HADİD SÛRESİ: Medinede inmiştir. 29 ayettir. 25. ayette geçip “demir” anlamına gelen kelime, sûrenin adı olmuştur. Sûre Allahın büyüklüğünü, hak ve hakikat uğrunda fedakârlığın lüzumunu, dünyanın geçici zevklerinin insanı aldatmaması gerektiğini, İslama karşı kılıç çekenlerin yenileceklerini, Allahın müslümanlara vaad buyurduğu lütufları ve nihayet, önceki peygamberlere inanmanın, onların davetini son ve mükemmel tarzda yenileyen Hz. Muhammed’e iman etmeyi de gerektirdiğini bildirir.
Bismillahirrahmanirrahim
1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa Allahı tenzih ve tesbih eder. O Aziz ve Hakîmdir: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [17,44]
2 – Göklerin ve yerin hakimiyeti Onundur. Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren Odur. O her şeye kadirdir.
3 – Evvel Odur, Âhir O. Zahir Odur, Batın O. O her şeyi hakkiyle bilir.
4 – Odur ki gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra Arşına kuruldu. Yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir. Hasılı siz nerede olursanız olun O, ilmi ve kudreti ile sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür. [6,59; 11,5; 13,10]
5 – Göklerin ve yerin hakimiyeti Onundur. Bütün işler Ona götürülür, bütün kararlar Onun kapısından çıkar.
6 – Geceyi gündüze katar, böylece gündüz uzar, Gündüzü geceye katar, böylece gece uzar. Kalplerin künhünü O bilir.
7 – Allaha ve Resûlüne iman edin ve Onun (mülkiyetini değil de) yönetimini size bıraktığı mallardan harcayın. İçinizden iman edip harcayanlara büyük ecir vardır.
8 – Size ne oluyor ki, Resûlullah da sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde, Allaha inanmıyorsunuz. Oysa Allah sizden bu hususta kesin söz almıştı, eğer imana gelecekseniz bu yeter. [5,7]
9 – Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, o has kuluna açık açık ayetler indiren Odur. Muhakkak ki Allah size karşı Raûfdur, Rahîmdir: Son derece şefkatlidir.
10 – Göklerin ve yerin yegâne varisi Allah olup, bütün mallarınız zaten Ona ait olduğu halde niçin Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihden önce infak eden ve savaşan kimse ile bunları yapmayan elbette bir olmaz. İşte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. İşte onlar, bundan böyle infak edip savaşanlardan daha üstündürler. Bununla beraber Allah, herbirine de Cennet vaad eder. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. [34,39; 16,96; 4,95] Mekke’nin fethinden önce, müminler her taraftan düşmanlarla çevrilmişti. İslama girmek, onu müdafaa etmek büyük fedakârlık isterdi. Fetihden sonra cihad, eskisine göre oldukça kolaylaşmıştı.
11 – Kim Allaha güzel bir ödünç verirse malını Allah yolunda harcarsa Allah bunu kat kat artırır. Ona değerli bir mükâfat da vardır.
12 – Gün gelir, mümin erkekleri ve mümin kadınları, önlerinde ve sağ taraflarındaki nurlarıyla koşarcasına Cennete doğru ilerlediklerini görürsün. Kendilerine: “Bugün size müjdeler olsun! Buyurun, içinden ırmaklar akan cennetlere, ebedi kalmak üzere girin.” denilir. İşte en büyük başarı ve mutluluk budur. Hz. Peygamber (a.s) kıyamet günü, kendi ümmetinin mensuplarını abdest izinden ötürü alınları, elleri ve ayaklarındaki nurla tanıyıp ayırd edeceğini bildirmiştir. İbn Ebî Hatim, Ebu Ümame’den şöyle bir rivayet nakletmiştir: “Kıyamet günü bir karanlık salınır, öyle ki ne mümin ne de kâfir avucunu dahi göremez. Ta ki Allah Teala müminlere amelleri kadar nur gönderin-ceye kadar.” Taberi ve Beyhaki İbn Abbas’ın şöyle dediğini naklederler: “İnsanlar karanlıklar içinde iken, Allah Teala bir nur gönderir. Müminler o nuru görünce o tarafa doğru yönelirler. İşte bu nur, onların cennete girmeleri için Allah tarafından gönderilen bir kılavuz olur.”
13 – O gün münafık erkek ve kadınlar, müminlere: “N’olur, derler, yüzümüze bir bakın da nûrunuzdan biz de yararlanalım.” Bunun üzerine onlara şöyle denilir: “Arkanıza dönün de bir nur arayın!” Derken, aralarına bir duvar çekilir. Bu duvarın bir kapısı olup bu kapının iç tarafında rahmet, dış tarafında ise azap vardır.
