Hanif Dini nedir? İslamiyet gelmeden Arabistan’da Hanif Dini’ne inanan varmıydı ve İslam öncesi Bilinen Dinlerin Araplar Üzerindeki Etkileri nelerdir? İşte Hanif dini hakkında bilgi.
Hanif, doğru inanan, hak yolda olan, İslamiyet”e sarılan, Allah”ı bir bilen demektir. Ebu Hanife de kelime olarak hanif babası, doğrunun babası demektir. Baba kelimesi Türkçede maksadı tam anlatamıyor, yerine konacak tam bir kelime de yok. Fakat para babası, fakir babası ifadelerinde baba kelimesi daha iyi anlaşılıyor. O halde hanif babası, hakiki Müslümanların babası, hak yolda söz sahibi kimse demektir. Kur”an-ı kerimde de aşağıda bildirildiği gibi, Hazret-i İbrahim, hanif bir Müslümandı. Yoksa onun dini İslamiyet”ten ayrı bir din değildi. Zaten bütün Peygamberler, itikad olarak aynı şeyi bildirmişlerdir. İnsanlar sonradan bozmuşlardır. İtikadda ayrılık olmaz.
Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa”ya emrettiklerini size de din olarak emretmiştir.) [Şura 13]
İslamiyet Gelmeden Önce Hanif Dini
Hz. İbrahim’den (as) beri Arabistan’da yaşayan dinin temel prensibi tek Allah (tevhid) inancı idi. Zaman aşımı ve cahilliğin yaygınlaşmasından dolayı, her ne kadar bizzat Allah’ın evi Kabe’de putlara tapılacak kadar şirk ile içice girmişse de, tevhid inancı tamamen yok da olmamıştı. Arabistan’da yer yer bu inancın güçlükle seçilebilen izlerine rastlanıyordu. Akıl, iz’an ve basiret sahibi olan insanlar; akıllı insanların cansız ve akılsız varlıklar karşısında boyun eğişlerini ve tapınmalarını gördükçe iğreniyor, bunlara muhalefet ediyorlardı. Bu yüzden putperestliği kötüleme düşüncesi bir çoğunun içinde doğmuşsa da bu hareketin başlangıç tarihi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in peygamber olarak gönderilmesinden kısa bir süre öncedir. îbn îshâk şöyle der:
“Bir keresinde put festivaline Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Huveyris ve Zeyd b. Amr b. Nufeyl de katılmış ve yapılanları duymayan, görmeyen, hiç kimseye fayda veya zarar veremeyen bir taşın önünde eğilmeyi anlamsız ve ahmakça bir hareket olarak değerlendirmişlerdi. Bunların hepsi Kureyş kabile-sindendi. Varaka, Hz. Hatice’nin amcasının oğluydu. Zeyd, Hz. Ömer’in amcasıydı. Abdullah b. Cahş, Hz. Hamza’nm kızkardeşinin oğluydu. Osman, Abdüluz-za’nm torunuydu.
Zeyd, İbrahim dinini araştırmak üzere Suriye’ye gitti. Orada yahudi ve hıristiyan din adamlarıyla görüştü. Yaptığı görüşmeler ve araştırmalar sonucunda: “Ben İbrahim (as)ın dinini kabul ediyorum” dedi. Sahîh-i Buhârî’de “Kabe’nin Yapılışından Öncesi” bölümünde Ebu Bekir es-Sıddîk’m kızı Esmâ’dan (ra) şöyle bir rivayet vardır: “Zeyd’i, Kabe’ye sırtını dayamış, insanlara şöyle derken gördüm: ‘Ey Kureyşliler! Benim dışımda sizlerden hiç biri İbrahim’in dini üzere değildir.”
‘Araplar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bu âdete ilk karşı çıkan Zeyd’dir. Bir kişi böyle bir şey yapmaya niyetlenince Zeyd gider, adamın kızını alır, kendisi beslerdi.
