Ahmet Ayık Kimdir? Ahmet Ayık Ödülleri? Ahmet Ayığın Kazandığı Maçlar? Ahmet Ayık hayatı, Ahmet Ayık biyografisi, Ahmet Ayık spor kariyeri, Ahmet Ayık hakkında bilgi.
AHMET AYIK
Soğuk bir Mart günü Sivas”ın Doğanşar ilçesine bağlı Eskiköy”ün köy odasında, sıcak sobanın etrafında heyecanlı ama sessiz bir bekleyiş vardı. Bir süre sonra köy odasının eski kapısı gıcırdayarak açıldığında, heyecan daha da artmıştı. İçeriye giren çocuğun gözleri birisini arıyordu, aradığını bulmanın sevinci ile gözleri parladı ve “Ömer amca müjde bir oğlun oldu” dedi. Köy odasındaki heyecan sevince dönüşmüş, köylüler; Ömer”i “Gözün aydın hayırlı olsun” diyerek kutlamış sevincine ortak olmuştu. Eskiköy”lü Ömer”in beşinci çocuğu da hayırlısı ile dünyaya gözlerini açmıştı. Doğumu yaptıran ve akrabaları da olan “Ebe” bir de haber göndermişti. “Varın haber verin çarıklı, dolaklı bir koyun çobanı doğdu. Sağlıklı hem de besili, Ömer”in gözü aydın olsun “ demişti.
Böylece bir hayat hikayesi başlıyordu. Yoksulluktan zenginliğe, sıradanlıktan şöhrete, azimle başarıya, kararlılıkla şampiyonluğa giden bir hayatın, yani Ahmet Ayık”ın öyküsüydü bu başlayan. Tarihler 1938 yılını gösteriyordu.
Daha hayatın başında, kundaktayken Erzincan depremini yaşayacak ve dört kardeşi bu felakette ahirete göç edecekti. Zorlu hayat mücadelesi beşikte başlayan Ahmet; ilk sınavını birkaç küçük sıyrıkla atlatarak verecekti. Gün geçtikçe büyüyordu. Anadolu”nun köylerinde güreşsiz düğüne düğün denmezdi yakın zamana kadar. Dini ve Milli bayramlarda da hep güreş yapılırdı. Ahmet”te dokuz yaşına geldiğinde güreşe soyundu; akranlarını kolayca yendiği için onu kendinden büyüklerle güreştiriyorlardı, onları da gücü ve müthiş güreş zekası ile yenmesini bildi küçük Ahmet. Kendisinde bir cevher olduğunu anlamış ve güreş aşkı ile daha 12-13 yaşlarında iken İstanbul”a ağabeyinin yanına gitmişti.
Tophane Rıhtım Caddesinde bir Limited Şirkette işe giren Ahmet, ayda 50 lira maaş alıyordu. Haftanın 3 günü akşam iş çıkışında Sıraselviler Parmakkapı da “Şişli Gençlik Kulübüne” güreş idmanı yapmaya gidiyordu. Ayda 14 lira aidat vererek gittiği kulüpten, birde birkaç sayfalı küçük kimlik verdiler Ahmet”e. Kimliğini yanından hiç ayırmıyordu. Çok önemli ve değerliydi bu kimlik onun için. Ot minderde idman yapıyor, geç saatlerde su ve sıra kalırsa yıkanabiliyordu, tek duşu olan bu yerde. Zorlu hayat şartları Ahmet”i daha azimli ve kararlı yapmıştı. Onun kitabında yılmak ve ümitsizlik kelimeleri yoktu. Sağlam vücudu, kıvrak zekası ve doğuştan gelen üstün yetenekleri ile bütün zorlukların üstesinden tek başına gelmesini biliyordu. O zamanlar “Tecrübesizler Teşvik Müsabakası” adıyla düzenlenen güreşlere katılıyor ve tecrübesini arttırıyordu. Daha sonra “Beşiktaş Jimnastik Kulübüne” gider. Orada Ahmet Çakır ve Hüseyin hocalar çalıştırır genç yetenek Ahmet”i. Beşiktaş Jimnastik Kulübü lisansı ile gençler İstanbul şampiyonalarına katılır. Bir yandan da köyünü ve ailesini özlemiştir. Bu memleket hasretiyle 1956 yılında köyüne döner. O yıl yörede yapılan güreşlerde “Baş Pehlivanlığı” kimselere kaptırmaz. Her gittiği yerden koyun, koç, dana, tay, başa ne ödül veriliyorsa hepsini alıp köyüne getirir. Babası Ömer”in itibarı daha da artmıştır artık. Köylüler; düğünlerde, dini ve milli günlerde, toplantılarda baş köşeyi artık Ömer”e, “Ömer Ağa”ya” ayırırlar. Köy meydanında yürüyüşü dahi değişmiştir Ömer ağanın. Nede olsa artık o bir “Baş Pehlivan” babasıdır. Ahmet hem güreşiyor hem de en zor görevleri alarak, ailenin bütün rençperlik işinin altından kalkıyordu.
