Kadir Mısıroğlu Kimdir, nereli, hangi üniversiteden mezun, Kadir Mısıroğlu kitapları yani eserleri neler? İşte Kadir Mısıroğlu hayatı hakkında tüm merak edilenler…
Türk tarih araştırmacısı, yazar, şair, hukukçu ve eski gazeteci Kadir Mısıroğlu, 24 Ocak 1933 yılında Trabzon’un Akçaabat ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Akçaabat’ta tamamlayan Kadir Mısıroğlu, liseyi Trabzon’da okudu. Mısıroğlu, evli ve üç çocuk babasıdır. Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı mütevelli heyeti başkanı ve Sebil Yayınevi kurucusu ve sahibidir.
1954 senesinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Öğrenciliği müddetince birçok yurt açıp çalıştıran Mısıroğlu, fakülte yıllarından itibaren hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylederek yakın tarih ile alakalı araştırmalara başladı.
Üniversitede okurken bir yandan da 7 adet öğrenci yurdu açtı ve işletti. Bunların en meşhurları Vefa, Seyhan, Karadeniz ve Yıldız Talebe Yurdlarıdır. Ayrıca bu yıllarda hukuk okuduğu halde daha çok tarihçiliğe merak saldı ve tarih ile ilgili araştırmalar yaptı. Cüneyd Emiroğlu mahlası ile yazılar yazdı. Kadir Mısıroğlu, 1964 yılında Lozan Zafer mi, Hezimet mi? adlı ilk kitabının birinci cildini yazdı.
1964 yılında Bursada Sebil Yayınevini kurdu. 1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliğinde Harf İnkılâbı ile alâkalı bir konferansı dava mevzuu yapılarak hakkında Eskişehir Örfî İdare Askerî Mahkemesince yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir. Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevinde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastahânesi Adlî Servis merhalelerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahânesi Psikiyatri Kliniğinden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir.
1977 yılında haftalık olarak çıkardığı Sebil Dergisinde Mustafa Kemal ATATÜRK aleyhinde yazdığı yazılar nedeniyle başına gelebilecek sorunlardan kurtulmak için Milli Selamet Partisinden Trabzon milletvekili adayı oldu ancak seçilemedi. 1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyetine (Genel idare Kurulu) seçildi. 12 Eylül 1980 İhtilâli olduğunda yurtdışına çıktı ve Almanyada Frankfurta yerleşti. Ailesini yanına getirttikten sonra İngiltereye geçti. 1983 yılı başlarında yurda dönmesi istendi dönmeyince vatandaşlıktan çıkarıldı. 1991 Yılında değiştirilen kanun ile yurda dönebilmiştir.
Kadir Mısıroğlu Macar İhtilali isimli kitabı üzerine Hür Macar Yazarlar Birliği’nin en büyük ödüllerinden olan Gümüş Madalya ile taltif edildi. Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başkanlığını yaptığı Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından Osmanoğullarının Dramı isimli eserinden dolayı Kadir Mısıroğlu Juri Hususi Ödülüne layık görüldü.
Kadir Mısıroğlu, Şu anda Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı’nın da başkanıdır. Mısıroğlu bu vakıfta cumartesi günleri Cumartesi Sohbetleri adıyla konuşma yapmaktadır.
Kadir Mısıroğlu, 1961 yılında Aynur Aydınarslan ile evlendi. Abdullah Sünusi (d.1963), Fatıma Mehlika(d.1965) ve Mehmet Selman Mısıroğlu (d.1973) adında 3 çocuğu oldu. Mehmet Selman Mısıroğlu 10 Ekim 2014 tarihinde vefat etti.
Kadir Mısıroğlu, vefat ettiğinde Yahya Efendi Dergâhı veya Eyüp Sırtları bölgesinde defnedilmek istemektedir. Bu mümkün olmaz ise Akçaabattaki âile kabristanına defolmak istemektedir.
KENDİ DİLİNDEN KADİR MISIROĞLU HAYATI
1933 yılı Ramazan-ı Şerifi”nin yirmiyedisinde yani “Kadir Gecesi” seher vakti Dünya”ya gelmişim. O saat mahallemizin Câmii Şerifinde âdet üzere “Seher Mukabelesi” okunuyormuş. Bu mukalebeyi takib etmekte olan babamın kulağına o anda müjdeyi fısıldamışlar ki, tam “Sûre-i Kadir” okunuyormuş. Bu sebeple ismimin “Kadir” olarak konulmasını gönlünden geçirmiş.
