Peygamber Efendimizin Doğru Sözlülüğü, ve Peygamber Efendimizin Sözünde Durması
Doğru sözlülük, Hz. Peygamberin en önemli sıfatıydı. Bu sıfat Peygamberin kişiliğinin de ayrılmaz bir parçasıydı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Ahlâkı adlı bölümde bu sıfatının ayrıntılarına yer verdiğimiz için burada bunları tekrarlamaya gerek görmüyoruz. Sadece düşmanların kendi tanıklıklardan elimize geçenleri kaydetmek istiyoruz.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem peygamberliğini ilan edince kafirler arasında O’nu tanıyanlar, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yalana ve palavracı biri olduğunu söylemediler. Aksine O’nun şuurunun bozulduğuna veya aklını kaybettiğine ya da kendisinde şiirsi hayaller oluştuğuna inandılar, O yüzden de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında “deli, büyücü, büyülenmiş, şâir..” dediler. Ama asla “yalancı” demediler.
Birgün Kureyş’in ileri gelenleri bir araya gelmiş oturuyorlar ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında konuşuyorlardı. Kureyşliler arasında çok deneyimli ve görgülü bir kişilik olan Nadr b. Haris, “Ey Kureyş! Bugüne kadar başınıza gelen bu felaketle ilgili bir tedbir bulamadınız. Muhammed gözlerinizin önünde çocukluk ve gençlik çağlarını asarak bu yaşa geldi. O, sizin içinizde çok beğenilen, doğru sözlü ve çok güvenilen biriydi. Şimdi saçlarına ak düştükten sonra veya karşmıza peygamberlik davasıyla çıktıktan sonra “sihirbaz” diyorsunuz, “kâhin” diyorsunuz, “şair ve deli” diyorsunuz. Allah’a yemin ederim ki, ben O’nun söylediklerini dinledim. Muhammed’de böyle şeyler yok. Başınıza böyle bir felaket ilk kez gelmiştir” dedi.
Ebu Cehil daima “Muhammed! Ben sana yalancı demiyorum, ancak senin dediklerini doğru kabul etmiyorum” derdi. Kur’an-ı Kerim’in şu âyeti işte bu söz üzerine nazil olmuştur:
“Şüphesiz ki ey Peygamber! Onların söylediklerinin seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler açıktan açığa Allah’ı âyetlerini inkar ediyorlar.” (En’âm 6/33)
Allah Teâlâ tarafından, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e, “En yakın akrabalarını îslâma davet et” (Şuarâ 26/214) çağrısı gelince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir tepenin üzerine çıkarak: “Ey Kureyş topluluğu” diye seslendi. İnsanlar bu çağrı ile O’nun etrafına toplanınca: “Size şu dağın arkasından bir ordu geliyor dersem, kesin olarak inanır mısınız?” dedi. Hep bir ağızdan: “Evet inanırız. Çünkü senin yalan söylediğini görmedik” dediler.”
Bizans imparatoru, sarayının toplantı salonunda Ebu Süfyân’a: “Memleketinizde ortaya çıkan din davetçisinin daha önce yalan söylediğini hiç gördünüz mü?” diye sordu. Ebu Süfyân; “Hayır” dedi. Sonunda Bizans imparatoru yaptığı konuşmada, “Size, o kişi yanınızda hiç yalan söyledi mi? diye sordum. “Hayır söylemedi” diye cevap verdiniz. “Ben peygamberim” diyerek Allah’a iftira eden biri, yalan söyleyerek insanlara iftira etmekten neden kaçınsın ki?” dedi.
Hz. Peygamber’in Sözünde Durması
Sözünü yerine getirmek ve verdiği sözde durmak: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in değişmez ölçülerle herkese uyguladığı öyle bir önemli özelliğiydi ki düşmanları bile bunu ikrar ederdi. Nitekim Bizans imparatoru’nun sarayında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’le ilgili olarak Ebu Süfyân’a sorduğu sorular arasında bir de “Muhammed hiç sözünde durmamazlık yaptı mı?” sorusu vardı. Ebu Süfyân mecbur kalarak: “Hayır, yapmadı” cevabmı vermek zorunda kaldı. Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî, müslümanlarm intikam alacağı korkusuna kapılarak kaçmış, şehir şehir dolaşıyordu. Tâifliler’in Medine’ye göndermek için teklif ettikleri heyette onun adı da vardı. Ama o, “Belki benden intikam alırlar” diye korkuyordu. Fakat bizzat Allah Resûlü’nün düşmanları ona: “Hiçbir endişe ve korkuya kapılmadan git. Muhammed elçileri öldürtmez” diye teminat verdiler. Nitekim o, bu güven içinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna geldi ve müslüman oldu.