Bir çift öküzün çektiği karasabanla tarla sürüyor, babasının “Avare durana şeytan güler, durmadan çalışacaksın” sözünü tarlalardan taşları ayıklayarak ve kökleri sökerek yerine getiriyordu. Bu arada babası da tarlaya tohum ekiyor, ekme işi biter bitmez oğul ile baba kapışarak güreşe tutuşuyor ve Ömer, oğlu Ahmet”in kafasını, güçlü pençeleriyle kavrayıp her defasında sürülmüş toprağa bastırıyordu. Nede olsa Ömer; Sultan Abdülaziz”in Baş Pehlivanlarından
“Karaoğlan”ın” torunuydu. “Dene ile sapını” birbirinden ayıran “Tığ Makinesini” ise ancak Ahmet”in güçlü kolları saatlerce çevirebiliyordu. Pehlivanlığına da söz gelmesini istemediğinden, dur durak bilmeden iş bitene kadar makinenin kollarını çeviriyor; kolları daha da güçleniyor ve Ahmet farkında olmadan dayanıklılık antrenmanı yapıyordu. Hafta sonları da yöredeki hiçbir güreşi kaçırmıyordu. İşte bu hafta sonların birisinde, Doğanşar”ın Söbüler köyünde büyük bir düğün güreşi düzenlenir. Cumartesi günü baş ödülü teke, pazar gününün baş ödülü ise tosundur. Ahmet iki gün üst üste “Baş Pehlivan” olarak ödülleri alır ve köyüne bir elinde tekenin ipi, diğer elinde tosunun ipi ile girer. Ömer ağanın keyfine diyecek yoktur.
Anadolu”da genç yaşta kız ve erkeklerin “başını bağlarlar” yani evlendirirler. Ahmet”te bu geleneğe uyar ve genç bir delikanlı iken evlenir. 1958 yılında ilk çocuğu, evin neşe kaynağı “Osman” doğar ve Ahmet 15 gün sonra Aralık 1958″de askere gider. “Giresun Jandarma Alayında” güreş seçmelerinde herkesi yenerek birinci olan Ahmet”i komutanları “Ankara Jandarma Gücüne” gönderir. Ankara”ya iner inmez ayağının tozuyla Ankara Şampiyonasına katılır ve üçüncü olur. O zamanlar Olimpiyat Şampiyonu da olsa İl seçmelerine katılmak gelenektir. Genç bir teğmen olan Yücel Seçkiner hem arkadaşlık hem de hocalık yapar büyük yetenek Ahmet”e. Hocası Nuri Turan, Ahmet”te ki müthiş yeteneğin farkına vararak; “senden bir şeyler olacak çalışmalarını aksatma” diyecektir. 1959 yılında Kadıköy Halk Evinde yapılan “Türkiye Şampiyonasında” Milli güreşçi ve Karakucak Türkiye Şampiyonu Amasyalı Nuri Ayva ile berabere kalarak dikkatleri üzerine çeken Ahmet; Silahlı Kuvvetlerde iken çeşitli şampiyonalarda hem grekoromen hem de serbest stilde birincilikler alır.
1959 yılında garda, yalnızca “üç gün üst üste öğle yemeğinden ibaret” olan kamptan sonra “ilk yabancı müsabakasını” bir Lübnanlı ile yapar ve galip gelir. Müsabakadan sonra yüzbaşı Nuri, Ahmet”in yanında selam durup, askeri jeepin kapısını açarak; “Buyurun Ahmet bey”der. “Estağfurullah komutanım” cevabını alınca “çabuk jeepe bin” diyerek güreşe duyduğu sevgiyi babacan bir biçimde yansıtır. 27 Mayıs 1960″da terhis olan Ahmet aynı gün Yunak”ta “yağlı güreşte” Yusuf Demir ile berabere kalır. O zamanlar Şeker Sporu Yaşar Doğu, Toprak Sporu (şimdiki TMO) Celal Atik çalıştırır. Hocaların ikisi de büyük yetenek Ahmet”i ister, o tercihini Yaşar Hocadan yana kullanacaktır. Büyük insan Yaşar Doğu, Ahmet”i “Park ve Bahçeler Müdürlüğünde” 180 lira maaşla işe başlatır. Ahmet her sabah işe gelir imzasını atar. Yaşar hoca bununla da yetinmez “Karayolları Bölge Müdürlüğünde” tanıdık bir müdüre şaka yollu boyunduruk vurur ve Ahmet”i “Trafik” bölümünde 250 lira maaşla işe başlatır. Haftada 3 gün yalnız öğleden sonları idman için izinlidir Ahmet. Bir süre bu şekilde çalıştıktan sonra, babasının da rahatsızlığından dolayı köyüne döner. Yaşar hoca “Şampiyon olacağına adı gibi inandığı” bu kabiliyetli gence, arkasından geri dönmesi için mektup gönderir ama ikna edemez. “Hiç olmazsa biriken paralarını al Ahmet” diye mektup yazar ve çok sevdiği öğrencisinin şampiyonluğunu göremez “Türk Milletinin gönlünde ayrı bir yeri olan” babacan, güreşimizin sembolü Yaşar Doğu. Yaklaşık bir buçuk yıl köyünde rençberlik yapar aynı zamanda yörenin güreşlerinde hep “Baş Pehlivan” olur ama aklı hep Ankara”dadır. “Bir gün gelip beni alacaklar” düşüncesi aklının bir köşesindedir ve umudunu hiç yitirmez. Günler, aylar geçer. 