Doğduğum ev Akçaabat”ın Dürbinar Mahallesi”nin “Dere Mahallesi” denilmekle mâruf semtinde iki katlı, ahşap kağgir karışığı bir evdi. Hâlâ ayakta olan bu ev ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir.
İsmimin Kadir olarak konulmasına babaannem itiraz etmiş ve Dedemin adını bana vermekte direnmiş, Dedemin adı aslında Kâzım”mış. Fakat güzellik ve yakışıklılığından kinaye “Paşa, Paşa…” diye sevilirken Kâzım unutulup Paşa umûmileşmiş.
Bundan dolayı babaannemi de tatmin maksadıyla bana “Kadir Paşa” adını vermişler. Lâkin babam bu ismi nüfusa Paşa”sız olarak kaydettir miş. Esasen bir yıl sonra da çıkarılan bir kanunla paşa sözü diğer bir çok elkabla birlikte yasaklanmıştır. Buna rağmen, mahallede hep “Kadir Paşa” olarak anılagelmişimdir. Dedemin mezarı Dürbinar mahallesindeki aile kabristanı-mızdadır. 1975 yılında vefat eden babam 1991 sonlarında vefat eden vâlidem ve diğer akrabalarımız da orada yatmaktadır.
Vâlidem Sâriye Hanım da ebâecdad Akçaabatlı olup kazanın en eski ve mâruf âilesi “Hacısâlihoğulları” ndandır.
Vâlidemin anlattığına göre hiç ana sütü emmediğimden, çocukken gâyet cılızmışım. Hatta bu sebeble dört yaşına kadar yürüyememişim. Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri Vâlideme:
” – Bu çocuk neden hep oturuyor?”diye sormuş. vâlidem de cılızlıktan yürüyemediğimi izah edince adam:
” – Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vücûdunda üç gün kalsın. Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz. Allah (c.c.)”ın izniyle yürür!..” demiş.
Vâlidem kendisine bi, ikram için odaya girip çıktığında kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş. Bu işte bir fevkalâdelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece yürümüşüm.
Cılızlığım sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim. Bu husustaki yalvarmalarım fayda vermedi. Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi”ne başladım. İslâm aleyhtarlığının en şiddetli bir sûrette yürütüldüğü zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur”an Hocası”na gitmiştim. Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildim.
İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi “nde bitirdim. O sene kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti. Babamsa beni okutmak istemiyordu. Bu sebeble devre arkadaşlarımdan bazıları orta mektep tahsili için Trabzon”a gittikleri halde, babam beni bir terzi yanına çırak olarak verdi. Fakat benim böyle bir işle vakit geçirmeye hiç de niyetim yoktu. Bu bakımdan sık sık terzi dükkânından kaçıyordum. O sıralarda başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursam okuyordum. O derece ki, her an elimde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri yanlış yapardım. Bir gün böyle bir halime kızan vâlidem biriktirebilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır. Bu kadar anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı.
Ertesi yıl ortamektep ikmal edildi. Talebeler kaydolmaya başladılar. Babam beni okutmamak için hâlâ direniyordu.
” – Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur giderse ocağım söner” diyordu. Lâkin sağın, solun zorlaması, hocalarımın baskısı neticesinde O”nun mukavemetini kırabildik. Böylece yirmibir numara ile Akçaabat Orta Mektebi”ne en son kaydolan bir talebe olabildim.
O yıl (1947) Büyük Doğu ile tanıştım. İlk mektepten itibaren parlak bir talebeydim. Hocalarım beni el üstünde tutarlardı. Hariçten ne bulabildimse okumam sebebiyle dâima sınıf arkadaşlarımın üstünde bir seviyem vardı. Büyük Doğu, CHP, M. Kemal Paşa ve inkılâplara bakış açımın teşekkül etmesinde mühim bir merhale oldu. Esasen öteden beri evimizin dindar havasında bunlar menfur ilân edilmiş olduklarından bende, bu istikamette bir temâyülün ilk nüvesi mevcuttu.
