Alexis Carrel Kimdir? Alexis Carrel Hayatı? Alexis Carrel Biyografisi? Alexis Carrel Dua? Alexis Carrel Sözleri? Alexis Carrel Hakkında Bilgi…
Alexis Carrel, 28 Haziran 1873’de Fransa’nın Güney Doğu kesiminde bulunan ticaret ve sanayi şehri Lyon yakınında ( Sainte-Foy- Les-Lion )da dünyaya geldi. Hali vakti yerinde bir ailenin çoçuğuydu. Dokuma sanayinde çalışan babasını pek genç yaşta kaybetti. O zaman, küçük Carrel, henüz beş yaşında bulunuyordu. Annesinin yanında, şefkat ve ihtimamla büyüdü.
Bir aralık, hareketli oluşuna kapılarak, silahlı ve üniforma altına girmek istedi. Fakat, annesinin rıza göstermemesi üzerine, askerliği meslek olarak seçmekten vazgeçerek, yine annesinin nasihatiyle 1891 de Lyon Tıp ve Eczacılık Fakültesine kaydoldu. Hareketli bir meslek olarak doktorlukta onu kendisine çekmişti.
Bir müddet sonra, dostlarından birine tıbbı seçmesinin sebeplerini anlatırken; ” Bulmak, gerçekleştirmek, keşfetmek istiyor; mucizevi ameliyatlar, cerrahi hünerler, kimsenin kullanmadığı yep yeni usuller, hayal ediyordum ” diyerek, mesleğine karşı beslediği sevgiyi belirtiyordu.
Fakülteyi bitirdikten sonra, doktoroya hazırlanmaya başladı. Tez mevzu olarak, boğaz kanserini seçti. 1896 da doktorasını müteakip, hastanelerde ihtisasa başladı. 1898 de anatomi asistanı ve ertesi sene de, anatomi dersleri için, kadavra parçaları hazırlama vazifesini üzerine aldı.
İlk Çalışmalar;
1894’de, o zaman ki Fransız Cumhurbaşkanlarından Carnot, Lyon’da katledilmişti. Bir yakınına, hadiseyi Carrel şöyle nakleder; ” Onun hemen yakınında bulunuyordum, ilk tedavisinde hazır bulundum. Çok kan kaybediyordu. O zaman, kannatim, hatta içimdeki ses, alman tedbirlerin faydasızlığı merkezinde idi. Tek kurtuluş çaresi, harp yaralılarına şimdi yapıldığı gibi, kan deveranı yavaşlatılacaktı. Böyle, güzel bir bayram akşamı, herkes eğlenirken, onun hayatı terk edişine sebep olan kanının, damla damla akışını, hala duyuyor gibiyim. İşte o zaman bu çeşit ölümleri önlemek için, kendimi bu işe hasretmeye karar verdim.”
Bunlar genç doktorun kanla ilgili araştırmalar sahasında ihtisas yapmasına vesile olan hadiselerdir ki, çalışmalarına, bundan sonra hız vermiştir. İlk çalışmaları, onu 1902 de yeni bir keşfe sevk etti. Carrel’in bu keşfi, ameliyat yaralarının dikişine dair yeni bir usuldu. Bu yeni buluşunu, o zaman yazdığı bir kitapta etraflıca ortaya koymuştu. Fakat hocaları, fikirlerini çok şahsi bulduklarından, kendisini şüphe içinde karşıladılar.
Karşılaştığı anlayışsızlıktan çok müzdarip olan Carrel, Amerika’ya gitmeye karar verdi. Çok sevdiği doktorluğu, araştırmayı terk edip, Kanada da hayvan yetiştiriciliği ile meşgul olmayı aklına koymuştu.
Rokfeller Enstitüsü;
Carrel, Kanada’da hayvan yetiştiriciliği yapmadı. Amerikalı milyarder Rockfeller, Newyork ta tıbbi araştırma tecrübeleri yapan bir enstitü kurmuştu. ( Rockefeller İnstitute for Medical Research ) Genç bilgin buraya çağırılmakta gecikmedi. İkinci Dünya harbine kadar, biyolojik araştırmaları ile ün salan ve en faal merkezlerden olan bir labaratuarı, Carrel inşa etmiştir.
Carrel’in araştırmaları, umumiyetle dokuların aşılanması, organların organizma dışında yaşamaları ve hücrelerin tabii muhitleri dışında gelişmeleri ile ilgilidir.
1912 de Carrel. Dr.Ebeling’le beraber, en ilgi çekici tecrübesini gerçekleştirmişti. Henüz, yumurta içindeki bir civcivin kalbinden aldığı hücre lifini ( fibroplaste) tüplerde yaşatmaya ve üretmeye muvaffak oldu. Bu tecrübe, tıpkı lif, pilicin bütününden ayrılmamış gibi, normal bir gelişme seyri takip etti. Bu deney 1940 senesi Ocak Ayına kadar tam yirmi sekiz sene, aralıksız devam ettirildi. Belki daha da devam edecekti; fakat 1940’da Carrel, Fransa’ya dönüyordu. Sonra, beraber çalıştıkları Dr. Ebeling’de alevi sebepler yüzünden, labaratuarla meşgul olamadığından, Carrel’in eşi Anne Carrel, bu deney son vermek mecburiyetinde kaldı.