1961″in rüzgarlı ve sıcak bir Ağustos günü, tarlada yığınların üzerine, uzanmış, ellerini ensesinde birleştirmiş vaziyette “Gökyüzünün mavi derinliklerine bakarak, kim bilir ne hayaller kuran” Ahmet; bir motosiklet sesiyle irkilir. Üstünde iki kişi olan motosiklet, tarlanın biraz uzağından tozunu kaldırarak köye doğru gider. Ahmet”in içine doğmuştur, kendisini almaya gelmiştir bu motosiklettekiler. Bir süre sonra köyden bir akrabası çıkagelir “Ahmet misafirlerin geldi, köyde seni bekliyorlar” diye seslendiğinde, şaşırmamıştır. Köye vardığında İbrahim Önder”in geldiğini ve “kendisini güreşmeye götürmek için” anne ve babasını ikna etmeye çalıştığını görür. Babası izin vermez, sonunda köylü dayanamaz; “bu yiğit evlatlarının buralarda heba olmasını istemeyerek” babasına: “Ömer ağa 2-3 ay gitsin olmazsa geri döner” diyerek, ikna ederler. Sonunda ikna olur babası, “Yalnız yayla işlerini bitirip öyle gitsin” der. Dinamik Ahmet; birkaç günde işlerin hepsini bitirip çantasını sırtına vurduğu gibi Sivas”a varır, oradan da trenle Kayseri”ye gider. Kayseri”de Ahmet”i gören bir binbaşı, yüzüne bir şey söylemez ama arkasından; “Yere göre sığdıramadığınız Ahmet Ayık bu mu?” der etrafındakilere. Halbuki Ahmet bir buçuk yıl önce 90 kilo gelirken, köydeki yüksek çalışma temposuna kendisini kaptırıp, 80 kiloya kadar inmiştir. Bu yüzden olsa gerek, biraz ufak görünür komutanın gözüne. Ahmet çalışmalarına hız verir idmanlarını yapar, yemeklerini fazla fazla yer, kendisine çok iyi bakar. Çok kısa sürede kilo alır. Hatta bir gün arkadaşları ile iddialaşma sonucu 100 porsiyon şişi tek başına yer. 1961 yılının Ekim ayında Adana”da “Karakucak Türkiye Şampiyonası” vardır, kilosu 90 a yaklaşan Ahmet başaltına soyunur. Tüm rakiplerini yenerek ödül olan 6 adet altını alır, köye babasına götürür. Babası ve köylü çok şaşırır, yaklaşık 2 ay önce gönderdikleri Ahmet değildir sanki gördükleri, gözlerine inanamazlar, kilo almış ve heybetli görüntüsü ile bir heykel gibi durmaktadır karşılarında. Ömer ağa gururla sarılır oğluna, artık memleketlerinin yüz akı, “Türkiye Karakucak Şampiyonudur” oğlu. Kayseri”ye dönen Ahmet, “Hava İkmal Merkezi Hava Gücü Teyyare Fabrikasında” çalışmaya başlar. 1962 yılında Milli Takıma girerek Belgrat”ta yapılan “Adriyatik Kupasında” 87 kiloda ikinci olur. Ahmet artık Milli Takımdadır ve önemli bir müsabaka için kampa girerler. Kayseri”deki işinden resmi iznini kullanır fakat izin süresi bitmiş, müsabaka yaklaşmıştır. İşe dönmezse atılacağını haber verirler Ahmet”e, o Milli maçı tercih edecek ve işine telgrafla son verildiği bildirilecektir kendisine. Ertesi gün gazeteler; “Milli vazifeyi tercih eden Ahmet Ayık işinden kovuldu” manşetlerini atar. Ahmet”in de galip geldiği Milli takım güçlü İran takımını 4-1 yener. Şampiyonumuz Kayseri”ye giderek çantasını toplar ve Ankara”ya döner. 1963 yılında Konya”da Japonlarla özel bir maç yapılır, Ahmet güçlü rakibini ilk gün tuşla, ikinci gün 18 puanla yenecektir. Yine aynı yıl İtalya”nın Napoli şehrinde yapılan Akdeniz oyunlarında serbest stilde 97 kiloda şampiyon olur. Bir yıl sonra 1964″te Romanya”nın Köstence şehrinde yapılan Balkan Şampiyonasında son maçında Bulgar rakibini tuşlayarak Balkan Şampiyonu olacak ve bu “Yeni Şampiyon”a” güreş otoritelerinin ilgisi daha da artacaktır.
Köstence”den dönen Ahmet bir hafta sonra İstanbul”da Olimpiyat kampındadır. Hocası Celal Atik sabah tartısında 87 kilo gelen Ahmet”i öğleden sonra seçmeye çağırır fakat seçmenin bir üst siklet olan 97 kiloda yapılacağını öğrenen çiçeği burnunda şampiyonumuz; “Beni harcamak için üst siklette seçme yaptıracaklar” düşüncesi ile tahta valizine elbiselerini yerleştirip kampı terk ederken, zamanın spordan sorumlu Devlet Bakanı Malik Yolaç ve kamp müdürü Mustafa Çakmak önüne çıkarak, gitmemesi için ikna ederler. Yinede kızgınlığı geçmemiştir ve bu kızgınlıkla bir üst kiloda önce İsmail Topçam”ı yener sonra Gıyasettin Yılmaz”ı tuşlar ve üçüncü seçmesinde Hamit Aslan”ı da yener. Yıkanmak için duşa gittiğinde İsmet Atlı ile İsmail Topçam”ın münakaşalarına istemeden tanık olur. İsmet; İsmail”e çıkışmaktadır; “Bize gelince kurt, Ahmet”e gelince kuzu kesiliyorsunuz” der kendine has Adanalı şivesiyle. İsmail cevap verir; “Ne yapalım, gücümüz yetmedi adam bizi yendi, gücün yetseydi de sende yenseydin” der. Tebessüm ederek dinler iki takım arkadaşının konuşmasını Ahmet, sonra duşunu alır çıkar. 1964 Tokyo Olimpiyatlarına 90-91 kilo gelmesine rağmen, 97 kiloda Ahmet gider. İlk maçında Avustralyalıyı yener. İkinci maçında Kanadalıyı da rahat geçer.