Sahîh-i Buhârî’de şöyle bir anlatım mevcuttur: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem peygamberlikten Önce Zeyd’i görmüş, onunla arkadaşlık etmiş, birlikte bulunmuştu. Varaka, Abdullah b. Cahş ve Osman putperestliği bırakarak hıris-tiyan olmuşlardı. O günlerde Tâif’in lideri olup aynı zamanda ünlü bir şair olan Ümeyye b. Ebi’s-Salt putperestliğe karşı geldi.” Hafız Îbn Hacer, eî-İsâbe isimli eserinde Zübeyr b. Bekkâr’ın bildirdiği senetle şöyle yazmaktadır: “Ümeyye, Cahiliye döneminde semavî kitapları okumuştu. Böylece putperestliği bırakmış, İbrahim’in (as) dinini benimsemişti. Ümeyye’nin bugüne kadar ulaşan divanında, her ne kadar çoğu uydurma ise de, kendisine ait olan sözler de bulunmaktadır. Ümeyye Bedir savaşına kadar yaşamıştır. Ümeyye, Mekke’nin lideri ve Emîr Muâviye’nin (ra) annesi tarafından dedesi, kendisinin de dayısının oğlu olan Utbe’nin Bedir’de öldürüldüğünü duyunca çok üzülmüş ve acıklı bir mersiye yazmıştı. Muhtemelen bu acının etkisiyle İslâm’ı kabul edememiştir.”
Şemail kitabında şöyle denir: “Bir keresinde Hz. Peygamber ile aynı deve üzerinde yolculuk eden bir şahabı, Hz. Peygamber’e Ümeyye’nin bir şiirini okudu. Hz.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: ‘Daha oku’ buyurdu. Sahabe yüz şiir okudu. Her şiirin bitmesi üzerine Hz. Peygamber: ‘Daha oku’ buyuruyordu. Sonunda Hz. Peygamber: ‘Ümeyye nerede ise müslüman olmak üzere imiş’ buyurdu.”
îbn Hişâm, putperestliğe karşı çıkanlardan yukarıda adları geçen dört kişiyi yazmıştır. Ama tarihî delillerden anlaşılıyor ki Araplar arasından putperestlikten vazgeçip tevbe eden başka basiret sahibi insanlar da çıkmıştı. Bunlar arasında en ünlü kişi Arapların muhteşem hatibi Kuss b. Sâ’ide el-Iyâdî’dir. Onunla ilgili bilgi daha sonra verilecektir.
Bir diğeri de Kays b. Nüşeyh’tir ki, bunun hakkında Hafız îbn Hacer el-îsâbe isimli eserinde şunları yazmaktadır:
“Cahiliye döneminde Allah’a ibadet edenlerden olmuştu ve Hz. Peygamber’in peygamber olarak gelmesi üzerine islâm’la şereflenmiştir.”
Hz. İbrahim’in dinine neden hanîf dini dendiğini tam olarak bilmiyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelime geçmektedir, ama anlamı üzerinde farklı görüşler vardır. Tefsirciler: “Putperestlikten dönüş olduğundan dolayı bu dine hanîf denmiştir, çünkü ‘hanef’in anlamı dönmektir” demektedirler. İbranî ve Süryanî dillerinde hanîf’in mânâsı münafık ve kâfir demektir. Bu ismi putperestler Allah’ın birliğine inanan muvahhidlere bir lakab ve isim olarak takmış, onlar da şerefle kabul etmiş olabilirler.
Arabistan’da özellikle Mekke ve Medine’de, çeşitli kişilerin putperestliği reddettikleri ve putlara tapmaktan vazgeçerek İbrahim dininin ne olduğunu araştırdıkları birçok rivayette açıkça belirtilmiştir. Onların bu araştırmaları, İbrahim dininin yenileyicisi, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ortaya çıkışının yaklaşmış olduğunu yahudi ve hıristiyanlardan duymalarından kaynaklanıyordu.
Hak yolu arayan ve gerçeği bulmaya çalışan bu insanların varlığından dolayı, Avrupalı yazarlar: “Doğru dinin ve hakihi tevhid inancının Arabistan’da yayılması, İslâm’dan önce de vardı” demektedirler. Bu iddia doğru ise o zaman, İslâm’ın ortaya çıkışı ile neden Arabistan’da bu kadar kıyamet koparıldığına cevap bulmak gerekir ve öyle söyleyenlerin insanı hayrete düşüren bu iddialarını ispat etmeleri gerekir.
