Hz. Peygamber’in Hutbeleri, Konuşma Tarzları ve Anlatım Tarzı
Konuşma ve hitabet, peygamberliğin son derece önemli bir yönüdür. Nitekim Allah Teâlâ, Musa (as)’ın peygamber olarak geldiğini duyurmak için Firavun’a gitmesini istediğinde Musa (as) dua ederek şöyle demişti:
“Ey Allahım! İnsanlar sözümü iyi anlasınlar diye, dilimdeki düğümü —kekemeliği— gider!” (Tâhâ 20/27) Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e Allah Teâlâ’nın bir lütfü olarak kusursuz bir şekilde hitabet ve konuşma yeteneği verildiği için Rabbİnin nimetine şükür olarak şöyle buyurmuştur:
“Ben, Araplar’ın en akıcı konuşanıyım.”
“Ben, bütün konulan en güzel anlatan biri olarak gönderildim.”
Araplar arasında bütün kabileler, sadece kendilerinin en güzel ve en düzgün konuştuklarını iddia etseler de, bütün Arabistan’da bu bakımdan sadece iki kabile göze çarpıyordu: Kureyş ve Hevâzin. Kureyş zaten Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kabilesiydi. Hevâzin ise; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem’in aralarında büyüdüğü bir kabile olduğundan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Sizin en güzel ve en düzgün konuşanınızım”, “Kureyş’tenim ve dilim Sa’d kabilesinin dilidir” buyurmuştur.
Anlatım Tarzı
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem son derece sâde konuşurdu. Konuşmak için odasından çıktığında hükümdarlar gibi, ne muhafızları olurdu, ne de hatipler gibi şatafatlı elbiseler giyerdi. Elinde sadece asası olurdu. Arasıra elindeki yayma yaslanarak da konuşurdu. Ibn-i Mâce’de bildirildiğine göre: Allah Resulü mes-cidde konuşurken elinde asa olurdu ve savaş alanında konuşmak için ayağa kalktığında ise yaya yaslanarak konuşurdu.
Cuma ve Bayram namazı hutbelerinin zamanı zaten belirliydi. Bunun dışındaki hutbeleri —konuşmaları— için belirli bir zaman olmazdı. Gerektiği anda hutbe hazırlığı yapılır, konuşmasmı gerçekleştirirdi. îşte bu yüzden düz arazide, minberde, deve üstünde, nerede ve nasıl ihtiyaç duyulmuşsa orada konuşmasını yapmıştır. Her ne kadar ihtiyaç görüldüğü için arasıra uzun konuşmalar yapmak zorunda kalmışsa da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in konuşmaları genellikle kısa ve özlü olurdu.
Öğüt ve nasihate ilişkin sözleri, ihbarı —haber veren— cümleler içinde anlatmasına rağmen sözü daha da etkili kılmak istediği zaman konuşmasına genellikle soru sorarak başlardı. Huneyn savaşında ensarın karşısında yaptığı konuşma, baştan sona soru-cevap şeklindedir. Veda Haccı’nda yaptığı konuşmada ve ilerde anlatılacağı gibi diğer bütün konuşmalannda şu özellikler açık bir şekilde görülmektedir: Konuşma heyecanı ve anlatım coşkusu öyle bir hal alırdı ki, gözleri kızarır, sesi toklaşır, öfkesi artar, kol ve parmakları gittikçe yükselirdi. Sanki bir orduyu savaşa hazırlar gibi konuşurdu. Konuşmanın heyecanından, mübarek vücudu titrer, sarsılırdı. Kollarını hareket ettirirken yaprak hışırtısı gibi ses gelirdi. Elini bazan yumar, bazan açardı. Abdullah b. Ömer (ra) böyle heyecanlı bir konuşmayı şu cümlelerle tasvir etmektedir:
“Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselîem’i minber üzerinde şöyle konuşurken dinledim: “Sonsuz güç ve azametin sahibi olan Yüce Allah!.. Yerleri ve gökleri avucunun içine alacak” dedi ve yumruğunu kapadı. Sonra tekrar tekrar yumruğunu açıp kapamaya başladı. Mübarek vücudu bazan sağa, bazan sola eğiliyordu. Öyle ki altındaki minberin sallandığını gördüm ve kendi kendime, “Acaba Peygamber, minberle birlikte devrilir mi?” diye sormaya başladım.”
Hz. Peygamber’in Konuşma Tarzları
Hadis kitaplarında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in konuşmaları ve O’nun parça parça ifadeleri özel bir sıralama yapılmadan bir araya toplanmıştır.
Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in değişik yönleri vardı. Bu değişik yönlerin etkisi, anlatış tarzına yansırdı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir din davetçisiydi, savaşlar kazanan bir komutandı, hakka çağıran bir vaizdi, ordu komutanıydı, davaları çözen bir hakimdi ve en önemlisi Son Peygamberdi. Cynun bu değişik yönleri, konuşmalarında ve harikulade anlatımında büyük farklılıklar oluşmasına neden olmuştur. Belagatın gereği de budur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir din davetçisi olarak konuştuğunda, konuşmasmda keskinlik ve heyecan olurdu. O zamanki durumu tam anlamıyla bir ordu komutanının durumu gibi olurdu. Nitekim “Yakın akrabalarını —yanlış gidişlerinden dolayı— uyar!” (Şu’arâ 26/214) âyeti nazil olunca Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bütün Kureyşliler’i toplayarak bir konuşma yapmak istedi. Ebu Leheb’irt azgınlığı bu konuşmayı tamamlamasına fırsat vermedi. Yine de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in ağzından o sırada çıkan birkaç cümleden, Onun nasıl güçlü ve etkili konuştuğu anlaşılabilir. Safa tepesine çıkarak önce “Yâ Sabâhâh!” diye haykırdı. Bu cümle Araplar arasında; sabah vakti bir kabile başka bir kabileye ansızın saldırdığı zaman feryâd ü figân ederek söylenirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu nidasını işiten herkes irkildi ve koşarak etrafına toplandı. O da şöyle buyurdu:
“Söyleyin! Size şu dağın eteğinden bir ordu gelmek üzeredir! diye bir haber versem bana inanır mısınız?” dedi. Hep birden cevap verdiler: “Şu ana kadar senden herhangi bir yalan söz duymadık!” Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onların bu cevabını alınca:
“Sizi tam önünüzde duran çok şiddetli bir azaptan sakındırıyorum” buyurdu.
Ebu Leheb, alaycı bir edayla: “Bizi bunun için mi topladın? ” dedi ve öfkeyle ayrıldı..
Huneyn savaşında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bütün ganimet mallarını müellefe-i kulûba —Islâmı yeni kabul edenlere ve kalpleri Islama ısındı-rılacaklara— verdi. Ensar müslümanlan ganimet mallarından tamamen mahrum bırakılınca birkaç genç bundan memnun olmadı ve: “Allah Peygamber’i bağışlasın, Kureyş’e veriyor da bizi bırakıyor. Halbuki bizim kılıç lanmızdan kan damlıyor” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bundan haberdâr olunca, bütün ensarı bir çadır altında topladı ve konunun ne olduğunu sordu. Toplananlar: “Birkaç tecrübesiz genç böyle söylemiş olabilir. Aklı başında ve yetkili insanlarımız bu konuda tek kelime söylememişlerdir” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine ayağa kalkarak şöyle bir konuşma yaptı:
“Ey ensar topluluğu! Sizi hak yoldan sapmış bulmuştum da Allah benimle sizi hidâyete erdirip doğru yola getirmedi mi? Siz darmadığınıktınız, Allah benimle sizi bir araya toplamadımı? Muhtaçtınız, Allah sizi benimle zengin kılmadı mı?” buyurdu.
Ensar, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in konuşmasının her cümlesine sürekli: “Allah ve Allah Resulü sayesinde olmuştur” diyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: “Neden şöyle demiyorsunuz? Ey Muhammed! Bütün insanlar seni yalanlarken, bize geldin de biz seni tasdik ettik. Sana yardım eden hiçbir kimse yokken, biz sana yardım ettik. Sen yurdundan çıkarılmışken, sana barınak verdik. Sen muhtaçken, biz sana yardım eli uzattık,” Bundan sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem asıl itiraza şöyle cevap verdi:
“Herkes deve ve koyunlarını alıp giderken, siz evlerinize Peygamberinizi alarak gitmeyi arzu etmez misiniz? Allah’a andolsun ki, sizin götürdüğünüz, hepsinin alıp götürdüğünden daha hayırlıdır.”
Bunun üzerine bütün ensar: “Hepimiz memnunuz” Yani hepimiz Allah Resulü’nü alıp gitmeye razıyız ve bunu arzu ederiz diye bağırdılar. Bu konuşma üzerinde edebî güzellik ve belagat açısından durulur da iyice incelenirse, küçük bir kitap yazılabilecek kadar edebî sanat ve harikuladelikler bulunabilir.