Üçüncü maçında Bulgarların ünlü güreşçisi Seyit Mustafov uda yener. Dördüncü maçı dünyanın en iyilerinden İranlı Tahti iledir. Ahmet Tahti”yi 3-0 gibi net bir sonuçla yenince bütün dünya güreş otoriteleri, medya ve seyircilerin gözü bu esmer Türk gencine odaklanır. Kolaymıydı o devirde Tahti”yi yenmek? Ahmet”in son maçı Rusların efsane ismi Medved iledir. Artık yalnızca seyircilerin değil, bütün televizyonlar, gazeteler hatta hakem ve sporcuların gözü bu maçtadır. Diğer minderlerdeki müsabakalarda durmuştur. Maç başlar İki güreşçide temkinlidir. Medved”in canı sıkılmıştır, “Nereden çıkmıştı bu Türk, ne güzel güle oynaya şampiyon olacaktı” canı sıkılan yalnızca Medved değildi, Rus teknik adamlarını ve yöneticilerini de bir düşünce almıştır. Çünkü sürekli atak yapan, saldıran, oyun arayan Ahmet; savunmada kalan ve güreşe girmeyerek kaçan Medved”tir.
Maçın sonunda Ahmet Medved”i 2-1 sayıyla yenmiştir, hakem iki güreşçiyi minderin ortasına davet eder, Ahmet”in kolları havadadır, flaşlar birbiri ardına patlar. Ruslar buz kesilir. Hiç zaman kaybetmeden gerekli olan parayı yatırarak, resmi itiraz başvurularını yaparlar müsabaka için. 20 dakika sonra Ahmet duş alırken hakemler güreşin sonucunu değiştirerek, iki şampiyon güreşçiyi berabere ilan ederler. Soğukkanlı durur, hiç belli etmez tepkisini şampiyonumuz ve anlar ki daha çok çalışacak, rakiplerini net bir şekilde yenecektir. Yılmak nedir bilmez, çünkü o zorlu hayat şartlarının hüküm sürdüğü “Anadolu Bozkırlarının” yılmak bilmeyen evladıdır. Medved son maçını Bulgar Mustafov ile yapacaktır. Şampiyon olabilmesi için, Ahmet”in yendiği Bulgar”ı ancak tuşla yenmesi gereklidir. Maçın sonuna doğru bu gereklilik gerçekleşir ve Medved Bulgar”ı tuşlar. Böylece Ahmet ilk defa katıldığı Olimpiyatlarda 90 kilo gelmesine rağmen 97 kiloda hem de hiç yenilmeden güreşir ve ikinci olur.
1965 yılına gelindiğinde Ahmet; daha güçlü, tecrübeli ve tekniktir. Koltukaltı, yan baş ve çangalı çok iyi yapıyor; güçlü rakiplerine hızla tek veya çift dalıp havalandırıyor, ters sarmayı yere indirirken çok güzel vuruyordu. Bacağını bilerek veriyor ve bacağı hemen kapan rakiplerine o meşhur “Ahmet Ayık Kündesini” atıyordu. Milli Takım 1965 yılının Tiflis Turnuvası için uçakla önce Moskova”ya inince, bütün gazeteciler Ahmet”in etrafını sarar ve “Medved ile ne yapacaksınız” diye sorarlar bu korkusuz güreş cengaverine. Şampiyonumuzdan aldıkları cevabı baş manşet yaparlar ertesi günkü gazetelerine “ Burada Medved”i kendi seyircisi önünde yenmeye geldim” Tiflis”e gelen kafile tartıya geldiğinde Ahmet “Avını takip eden kartal gibi” gözlerini kısarak Medved”i arıyordu. Bütün 97″ kilolar tartılmış ama Medved hala ortalarda görünmüyordu. Sonunda çıktı ortaya ama bir sürprizle. Gazeteleri okuyan Rus güreşçi Ahmet”ten çekinmiş ağır siklete tartılmıştı. 97 kiloda turnuvaya katılan 4 Rus güreşçiden 3″ü çıkar Ahmet”in karşısına, hepsini birer birer yener. Polonyalıyı da rahat yenerek finalde Bulgar”ı da devirince, hem şampiyon olur hem de turnuvanın en teknik güreşçisi seçilir. Hayatında ilk defa 2 madalya ve 2 diploma birden alan Ahmet Ayık”a organizasyon komitesi bir de fotoğraf makinesi hediye eder. Turnuvaya renk katan bu değerli şampiyona ayrı bir önem verir herkes. Ünü artık tüm dünyaya yayılmıştır. Dünya medyası bu “Korkusuz Türk”ü” haber yapar televizyon ve gazetelerine. Artık o; Rusların büyük güreş efsanesi, yenilmez şampiyon Medved”i korkutan ve bir üst siklete çıkaran “Müthiş Türk”tür”
