Mezhep lügatta “Yol” manasına gelir. İslâm fıkhında ise dini hükümleri yaşama ve tatbik etmekte takip edilen yol demektir. Diğer bir ifade ile Mezhep, dinî hükümlerin dayandığı delilleri bilen ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlayan âlimlerin ortaya koyduğu görüşler veya belirledikleri sistem demektir. Mezhepler önce iki kısma ayrılır.
1- Ehli Sünnet Mezhepleri,
2- Ehli Bid’ad (Batıl) Mezhepler.
Ehli Sünnet Mezhebi de ikiye ayrılır:
1- İdikadi Mezhepler,
2- Ameli Mezhepler.
İtikadî Mezhepler:
1- Ebû Mansur Muhammed Maturidi’nin kurduğu (Maturidi Mezhebi),
2- Ebul Hasan el Eşari’nin kurduğu (Eşari Mezhebi)dir.
Ameli Mezhepler ise:
1— Hanefi Mezhebi
Bu mezhebin kurucusu İmam A’zam Ebu Hanife’dr. Asıl adı Numan, babasının adı Sabit, künyesi ise Ebû Hanife’dir. Hicri 80 yılında Bağdat’da doğmuş ve 70 yaşmdaiken Hicri 150 yılında yine Bağdat’ta Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Hanefi mezhebi Irak, Mısır, Hindistan, Anadolu ve kafkafkasyabaşta olmak üzere her tarafa yayılmıştır.
2— Şafii Mezhebi
Bu mezhebin kurucusu, İmam Muham-med b. İdris eş- Şafii’dir. İmam Şafii Hicri 204 yılında Mısır’da, Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Şafii mezhebi Mısır’da, Güney Arabistan’da, Doğu Afrika’da, Doğu Anadolu’da, Endonezya’da yayılmıştır
3— Maliki Mezhebi
Bu mezhebin kurucusu imam Malik b. Enes’tir. Hicri 179 yılında Medine-i Münevvere’de Hakk’m rahmetine kavuşmuştur. Maliki mezhebi Hicaz’da, Afrika’da ve Endülüs’te yayılmıştır.
4— Hanbeli Mezhebi’dir.
Bu mezhebin kurucusu Ahmed Ibni Hanbel’dir. Hicri 241 yılında Bağdat’ta Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Hanbelî mezhebi Bağdat, Mısır, Suriye ve Hicaz’da yayılmıştır.
Bunların dışında hak olan çeşitli mezhepler (Mesela Cafer’in Süfyan-ı Sevri’nin mezhepleri) bulunduğu gibi, Mutezile, Cebriye gibi batıl mezhepler de vardır.
Mezheplerin ortaya çıkış sebebi nedir
Peygamber Efendimiz ahirete göçtükten sonra, Kur’an ve sünneti iyi bilen ashabın fakihleri, kendilerine sorulan soruları Kur’an ve sünnette mevcut olan hükümlere göre cevaplandırıyor, açık bir hüküm bulamadıkları zaman yine bunlardaki emsaline kıyas ederek kendi ictihadları ile açıklıyorlardı.
Müslümanlık çeşitli ülkelere yayıldıkça, ashab-ı kiramın âlim olanları oralara yerleşerek dinin hükümlerini insanlara öğretir, herkes de bunlann söyledikleri ile amel ederlerdi.
Sahabe devri sona erince Kur’an ve sünneti iyi bilen ve bunlardan dinî hükümler çıkaranlar iyice azaldı.
Bu sebeple yeterli dinî bilgiye sahip olmayanlar âlim ve fakihlere tabi oldular ve onların ictihadlarına göre hareket ettiler. Esasen her Müslüman dinî hükümleri delillerinden çıkaracak durumda değildir. Bu sebeple yapılması gereken; ihtiyaç duyulan dinî bilgilerin âlimlerden öğrenilmesidir. Müşlümanlar da bunu yapmıştır.
Sevindirici husus, bu tarihlerde İslami ilimlerde otorite olan müctehidlerin yetişmiş olmasıdır. Bu büyük âlimler, bir taraftan halkı dinî konularda aydınlatmış, soruları cevaplandırmış ve öğrenci yetiştirmişler, öbür yandan İslami ilimlerle ilgili çok değerli temel eserler vücuda getirmişlerdir. Hiç şüphesiz bu, İslam’ın geleceği için önemli idi.
Müşlümanlar, bu dönemde ihtiyaca binaen kendilerine ışık tutan, yol gösteren âlimlerin etrafında toplandı, onların dinî görüşlerini benimsedi ve aynı görüşte olanların bir araya gelmesiyle de mezhepler oluştu.