Bu temel deney ile Carrel, canlıların en küçük parçası olan hücrelerin ölmezliğini ispat etmişti.
1912 senesinden itibaren, dokuların üreme devri açılmış ve Carrel, bu buluşundan dolayı, o sene tıp Nobel mükafatını kazanmıştı. 1914 de vatani vazifesini yapmak üzere Amerika’dan memleketi Fransa’ya döndü. Birinci Dünya harbinin patladığı bu sıralarda, dört sene, yeni bulduğu usullerden faydalanarak, eşi Anne Carrel’le beraber, binlerce harp yaralısını ölümden kurtardı. Bunun için, seyyar hastaneler kurdu ve o zaman yeni olan antiseptik usulleri tatbik etti.
Harpten sonra, tekrar New- York’ taki labaratuarında ve deneylerinin başında döndü. 1931 senesinde, kanser araştırmalarından dolayı, Nordhoff-Jung madalyasını kazandı. Dört sene sonra, Carrel’i çalışmaları yeni keşiflere doğru sürükledi. Bu araştırmalarından dolayı, genç bilgine hayran kalan Charles Lindberg isimlibir pilot, Carrel’in emrinde çalışmaya başlamıştı. 1935’de bu pilotun teknik ve mekanik bilgilerinden de istifade ederek, hücre dokularının kültüründe ( üreme ) olduğu gibi, tabii ortamları dışında organların kültürünüde mümkün kılacak yeni bir cihaz meydana getirmeyi tasarladı. İnsanlığın, büyük bir önemle üzerinde durduğu bu usul sayesinde, yıpranmış bir uzuv, vucuttan çıkarılacak ve tıpkı hastanın, tedavi maksadiyle hastahane ye yatırılması gibi, eskimiş organ da,bu cihaz içine yerleştirilerek, eski haline iade edilecekti. Bu sayede, organ yeniden gençleştirilmiş bir halde, vucut bütünündeki yerini alacaktı. Böylece, yerinden sökülen parça, eski halini aldıktan sonra, yine kendi buluşu olan gayet ince dikiş metodlarıyla, damarlar da dahil, vucuda yamanacaktı.
Beşeri meselelerin tetkiki için kurulan tesis;
Canlı uzviyetin bu şekilde derinden tetkiki ve sırları hakkındaki istifhamlar, Carrel’i yavaş yavaş insanın tetkiki mevzuuna temas eden ve insanın istikbalini ilgilendiren problemler üzerinde düşünmeye sevk etti.
Bu vesile ile 1935 senesinde, büyük bir yankı bırakan ” İnsan, bu meçhul ” adlı eserini neşretti. Carrel, burada, çeşitli bilgiler açısından, fakat daha çok psikolojik ve fizyolojik yönlerden, insanı içine alan tam bir tahlil yapmakta ve modern hayatın geniş bir tenkidine girişmektedir. Eser ” insanın yeni baştan inşası” luzumu ve bu yenileştirmeyi tahakkuk ettirecek yeni bir seçkinler zümresinin teşkili gerekçesi ile sonuçlanmaktadır.
Carrel, 1941 de Fransa’ya döndükten sonra Aralık ayında, ” Beşeri meselelerin tetkiki için Fransız tesisi” ( Fondation Française pour l’Etüde des Problemes Humains ) adıyla bir tesis kurdu. Bu kurum, ”insan” a ahenkli bir hayat teminini mümkün kılan şartları hazırlayarak yukarıda bahsedilen modern medeniyetin getirdiği buhranı izale edecek bir beşeri araştırmalar merkezini teşkilatlandırmak suretiyle kendi ideallerini gerçekleştirecekti. Tesisin gayesi, ” medeni insanlığın manevi ve uzvi durumlarını islah etmek ” yani her bakımdan üstün bir insan neslinin yetişmesi için çalışmaktı. Fakat, ömrü buna kafi gelmedi.
1944’de Carrel, ” Dua” hakkındaki küçük eserini neşretti. Burada yazar, manevi temayüllerini ifade etmekle ” İnsan, Allah’a su ve hava kadar muhtaçtır ” diyerek, insandaki ahlak duygusu, güzellik duygusu, zeka ve diğer fiziki ve ruhi faaliyetler kadar, din duygusunun da, ferdin gelişiminde önemli bir rol oynadığını, kısaca müspet ilimler yanında dine de ehemniyet verilmesinin zaruri olduğunu göstermekte ve din duygusunun bir ifadesi olan duanın, insan ruh ve bedeninde hasıl ettiği mucizevi değişikliklere işaret ederek insanlığın bu duyguyu ihmal edemeyeceğini delilleriyle izah etmektedir.