1965 Dünya Şampiyonası İngiltere”nin Manchester şehrinde yapılacaktı. Hocası Ahmet”i 87 kiloda güreşmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Başkalarına göre siklet değiştirmek istemeyen Ahmet “Hasan Güngör varken 97, yokken 87 kiloda güreşmek bana göre değil” diyerek hocasının kalbini kırmadan, nazikçe reddeder. Dünya şampiyonasına gidildiğinde herkes Ahmet Ayık”ı merak ediyor, onun maçlarında seyirciler salonu hınca hınç dolduruyordu. Polonyalı, Kanadalı ve Macar rakiplerini yenen Ahmet Ayık, final günü sabah seansında Rusların efsane ismi Medved ile karşı karşıya gelir. Salonda anons yapılıp iki güreşçi minderin ortasına geldiğinde zaman durmuştur, diğer minderlerdeki maçlar yarım kalır, televizyon izleyicileri, radyo dinleyicileri, seyirciler, hakemler, bütün dünya güreş otoriteleri nefes almadan, sabırsızlıkla güreşin başlamasını beklemektedir. Koca salonda çıt yoktur ve yılların beklenen maçı, sonunda hakemin sert düdüğüyle başlar. Ahmet; Medved”e “Allah” diye bağırarak, maneviyatıyla birleştirdiği bütün gücüyle dalıyor, hücum ediyor Medved kaçıyordu. Salonda bulunan bir avuç Türk ve Pakistanlı öğrenci “Ya ya ya şa şa şa Ahmet Ayık çok yaşa” nidalarıyla bağırıyordu. Tezahüratlar, hakemin düdüğü, antrenör ve sporcuların bağrışmaları, alkışlar, ıslıklar birbirine karışıyor 2 devreden 5 er dakikalık güreşin sonları yaklaşıyordu. Ahmet Medved”e dalıp, havalandırıp yere her indirdiğinde salonda yalnızca Pakistanlı ve Türk öğrencilerin tezahüratları duyuluyordu. Şampiyonumuz Medved”i duman etmişti. Güreşin son anlarında Ahmet o müthiş dalmalarının birisini daha gerçekleştirip, büyük bir efsaneyi bitiriyordu. Hem de Rusların “Yenildiğini rüyalarında görseler” dahi inanmayacakları “Rus Tankı Medved efsanesini”. Maçın sonunda “Ahmet”in güçlü kolları havada”, hayatının ilk ve son yenilgisini alan “Rus efsanesi Medved”in” başı yerdeydi. Artık dünyanın yeni efsanesinin adı Ahmet Ayık”tı. Akşam seansında son maçında Bulgar güreşçiyi de yenerek, 97 kilonun en büyüğü olmanın sevinci ile ilk dünya şampiyonluğunu kazanıyordu. Dünya medyası bu “Müthiş Türk”ün” görüntülerini yayınlamak, fotoğraflarını çekebilmek için birbiri ile yarışıyordu. Röportaj yapabilenler ise kendilerini şanslı sayıyordu. Bayrağımız göndere çekilirken Ayık; bir avuç Türk”le beraber İstiklal Marşımızı İngiltere”de gururla söylüyordu.
1966 yılında yılın da o zamanlar adı “Federal” olan Almanya”nın Karlsruhe şehrinde Avrupa Şampiyonasına giden Milli takımda Ayık 97 kilonun artık değişmez elemanıdır. Bu şampiyonanın ayrı bir önemi vardır. İkinci Dünya Savaşından sonra belirli süreler ile şampiyonaya ara verilmiştir. Ayık”ın formu çok iyi düzeydedir ve karşısına çıkan tüm rakiplerini tuşla yenerek finale gelecektir. Finali Rusların ünlü ismi Lomitze ile yapar. Maçın ortalarında göğüs çaprazına giren Ayık; ayağını gereğinden fazla açınca kendi oyunuyla köprüye gelir, tuştan zor kurtulur. “Lomitze beni tuşlayacağına inansa belki de tuşlardı” der Ayık ama Lomitze , belli ki “Türk efsanenin” isminden korkmuştur ve Ayık; hayatında ilk ve son defa “rakibi hafife almanın cezasını” Avrupa ikincisi olmakla ödeyecektir. Artık bu olayı unutması gerekmektedir, çünkü sırada Amerika da yapılacak olan Dünya Şampiyonası vardır.
Aynı yıl Amerikanın Toledo şehrindeki Dünya Şampiyonasında çok zorlu rakipleri bekliyordu büyük şampiyonu. 97 kiloya kendisi ile beraber İranlıların efsanevi güreşçisi Tahti ve Rusların en ünlü ve efsane güreşçisi Medved”te tartılmıştı. İlk turda Tahti”yi yenen Ayık”ın karşısına ikinci turda sırım gibi güçlü ve sağlam ama tanınmayan bir İsviçreli çıkar ve maçı ittifakla kazanır. Üçüncü turda ezeli rakibi Medved”le maçı vardır. Geçen yıl olduğu gibi yine bütün dünya pür dikkat bu maçı izler. Ahmet yine hızlı girer maça, “Şampiyonumuz süratle dalıyor Medved ısrarla kaçıyordu”. Rakibi ne oyun yapıyor, nede “kaçarak” Ahmet Ayık”ın oyun yapmasına izin veriyordu. Bu şekilde güreş biter ve sonuçta iki şampiyon beraber ilan edilirler. Ayık daha sonra Bulgar ve Romen rakiplerini de yenerek maçlarını tamamlar. Medved”in son maçı İsviçreli iledir. Gerçekten çok sağlam olan İsviçreli güreşçi; her nasılsa Medved”e tuş olunca!, Ayık “Aynen Olimpiyatlarda olduğu gibi hiç yenilmeden” Toledo da 97 kilonun “Dünya ikincisi” olur.