Müslüman olmadan önce Safvân b. Ümeyye, en şiddetle İslâm düşmanlarından biriydi. Mekke fethedilince şehri terkederek Yemen’e gitme düşüncesiyle Cidde’ye kaçmıştı. Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber saİlallahu aleyhi vesellem’e gelerek durumu anlattı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mübarek sarığını vererek, “Bu, Safvân’ın güvende olduğuna işarettir” buyurdu. Umeyr, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek sarığını alarak Safvân’a giderek “Artık kaçmana gerek yok, sana güvence verilmiştir” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek huzuruna geldiğinde, “Bana güvence verdiniz mi?” diye sordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de, “Evet, doğrudur” buyurdu.
Ebu Râfi, bir köleydi. Kâfir iken Kureyş elçisi olarak Medine’ye gelmişti. Allah Resûlü’nün mübarek yüzüne bakınca kendinden geçerek büyük bir heyecana kapıldı. Islânun hak din olduğu inancı kalbine girip yerleşti. Hz. Peygamber sallalla-hu aleyhi vesellem’e: “Ey Allah Resulü, artık kâfirlerin yanına hiç dönmeyeceğim” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise: “Ne verdiğim sözden dönebilirim, ne de elçileri yanımda alıkoyabilirim. Şimdi geri dön, eğer oraya ulaştıktan sonra da kalbindeki bu hal devam ederse geri gelirsin” buyurdu. Nitekim geri döndü ve müslüman oldu.
Hudeybiye barışında şöyle bir şart vardı: Mekke’den müslüman olup Medine’ye gelecek olanları Mekkeliler’in geri istemesi durumunda iade edileceklerdi. Bu şart tam kaleme alındığı sırada Ebu Cendel, ayaklarında zincirler olduğu halde Mekke’deki esaretten kaçıp geldi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’den imdat diledi. Bütün müslümanlar bu acıklı manzarayı görünce çok üzüldüler ve Ebu Cendel’i geri vermek istemediler. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tam bir kararlılıkla Ebu Cendel’e hitâb ederek: “Ey Ebu Cendel! Sabret, biz sözümüzden geri dönemeyiz. Allah Teâlâ en kısa zamanda sana bir yol gösterecektir” buyurdu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e peygamberlik gelmeden önce şöyle bir olay olmuştu. Abdullah b. Ebî el-Amsâ Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve-sellem’le bir takım ticarî işler yapmış ve “Gelmemi bekle. Gelince hesaplarımızı temizleriz” diyerek gitmişti. Farkında olmadan verdiği sözü unuttu. Üç gün sonra geldiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in aynı yerde beklemekte olduğunu gördü. Allah Resulü onu görünce: “Üç günden beri oturmuş, burada seni beklemekteyim” buyurdu.
Bedir savaşında inkar edenler karşısında müslümanların sayısı üçte birden daha azdı. Böyle bir durumda normal olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in arzu ve isteği —ne kadar çok insan gelir bize katılırsa daha iyi olur— olmalıydı. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün varlığıyla vefakâr bir insandı.
Huzeyfe b. el-Yemân ve Huseyn adlı iki sahabî Mekke’den geliyordu. Yolda müşrikler önlerine geçip onları durdurdular ve “Muhammed’in yanma mı gidiyorsunuz?” diye sordular. Onlar da “Hayır” dediler. Sonunda Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in yanında Kureyş’e karşı savaşa katılmayacaklarına dair söz vermeleri şartıyla serbest bırakıldılar. Bu iki sahabî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelince başlarından geçenleri anlattılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Siz ikiniz geri dönün. Durum ne olursa olsun, biz müslüman olarak verdiğimiz sözde dururuz. Biz sadece Allah’tan yardım dileriz” buyurdu.