Balon, havadan daha hafif olduğu için atmosferde yükselir. Planör, hava akımlarından yararlanarak veya yedekte çekildiği için havada süzülerek gider. Ama, 1890 yılından bu yana, uçak havadan daha ağır olmakla birlikte, kendi olanaklarıyla yerden kalkıyor, havada seyrediyor ve istenilen alana iniyor.
Havadan daha ağır olan bir araca, uçma yeteneği verebilmek için, onun bir ya da birkaç pervanesini büyük bir hızla döndürebilecek kadar güçlü ve aynı zamanda hafif bir motorla donatılması gerekiyordu. Bu ilke, 18 Ağustos 1871 yılında, Tuileries bahçesinde, Fransız mühendisi Alphonse Pénaud tarafından parlak bir şekilde ıspatlandı. Penaud, burulmuş kauçuktan bir yayın döndürdüğü bir pervaneyle donatılmış küçük bir uçak maketini uçurdu. Havadan daha ağır bir aracın uçabileceği, ilk defa bu uçuşla resmen onaylandı.
9 Ekim 1890 günü, ağırlığı ancak 60 kilo gelen bir buhar motoruyla donatılmış bir araç, Clément Ader’i havalara çıkardı. Pilot, uçağına Eole adını vermişti. O gün Ader, uçağını Şeine-et-Marne’daki Armainvilliers şatosunun parkında, rüzgâra karşı uçurmuştu.
Ader, ikinci uçağına Avion («avis», Latincede «kuş» anlamına gelir) adını verdi. Avion III. 1897’de, Satory alanında büyük başarılar elde etti. Ama modern havacılığın doğması için, 1903 yılında Wright kardeşler, tarafından uçağın gövdesine patlamalı motorun takılmasını ve hava gemilerinin gelişmelerini beklemek gerekti. Günümüzün Boeing’leri, Tupolev’leri, Concorde’ları, bu gelişmelerin ürünleridir.