Orta mektep ikinci sınıfda okurken (1948) sınıf arkadaşlarımla vâki bir münakaşa mektep dışından idareye aksettirilmiş ve bundan dolayı bir haftalık “Tard-ı muvakkat” yani geçici uzaklaştırma cezası almıştım. Sebap gâyet basitti: Bu münakaşanın mevzuu M. Kemal Paşa”nın şahsiyet ve hareketleriydi. Bu hususta serdettiğim fikirler, idarece suç telakki edilmiş ve bir hafta mektepten uzaklaştırılmıştım. Eğer fevkâlâde zeki bir talebe olmasaymışım, beni büsbütün kovacaklarmış. Babam bu ceza işiyle hiç alâkadar olmadı. Belki de kovulmadığıma üzülmüştür. Lâkin bu sûretle başlayan yakın tarihimizle alâkalı bir bakış açısı, zamanla gelişecek, hayat ve mücâdelemin hâkim çizgisini teşkil edecekti.
Hafta sonları, Trabzon”a gidip gelmeye başladım. Trabzon lisesi”nde ve Trabzon Muallim Mektebi”nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindim. Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçti mecmualarından haberdar oldum.
O sırada güdümlü demokrasi mücâdelesinin hızlanmasıyla dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini izhar etmeye başlamışlardı. Bu sebeple üç-beş sayı çıkıp batan birkaç sayfalık gazete ve dergiler görülüyordu. Bunların her birinden birşey kapmışımdır.
1950 yılında Trabzon Lisesi”ne başladığım zaman, şahsiyet ve fikirlerim ana hatlarıyla tebellür etmiş bulunuyordu. Kendime göre fikrî bir muhitim de vardı. Sık sık anma günleri yapar, Mehmed Akif, Kâzım Karabekir ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, alâkalar içinde davayı terennüm etmeye çalışıyordum ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmiştir.
Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle vücud bulan “Türk Milliyetçiler Derneği” nin Akçaabat Şubesi”ni açtım ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını deruhte ettim. En yakın arkadaşım bilâhere 27 Mayıs İhtilâli hengâmında öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi. O”nunla gece gündüz beraberdik.
Trabzon Lisesi benim için islâmî mücâdele bakımından dört fırtınalı yıl olarak geçmiştir. O zamanlar liseler dört yıldı. Heyecan ve asabiyetim had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğime hâlâ şaşarım.
1953 yılında İstanbul”un Fethi”nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalem mükâfat olarak aldım.
Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmişim. Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmet Saka Bey”lerdi. İdâre ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kalmışımdır. Bu arada binbir güçlükle temin edebildiğimiz namaz odasına asılmış olan bir takvimin kartonundaki M. Kemal Paşa resmini yırtma sebebiyle üç gün “Tard-ı muvakkat” cezasına çarptırılışım zikre değer. Bilahere büyütülen bu hâdise yüzünden, mezûniyet ve olgunluk imtihanları arasında tamamen mektepten uzaklaştırılma cezasına çaptırıldım. Ayrıca, güya beni himaye etmiş olmak töhmetiyle o zamanın başmuavini İsmail Hakkı Berkmen ve edebiyat muallimi Kaya Bilgegil (sonradan profesör) de altı ay vekâlet emrinde kalmak sûretiyle iz”ac olunmuşlardır. Ben de müteakip imtihanlar için Giresun”a gittim. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler Bakanlıktan gelirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerlerini Giresun”da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi”nde Erzurum”a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi”nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim.
Lâkin lise devremdeki mücadeleler tâfsilatıyla okunmaya değer mâhiyettedir. Davamızın o günkü şartlarının anlaşılması bakımından hâiz-i ehemmiyet olan bu devreyi, çeşitli yönleriyle anlatan “Geçmiş Günü Elerken I-II” serlevhalı esere bakılabilir.
Artık yüksek tahsil için İstanbul”a gitmem gerekiyordu. Babamın bu husustaki muhalefetini bertaraf etmek kolay olmadı. O sırada mahallemizde bir kız delirmişti. Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği şâiası babamı biraz yumuşatır gibi oldu. Lâkin para vermeyerek Akçaabat”tan ayrılmamı önlemeye çalışıyordu. Zavallı anacağım aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi. Yediyüz lira para biriktirmiş imiş. Bunu bana verince, son müşkül de hallolmuş oldu.
Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul”a ayak bastım. Her taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul”un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü imiş. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata”da karaya ayak bastım. Bir müddet Edirnekapı”daki eniştemin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel”deki babamın teyzesi yanında kaldım. Hukuk Fakültesi”ne kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti”nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim.
Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücâdeleli geçti. Bunun bir kısım tafsilâtını da yine “Geçmiş Günü Elerken” adlı eserimde bulabilirsiniz. Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı. Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti”nin yurdundaki ikâmetim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes”elesini öğrenmemi intaç eylemiştir. Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları “Vefa”, “Seyhan”, “Karadeniz” ve “Yıldız” Talebe Yurdlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en müsâid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mâhud dönme Ahmed Emin Yalman o tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş yazı yazmıştır.
1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim. Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika (1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz oldu.
Fakülte yıllarından itibaren neşriyat ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylettim. Yakın tarihimiz üzerindeki araştırmalar daha çok alâkamı celbediyordu. Vâsıl olduğum kanaatleri, izhar ve ifadenin kanûnî güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadım. Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear adlarla yazılar yayınlamıştım. Öz adımla matbuat âleminde ilk görünüşüm 1948 yılındadır. Bu çocuksu bir şiirdir ve Yeni Polathane Gazete”sinde yayınlanmıştır. Polathane, Akçaabat”ın eski adıdır. Fakülte yıllarımda merhum İlhan Darendelioğlu”nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller nâm-ı müsteari ile birkaç yazı yazmıştım.
İlk eserim Lozan Zafer mi, Hezimet mi ? adlı araştırmanın birinci cildidir. İlk tabı 1964 yılında yapılmıştır. Aynı yıl “SEBİL YAYINEVİ”ni kurmuştum. Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu. 1970 yılındaki genişletilmiş ikinci tabı 5816 sayılı “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”na istinaden toplattırılmış, hakkımızda dava açılmış ve bu dava 1974 umûmî affı ile bir karara iktiran etmeksizin düşmüştür.
1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği”nde “Harf İnkılâbı” ile alâkalı bir konferansım dava mevzuu yapılarak hakkımda Eski-şehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi”nce yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir. Hem kanunî ikametgâhım ve hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir”in bir selâhiyet tecâvüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun defaatle nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir. Şâhidlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri ha-kkında şahid olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın kumandan İrfanÖzaydınlı”nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse tahvil edilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macerayı – inşallah – müstakil bir eser halinde kaleme alacağım.
Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevi”nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastahânesi Adlî Servis merhale-lerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahânesi Psikiyatri Kliniği”nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir. Lâkin bu benim ilk hapsedilişim değildir. Merhum Necip Fazıl Bey”le yakınlığım dolayısıyla resmî bir sürü istintak geçirmiş ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilâli”nden sonra hapsin hem de “Kızgın Askerler” kontrolündeki en şiddetli nev”ini tatmıştım. Aziz Nesin”le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçir-dikten sonra benim Bursa”da Çekirce Kaplıcaları”ndan alınıp İstanbul”a getirilmem, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmem, bilâhere Balmumcu Askerî Kışlası”ndan tahliye edilmemle ilgili tafsilât da müstakilen yazılmaya değer mâhiyettedir.
1964 yılında “Sebil Yayınevi“ni kurup kendimi tamamen neşriyata verdim. 1970 yılında Harf İnkılâbı ile ilgili mezkûr konferansım yüzünden, mâruz kaldığım hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ettim ve 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi”ni çıkarmaya başladım. Bu dergideki yazılarımdan dolayı kısa bir müddet sonra hakkımda M. Kemal Paşa ile ilgili mâhud kanun ve 163. maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 umûmî seçimlerinde MSP”den Trabzon mebus namzedi oldum. Listede ikinci sıraya konulmam sebebiyle kazanamadım. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato namzedi oldum. Yine ikinci sıraya konulmuş olduğum için kazanamadım.
1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyeti”ne (Genel idare Kurulu) seçildim. Bu vazifedeyken 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün merkez Umûmî Heyeti hakkında tevkif kararı verildi. Bunun üzerine hakkımda daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarımızın ısrarı sebebiyle yurtdışına çıktım, Almanya”da ikâmet hakkım olduğundan Frankfurt”a yerleştim.
Böylece vatan-ı azizimden ayrıldığım zaman, arkada otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydım. Bilâhere çoluk çocuğumu yanıma getirttim. Almanların benden gayrısına oturma müsâdesi vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere”ye geçtik.