Hayatın son demleri çok ıstıraplı geçti. Kendisi harpten sonra, düşmanlarla işbirliği yapmak suçuyla itham edildi. Bu ağır itham, ölümünü çabuklaştırdı ve nihayet 1 Kasım 1944 de akciğer ödemi denilen bir hastalıktan, Paris’te vefat etti.
Carrel geriye, ölümünden sonra neşredilen bir çok eser bıraktı. Lourdes ziyareti ( 1949 ) Hayatın sevk ve idaresi üzerine düşünceler ( 1911 ) günden güne ( 1916 ) gibi eserlerinde de yine müdafa ettiği fikirler görülmektedir.
Carrel’in Fikirleri;
” Hayatın sevk ve idaresi üzerine düşünceler ” yazarı, ” bizi dejenerelik ve başı boşluk içinde bozulmak, tehlikesinden korumak amacıyla devamlı bir medeniyet kurmak” için artık insanlığın kendi mukadderatının mühim bir çağına ulaştığını ifade ediyor.
Mücerret kavramlara itimadı olmayan Carrel, ” müşahhas hakikate doğru ilerlememiz” ve gayesi ” her fertte insanlık örneğini gerçekleştirmek ” olan hayat kanunlarının samimi suretle tabi olmamız icap ettiğine inanmaktadır.
Carrel’e göre başlıca hayat kanunları üç tanedir;
– Hayatın korunması kanunu – Hayatın idamesi kanunu – Ruhun tekamülü kanunu
Birincisi bize, hayata hürmet etmemizi emreder. Yani öldürmeyi men eder. Carrel maddi cinayetler yanında manevilerinden de sayısız örnekler vererek mübhem ihtiyaçlarımızın fiyatlarını bizzat arttıran muhtekiri, zararlı maddelerin imalatçısını, zararlı maddelere karşı işçilerini korumayan sanayiciyi, de imtihanlarına hedef tutar. Hayata kast etmek, sadece onu ortadan kaldırmakla değil, fakat onu kösteklemek, söndürmek ve ıstıraplı hale koymaklada olabilir. Fiziki veya manevi olsun, uğranılan ıstıraplar, kötü tedaviler, iftiralar, hayatiyetimizi söndüren, sinir sistemimizin ahengini bozan, hastalıklara yol açan, ömrün devamı ve saadetini azaltan düşünce, hareket ve itiyatlarda aynı mahiyettedirler. Mesela, gurur ve hiddet zararlıdır, çünkü bunlar zihin ve sinir muvazenesini altüst ederek hükümlerimizi sahteleştirir.
Bencillik, cimrilik ve ihtiras, şahsiyeti kısırlaştırır, manevi duyguyu karartır, zekayı söndürür.
Bu kanunu yalnız menfi manada anlamamak lazımdır. Bize aynı zamanda hayatımızı daha geniş, daha derin daha cesur, daha neşeli hale koymak, ruhi ve bedeni faaliyetlerimizi keyfiyet, kemiyet ve kuvvet bakımından arttırmamızı emreder.
Hayatın idamesi kanununa gelince, bu insanlığın geleceği ve kökleri ile ilgilidir. Carrel modern medeniyet nimetlerinin evi istikbali için varlığı arzu edilmeyen, kusurlu fertlerin çoğalmasına, imkan verişinden endişe ediyor. Bir çok doktor ve biyolojist tarafından da ortaya koyulan formülleri ileri sürerek Carell, şu neticeye varıyor; ” Cemiyet için büyük bir yük olacak dejenerelerin, ahmakların, alkoliklerin, tüberkilozların artmasını önlemek lazımdır. Yine burada mesele fiziki olmaktan çok psikolojiktir. Geçimsizlikleri, ifratları, zinaları, boşanmaları ve tekrar evlenmeleriyle çocukların varlığını tehlikeye sokan ana-babalar , hayatın idamesi kanunu vahim bir şekilde ihlal etmektedirler.
İlk iki kanun,daha amirane olduğu halde, mukadderatımızın gerçek manasını aksettirmesi bakımından ruhun tekamülü kanunu, ayrı bir hususiyet taşır. Carrel ” bazen hayatı ruha feda etmek mümkündür ama , hayatı kurtarmak için ruhu feda etmek çok defa men edilmiştir. Bunun tekamülü en ulvi kanunlardan biridir.” demektedir.
