Hz. Peygamber’in Sadeliği Sevip Yapmacıklıktan Kaçınması
Allah Resûlü’nün, toplantılardan çıkıp evine gittiği zamanlarda bazan ayakkabısını orada bırakarak çıplak ayakla yürüyüp gittiği olurdu. Bu haraketi, tekrar geleceğini gösterirdi.
Saçını hergün taramayı sevmezdi. Bir gün durup bir gün taramalı derdi. Yeme-içme, örtünme-giyinme, oturup kalkma ve herhangi bir işte yapmacıklıktan hoşlanmazdı. Yemekte önüne ne gelirse yerdi. Kaba demez, ne bulursa giyerdi. Toprak üzerinde, hasır üzerinde, yaygı üzerinde nerede yer bulursa otururdu. Hiçbir zaman kendisi için özel olarak un denmezdi. Cübbesinin düğmesini çoğunlukla açık tutardı. Gösterişli ve lüks eşyadan yaratılış olarak hoşlanmazdı. Kısacası herşeyde sadelikten hoşlanırdı.
Hz. Peygamber’in Konfor Ve Gösterişten Kaçınması
îslâm, ruhbanlığa ve münzevî hayata şiddetle karşıdır. Islâmda ruhbanlık yoktur. Bu îslâmın genel ve kesin prensibidir. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem dünya nimetlerinin helal olanlarından yararlanmayı caiz görürdü. Arasıra kendisi de bunlardan yararlanırdı. Bununla birlikte zevk ü sefa sürmeyi, konforlu bir hayat yaşamayı, dünya hayatından aşırı zevk almayı sevmez, başkalarını da bundan menederdi.
Bir gün bir kişi Hz. Ali’ye yemek teklif etti ve yemekleri pişirterek Hz. Ali’nin evine gönderdi. Hz. Fâtıma (ra): “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de gelse, bizimle yeseydi ne iyi olurdu” dedi. Hz. Ali (ra) gitti ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e, Hz. Fâtıma’nın isteğini bildirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geldi. Ama evde ve duvarlarda perde asılı olduğunu görünce dönüp gitti. Hz. Ali (ra) neden geri gitiğini sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Peygamberin, gösterişli, şatafatlı ve süslü-püslü bir eve girmesi O’nun şanına yakışmaz” buyurdu.”
“Evde kişinin kendisi için bir yatak, eşi için bir yatak, misafir için bir yatak bulunması yeterlidir. Dördüncüsü şeytanın payıdır” buyururdu. Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem düşmana karşı bir sefere çıktı ve Hz. Aişe’yi evde bıraktı. Savaştan geri dönüp de Hz. Aişe’nin odasına girdiğinde duvarların bezlerle kaplandığını ve odanın şatafatlı bir hale getirildiğini gördü. Hemen oradaki perdenin birini yırttı ve: “Allah bize serveti, taşa toprağa bez kaplayalım diye vermedi” buyurdu.”
Ensardan biri kubbesi yüksek bir ev yaptırmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem evi görünce: “Bunu kim yaptı?” diye sordu. İnsanlar yaptıranın adını söyleyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sustu. Her zamanki gibi o kişi Allah Resûlü’nün mübarek huzuruna geldi ve selam verdi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yüzünü çevirdi. O zat tekrar selam verdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veseîlem yine yüzünü çevirdi. O kişi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in üzüntüsünün sebebini anladı ve gidip kubbeyi yerle bir etti. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çarşıya çıktı, etrafı dolaşırken kubbe gözüne ilişmedi. O ensarînîn kubbeyi yıktığını anladı ve: “insanın ihtiyacı dışında yapılan bir bina, insan için vebaldir” buyurdu.” Yanıbaşındaki insan, başını sokacak bir yer bulamazken veya izbe yerlerde yaşıyorken bir insanın ihtiyacının dışında büyük ve masraflı inşaatlar yapması, kendisi için vebaldir. O, Allah’a karşı sorumludur.
Bir keresinde adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e çok değerli ipek işlemeli ve çok süslü bir elbise gönderdi. Biraz giydikten sonra aklına geldi, çıkardı ve Ömer (ra)’a gönderdi. Hz. Ömer gözleri yaşlı gelip; “Giymekten hoşlanmadığınız şeyi bana mı ikramda bulunuyorsunuz?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Giymen için değil, satman için gönderdim” buyurdu. Hz. Ömer (ra) sattığında ikibin dirhem tuttu.
Adamın biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e nakışlı, süslü ve çok güzel bir takım elbise gönderdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu Hz. Ali’ye verdi. O da giyinip Allah Resûlü’nün huzuruna geldi. Hz. Ali’yi o şekilde görünce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünde kızgınlık alâmetleri belirdi ve: “Ben sana bunu, söküp değiştirilerek kadın elbisesi yapılması için vermiştim” buyurdu.”
Mühür kullanma ihtiyacı ortaya çıktığında, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mühür olarak da kullanabileceği bir yüzük yaptırınca önce altından yaptırdı. Hz; Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetine uymak için sahabe-i kiram da altın yüzükler yaptırdılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem minbere çıktı ve yüzüğü parmağından çıkararak fırlatıp attı ve: “Artık takmayacağım” buyurdu. Bunun üzerine sahabe-i kiram da hemen o anda parmaklarındaki altın yüzükleri çıkarıp attılar. Allah Resulü, kendisi sade bir hayat yaşadığı gibi, aile fertlerinin de aynı şekilde sâde bir hayat sürmelerini ve konforlu bir hayattan uzak kalmalarını isterdi. Şeriatta kadınların altın takılar kullanmaları mubahtır. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendi mübarek ev halkının, bundan da en uzak duranlar olmalarını arzu ederdi.