Gurbete hazır değildim. Mâlî imkânlarım mahduddu. Bu sebeble gâyet sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye dâvet olundum. Dâvete icabet etmediğimden bilâhere Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı”ndan tard edildim. Bu sebeble İngiltereden siyasî iltica hakkı istedim. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete”yi göstermem kâfî geldi. Daha sonra ecdaddan kalma gayri menkullerim hazinece haraç – mezat sattırıldı. Bu yetmiyormuş gibi 1984 yılında da kitap depomuz yaktırılarak iktisaden çökertilmem için elden geleni yaptılar.
Çoluk çocuğumla Londra”da oturmaktayken geçimimi sağlayacak bir iş kuramadığımdan bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti beni tekrar Almanya”ya dönmeye zorladı. Böylece “Gurbet İçinde Gurbet” denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerimi geçirmek kaderimin garip bir cilvesi olmuştur.
1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu” ile TCK.ndan mâhud 163.madde çıkarılınca aziz vatana avdet edebildim.
Yayınlanmış olan eserlerimin tam bir listesi işbu yazının altında mevcudtur. Ancak fazla emek vermediğim bazı eserlerde Cüneyd Emiroğlu müsteâr adını kullandığımı hatırlatmak isterim.
Kadir Mısıroğlu Ödülleri :
1968 – Hür Macar Yazarlar Derneği Gümüş Berat
1974 – Türkiye Milli Kültür Vakfı Hususi Mükafatı
Kadir Mısıroğlu Kitapları :
Cüneyd Emiroğlu Mahlası ile:
1972 – Perili Köşk (Masal)
1972 – Of Lala (Masal)
1974 – Yahûdî (İngilizce’den Terc.)
1975 – Poliyanna (İngilizce’den Terc.)
1975 – Hacı Murad (İngilizce’den Terc.)
1994 – A’mak-ı Hayal (Osmanlıca’dan sadeleştirme)
2004 – Dede Korkut Hikayeleri (Osmanlıca’dan sadeleştirme)
2004 – Gök Bayrak (Osmanlıca’dan sadeleştirme)
Kadir Mısıroğlu Şiirleri:
1992 – Cemre
Hikâye-i Hâl
Kadir Mısıroğlu Romanları :
1972 – Kanlı Düğün
1973 – Uzunca Sevindik
1973 – Kırık Kılıç
2005 – Kavuklu İhtilâlci
2005 – Düzmece Mustafa
2006 – Cem Sultan’ın Papağanı
2006 – Zağanos Paşa
2008 – Veli Bayezid’in Bedduası
2008 – Malkoçoğlu Kardeşler
2008 – Makbul ve Maktul İbrahim Paşa
2009 – Barbaros Hayreddin Paşa
2009 – Sokollu Mehmed Paşa
2011 – Mimar Koca Sinan (Mimar Sinan)
2012 – Zorâkî Âsî (Şehzade Bayezid)
2012 – Piri Reis
Kadir Mısıroğlu Araştırma Kitapları:
1965, 1974, 1977 – Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C. I-II-III
1966 – Macar İhtilâli
1967 – Yunan Mezâlimi (Türk’ün Siyah Kitabı)
1967 – Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücâhidler
1967 – Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi
1970 – Moskof Mezâlimi C. I-II
1972 – Musul Mes’elesi ve Irak Türkleri
1974 – Osmanoğulları’nın Dramı
1978 – Ali Şükrü Bey
2005 – Bir Mazlum Padişah: Sultan Vahideddin
2006 – Bir Mazlum Padişah: Sultan Abdülaziz
2007 – Bir Mazlum Padişah: Sultan II. Abdülhamid
2013 – Osmanlı Tarihi Cilt I
2014 – Osmanlı Tarihi Cilt II
Kadir Mısıroğlu İlmî-Fikrî Eserleri :
1981 – İslâmcı Gençliğin El Kitabı
1990 – Hicret
1993 – Geçmişi ve Geleceği ile Hilâfet
1993 – Üstad Necip Fazıl’a Dâir
1993 – İslâm Yazısına Dâir
1993 – Doğru Türkçe Rehberi Yahud Bin Uydurma Kelimeyi Boykot
1993, 1995 – Geçmiş Günü Elerken C. I-II
1994 – Âşıklar Ölmez!..
1995 – Üç Hilâfetçi Şahsiyet
1995 – Ermeni Mezâlimi / Prof. Dr. Veysel Eroğlu (Kadir Mısıroğlu)
2004 – Gurbet İçinde Gurbet
2004 – Filistin Dramı’nın Düşündürdükleri
2005 – İthaflı Fıkralar
2005 – Hayat Felsefesi Yahud Yaşamak Sanatı
2008 – İslâm Dünya Görüşü
2009, 2010, 2012 – Muhtasar İslâm Tarihi C. I-II-III
2010, 2011, 2012 – Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C. I-II-III
Uyarı: Aşağıda yayınlanan sözler Tarihçi Yazar Kadir Mısıroğlu’na aittir.