Akılla, izahı kabil olmayan veya anlatılamayan hadiselerle daha çok meşgul olan Carrel, ruhu sadece zekanın kapasitesine sığdırmaya asla teşebbüs etmemiştir. Umumiyetle mistizme büyük bir güven duyduğunu belirtmiştir. Yine, zekayı geliştirmekle yetinilecek olursa, ruhun tekamülü kanununa çok az riayet edilmiş olunacağına inanmaktır. Carrel bu kanun doğuştan sahip olduğumuz zihni varlığımızın bütününü değerlendirmeye bizi icbar ediyor” demektedir.
İşte bu kanunlar vasıtasıyle Carrel, insan için büyük bir yenileştirme taraftarıdır. Tehlikeli addettiği müsavatçılığın aleyhinde bulunarak, kuvvetlileri azaltmak, zayıfları arttırmak suretiyle, orta derecelilerin çoğalmasına bir son verilmesini arzulamaktadır. Bu konuda Carrel, ” zihni ve uzvi eşitsizlikleri, ayrı seviyeye indirmektense, bunları ihmal ederek, daha büyük insanlar yetiştirmeliyiz. Böylece, ırsi olmayan bir aristokrasi meydana getirilmiş olacaktır. ” demektedir.
Netice;
” Matematik ve Fizikte Einstein ne ise, tıbda da Alexis Carrel odur.” demekle hiçte mübalağa edilmiş olunmaz.İzafiyet teorisi ile matematik ve fizik ilimlerinde reform yapan Einstein, nasıl kendi sahasından bir ” kuyruklu yıldız ” gibi gelip geçmişse, Carrel de keşifleri ve eserleri ile öyledir.
Büyük mütefekkir ve fizyolojist Carrel, tıbbi buluşlarıyla Nobel mükafatı kazanmış, bütün dünya dillerinde tercüme edilen ” İnsan denilen muamma” adlı eseriyle büyük akisler uyandırmıştır. ” İnsan ”ı ihmal eden makine ve madde dünyasına büyük darbeler indirmiş, Garpta ruh ve maneviyat cephesinin alemdarlığını yapmıştır.
Büyük adamların çoğunun kaderinde görüldüğü gibi, onun da hayatının son demleri türlü iftira ve ithamlarla geçmiştir. Mesela, ölümden bir kaç sene evvel Fransanın almanlar karşısında çökmesi sırasında düşmanla işbirliği yapan bir vatan haini sayılmıştır. Fransanın kurtuluşunda da ” Biyoloji bakımından elverişsiz ” şahısları kısırlatmış olmakla suçlandırılmış ve vazifesinden atılmıştır. Carrel, bütün bu ithamları reddettmiş, hatta mahkemeye bile verilmemiştir. Bu ağır ithamlar, büyük mütefekkirin ölümünü süratlendirmiştir. Memleketi Fransa bile ona gereken hürmet ve alakayı göstermemiş. Akademilerinde sadece muhabir üye ve irtibat üyeliği sıfatlarını vermekle iktifa etmiş, asil üye olarak seçmemiştir.
Memleketinde çeşitli ithamlar altında kalan Carrel’i bütün medeni alem tanımakta gecikmemiş, ilmi buluşları, tıp kitaplarına girmiş ve ona hayatının son demlerinde çok görülen hürmet ve itibarı fazlasıyla göstermiştir. Eserlerinin, defalarca yeni baskısı yapılmış ve hala da yapılmaktadır. Hatta evvelce müsvettelerini hazırlayıp, neşrine ömrü vefa etmeyen çalışmaları da yakınları tarafından bastırılmıştır.
Kominist ve materyalistlerin nefret ettiği doktor Carrel, yeryüzündeki bütün ruhçu ve maneviyatçıların sevgisini kazanan büyük alim ve filozoflar arasındadır.
ALEXIS CARREL Dua
SUNUŞ YERİNE
Bu bölüm yukarıda belirttiğimiz gibi M. Akif AK”ın daha önce yayınlanmış
yazısından önsöz olarak alınmıştır. Duâ, bir yükseliştir.
Her duâ ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Dal budak salmak için
rahmetlere avuç açar gibi yaprak açmasıdır. Her yaprak yakarış, her çiçek
açılışı bir duâdır. Tohumun yarılması bir duâdır. Fidanlar bir uzanıştır.
Yaratıcıya duâdır ağaçlar dal dal duâ süslü, çiçek çiçek yalvarma bezelidir. Taş
duâ; toprak niyaz; deniz yakarıştır. Felekler duâ ile devreder. Kainat duâ
doludur. İnsanın duâsı, ruhtaki korkunç şiddete bir buluşma özlemidir, ebedi ve
ezeli sevgiyle… Duâ, fani maddeden, mana sonsuzluğuna doğru bir sıçrayıştır.
Fakat bir iniştir de duâ. Her samimi duâ mutlak bir kurtuluştur. En iyi bilenin
huzurunda hiçbir şey gizlemeye ve inkara cesaret edemeden açık bir muhasebedir.