Muzaffer bir komutan olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sadece Mekke’nin fethi sırasında bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmasının, parça parça bölümleri hadis kitaplarında zikredilmiştir. Mekke, Araplar için son derece kutsal bir şehirdi. Harem —Kabe ve çevresi—, bir huzur ve güven yurduydu. Orada hiçbir zaman kan dökülemezdi. Mekke’nin fethinde, ilk defa onun azamet eteğine kan lekesi değdirilmişti. Bu kan lekesi din adına değdirildiği için ona duyalan saygının ebediyyen kaybolması akla gelebilirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in konuşmasında bu iki noktaya ağırlık vermesi gerekiyordu. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sırayla Önce Kabe’nin kutsallağına ve oranın huzur ve güven yurdu oluşuna, orada hiçbir zaman kan dökülemeyeceğine, sonra da müslü-manlar Mekke’ye girdikten sonra Ka’be civannda kan dökülmesine temas ederek, dikkatleri o tarafa çevirdi ve önce sahabe-i kirama hitap ederek şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ yerleri ve gökleri yarattığı gün Mekke’yi haram kılmıştır. O halde orası, Allah’ın haram kılmasıyla kıyamete kadar savaşa ve kan dökmeye haramdır. Benden önce hiç kimseye helal olmadığı gibi benden sonra da hiçkimseye helal olmayacaktır. Birkaç saat dışında benim için de asla helal olmadı. Orada ne av kovalanır, ne dikeni kesilebilir. Ne otu biçilebilir, ne de orada kaybolan birşey, kaybeti-ğini arayanın dışındakine helal olabilir.”
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in en muhteşem ve en önemli konuşması, Veda Haccı’nda Arafat’ta yaptığı Veda Hutbesi’dir. Bu hutbe, birtakım emir ve hükümleri ihtiva ettiği için hitabet bakımından normal olarak kuru ve yavan olması gerekirdi. Çünkü birtakım maddelere bağlı kalan konuşmalar ve birtakım özel meseleleri sıralayan nutuklar normalde coşku ve akıcılık taşımaz. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu hutbesinin söyleniş tarzı, kelimelerin seçimi, cümlelerin akıcılığı, üslûbun berraklığı, heyecan verici ve etkileyici kelimlerin seçimi, bu konuşmayı en belîğ ve en harikulade hutbeler arasına sokmuştur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, dinleyicilerine konuşmasının önemini anlatmak için Allah’a hamd edip şükrettiken sonra şöyle buyurdu;
“Ey insanlar! Sözlerimi iyi dinleyin!! Çünkü bilmiyorum, belki de şu seneden sonra sizinle burada, bu ayda, bu şehirde bir daha görüşemeyebilirim.”
Sâde bir ifâdeyle bu söz: “Muhtemelen bu ömrümün son yılı olabilir” demekti. Fakat bu ayrıntı ve bu anlatış tarzı, ifade edilmek istenen o anlama başka bir vurgu ve güç vermiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Müslümanların namusu, canı ve malı bütün müslümanlara haramdır” buyurdu. Söylemek istediği bu manayı şu harikulade ifade tarzıyla belirtti:
“Biliyor musunuz bu hangi gündür?”
İnsanlar:
“Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Bu haram gündür! Bu şehir hangi şehirdir biliyor musunuz?” diye sordu.
İnsanlar:
“Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler.
Hz. Peygamber:
“Haram şehirdir! Bu ay ne ayıdır biliyor musunuz” diye sordu.
insanlar:
“Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler.
Hz. Peygamber:
“Haram aydır,” dedi.
insanların kafasında bu günün, bu ayın ve bu şehrin haram oluş düşüncesi tazelenince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem asıl maksadını şöyle açıkladı:
“Allah sizin kanınızı, malınızı, namusunuzu size bu ayınızda, bu şehrinizde, bu gününüzde haram kıldığı gibi, haram kılmıştır. Benden sonra geriye dönüp de küfre düşerek birbirinizin boynunu vurmayın!” buyurdu.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şu sözleriyle de birlik, beraberlik ve eşitlik öğretisini sunmuş ve tek bir ümmet olma talimatını vermiştir:
“Rabbiniz tek, babanız da tektir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en şerefliniz, günahlardan en çok sakınanı-nızdır.” Arapların geçim kaynağı yağmacılıktı. Fakat haram aylar olan dört ay boyunca hareketsiz duramaz, oturup bekleyemezlerdi. O yüzden bu ayları evirip çevirerek yerlerini değiştirir ve bu aylar arasında zaman atlaması yaparlar, buna da “Nesî” derlerdi. —Güya unutarak ayların başı sonu değişmiş olurdu ve bunun da farkına varmadıklarını ileri sürerlerdi.— Kur’an-ı Kerim bunu şu buyuruğuyta >ne-netmişti:
“Nesî, küfürde fazlalaşmadır.” (Tevbe 9/37)
Hz. Peygamber konuşmasında bunu şu cümlelerle anlatmıştır:
“Zaman döne dolaşa Allah’ın yeryüzünü ve gökleri yarattığı gündeki düzen ve tertibine gelmiştir.”