1. Ben Âkif yanlış bir şey söylediyse tenkit edemez miyim? Bu nasıl şey? Böyle anlayış mı olur? Bu taassup, bu taassup! Yunan’la öç için mi dövüştün? Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl diyorsun İstiklâl Marşı’nda. Bunları hiç düşünmemişler. Seksen sene sonra Yunan’ı hâlâ Sakarya’da mı vehmediyorsun da ‘korkma’ diye başlatıyorsun. Niye korkacağım lan dünya benden korksun desene! Mehmet Akif Ersoy… Serserinin teki!
2. Kemalist demek mantıkla alışverişi kesmiş adam demektir.
3. Mantık muhakeme terk etmiş Türkiye’yi. Türkiye bir açıkhava tımarhanesi. 10.000 gencimiz bir futbolcuyu karşılamaya havaalanına gidiyorsa, sosyologlar durup düşünmeliler. Bir hastalık var. Yüzbinlerce adam stada para verip giriyor. İzledikleri herifler, futbol oynuyor 10 milyon dolar alıyor, bu enayilerin parasıyla ona para veriyor o kulüp. Kulübe gökten yağmıyor paralar, kulübün darphanesi yok. Futbolseyrine ömrünün en kıymetli zamanını veriyorsun yetmiyor dışarıda da günlerce münakaşasını yapıyorsun. Havanda su dövdün. Falan takım kazandı filan takım kazandı. Yahu onunla onun ne farkı var. Niye Galatasaraylısın da Beşiktaşlı değilsin. Niye Beşiktaşlısın da Fenerbahçeli değilsin. Bunların arasında ne fark var. Hiç. Bir defa onu tuttu. Musallat fikir. Futbol, bu cemiyetin (toplumun) hastalığını en müşahhas (açık) şekilde gösteren bir yaygın. Yahu bu topu biz icat etmedik elin gavurundan aldık o’ndan ileri gitme bari yahu. Boynuz kulağı geçti. (20 Nisan 2013 tarihli konferansından)
4. Türkiye her meselesini Şeriat ile halleder. İktisadi kalkınmasını da halleder, Kürt ayrılıkçı düşünceyi de halleder, her şeyi halleder İslam. Huzuru, sükunu, saadeti, refahı sağlar. Bir şeyi halledemez; Aleviliği! Şeriat’ta gelse bunlar devam eder. Ey Müslümanlar, Kıyamet’e kadar sürecek başınızdaki en büyük bela Alevilik’tir. Asla ve kat’a bunu düzeltemezsiniz. Çünkü cehalet üzerine kuruludur. İşte İran! Arkasında İran desteği vardır. Yavuz Sultan Selim, babasıyla niye harbetti, Şahkulu İsyanı yüzünden. Kırdı geçirdi ortalığı on binlerce insan öldü. “Baba, sen bu tehlikeyi görmediğin için bunlar oldu” dedi Yavuz. Ve Yavuz’un babası II. Bayezid, Şahkulu Tekkesi’ne hediye gönderiyordu. On binlerce insan öldü isyan yüzünden. Bakın Şahkulu “Ben falanım” demiyor, “Şah’ın kuluyum” diyor. Bütün Alevi isyanlarının arkasında İran vardır. Tarih ortada. Osmanlı Rum’a karışmamış, Ermeni’ye karışmamış, Şeytan’a tapan Yezidilere bile karışmamış, Allah’a inanmayana bile karışmamış. Din’de zorlama yok. Müslümansan statün bu, değilsen bu. Adaletle muamele görürsün. İnanıp inanmamakta serbestsin. Alevi’yi niye ezmiş, isyan ettiği için ezmiş. Yahu padişah, oğlu isyan ettiği zaman öldürüyor da, Alevi isyan ettiği zaman onu bağışlayacak mıydı? Osmanlı, İsyancı Alevi’yi kesince kusur sayılıyor. O zaman bugünkü hükümet için de PKK ile mücadele etmek kusur sayılır. Böyle bir mantık olamaz. Her meşru idare, kendisine kafa kaldıranın, gücü yetiyorsa kafasını ezer. Yetmiyorsa terki hayat eder. Kendi yerini ona terk eder. Şunu bilin ki en zor işiniz Aleviliktir! Kat’iyyen ve Kat’ibeten bunun kökünü kazıyamazsınız, kanser hücresi gibidir. Çünkü cehalet üzerine kuruludur. Bazıları “Ben EhliBeyt mezhebindenim” diyor. Böyle bir mezhep mi var? EhliBeyt’e Ehli Sünnet’ten kim yan bakıyor? Bütün camilerde Hz. Ali’nin ismi yok mu? Allah onlara hidayet versin. Alevilik; Ehli Küfür’den, Haçlılardan daha tehlikelidir, bu bir iç kanamadır. İç kanama tehlikelidir. Dıştaki yara kolay tedavi edilir. Benim yaptıklarımda bir ananın uçuruma giden evladı karşısında çaresizliğinden bir çığlık yükseltmesinden farksızdır.
