Hz. Peygamber’in Yol Gösterme Tarzı
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bazan karşısındakilere imtihan eder gibi sorular sorar, bununla insanların anlayış kabiliyetlerini, nasıl düşündüklerini ve kavrama yeteneklerinin sağlam olup olmadığını ölçerdi. Abdullah b. Ömer (ra) şunu anlatmıştır: “Bir keresinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Yaprakları dökülmeyen, müslümana benzeyen ağaç hangisidir?” diye bir sordu. Ordakilerin zihni, ormandaki ağaçlara gitti. Benim aklıma hurma ağacı geldi. Fakat küçük olduğum için cevap vermeye cesaret edemedim. Sonunda insanlar cevabı bilemeyerek: “Ey Allah Resulü siz söyleyin” dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de;
“Hurma ağacı” buyurdu. Abdullah b. Ömer (ra): “Keşke cesaret göstererek aklıma gelen bu cevabı söyleyeseydim” diye hayatı boyunca pişmanlık duymuştur.
Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyrii vesellem mescide geldi. Sahabe-i kiramın iki grup halinde oturduklarını gördü. Biri Kur’an-ı Kerim okumakla, zikir ve dua ile meşguldü. Diğeri ise ilmî konularla meşguldü. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “ikiniz de güzel ve hayırlı şeylerle uğraşıyorsunuz. Ama Allah Te-âlâ beni öğretici olarak gönderdi” buyurdu. Böyle söyledikten sonra, ilmî konular konuşulan grubun arasına oturdu.”
Bu tür toplantılarda, halkın çoğunluğunun bütün incelik ve derinliklerine nüfuz edemeyecekleri meselelerin görüşülüp konuşulmasından hoşlanmazdı. Nitekim birgün sahabenin bir toplantısında “kader” meselesi üzerinde konuşuluyordu. Allah Resulü bunu duyunca odasından çıkıp geldi. Mübarek yanakları nar gibi kızarmıştı. Sahabe-i kirama hitâb ederek: “Siz bunun için mi yaratıldınız? Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini birbiriyle çatıştırıyorsunuz. Geçmiş milletler bu gibi şeylerden dolayı mahvoldular,” buyurdu.
Bu toplantıların bir diğer amacı da, sahabe-i kiramın aralarında anlaşamadıkları meseleleri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in açıklaması, çözemedikleri konulara açıklık getirmesiydi. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yaptığı bir toplantıda, iki kişi böyle bir konuda karşılıklı konuştular. Biri, “Düşmanla karşı karşıya geldiğimizde bir kimse övünerek “Haydi bu hamleme cevap ver bakayım, ben Gıfâr kabilesinin yiğitlerindenim” diyerek mızrak fırlatsa buna ne dersin?” dedi. Karşısındaki: “Benim kanaatime göre, hiçbir sevap alamaz” diye cevap verdi. Üçüncü bir adam da bu konuşmaları dinledikten sonra: “Benim görüşüme göre bunda hiçbir sakınca yoktur” dedi. Farklı görüşler ortaya çıktı, herkes birşey söyledi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu konuşmaları dinlediken sonra: “Sevap kazanmakla şöhret elde etme, birbirine aykırı değildir” buyurdu.
Kader hakkında genel görüş şuydu: insanların irade ve yapma gücünü etkisiz hale getirmeye “kader” denir. Kaderde yazılı olanları, hiçbir insanın hareketi ortadan kaldıramaz. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bu düşünceyi tesadüfen yapılan bir toplantıda reddetti ve: “Yapılan işlerin hepsi kaderdir. Allah, insanı hangi işleri yapmaya muvaffak kılarsa, bu onun daha önceden yazılmış kaderi olur. O bakımdan tevekkül; irâde ve yapma gücünü etkisiz hale getirmek demek değildir” buyurdu. Sahabe-i kiram bir cenazeye katılmışlardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem oraya geldi. Sahabe bir araya toplanmıştı. Allah Resû-lü’nün elinde bir değnek vardı. Onunla yeri eşmeye başladı. Sonra, “Sizden hiçbiri yoktur ki, cennet veya cehennemdeki yeri belirlenmiş olmasın” buyurdu. Onlardan biri: “O halde kendi kadepmize boyun eğerek salih amel yapmayı neden ter-ketmeyelim? Mutlu olacak kişi,, kendiliğinden mutlular araşma girecek, talihsiz kişi de talihsizler arasına girecek” deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem: “Mutlu kişiler; mutlu kişilerin yaptığı işleri yapmaya muvaffak kılınan kimselerdir. Talihsiz kişiler ise, günahlarla çepeçevre kuşatılmış olan, onlardan kurtulamayan kimselerdir” buyurdu.”