1967 yılı Avrupa Şampiyonası İstanbul”dadır ve Milli Takım iyi hazırlanmıştır ev sahipliğini yaptığı şampiyonaya. 97 kilonun favorisi tartışmasız Ahmet Ayık”tır. İlk maçında Yugoslav”ı tuşla geçer, Romen”i ardından Macar”ı yener ve final günü sabah seansında Rusların ünlü şampiyonlarından Lomitze ile karşılaşır. Ayık 1966″nın rövanşını almalıydı bu Rus şampiyonundan. Maçın başında bilerek ayağını uzatır rakibine, Lomitze zahmetsiz bulduğu ayağı hemen kapar. Tam bastıracakken Ayık, ayağını araya sokarak o meşhur kündesini doldurur ve atar. ( Celal Atik bu kündeden sonra duygulanacak ve “Gönül ister ki her Türk çocuğu böyle olsun” diyecektir) Lomitze hayatının ilk kündesini yemenin şaşkınlığındadır ama Ayık boş durmaz, dalıp bastırarak Lomitze”ye Güreş yaşamında unutamayacağı ağır bir yenilgi tattırır. Akşam seansında Ahmet Ayık; Bulgar”ı yenerek, 97 kilonun Avrupa Şampiyonu olur.
Sırada Dünya şampiyonası vardır. Hindistan”ın Yeni Delhi şehrinde. 1967 yılında Kasım”ın 12 si olmasına rağmen hava çok sıcaktır ve stadyumda yapılmaktadır şampiyona. İlk maçını öğlenin sıcağında yapar ve rakibi Macar”ı tuşla yener büyük şampiyon. Daha sonra otele dönerler, her yerde kertenkeleler gezinmektedir. Hintliler alışkın olduğu için aldırış etmezler bu görüntüye. Otelin yakınından, yörenin insanına göre kutsal olan “Ganj” nehri geçmektedir. Türk sporcular ölü yakma merasimlerine ilk defa şahit olurlar ve dehşete düşerler. Nehir kıyısına yığılan odunlar yağ ilave edilerek tutuşturuluyor, ölüler törenle yakılarak külleri kutsal nehre serpiştiriliyordu. Kolera salgınından dolayı; elçilik görevlimiz Kaya Toperi “Türk Büyükelçiliğinde” kaynattırdığı suları ve “kuru fasülye-pilav-hoşaf”tan” oluşan menüyü hazırlattırarak, “yumurtadan başka bir şey yiyemeyen” Milli Takıma getirtiyordu. Bunları unutmak ve birazda morallerini yükseltmek için hocaları Celal Atiğin kapısına “Atik Restoran” yazdı güreşçiler. Birazda olsa neşelenmişlerdi bu sayede. Macar”dan sonra Amerikalı ve Bulgar”ı da yener Ahmet Ayık. Sırada şampiyonluk maçı vardır, yine ezeli rakibi Lomitze ile kapışacaktır şampiyonumuz. Maça ısınırken birileri yanına gelip bahse girmeye ve dikkatini dağıtmaya çalışırlar. Bunların moral bozmaktan başka bir şey olmadığını “Kıvrak zekası” ile hemen kavrayan büyük şampiyon “Lomitzenizi yenip, üstünde kahve içeceğim” dedikten sonra “işini itina ile yapan bir sanatkar” gibi ısınmasına devam eder. Güreş üçer dakikalık üç devre üzerinden yapılmaktadır. Yeni Delhi”nin sıcağında ve açık havada ilk üç dakika puansız geçer. Devre arası hocasına “Hiç endişelenme şimdi puan alıp geleceğim” der ve gerçekten ikinci devrenin hemen başında, o müthiş dalışını yapar, rakibini havalandırarak yere indirir. Stadyumdaki kalabalık coşkulu bir şekilde bu yiğit Türk”ü alkışlamaktadır. Lomitze ne zaman atak yapmaya kalksa kontratak yer ve puanları Ayık toplar. Son devre yine dalıp bastırdığında, bir taraftan sarmayı vurur diğer taraftan ise “dersine çalışan öğrenci” gibi elini çenesine, dirseğini de rakibinin sırtına dayar. O anda maç öncesi ısınırken yanına gelenlerle göz göze gelir büyük şampiyon. Ama onlar bu manzaraya daha fazla dayanamayacak ve stadyumu terk edeceklerdir. Güreş bitmiş Ayık yine 97 kiloda dünyanın en iyisi ve en büyüğü olduğunu kanıtlamıştır. Kürsünün en üstüne çıkar, Ay-Yıldızımız Yeni Delhi”nin semalarında dalgalanırken, büyük bir keyifle söyler İstiklal Marşımızı. Başarılarına bir “Dünya Şampiyonluğu” daha katmıştır “Müthiş Türk” Yurda dönen Ayık “Müesseseler Türkiye Şampiyonasında “Hindistan Fatihi” diye anons edilecektir.