Şüphesiz ki duâ ak yüreklerden çıkıyorsa menziline ulaşır. Ya da sütteki siyah
lekeler gibi içindeki pislikleri temizleme gayreti ise gerçek duâ vasfını
kazanır. Beyaz yürekler pisliklere dayanamaz ama bu demek değildir ki, o
beyazlık hep lekesizdir. İnsandır bir olur rahmet denizlerinde yüzer, bir olur
günah bataklıklarında sürünür. İşte bu zaman beyaza leke düşmüştür ama o yürekle
lekeyi taşıyamaz uzun zaman. İsyan eder. Pislik mutlaka temizlenmeli, sütteki
leke tutulup atılmalıdır. Yüreği zonklatan bir arzu itiraf ihtiyacıdır, bu arzu,
itiraf kime? Sığınılacakların, güvenileceklerin en büyüğüne, hudutsuz af ve
bağışlama sahibine.
Duâ, bu itirafın en mükemmel vasıtasıdır. Eğer duâ sağlıklı
bir iç hesaplaşmanın sıkıntılarından güç alıyorsa mutlaka müessir olur. Gözyaşı
karışmış duâlar ise en samimi yakarışlardır. Çünkü gözyaşları iç hesaplaşmada
inanç adına kazanılan zaferlerin muştusudur.
O halde duâ bir yeniden doğuştur.
Duâ, sessiz, iniltili, gürültüsüz feryattır.
Duâyı bir ruhi ihtiyaç ve alışkanlık edinmiş kimsede mükemmel bir karakter
oluşur. Yakarışımız kendimiz için değildir. Kendimiz için duâ edeceksek, biz de
bizim olmayan, gayrılara feda ettiğimiz tarafımız için duâ edelim. Ölücü
yanımızda çürüyücü fani tarafımıza değil. “ Kim ki, yanında hazır bulunmayan bir
inanmış kardeşi için duâ ederse, etrafındaki melekler, istediğinin bir misli de
senin için olsun derler.”
Hz. PEYGAMBER”İN TAİF SEFERİ DÖNÜŞÜ YAPTIĞI DUÂ
İlahi, kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor
görüldüğünü, ancak sana arz eder, sana şikayet ederim.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! herkesin zayıf görüp de dalına bindiği
çaresizlerin Rabbi sensin.
İlahi! Huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatının
dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar
bana merhametlisin.
İlahi! Sen razı olasıya dek affını diliyorum. Bütün kuvvet, her kudret ancak
Sendendir.
BEĞENİLEN FİİLLER VE ÖVÜLEN AHLAKİ İSTEME DUÂSI
İlahi! Kendi lütfunla benim niyetimi olgun, saf ve nef kıl.
İlahi! İnancımı sağlam ve sabit kılarken, kudretinle de benden doğmuş
kötülükleri ıslah buyur. Beni mal, mülk, mevki ve şöhret hırsından koru. İzzet
ve şerefimi, kibir ve gururumun peşinden koşan bir tutkun eyleme. Beni kendi
kulluğuna râm kıl. İbadetlerimi, kendini beğenmişlik içinde yok etme.
Allah”ım ! Muhammed (SAV) ve aline rahmet eyle. Senin dinin yerine, sapık metot
ve yollar edinmeyeceğim. Senin hak olan yolundan dönmeyeceğim. Kuşkuya
düşürmeden sevap yolunu açacak ve fayda verecek bir “hidayet”e erişmeyi benim
için de kolaylaştır.
İlahi! Gafletim anında Seni anmak için beni uyandır. Beni, ömrünü sana ibadet
ile geçirenlerden eyle. Senin sevgine varan yolu aydın bir şekilde görme
yeteneğini bana ihsan eyle. Bana dünya ve ahirette; hayr ihsan eyle.
1-BÖLÜM
“ DUÂ “
A. ALEXIS CARREL”İN DUÂSINA ÖNSÖZ
Carrel”in deyimiyle: “Duâ”nın kökeni yoksulluk ve aşktır.” Fakat
müslümanların duâlarında bunlardan başka bir diğer unsur duâ edenin bizzat
yaşadığı toplumsal istekleri, sosyal sorunları ve dertleri de duâda belirtmek
şeklinde sosyal bir yön vardır.
Değişik islâmî duâ metinleri etüt edilip incelendiğinde, İslâm duâsının doğal
olarak tarihsel bir belge olma özelliğini taşıyan duâların şu öğeleri içerdiği
sonucuna varılır:
1. Fesâhat
2. Duânın içeriğiyle uyumlu ve etkileyici bir musiki
3. Akıl
4. Siyaset
5. Teslimiyet ve başkaldırı (isyan)
6. Tevfik (başarı dileğinde bulunma)
7. Tevfit (Allah”a yönelme, O”na havale etme)
8. Felsefi yoksulluk
İki çeşit duâ vardır:
I. tür duâ, bir amaca ulaşmak için “bencil” insanlar arasında yaygındır.
II. tür duâ, seçkin, samimi bir insandır. Allah”a aşıkça tapan, O”nunla
söyleşmekten O”nunla bulunmaktan O”nun huzurunda durmaktan zevk duyan bir
kişidir. Birinci tür duâ avama özgü, ikinci tür duâ ise ariflere özgü bir
duâ yöntemidir.