14 – Münafıklar şöyle seslenirler: “Biz de sizinle beraber değil miydik?” Müminler cevap verirler: Evet, beraberdiniz, fakat siz kendi canınızı yaktınız, müminlere hep felaket gelmesini gözleyip durdunuz, şüphelere düştünüz, sizi birtakım kuruntular oyaladı. Bir de baktınız ki emr-i Hak gelmiş. Böylece o dessas, çok aldatıcı şeytan sizi Allahın affı ve keremi ile aldattı.
15 – Bugün artık ne sizden, ne de kâfirlerden kurtuluş fidyesi kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir. Sizin layığınız odur. Varılacak ne kötü yerdir orası!
16 – İman edenlerin kalplerinin Allahı ve Cenab-ı Hak tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce Kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira Kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalbleri katılaşmıştı. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır. [5,13] Ayette bir azarlama vardır, fakat bu azarlama, ayetin inişine sebep olan sahabiler için dinî neş’ede bir tahkir azarlaması değil, imanda kemal izlerini göstermek sûretiyle, İslamın faaliyete geçmesi için aşk ve heyecan yükselişini uyandırmak, istikbalde neş’enin sönmemesi için şart olan ruhi bir kanuna işaret etmekle, heyecan ifade eden bir teşvik azarlamasıdır. Burada siyakdan bir tahkir olmayıp “henüz vakti gelmedi mi?” diye hitap edilerek bir olgunlaşmanın meydana gelmesine sevk ve teşvik etme bulunmaktadır.
17 – İyi düşünün ki Allah, bütün yeryüzünü bile ölümünden sonra diriltiyor; gevşeyen ve uyuklayan gönülleri de böylece diriltebilir. Zaten aklını çalıştıran, zihnini işleten kimseler için bu canlanmayı gerçek-leştirecek ayetlerimizi iyice açıklamış bulunuyoruz. Bir önceki ayette işaret edilen gevşemenin nasıl izale edileceğini gösteriyor. Kur’an ayetleri, iyice dinleyenleri harekete geçirmeye, adeta yeniden doğuş gerçekleştirmeye kefildir. Böyle yapılırsa Kur’anın feyziyle, âleme yeni yeni hayatlar yayılabilir. Bunun başlıca yollarından biri Allah yolunda harcama olduğundan, müteakip ayet, bu işi yapanları teşvik edip sena ediyor ve mükâfatlarını müjdeliyor.
18 – Dini tasdiklerinin ifadesi olarak, hayır işlerinde mal harcayan erkekler, mal harcayan hanımlar ve Allaha güzel bir ödünç verenlerin ödülleri kat kat artırılacak, ayrıca onlara değerli bir mükâfat da verilecektir.v
19 – Allaha ve Resûllerine iman edenler, evet işte onlardır Rabbinin nezdinde sıddikler ve Hakka şahitlik edenler. Kendilerine vardır mükemmel ecirler ve nurlar. Ama kâfir olup ayetlerimizi yalan sayanlar. İşte onlar da Cehennemliktirler. [4,69]
20 – İyi bilin ki ahirete yer vermeyen dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Ahirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza, Müminler için ise Rableri tarafından bir mağfiret ve rıza. Evet, dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir. [3,14; 30,54]
21 – Rabbiniz tarafından verilecek bir mağfirete ve Cennete girmek için yarışın. Öyle bir cennet ki eni göklerle yerin eni gibi olup Allaha ve resûllerine iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allahın dilediği kimselere olan bir ihsanıdır. Allah büyük lütuf sahibidir.
22 – Gerek (kıtlık, kuraklık, zelzele gibi) yerde, gerek (hastalık, mala gelen musibet gibi) kendinizde vuku bulan hiç bir musibet yoktur ki Bizim onu yaratmamızdan önce bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allaha göre elbette pek kolaydır. Bu sûrenin indirildiği dönemde müminler kâfirlerin tehditleri altında yaşıyorlardı. Onlar Medine şehrine sıkışmış olup, bütün Arap yarımadası aleyhte idi. Kâfirler müslümanların azlığını, akılları sıra onların yanlış yolda olduklarına delil sayıyorlardı. Medine Münafıkları ise bu durumu fırsat bilerek müminlerin morallerini bozuyor, kalblerinde şüphe uyandırmaya çalışıyor, böylece kendi şüphelerinin yerinde olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı. Müminlerin birçoğu ise, şartlara tahammül etmekle beraber, bu musibetlere devamlı sûrette sabretmek kendilerine ağır geliyordu. İşte Allah Teala bu hallerine vâkıf olduğunu, fakat hikmeti icabı müminleri irşad etmek, eğitmek ve büyük görevi yüklenmeye hazırlamak istiyordu. Allah Teala, müminlerin dikkatlerini bu ilahi kanuna çekerek onları teselli ediyor.
23 – Bu da, elinizden çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz, Allahın size nasib ettiği nimetlerle de şımarmamanız içindir. Allah övünüp duran, kibirli, kendini beğenmiş kimseleri sevmez.