Bir keresinde Hz. Fâtıma’nın boynunda altmdan bir takı gördü ve: “İnsanlar, “Peygamberin kızı boğazma ateşten bir gerdanlık takmış” dediklerinde gücüne gitmez mi?” buyurdu.”
Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Aişe’nin kollarında altın bilezikler gördü ve ona: “Başka şeyden yapılmış bir bileziği za’ferân boyasıyla boyayarak taksaydın daha iyi olurdu” buyurdu.”
Bir keresinde Necâşî Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e hediye olarak birtakım süs eşyaları gönderdi. Bunlar arasında bir de yüzük vardı. Kaşına kıymetli bir Habeşistan taşı yerleştirilmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünde hoşlanmama izleri görülüyor, ona değnekle dokunuyor, elini sürmüyordu.
Bir gün biri hediye olarak ipekli bir cepken gönderdi. Allah Resulü onu giydi ve namaza durdu. Namazı bitirdikten sonra öfkeyle çıkarıp yere koydu. Sonra da: “Bu elbise, dünya süslerinden sakınanlar için uygun değildir” buyurdu.
Tevazu ve alçak gönüllülük bakımından çoğu kere sâde elbiseler giyerdi. Hz. Ömer (ra), Cuma ve Bayram namazlarında veya yabancı elçiler geldiği sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in, insanı heybetli gösteren süslü elbiseler giymesini uygun görüyordu. Bir gün yolda giderlerken, tesadüfen ipekli, süslü bir elbisenin satıldığını gördüler. Hz. Ömer (ra) bunu fırsat bilerek, “Ey Allah Resulü! Bu elbiseyi satın alın da Cuma günleri ve yabancı elçileri karşıladığınızda giyinin” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşılık; “Bunu ahirette hiç giyme şansı olmayanlar giysinler” buyurdu. Çoğu kez kaba ve yünden yapılmış elbiseler giyerdi. Öyle elbiseler içinde de vefat etti.
Yatağı bir kilimden ibaretti. Bazan içine hurma lifleri doldurulmuş deri yüzlü bir yatak olurdu, bazan ikiye katlanmış bir kumaştan ibaret bir yatak olurdu. Hz. Hafsa (ra) şöyle anlatıyor: Bir gece ben Allah Resulü rahat etsin diye kumaşı dörde katlayarak altına serdim. Sabah kalkınca memnuniyetsizliğini belirtti.
Hicret’in 9. yılında, Yemen’den başlayarak Suriye’ye kadar İslâm devletinin hâkimiyeti vardı. Bu devletin mutlak hâkiminin evinde sadece tahtadan bir divan ve deriden, kurumuş bir su tulumu vardı. Hz. Aişe (ra) şöyle der: “Allah Resulü çoğu kere: “Dünyada insan için bir yolcunun yol azığı olarak yanma aldığı şey kadarı yeterlidir” buyururdu. Bir gün hasır üzerinde dinleniyordu. Kalktığında hasıra gelen yanı üzerinde hasır izlerinin çıktığını gören insanlar, “Ey Allah Resulü! Bir yatak yaptırıp getirelim mi?” diye sorunca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Benim dünya ile ne alâkam var? Dünya ile ilişkim; yolculuk sırasında kısa süre dinlenmek için rastladığı bir ağacın gölgesinde oturan, sonra orayı terkederek çekip giden bir yolcunun o ağacın gölgesiyle olan ilişkisi kadardır” buyurdu.
“İlâ” sırasında —Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in, eşlerinden bir ay uzak durmaya söz verdiği günlerde—, Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kaldığı evin eşyalarının bulunduğu terastaki odaya Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i ziyarete gittiğinde, dünyanın efendisinin mübarek evinde gördüğü dünya varlığı şunlardı: Mübarek vücuduna giydiği sâde bir entari, çıplak bir tahta divan, başını koyduğu hurma lifleriyle doldurulmuş bir yastık, bir tarafa konmuş bir avuç kadar arpa unu, bir köşede mübarek ayağının yanında duran bir hayvan postu, başı hizasında sarkan birkaç tane deri su tulumu. Hz. Ömer diyor ki: “Bunları görünce gözlerimden yaşlar aktı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem neden ağladığımı sorunca, “Ey Allah Resulü! Neden ağlamayayım, üzerinde yattığınız sedirin izleri vücudunuza çıkmış, burası da eşyalarınızın bulunduğunuz odadır, içinde ne varsa, işte gözlerimizin önünde. Hükümdarlar, krallar dünyanın zevk ü sefasını sürüyorlar, rahat ve konforlu bir hayat sürüyorlar. Allah’ın Peygamberi ve seçkin bir kulu olarak sizin evinizin hali ise işte budur dedim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buna karşılık “Ey Hattâb oğlu Ömer! Onların dünyayı, bizim de ahireti almamız hoşuna gitmez mi” buyurdu.”