Bilinen Dinlerin Araplar Üzerindeki Etkileri
Yukarıda anlatıldığı gibi, bütün semavî ve bilinen dinler Arabistan’da mevcuttu. Yahudilik, hıristiyanlık, mecusîlik ve hanîflik olduğu gibi, aklın en yüksek noktalara ulaşacağına, herşeyi çözeceğine inanan dinsizlik (=ateizm) de vardı. Ama bütün bunlar ne sonuç verdi? Din ve inanç olarak hıristiyanlığın hayli eksiltmesine rağmen üç taneden aza indiremediği ilahlara inanma, bunun yanında Hz. İsa’nın kendini çarmıha gerdirmeye razı olarak bütün insanlığın günahlarının bağışlanmasına sebep olduğu (^kefaret) inancı, Araplar’da birçok ilaha inanma ve tapma düşüncesini değiştirememiş; yahudilerde tek Allah inancı bulunmasına rağmen, tahrif edilmiş Tevrat’ta anlatılan Allah’ın insanlarla güreşerek yenilmesi[27]gibi mantık dışı bir inanç, Araplar üzerinde batıl inançlarını değiştirecek bir etki yapmamıştır. Eski Araplar’da insanlar putlara kurban olarak adanırdı. Babanın nikahladığı kadın, oğullarına miras düşerdi. Bir kişi iki-üç kızkardeşle aynı anda evlenebilir ve bu caiz görülürdü. Çok kadınla evlenmenin bir sınırı yoktu. Kumar, içki, zina, her tarafta yaygındı. Arsızlık öyle bir noktadaydı ki, aynı zamanda bir şehzade olan meşhur şair Îmreu’1-Kays yazdığı kasidede dayısının kızıyla yaptığı ahlâksızlıkları büyük bir zevkle anlatabilmekte ve bu kaside Kabe’nin duvarına asılabilmekteydi. Savaşlarda insanları diri diri yakmak, kadınların karınlarını yarmak, hiç bir suçu olmayan günahsız çocukları kılıçtan geçirmek, genellikle caiz görülen şeylerdi. Hıristiyanların anlattığına göre islâm Öncesi Araplar, bütün dinler içinde en çok hıristiyanlıktan etkilenmişlerdi. Yine de bu etkinin sonucunun ne olduğunu bizzat hıristiyan tarihçilerin ağızlarından dinlemek gerekir. Bir hıristi-yan tarihçi şöyle diyor:
“Hıristiyanlar, Araplar’a beşyüz yıl boyunca telkinlerde bulunup onlara birçok şey öğretmişlerdi. Bütün bunlara rağmen Arabistan’da tek tük hıristiyan göze çarpıyordu. Necran’da Haris oğulları, Yemâme’de Hanîf oğulları ve biraz da Tayy oğulları arasında hıristiyan vardı. Bunların dışında hıristiyan yoktu. Sonuç olarak Arabistan’a din açısından bakarsanız, bu geniş coğrafyada hıristiyanların zayıf çabalarının Araplar üzerinde etkisiz kaldığını görürsünüz. Yahudiliğin de arasıra büyük bir kasırga gibi estiğini fakat küçük kalıntılardan başka geride bir birikim bırakmadığını görürsünüz. Özetle, Arabistan’da putperestlik ve Ismailo-ğullarının saçma inançlarının ırmağı her taraftan coşup gelerek ibrahim dininin ve hanîfliğin tek abidesi olan Kabe’nin duvarlarına çarpıyor, fakat nüfuz edemeden geri dönüyordu.”
Bu durum sadece Arabistan’a özgü değildi. Aksine bütün dünyayı batıl inançların karanlığı kaplamıştı. Bu konuda geniş bilgi kitabın ikinci cildinde verilecektir. Her yeri kaplayan karanlıkta, bu evrensel zifiri gecede, bu geniş ve her yeri içine alan zulmette, her tarafı pırıl pırıl aydınlatacak evrensel bir güneş beklenmez miydi?