Bunlar dışında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in, bir de öğretici ve öğüt verici yönü vardı. Bu yönüyle yaptığı konuşmalar, sade olmasına rağmen onlarda da belagat vardır. Ahlâkî öğüt konuşması için akıcı cümle yapılarına, güçlü kelimelere, şatafatlı cümlelere, teşbih ve istiarelere ihtiyaç yoktur. Böyle bir konuşmada, yalın sözler, açık cümleler ve kısa terkiblerle söylemek istenilen şeyi kafalara sokmaya ihtiyaç duyulur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu yönüyle yaptığı konuşmalar baştan aşağı bu türdendir. Medine’ye geldikten sonra mübarek ağzından çıkan ilk ifade şuydu:
“Ey insanlar! Selamı her tarafa bol bol verin. Herkese yemek ikram edin. İnsanlar uyurken siz namaz kılın, cennete esenlikle girin.”
Ibn-i îshâk’ın rivayetine göre Medine’de ilk kıldığı cuma namazında okuduğu hutbede Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, önce Allah’a hamd ü sena ettikten sonra şu konuşmayı yapmıştı:
“Allah’a hamd ve senadan sonra; Ey insanlar! Kendiniz için önceden azık hazırlayın! Biliyorsunuz ki, biriniz yıldırımla vurulmuş gibi cansız yere düşüp sürülerini çobansız bıraktığı ve Allah’ın huzuruna tercümânsız, vasıtasınz ve rehbersiz gittiği zaman Allah Teâlâ ona: “Elçim sana gelip tebligatta bulunmadı mı? Sana ihtiyacından fazla mal verdiğim halde sen kendin için ne hazırladın?” diye soracaktır. O zaman sağınıza solunuza bakacak, birşey bulamayacak, sonra önünüze bakacak, cehennemden başka birşey göremeyeceksiniz, içinizde kendini ateşten bir hurma parçası ile de olsun kurturabilecek olan bunu yapsın. Şayet bulamazsa güzel bir söz söyleyerek buna çalışsın. Çünkü iyilik on mislinden yediyüz misline kadar arttırılır. Hepinize Allah’ın selam ve rahmetini dilerim.”
Bundan sonra, başka bir vesilede ise Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’a hamd olsun. Ben sadece Allah’a hamd eder ve O’ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığmıyorum. Allah kimi hidayete sevkederse artık hiçkimse onu hak yoldan ayıramaz. Kimi de hak yoldan uzak kılmışsa hiç kimse onu hak yola getiremez. Bütün varlığımla inanıyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız O vardır, ortağı yoktur. Şüphesiz sözlerin en güzeli, Allah’ın Kitabı’ndaki sözleridir. Kalbini Allah’ın sözleriyle süs-lendirene, küfür ve şirkten vazgeçip müslümanlığa girene, Allah’ın sözünü insanların sözlerine tercih edene ve onu kabul edene ne mutlu! Sözlerin en güzeli ve be-lîği Allah’ın sözüdür. Allah’ın sevdiğini seviniz. Bütün kalbinizle Allah’ı seviniz. Allah’ın kelâmından, Allah’ın zikrinden usanmayınız. Allah’ın sözlerine karşı yürekleriniz katılaşmasın. Allah’a kulluk ediniz, Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmayınız, Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, Öylece korkunuz. Ağızlarınızla söylediğiniz güzel sözleri, Allah katında doğrulatınız. Birbirinizi Allah’ın Yüce Zâtı’nın rızasını kazanmak için seviniz. Al! ılı Teâlâ kendisine verilen sözden cayılmasına gazap eder. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.”
Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir konuşma yaptı. Orada sadece beş şey söyledi:
“‘Şüphesiz Allah uyumaz ve uyumak O’nun sânına yakışmaz. Teraziyi indirir kaldırır. Gece yapılan amel, gündüz yapılan amelden önce O’na ulaşır. Gündüz yapılan amel de gece yapılan amelden Önce O’na ulaşır. Allah’ın perdesi nurdur.”
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Cuma hutbelerinde genellikle Allah’a bağlılıktan, yumuşak kalplilikten, güzel ahlâktan, kıyamet azabmdan korkmaktan, kabir azabından çekinmekten, Allah’ın birliğine inanmaktan ve O’nun sıfatlarını bilmekten bahsederdi. Hafta içinde önemli bir olay meydana gelmişse, onun hakkında açıklamalarda bulunurdu. Çoğu kez öyle yapardı ki, yeni bir hutbe yerine Kur’an-ı Kerim’in günün yorumunu içeren etkili bir sûresini okurdu. Genellikle böyle durumlardaki Cuma hutbelerinde Kâf sûresinden uzun bir bölüm okurdu. Bayram hutbelerinde bu konuların dışında, sadaka vermeye özellikle ağırlık verirdi. Gerektiği yerlerde ani konuşmalar da yapardı. Bu konuşmalarda zamanın şartlarına uygun olan konulan açıklardı. Bir keresinde güneş tutuldu. Tesadüfen küçük yaştaki oğlu Hz. İbrahim vefat etmişti. Araplar’ın iddialarına uyan bazı kimseler, “Güneş İbrahim’in ölümü yüzünden tutuldu” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem aşağıdaki konuşmayı yaptı:
“Allah’a hamd ve şükürden sonra; Ey insanlar! Şüphesiz ay ve güneş Allah’ın işaretlerinden iki işarettir. îkisi de insanlardan birinin ölümünden dolayı tutulmazlar.
Daha önce görmediğim şeyler gördüm. Hatta cennet ve cehennemi bile. Şüphesiz Deccâl fitnesi gibi, kabirlerde fitneye yakalanacağınız da vahiy yoluyla bana bildirildi. Sizden birine gelinecek ve ona benim hakkımda “Bu adamı nasıl bilirsin?” denilecektir. Kesin iman sahibi olanlar: “Bu Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Bize açık deliller ve hidâyetle geldi, biz de O’nun davetine uyup kendisine tabi olduk” diyecektir. Şüpheci kimse ise: “Bilmiyorum, insanların birşeyler söylediğini duydum, ben de tekrarladım” diyecektir.
Gireceğiniz her yer de bana gösterildi. Cennet öyle gösterildi ki elimi uzatıp içinden bir salkım koparmak istesem koparabilirdim. Fakat elimiz, uzatmaktan sakındırıldı. Sonra cehennem gösterildi, İçinde bir kadının, kedisi yüzünden azaba uğradığını gördüm. Çünkü bu kadın kedisini bağlamış, ne kendisi beslemiş, ne de artıklarla beslenmesi için serbest bırakmıştı. Ebu Sümâme Amr b. Mâlik’i cehennemde gördüm. O, “Güneş ve ay ancak büyüklerden birinin ölümü üzerine tutulur” derdi. Güneşle ay Allah’ın size gösterdiği âyetlerden iki âyettir. Sizler ay ve güneş tutulmasını görünce, tutulma geçinceye kadar namaz kılmaya devam edin.”
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bid’atı reddedip sünnete yapışma konusunda okuduğu şu kısa hutbe, —sözlerinin değişik olmasıyla birlikte— pek çok kitapta nakledilmiştir.
“Sadece iki şey vardır: Söz ve amel. Sözün en güzeli Allah’ın sözüdür. Amellerin en güzeli Hz. Muhammed’in yaptığı ameldir. —En güzel yol, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in yoludur.— Dikkat —dinde— uydurma şeylerden — bid’atlerden— sakının. —Dininize uydurma şeyler sokmaktan sakınınız.— Çünkü en fena şeyler, sonradan çıkarılan uydurma şeylerdir. Bu gibi uydurma şeyler birer bid’attır. Her bid’at da dalâlettir. Zaman uzayıp da kalpleriniz katılaşmasın. Her gelecek yakındır. Gelmeyecek olansa uzaktır. Bedbaht, anasının karnında bedbaht olandır. Bahtiyar olan ise, başkasının halinden ibret alandır. Mü’minlerle savaşmak küfür, dine sövmek fısktır. Bir müslümanın üç günden fazla kardeşine küs durması caiz değildir. Yalandan kesinlikle sakınınız.”