B. ALLAH”IN ADIYLA
Ahlaki ve irfani duyguların zayıflamasını, güçlü zekanın zayıflamasıyla eşit bir
ölçü ve anlamda tutmak gerekir. Başarıya ulaşmak için herkese değişik türde de
olsa belli bir sorumluluk yükleyen yaşam, zihinsel ve bedeni bünyeye uygun bir
çizgiyi işlememizi istiyor.
C. DUÂ
Bilim dini uyutmak veya söndürmek biçiminde parlıyor. Biz Descartes”i izlerken
Pascal”ı bırakmış, unutmuşuz. Biz zeka gücümüzü sağlamlaştırma ve ilerletme
uğraşı verirken ruhun manevi çabalarını ahlak duygusu, güzellik duygusu ve
özellikle irfan duygusu gibi olgunlaşmaktan, gelişmekten alıkoyuyoruz. Maneviyat
hayatta başarılı ve mutlu olma konusunda, akıl kadar gerekli ve etkili bir
unsurdur. Duâ ruhun Allah”a doğru yükselişi ve ona aşıkça tapınış durumudur.
Gelenekselleşmiş formülleşmiş duâ biçiminin dışında kalan gerçek duâ, Allah”a
arifçe bir yönelişle, mistikçe bir cezbeyle somutlaşan bilinçli bir hareket
durumudur.
D. NASIL DUÂ ETMELİ ?
Yöntem:
Duâ etmek için, Allah”a doğru kendini yönetmek için sadece çaba gerekir. Bu
çaba; zeka ve aklın itimiyle değil ve sevgiyle ve gönülle olmalıdır. Duânın
etkili oluşunda tantana büyüklük ve törenin hiçbir değeri yoktur, belki bunlar
gereksizdir de. .. Duânın kabul edilebilmesi için, üstün fesahata sahip alimlere
ihtiyaç yoktur. Samimi ve kalpten gelen duâlar geçerlidir.
E. NEREDE VE NE ZAMAN DUÂ ETMELİ
Sokakta, çarşıda, otomobilde, trende, büroda, okulda, iş yerinde duâ edilebilir.
Fakat dağlarda ormanlarda ya da odanın sessizliğinde daha iyi duâ edilir. Her
türlü samimi şartlarda edilen duâ, tıbbi, psiko-fızyolojik moral ve ruh olarak
insanları olumlu yönde etkilemektedir.
F-BİR ULUSTA DUÂNIN YOKLUĞU O ULUSUN ÇÖKÜŞÜYLE EŞ ANLAMLIDIR
“Durum ne olursa olsun sorun şudur: Duâ anında Allah insanı dinler ve ona cevap
verir. (Duâsını kabul eder). Ahlaki ve manevi duygular bir ulusun faal unsurları
arasına yer alır bunlar yok oluşa yönelirse o ulusun kesin çöküşü başlamış ve
bağlarından koparak yok olmaya giden ortama girilmiş demektir. Bu da
yabancılaşmaya zemin hazırlama olur. Eski Yunanın -Grek uygarlığı çöküşü bu
nedenlerin etkisine bağlı idi. Ahlaki ve dini faaliyetler pratikte de birbirine
bağlıdırlar.
G. DUÂNIN ETKİLERİ
Duâ keyfiyetine şiddetine ve güçlü söylenişine bağlı olarak ruh ve cismimizi
etkiler. Duâ eden çehrelerde önceleri var olan vurdumduymazlık, eksiklik,
kıskançlık ve kötülük duyguları yerlerini iyiliğe başkalarına iyilik yapmaya ve
hayırlar istemeye terk eder. Zeka, bilgi ve güç itibariyle eşit durumda olan iki
bireyden duâ edenin ahlaki özellikleri ve karakteri çok pratik ve vasat bir
tutumla etmeyeninkinden daha olgun bir görünüm kazanır.
Duâ ortamında insan kendini olduğu gibi görür, kendine gelir, git gide_ruhsal
bir sükuna kavuşur. Duâ bire özgü somut bir çok belirtileri kendi özellikleriyle
ortaya çıkarır.
Burada “Lourdes” örneği verilmekte samimi yapılan duâlar kabul görürken,
turistik yapılan ziyaretlerin kabul görmediği anlaşılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki
duânın kabulu şiddet, ısrar, keyfiyet ve içtenliğe bağlıdır. İnsan duâ ile
Allah”a yaklaşır. Allah da insanın kalbine. İnsan su ve oksijene gereksindiği
oranda Allah”a da muhtaçtır. Sezgiye, ahlaki duyguya, güzellik duygusuna ve
zekanın aydınlığına ek olarak din duygusu kişiliğin çiçeklenmesini sağlar.
