifleniyordu. Ama içlerinde merhametli ve yufka yürekli bazı kişiler olan bitenden üzüntü duyuyorlardı. Bir gün Hz. Hatice’nin yeğeni olan Hakîm b. Huzâm biraz ak buğdayı kölesiyle birlikte Hz. Hatice’ye gönderdi. Yolda Ebu Cehil gördü ve elinden çekip aldı. Ebu’l-Buhturî bir yerden geliyordu. Tesadüfen durumu gördü. Kâfir olsa da buna üzüldü ve “Bir kişi merhamet edip halasına yiyecek birşeyler gönderiyorsa neden engel oluyorsun?” dedi.
Üç yıl boyunca sürekli olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve bütün Hâşim oğulları bu imtihana katlandılar. Bu ağır işkence ve ızdıraba göğüs gerdiler. Sonunda düşmanlarda acıma duygusu uyandı da bizzat onlarda bu anlaşmayı yutma arzusu doğdu.
Hâşim oğullarının yakın akrabası olan ve kendi kabilesi içerisinde seçkin bir insan olan Hişâm el-Amirî gizli yollardan Hâşim oğullarına buğday vs. gönderiyordu. Bir keresinde, Abdulmuttalib’in torunu Zübeyr’e gitti ve: “Zübeyr! Sen ye iç, zevk ü sefa yap! Amcanın yiyecek bir danesi bile olmasın. Buna nasıl razı oluyorsun?” dedi. Zübeyr: “Ne yapayım, yalnız kaldım. Yanımda bir kişi olsa bu zalim anlaşmayı parçalar, atarım” dedi. Bunun üzerine Hişâm: “Ben hazırım” dedi. îkisi kalkıp Mufım b. Adiyy’e gittiler. Ebu’l-Buhturî, tbn Hişâm, Zem’a b. Esved aralarında karar alarak birlikte hareket etmeye söz verdiler. Ertesi gün biraraya gelerek Kabe’ye gittiler. Zübeyr, oradaki insanlara hitaben:
“Ey Mekkeliler! Bizler rahat ve huzur içinde yaşayalım da Hâşim oğullarına bir lokma ekmek ve bir yudum su nasip olmasın! Bu insafa, vicdana sığar mı? Andol-sun ki bu zalimce anlaşma yırtılıp parçalanmadıkça geri adım atmayacağım!” dedi.
Buna karşılık Ebu Cehil:
“Bu anlaşmaya hiç kimse elini uzatamaz!” dedi. Zem’a buna cevaben: “Yalan söylüyorsun, bu anlaşma yazılırken bile buna razı değildik!” dedi.
Mut’un, Kabe’nin duvarında asılı duran anlaşmaya elini uzatarak kaptığı gibi paramparça etti. Mut’im b. Adiyy, Adiyy b. Kays, Zem’a b. Esved, Ebu’l Buhturî, Zübeyr, hepsi silahlanru kuşanarak Hâşim oğullarının yanma gittiler ve muhasara edildikleri derenin içinden çıkarıp getirdiler. İbn Sa’d’m ifadesine göre: “Bu, Hz. Peygamber’e peygamberliğin gelişinin 10. yılına ait bir olaydı.” Mir’âc olayı da aynı dönemde oldu. îleride bununla ilgili bilgi verilecektir. Beş vakit namaz da aynı dönemde farz kılınmıştır.