İma, rükû ve secde yerine başla işaret etmek demektir. Oturduğunda bile namaz kılamayan bir hasta, arkası üzerine yani sırt üstü yatar. Ayaklarını kıble tarafına çevirir, rükû ve secde için imâda bulunur. Bu durumda omuzlarının altına uygun bir şey konulur.
Rükû veya secde etmeye gücü yetmeyen kimse ima ile namaz kılar. İma ile namaz kılan kişi rükû için başını biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer. Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir. Bir kişi ayakta durmaya gücü yettiği halde, rükû ve secdeye gücü yetmiyorsa, ayakta veya oturarak ima edebilir; ancak oturarak ima etmesi daha uygundur. Rükû veya secde etmeye gücü yetmeyen kişi, yere oturamıyorsa, ayakta veya tabure, sandalye, sedir vb. yerlere oturarak namazını kılabilir. Oturmaya da gücü yetmeyen kişi, sırt üstü yatarak veya yana yaslanarak ima eder. Hanefîlere göre ima mutlaka baş ile yapılmalıdır.
Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimse namazını kazaya bırakır; gözleri, kaşları veya kalbiyle ima ederek namaz kılamaz. Şafii mezhebine göre ise başıyla ima etmeye gücü yetmeyen kimse gözüyle ima ederek namazlarını kılar. Gözle de îmaya gücü yetmezse kalbiyle namazlarını kılar. Yani kalben kendisini namazda hayal eder ve okuması gereken duaları okur. Daha sonra bu şekilde kıldığı namazları kaza etmesi de gerekmez. Ancak daha sonra ayakta kılabilecek şekilde sağlığına kavuşursa kalp ve göz ile kıldığı namazları iade etmesi müstehap olur (Serahsî, el-Mebsût, I, 217; Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 260; Remlî, Nihayetu”l-Muhtaç, I, 468-470).
Ancak göz veya kalp ile îmaya gücü yeten kimse, Allah ile irtibatını koparmamak için namaz kılmak isterse bu son görüşle amel edebilir.
Dinimizde sorumluluklar kulun gücüne göre belirlenmiş, gücü aşan durumlar için kolaylaştırma esası getirilmiştir. Hastalık da bu kolaylaştırma sebepleri arasında yer almaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Namazı ayakta kıl, güç yetiremezsen oturarak kıl, buna da güç yetiremezsen yan üzere yaslanarak kıl.” (Buhârî, Taksîru”s-salât, 19) buyurmuşlardır.