II. BÖLÜM
DUÂNIN FELSEFESİ (Succad Ekolu)
DUÂDA; BİLGİ, AŞK, NİYAZ VE CİHAD
A. ÖNSÖZ
Bu bölümde sebepler yerine getirildikten sonra (askeri ekonomik politik,
toplumsal ve bilimsel ön hazırlıklar) Allah”a yönelerek duâ edilmesi gerektiğini
vurgulamıştır. Gelenek ve kurallarla tapınmanın ve duânın etkisi toplumda
zayıflamaya ve unutulmaya yüz tutarsa bu toplumun veya bu ulusun çöküşüne,
dirençsiz kalışına zemin hazırlanmış olur.
Cinayetler üzerine yapılan incelemeler ortalama bir düzeyde göstermiştir ki
toplumda cani ve suçlu olarak tanınan bireyler ya hiç ya da cahilce fakat çok az
duâ eden kimselerdir. Bu bölüm aşk yalnızlık mı, ayrılık mı?Gerçekçilik
(realizm), idealizmin gerçekten kaçışı başlığı altında devam etmiştir. Burada
samimi olarak sadece Allah rızası için, edilen duânın önemi ve gerçekliği
vurgulanmıştır.
III. BÖLÜM
A. TAPAN RUHUN EN GÜZELİ
SÜCCAD İMAMI
“Tapan ruhun en güzeli” Cebbar, zorba değil, süccad olan bir imam Zeynel
Abidin”dir. O ne ulu, ne güzel bir sıfattır “abid (tapan) ruhların en güzeli”
“tapanların ziynet ve süsü”dür.
İslam”ın, esaslı, kamil duâsı bu anlamda üç yalvarmayı, üç isteği açığa
çıkarır:Birincisi, yoksulluğun tecellisi, ikincisi açıkça ve arifçe duyguların
tecellisi-ki bir aşığın sır, yakarma ve isteklerinden oluşur- ve üçüncüsü de
bilimsel ve düşünsel bir eğitimle itikadi ve felsefi bir bilginin gündeme
gelerek duâ metninde, duâcı için, gerçeklemesi. Para kazanmak, çalışmak,
teknolojiyi gerçekleştirmek, fen bilimlerini öğrenmek, insan gücü, sermaye
arttırımı, zorluğa katlannıak, eziyet çekmek, madenleri çıkartmak, tröst ve
kartellerle mücadele etmek; dünya ekonomik sömürgeciliğine karşı savaşmak…ve
bunun gibi sorunların yerinde duâ etmek. Duâ duâcının bünyesini, huy ve
karakter, ahlak, gidiş ve mahiyetini etkileyen bir faktördür.
İşte şimdi duânın tanımına ulaşmışız: “Duâ insanın ızdırap, çile, endişe ve
merakından ibarettir. Kendi benlik varoluş zindanından bilgiye ulaşmasıdır,
kişinin. Kurtuluş arzusunu ve kurtuluşa olan aşkı kanıtlanılmaz yapandır.”
“Duâ, yalnız ruhun ve yalnızlığın tecellisidir.”
Ve işte DUÂ…
Allah”ım akîdemi sorunlarımın elinden kurtar ve koru.
Rabbim! bana sorumluluktan kaçan inanç ucuzluğuna karşı dayanma
gücü ver.
Ya Rabbi! beni sürekli bilgili ve uyanık ve bilgili kıl ki; bir
kimseyi yada bir düşünceyi olumlu-olumsuz iyice tanımadan önce bir yargıya
varmayayım.
Allah”ım! egoizm, çekememezlik ve kıskançlıkla karışmış, cehalet ve
başıboşluğumu, düşmana savaş, dosta saldırı aracı yapma.
Rabbim! benliğimin şöhreti, olmam istenen benliğin kurbanı durumunu
bana verme.
İlahi! beni garaz, kin, kıskançlık nedeniyle zulmün oyuncağı yapma.
Ya Rabbi!! egoistliği benden uzaklaştır. Egoizmi kaldır ki başkalarının
egoistliğini görüp eziyet çekmeyeyim.
Allah”ım bana mutlak itaati bağışla ki, dünyada mutlak isyan içinde olayım.
Rabbim bana kavgacı ve inatçı bir takvayı öğret ki sorumluluğumun çokluğu
arasında kaybolmayayım.
Beni perhizkar, münzevi takvadan koru ki tenhalık ve uzlet köşelerinde
gizlenmeyeyim.
Allah”ım beni insanlığın dört büyük zindanı olan tabiat, tarih, toplum, ve
benlikten kurtar.