1968 yılında Olimpiyat Oyunları Meksika da yapılacaktır. Rakım Yüksek olduğu için Türk Milli Takımı Bursa Uludağ”da kampa alınır. Şampiyonumuz 92-93 kilo gelmektedir. Kampta ismi Frank Medina olan kondisyoner ve beslenme uzmanı vardır. Frank; herkese özel yelekler ile el ve ayaklara takılacak ekipmanlar temin etmiştir. Bunlara doldurduğu kurşundan ağırlıklarla Bursa stadını tur attırmaktadır güreşçilere. Ahmet Ayık kilosunun üçte biri olan 31 kiloyu bu yelek ve özel ekipmanlara doldurur, bu vaziyette stadı 31 tur atar. Çalıştırıcı aynı zamanda çok sempatiktir, nasıl motive edeceğini iyi bilir, yoksa çekilir mi bu ağırlıklarla, bu statta, sıcağın altındaki çalışmalar. Uludağ”da da 100 metre yaptırıyordu kondisyoner, ama ancak Mahmut Atalay ve Ahmet Ayık finişi görebiliyordu. Milli Takım 20 gün önceden gitti Meksika Olimpiyatlarına, 31 günde burada kalmak üzere toplam 51 gün Mexico City”de kalır takım. İlk günler rakımın yüksek olmasından ötürü nefes almakta bile zorlanır güreşçilerimiz, uyku düzenleri de bozulmuştur.
Uyum sağlamakta çok zorlanırlar ama günler ilerledikçe azda olsa düzene girerler. Ahmet Ayık ilk maçında Bulgar”ı yener, daha sonra Amerikalı ile maça çıkar. Ayık”ın vücudu çalışmaz, kendi deyimi ile kıpırdayamaz güreşte. Bir yandan da zaman ilerler, bir de ihtar almıştır ve bu ihtar karşı tarafın hanesine bir puan olarak yazılır. Artık teslim olmak üzeredir Amerikalıya, bu şekilde maçın bitmesine razı olmuştur. Birden tanıdık bir ses duyar bağırışmalar arasında. Olayı kavrayan Mahmut Atalay minderin kenarına kadar gelip “Ahmet Ayık yenildi diyeceklerine öldü desinler” diye bağıracak ve bu yiğit takım arkadaşını motive edecektir. Büyük şampiyon bu seslenişle kendine gelir ve var gücüyle son bir hamle yapıp dalarak bastırır, rakibinin üstüne çöker o an maç sona ermiştir. Böylelikle maç berabere biter. Daha sonra Moğol, Polonyalı ve Macar”ı yenerek finale kalır. Finalde Rus rakibi Lomitze”ye karşı 1-0 önde iken ters bir pozisyonda kolundan sakatlanır. Koluna buz tatbik eder ve sarılı kolu ile puan vermeden güreşir, maçı bitirir. Aldığı 1 ihtarla, maçın sonucu berabere ilan edilir. Bu sonuç şampiyon olması için yeterlidir ve Olimpiyat Şampiyonu olur. Altın Madalyasını boynuna taktığında bütün seyirciler “birazda esmerliğinden” dolayı kendilerine yakın buldukları bu Türk Şampiyonuna hayran kalırlar. Müsabaka sonrası bu yakışıklı Türk”ün halkı selamlaması, güler yüzü ve sempatik tavırlarından etkilenen Meksikalılar; onunla yüz yüze gelip tebrik edebilmek için koşuşup dururlar arkasından şampiyonumuzun. Artık o “Olimpiyatların en renkli ve en çok hatırlanacak simasıdır”
Takım Yurda döndüğünde efsane şampiyonumuzla beraber altın madalya kazanan Mahmut Atalay”ın başarıları “ iki altın madalya alan milli takım başarısız, yaşlı, takımda değişiklik gerekli” şeklinde olumsuz ve haksız eleştirilere maruz kalacaktır. Şampiyonumuz öfkelidir ama bunu farklı şekilde anlatacaktır bu olumsuz ve de haksız havayı yaratanlara. 1968 yılında Türkiye şampiyonasında 8 maç yapar ve hepsinin toplamı 6 dakika sürecektir.
1969 yılında milli takım güreşçileri federasyon başkanını boykot eder. Başlangıcında Ahmet Ayık yoktur ama takım arkadaşlarına söz verdiğinden dolayı en verimli döneminde (1968 Avrupa Şampiyonası ile beraber) “2 Avrupa” birde “Dünya Şampiyonasının” Altın madalyalarını elini tersi ile itecek, boynuna takamayacaktır, sırf arkadaşlarına verdiği sözü tutmak için. Yerine şampiyonaya gidenler elleri boş döner Yurda. Şampiyonumuzun yendikleri “hep ikinci ve üçüncü olanlar” ise paylaşırlar madalyaları onun yokluğunda güle oynaya. Ama seyircilerin ve güreş otoritelerinin gözleri hep Ahmet Ayık”ı arar bu şampiyonalarda. Nerede bir “Türk Kafilesi” görseler branşını sormadan “Büyük Şampiyonumuzu” sorarlar ısrarla. Kolay değildi dünya minderlerine “Türk Güreş Ekolü Mührünü” vurmak. “Ahmet Ayık”lı bu mührün izi” insanlık yaşadıkça da kalacaktır yeryüzünde.
1970″in ilk aylarında İzmir Alsancak Atatürk spor salonunda Türkiye şampiyonası yapılır ve Ayık tüm rakiplerini yenerek şampiyon olur. Ertesi gün gazeteler baş manşet yapar bu haberi “Ayık bu Dünya sana layık” diye.