5. Türkiye’nin de, İslam dünyasının da, bütün İslam ümmetinin de İran’dan daha büyük düşmanı yoktur. Daha tehlikeli düşmanı yoktur. Ben bunları yazdım, söyledim ve söylüyorum. Çünkü anlaşılması zor bir düşmandır. Tek gayesi vardır Ehli Sünnet müslümanlığı yok olsun. Ehli Sünnet müslümanlığını ayakta tutan ülke kimdir, Türkiye. 1 Numaralı düşman. Ne ABD ile işi vardır ne başkasıyla. Bütün hedefi Türkiye’dir. Halk böyle midir, halk zavallıdır. Bu Ahundların işidir, Şia Acem ırkçlığına mâkestir.
6. İslam’dan evvel İran dünyanın büyük devletlerinden biriydi. İslam’dan sonra hiç de önemli bir yere sahip olmadı. Müslüman olan Türklerin atlarının ayakları altında kaldı. İran’da, İslam’a girildikten sonra bir İranlı, ülkede iktidar olamadı. Ne zaman kadar; 1926 yılında Kaçar Hanedanı, petrolü İngilizlerle bölüşmediği için İran ordusunda bir albay olan Muhammed Rıza Şah Pehlevi’ye ihtilal yaptırıp, Kaçar Hanedanı, yani bir Türk Hanedanı yıkılıncaya kadar, 1926’ya kadar İran, İranlılar tarafından idare edilemedi. Bunun hıncıyla farklı bir mezhebin savunucusu oldular. O’na sarıldılar, bütün Alem-iİslam’ı Alevileştirip, kendileri lider olmak sevdasındadır. Bu batıl dava yüzünden Ümmeti bölmüşlerdir.
7. İslam henüz dünyaya egemen olmadı, çünkü Müslümanlar Şeriat’a layık durumda değil. Kuran’dan yüz çevirdiler. Ne zaman İslam’ı yaşayış biçimleri düzelir, iyi bir Müslüman olarak yaşarlarsa o zaman İslam egemen olur.
8. Mustafa Kemal Allah’a savaş açtı. O İslam’ın meşalesini söndürmek için uğraştı. O öyle bir ateistti ki, 1930’da Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edecekti fakat Hıristiyan akidesini inceledi ve beğenmedi. Bakın batıl bir dine bile tahammül edemedi. Kazım Karabekir söylüyor bunu, “Yalan”mı diyelim? (2 Mart 2013 tarihli Konferasından)
9. Mustafa Kemal’in ölümünü hatırlarım ben, ablam pencerede ağlıyordu, babaannem köçek atıyordu. Bu sahne hiç zihnimden gitmez.
10. Dikkat edin ben hiçbir zaman Atatürk kelimesini kullanmadım, benimle aynı dönemde yaşamış bir adam nasıl benim atam oluyor, burada bir ahmaklık var, burada bir dalkavukluk var, burada bir manyaklık var, burada itibara doymazlık var.
11. Mustafa Kemal’e “Kamâl” derler. Gidin eski meclise nüfus kağıdına bakın. Adı “Kamâl”. Neden “Kamâl” yaptılar biliyor musunuz? Kamâl İbranicede İlah demektir.
12. Mustafa Kemal, Yunan karşısında yalnız olsaydı ne halt ederdi, zaten onun İslam’a ve topluma verdiği zararları yaptığı din düşmanlığını Yunan yapmazdı, böyle adamlar için ben de diyorum ki; Bediüzzamanla hamzeban olarak “Yaşasın Cehennem.”
