Zühd, genellikle takva ile beraber kullanılan bir kelimedir. Zühd lügatta “boş vermek, önem vermemek, terketmek” gibi manalara gelir. Zühd terim olarak, dünyaya ve maddî menfaate değer vermemek, çıkarcı, menfaatperest ve bencil olmamak, kalpte dünya ve çıkar kaygısı taşımamak, kanaatkâr olmak demektir. Asıl olarak dünya menfaatlerine önem vermemek, nefsin isteklerine boyun eğmeyip daha çok manevi bir zenginlik kazanmaya çalışmaktır. Bu haliyle övülen bir sıfattır. Zühd ve takva sahibi bir kimse Allah”a yakın olmak için ibadetlerini artıran, kalbini kötü düşüncelerden temizleyen kimsedir. Zühd sahibi olana Zâhid denilir. Zahidler Allah”ın haramlarından şiddetle kaçınır, şüpheli şeylerden uzak durur ve başına gelen bela ve musibetlere sabrederler. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde “Dünyaya karşı zâhid olan kimseye yaklaşınız. Çünkü o, hikmet telkin eder.” buyurmuşlardır. Diğer bir hadisi şerifte ise; zühdün; helâllara haram kılmak veya malı telef etmek değil, elde olana güvenmemek olduğunu bildirmiştir.
Allah (c.c) kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmak herkes için olduğu gibi müslüman için de tabiî bir haktır. Ancak, müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya nimetleri ve zevklerinden istifade etmek için, meşru olmayan yollara sapmamak, israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman meşru sınırlar içerisinde dünya nimetlerinden istifade ederken âhireti hiç bir zaman unutmamalı, asıl zevk ve nimetlerin orada olduğunu bilmelidir. Kısaca, âhireti unutup, dünyaya gönül vermemelidir.
Zühd üç kısma ayrılır:
a- Haramları terketmek: Zühdün, bu türünün bütün müslümanlarda bulunması gerekir. Herkes için farzdır.
b- Helâllardan, gerekli olmayanları terketmek: Bu kullukta ileri derecelere ulaşanlarda bulunur.
c- Allah’la meşgul olmayı engelleyen her şeyi terketmek: Bu da, “ârif ‘ denilen Allah’ı tam bilip ona itaat eden kullara ait olan zühddür (Süleyman Uludağ, a.g.e., 256).