1970 Avrupa şampiyonasına 2 ay kala Güreş Federasyonu Başkanı görevinden alınır ve Mehmet Akzambak yeni Federasyon Başkanı olur. Göreve gelir gelmez şampiyonumuzu arar ve “Ayık dönüyoruz değil mi?” der. Ayık”tan “Emrederseniz dönerim efendim” cevabını alınca “Ne demek Millet adına ricamız olur” diye karşılık verir Başkan. Uzun bir süre sporculuktan uzak yaşamıştır Ayık ve bu “Milli Görevi” yerine getirmek için işe koyulur. Sabahları kendi arabası ile “19 Mayıs Atletizm” sahasına gelir ve başlangıçta nefesini açmak için 10-11 tur atarken zamanla 30 tura kadar çıkar. Bu arada “Ayık”tan artık geçti, adam yenemez” şeklinde çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır birileri tarafından. 18 gün kamptan sonra Milli takım o zamanlar ayrı olan “Doğu Berlin”e” gider. Ayık 100 kiloya tartılmıştır.
Maçlar başladığında rakiplerini tecrübesi ile yenerek kendisini fazla yormamaya dikkat eder. Final günü sabahı Bulgar”ı da yener ve finale kalır. Onu; bütün maçlarını tuşla kazanarak gelen, Rusların bileği bükülmez yeni şampiyonu İvan Yarigin beklemektedir finalde. Yarigin; şimdiye kadar bütün şampiyonalarda, karşısına çıkan Rus güreşçilerini yenen bu “Müthiş Türk Efsanesini” bitirmek için sabırsızlanmakta, döğüş sırasını bekleyen Gladyatör misali beklemektedir minderin kıyısında. 3 dakikalık 3 devre üzerindendir güreş ve herkesin merakla beklediği maç başlar. İlk devre puansız biter ve puan olmadığı için birer ihtar alırlar. ikinci devrede puansız geçer yine birer ihtar alır iki ünlü şampiyon. (O zamanlar her ihtar, 1 puan olarak rakibin hanesine yazılır.) Şampiyonumuz kendisini son devreye saklamıştır. Yarigin “yaklaşık iki yıl güreşten uzak kalsa da” kolay lokma olmadığını anlamıştır şampiyonumuzun, yanına yaklaşamaz olmuştur artık.
Bunun üzerine şampiyonumuz; ellerini beline koyup tek ayağını yerden kaldırarak biraz öne uzatır ve bu vaziyette sekerek Yarigin”e doğru gider, kendisine uzatılan ayağı hemen kapan Yarigin güçlü ve atletik vücuduyla Ayık”ı omzuna kadar kaldırır. O an herkes donup kalır. Bir efsanenin bitişini görmek istemeyenler elleri ile gözlerini kapamaya çalıştıkları anda Yarigin hareketini tamamlamak için Ayık”ı yere vurmak üzeredir. Salondaki bütün flaşlar ardı ardına patlar, işte o anda efsane şampiyonumuz ayağını Yarigin”in bacaklarının arasına sokup, havadan mükemmel bir “Ahmet Ayık Kündesi ” atar. Bir an dev Yarigin omuzlarının üstüne, büyük “bir ses çıkararak” mindere yapışır. Herkes şaşkındır, önce Yarigin sonra hakemler toparlanır, aslında enstantane tuş verebilirdi hakemler. Ama böyle zor bir durumda rakibine künde atan bir şampiyonu ilk defa gören gözleri, şaşkın bakar “Müthiş Türk”e.” Maç ayakta tekrar başlar Şampiyonumuz kendine yakışanı yaparak, rakibine koltukaltı geçer, havalandırdığı Yarigin”i yere indirirken bir de o unutulmaz “Ters Sarmasını” vurur. Diğer taraftan da kleyi takmıştır, Yarigin”i adeta mindere çivilemiştir.
Tezahüratlar, bağırışmalar ve alkışlar arasında tanıdık bir ses duyar şampiyonumuz. Bu hocası Hasan Güngör”ün sesidir. ( O zamanlar antrenörler sporcularına açıktan bağıramazlardı. Bu iş için bir masa tahsis edilir ve hocalar sporcularını bu masanın altından bağırarak uyarabilirdi.) Hasan hoca da bu şekilde “Ahmet 13 saniye var, sakın künde atma diye uyarır ve kalan saniyeleri bağırarak söylemeye devam eder. 12-11-10…..güreş bu şekildi biter. Ahmet Ayık Doğu Berlin”de “Demir perdeyi damla damla eriterek” 1970 yılının 100 kiloda “Avrupa Şampiyonudur” Etrafını saran gazetecilere “Bize yaşlı diyenler görsün Ahmet Ayık her şeye rağmen yine şampiyon” diyecektir.
12 Eylül 1970 tarihinde aktif spor yaşantısına noktayı koydu bu “Yenilmez Şampiyon.” Artık yönetici olarak hizmet edecektir, güreş vasıtası ile “Yüce Milletine.” 1978 yılında Güreş Federasyonu Başkanlığı yapar. Daha sonra kendi isteği ile istifa eder. 1980 yılında 12 kurucu üye ile “Türk Güreş Vakfını” kurar “Dünyanın, önünde saygıyla eğildiği” bu büyük şampiyon. 1993 yılında kurucusu olduğu Vakfa başkan seçilir. 1996 yılının Aralık ayında seçimle “Güreş Federasyonu Başkanlığına “ gelir. 2000 yılına kadar büyük özveri ve gayreti ile yürütür bu kutsal görevini. FİLA 1998 yılında “Yönetim Kuruluna Üye” seçer efsane şampiyonumuzu ve halen bu görevi ile birlikte “Türk Güreş Vakfı Başkanlığını da” başarı ile sürdürmektedir.