13. Karikatürist, artist, ressam, şarkıcı, futbolcu vesair, tanımam bu sınıf adamları. Tanımam ben böyle adamları, ne artistlerin isimlerini bilirim ne futbolcuların isimlerini bilirim, benim dünyamda böyle bir şey yok. Ben 16. Asrın atmosferini teneffüs ediyorum, bir imparatorluk varisi olduğum idraki ile yaşıyorum, Cumhuriyet nüfus kağıdı da taşısam, hiç olmazsa Abdülhamid’in nüfus kağıdı verdiği bir babanın evladıyım diye düşünüyorum, imparatorluk şuuruyla aleme bakıyorum.
14. Bu rejim, solcu veya sağcı, bütün muhaliflerini gevşetti, yumuşattı, bütün sivrilikleri yuvarlaklıştırdı, kendine adapte ettirdi, bugün “Hilafet gelsin” desen Cami imamıyla münakaşa edersiniz. Herkes bu zehirden bir parça almıştır, bu ülkeye Kemalizm Zehirli Gazı, dinsizlik zehirli gazı atıldı, bundan az veya çok nasip almayan yoktur, ama bu küfre karşı güç şartlarda mücadele etmiş adamlar var. Ben onlara Kardelen çiçekleri diyorum, Said Nursi, Süleyman Efendi ve daha niceleri.
15. Benim inancımda yeryüzünde iki millet var, inananlar bir millet, inanmayanlar bir millet.
16. Çok iş yapmakla bir adam büyük olmaz. Mustafa Kemal de çok iş yaptı. Doğru iş yapmakla takdir edilir adam. Bana göre yaptığı iş hatalı. Devamlı, Mustafa Kemal deseydi ki, ben bu harbi kazanayım, sizin halifenizi kovacağım, yazısını değiştireceğim, padişahınızı hain ilan edeceğim, devletinizi yıkacağım, şeriatı yasak edeceğim, mecelleyi çöpe atıp is pis yakan işin arkasından gider miydi? Demek ki Milli Mücadele esnasındaki atmosfere kimse karşı olmaz. Taraftar olmak bir suç değildir. Çünkü karşıda Yunan var. Denize düşen yılana sarılır. Not: Burada yılana sarılır teşbihiyle Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını kastediyor.
17. Kimseyi ırkından dolayı hor görmem. Irk tercihi Allah’ın takdiridir.
18. Müslümanım deyip, gavur gibi yaşayacağım diyemezsin! Bu İslâm’a uymaz!
19. Yunan harbindeki şehitlerimiz nereden bilsin sonradan baştaki adamın Yunan’ın yapamayacağını yapacağını?
20. Fethullah Gülen’in kalbi gavurdan yanadır. Veleddallin amin.
21. Artık din karşıtı hiçbir hareketin şansı yoktur.
22. Recep Tayyip Erdoğan’da tecelli eden ecdadın ruhudur.
23. Samimi dinsize saygı duyarım ama tezadlı Müslümana saygı duymam!
Müslüman Müslüman gibi olmalı.
24. Lozan, Mustafa Kemal’in hilafeti övmesi üzerine inkîtâya uğramıştır. Çünkü, Mustafa Kemal ile İngilizler hilafeti kaldırmak üzerine anlaşmıştı.
25. Mustafa Kemal olmasa demokrasi olmazmış. Kimse konuşamazmış. Sorarım bunu diyen gafillere: Osmanlının en müstebit olduğu iddia edilen Abdülhamid zamanında Padişaha galiz hakaret edenlere dokunulmuyordu. Bu hürriyeti de mi Mustafa Kemal sağladı?
26. Yarasaların hatırı için, güneş doğmaktan vazgeçmez.
27. İnsanların Çoğu Köpek Tıynetlidir: Kaçarsan Kovalarlar, Kovalarsan Kaçarlar.
28. Dinamik olan hayat, Kemalizmi fırlatıp çöpe atıyor. Sıkıntıları bundandır.
29. Hangi ülkede biri ölünce sokakta insanları 1 dakika durduruyorlar? İnsan hakkına aykırı değil mi bu! Biz aynı fabrikadan çıkmış tuğla mıyız? Ben farklı düşünüyor olamaz mıyım?
30. Anti-Kemalistim, Şeriatçıyım; Kemalist olmaya da mecbur değilim!