Yoksa mezhebin kurucusu olarak kabul edilen müctehid, bir davet sonucu ortaya çıkmadığı gibi, “Ben mezhep kuruyorum, bana uyun, mezhebimi kabul edin.” diye bir çağrıda da bulunmuş değildir. Mezhepler ihtiyaçtan doğmuştur.
Bu mezhepler dinin temel hükümlerinde birdir, farklılıklar bazı ayrıntılarda ve uygulamalardadır. Müslüman, bu mezheplerden hangisine uyarsa hak yoldadır. Bu yol, Hz. Peygamber’in ve ashab-ı kiramın yoludur.
Bununla beraber mezhepler arasındaki farklı görüşler Müslümanlar için ayrışma sebebi değil, bir rahmet vesilesidir. Şöyle ki: Herhangi bir mezhebe mensup olan bir kimse, dinî bir meselenin çözümünde başka bir mezhebin görüşünü, uygulama yönünden kendi mezhebinin görüşünden daha kolay görürse, bu meselede o mezhebi taklit edebilir yani, o mezhepteki hüküm ne ise onunla amel edebilir.
Bu durum, mezhepler arasında taassup olmadığını gösterir. Doğru olan da budur.
Örneğin; Hanefi mezhebine göre, sadece hacılar tarafından Arafat’ta öğle ile ikindi namazları öğle vaktinde, akşam ile yatsı namazları, yatsı vaktinde Müzdelife’de birleştirilerek kılınır. Bunun dışında namazlar birleştirilerek kılınmaz. Her namazın kendi vaktinde kılınması gerekir.
Şafii mezhebinde ise Arafat ve Müzdelife’den başka yolculuk hâlinde de öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlan birleştirilerek kılınabilir.
Yolculuk hâlinde acaba abdest alınacak ve namaz kılınabilecek uygun bir yer bulunabilir mi? Müsait bir zaman olur mu? Özellikle kış günlerinde ve soğuk havalardaki zorluklar dikkate alındığında, öğle ile ikindi namazlarının gerektiğinde öne alınarak öğle vaktinde, ya da geciktirilerek ikindi vaktinde, akşam ile yatsı namazlarının da gerektiğinde öne alınarak akşam vaktinde veya geciktirilerek yatsı vaktinde birleştirilip kılınmasında yolcu için bir takım kolaylıklar vardır.
Hanefi mezhebinde olanlar da Şafiiler gibi bu kolaylıktan yararlanabilirler mi?” diye bir soru aklımıza gelebilir. Buna vereceğimiz cevap şudur: Evet, Hanefi mezhebinde olan bir Müslüman yolculuk hâlinde iken bu meselede Şafii mezhebini taklit ederek namazları birleştirerek kılabilir.
Bir başka örnek:
Hanefi mezhebinde olanlar buğday, arpa, mısır gibi tarım ürünlerinin zekâtını, bu ürünlerin kendisinden verebileceği gibi para olarak değerini de verebilirler.
Ancak Şafiiler, ürünün’cinsi ne ise zekâtı ondan vermek zorundadır, değerini vermesi caiz değildir. Elbette ki bu uygulama günümüz şartlarında oldukça zordur.
Bu sebeple Şafii mezhebine mensup bir çiftçi, bu meselede Hanefi mezhebini taklit ederek ürünlerinin zekâtını değeri üzerinden para olarak da verebilir. Bunda hem zekâtı veren, hem de alan için kolaylık vardır.
Bir başka örnek te şudur: Hanefi mezhebine mensup olanlar ramazan fitresini isterlerse buğday, arpa, üzüm ve hurma gibi bizzat gıda maddelerinden verebildikleri gibi, isterlerse bunların para olarak değerlerini de verebilirler. Hangi şekilde olursa olsun fitre verilmiş ve görev yerine getirilmiş olur. Hatta para olarak verilmesi daha faziletli ve fakirler için daha faydalıdır.
Buna mukabil Şafii mezhebinde olanlar fitrelerini, buğday, arpa, mısır, nohut, peynir ve hurmadan vermek zorundadırlar.
Günümüz şartlarında bunda bir takım zorluklar olduğu açıktır. Bu sebeple Şafii mezhebinde olanlar, fitrede daha kolay bir yol olan gıda maddelerinin değerini para olarak verebilirler mi?
Evet, Şafiilerin, bu meselede Hanefi mezhebinin içtihadını taklit ederek gıda maddelerinin değeri üzerinden fitrelerini para olarak vermeleri caizdir. Böylece onlar da Hanefi mezhebindeki kolaylıktan yararlanmış olurlar.
Görülüyor ki mezheplerdeki farklı görüşler bir kolaylık vesilesidir, ihtiyaç duyulan hallerde bu görüşlerden uygun olanı ile amel edilebilir. Bu da Müslümanlar için rahmettir.