Rabbim kutsal şüphe ateşini bende alevlendir ki bana kabul ettirdikleri
inançlarının tüm etkilerini yakabilsin işte o zaman bu külleşmiş halkın arasında
her türlü tozdan arınmış inancın sabahımsı dudaklarında sevgi gülücükleri
belirebilir.
Ya Rabbi! halkıma sabır tahammül ve kanaati geri ver ve beni ucuzculardan kılma.
İlahi toplumumu kitap, adalet ve demir-silah ve teknikten oluşan, üç sağlam ve
sağlıklı temel üzerinde kurmam, gönlümü hakikat güzellik ve hayırdan ibaret üç
kaynaktan doyurabilmem için bana yardım et.
İlahi toplumuma sana doğru gelen yolun salt yeryüzünden geçtiğini öğretirken
bana da bu toprak parçasında sana ulaştıran en iyi yolu göster.
İlahi insanlara Adem”in topraktan yaratıldığını hatırlat ve deki: Her
maddi belirti ancak Allah ile anlam kazanır ve her gaybi belirti de Ahiret ile.
Ve eğer din ölümden önce kullanılmazsa bir işe yaramayacaktır. Ölümden sonra ise
hiçbir işe yaramayacak ve kullanılmayacaktır.
Ya Rabbi! bana sorumluluktan kaçan inanç ucuzluğuna karşı dayanma gücü ver.
Duâ 2
Ey yaratıcı Rabbim!
Sen insanoğluna keremi bağışlamışsın, sen kendi özel emanetini
insanoğlunun omuzlarına yüklemişsin.
Sen bütün Peygamberlerini, kitabı öğretmek ve adaleti gerçekleştirmek
için göndermişsin.
Sen kendine Peygamberlerine ve iman eden insanlara izzeti bağışlamışsın.
Sana ve Peygamberlerinin getirdiği mesaja inanıyoruz.
Senden bilgi, uygarlık, adalet ve şeref istiyoruz.
Bize bunları bağışla!
Çünkü çok muhtacız ve her zamandan daha dertliyiz ve alçaklık,
esaret ve cehaletin kurbanı olmuşuz…
Ey Mustazafların Rabbi!
Sen yeryüzünün zavallılarını, mahkum ve zayıf yığınlarını ve hayattan yoksun
bırakılanları, (ki onlar köle arayan azgınların, çağın karanlık zulmünün,
kin ve nefret cehenneminin tarihteki kurbanlarıdır, ve her zamankinden
daha çok zulme ve baskıya maruz kalmışlardır) insanların önderliğine
eriştireceğini ve onları dünyaya varis kılacağını irade etmişsin.
İşte şimdi zamanı gelmiştir.
Yeryüzü mustazafları senin vaadini gözlemekte ve beklemektedir.
Ey gaybın bilicisi olan Allah”ım
Şu çağımızda sana gerçekten tapanlar yalnızca yeryüzü muıstazaflarıdır.
Ey yüce rabbim sen tüm meleklerini Âdeme secde ettirensin.
Şimdi insanoğlunun idarecilerin ayağına kapanarak secde toprağına yüz
sürdüğünü görmüyor musun?
Onları bu çağın putlarına -ki hepsini kendimiz yapmışız- tapıcılıktan, onlara
kulluktan, kendi özgür kulluk ortamına çek ve kendilerine özgürlük bağışla.
Ey güçlü Rabbim! senin ayetlerine küfredenler senin peygamberlerini
yalanlayıp haksız yere öldürenler, ve adalet eşitlik istemek için ayaklanan
kullarını öldürenler hala yeryüzünde egemendirler.
Müjdelediğin azabı onlara ulaştır.
Ey kadir olan Allah”ım!
Ailemize sorumluluk,
halkımıza bilim,
müminlerimize aydınlık,
aydınlarımıza iman,
tutucularımıza kavrayış,
kavramışlarımıza tutuculuk ,
kadınlarımıza bilinç,
erkeklerimize şeref,
ihtiyarlarımıza bilgi,
gençlerimize soyluluk,
öğretmen ve üstatlarımıza öğrencilerimize inanç,
uyuyanlarımıza uyanıklık ,
uyanıklarımıza irade,
tebliğlerimize gerçek,
dindarlarımıza din,
yazarlarımıza güvenirlik,
sanatkarlarımıza dert,
şairlerimize şuur,
araştırmacılarımıza hedef,
ümitsizlerimize ümit,
zayıflarımıza güç,
muhafazakarlarımıza hareket,
ölümcül uykularda olanlarımıza hayat ve dirilik,
körlerimize görme,
suskunlarımıza feryat,
Müslümanlarımıza Kur”an ve Sünnet,
tüm mezheplerimize birlik,
kıskançlarımıza şifa,
egoistlerimize sabır,
halkımıza kendini bilme,
tüm uluslardan kurulu milletimize samimiyet,
himmet,
fedakarlık yeteneği,
kurtuluşa layık oluş
ve
izzet bağışla.