24 – Böyleleri hayır işlerinde hem kendileri cimri davranır, hem de başkalarına cimriliği öğütlerler. Ama bunlar bilsinler ki kim malını Allah yolunda harcamaktan yüzçevirirse Allah Ganiyy-i Hamîddir: hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Müstağnidir, her türlü hamd ve övgüye layıktır.
25 – Şu kesindir ki Biz resûllerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resûllerle beraber Kitap ve adalet terazisi indirdik. Mahiyetinde büyük bir kuvvet ve insanlara bir çok fayda bulunan demiri de, kullanmaları ve Allahı görmedikleri halde Onun dinini ve Peygamberlerini, kimlerin bu kuvvet ile destekleyeceğini bilip ortaya çıkarmak için, büyük bir nimet olarak indirdik. Unutmayın ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galibdir, kimsenin desteğine ihtiyacı yoktur. [11,17; 30,30; 55,7; 6,115; 7,43] Medeniyetin ve sanayinin en temel madeni demirdir. Barış ve savaş durumunda kuvvetin esası ve sembolüdür. Hem buna, hem de hakikati yayıp onu savunmanın maddi kuvveti gerektirdiğine dikkat çekil-mektedir. Allah Teala beyyinatı (hak dinin delillerini), Kitap ve Mizanı (hakla batıl arasındaki ölçüyü, adalet terazisini) göndererek insanları mutlu kılmak istemiştir. Allahın hak dini üstün kılmak için, elbette insanların kudretlerine ihtiyacı yoktur. Fakat müminler, dünya ve ahiret mutluluğunun vesilesi olan İslamı anlatmak için çalışıp emek sarfetmezlerse, mükâfatı nasıl hakedeceklerdir? Onları münafıklardan ayırdetmek nasıl mümkün olacaktır? Oysa biraz rahatlayan, veya fırsat kollayıp tehlike zamanları ortada görünmez olan veya malını Allah rızasında harcamaktan geri duran müna-fıkların elenmeleri neticesinde, sahabe orduları samimi ve birbirleriyle kenetlenmiş bir kuvvet teşkil ederek, İslamı Hindistan’dan İspanya’ya kadar yaymışlardı.
26 – Biz Nuh’u, İbrahim’i peygamber olarak gönderdiğimiz gibi, zürriyetlerine de Kitap ve nübüvvet verdik. Onlardan kimisi doğru yolu bulsa da, çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.
27 – Sonra bunların izinden peşpeşe peygamberlerimizi gönderdik. Özellikle Meryemin oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik, kendisine İncil’i verdik ve ona uyanların kalblerine bir şefkat, bir merhamet yerleştirdik. Uydurdukları rehbaniyeti ise Biz kendilerine farz kılmadık, lakin Allahın rızasına nail olmak için kendileri icad ettiler, kaldı ki ona gereği gibi de riâyet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik, onların çoğu ise büsbütün yoldan çıkmışlardır. Hz. Peygamber (a.s.m) “İslamda rehbaniyet yoktur” der. Rehbaniyet; meşrû dünya zevklerini de terkedip, aile kurmaksızın bütün ömrünü manastırda geçirmektir. Bu ayet, aslında Hz. İsa’nın dininde de bunun şart olmadığını bildirmektedir. Fakat bunu haram saymamakla birlikte İslamın evrensel idealinin, Allahın insanın fıtratına yerleştirdiği maddî ve manevî bütün kabiliyetlerinin geliştirilmesi olduğunu vurgular. Hıristiyanlık zuhur ettiğinde dünya hırsı, şehvet ve kötü ahlak yaygın olduğundan Hıristiyanlık aşırı bir tepki göstererek, özellikle 3. asra girerken bekâr kalmayı, yoksulluğu ve zühdü ideal haline getirdi. Dini yayarken, bu dönem hıristiyanları bazı şirk motiflerinin sızmasına sebep oldular. Ölçüler kaybolunca, helaller haram hale getirilince, fıtrat onlardan intikam aldı, maddeye, şehvet ve ihtirasa en fazla gömülenler, onlar oldular.
28 – Ey önceki resullere iman edenler! Allaha karşı gelmekten sakının ve Allahın bu Resûlüne de iman edin ki rahmet hazinesinden size iki hisse versin ve size, sayesinde karanlığı dağıtıp yürümenizi sağlayan bir nûr versin ve sizi affetsin. Çünkü Allah Gafûr ve Rahimdir. [65,2; 8,29; 2,282]
29 – Ehl-i Kitap şunu bilsinler ki: Allahın lütfundan mâlik oldukları hiçbir şey, hiç bir kısım mevcut değildir. Bütün lütuf ve inayet Allahın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. Müfessirlerin çoğuna göre, burada hitap Ehl-i Kitaba olup: “Üç kısım insan için iki kat ecir verilecektir. Birincisi: Önce kendi peygamberlerine, daha sonra da Hz. Muhammed’e iman eden Ehl-i Kitap’dan bazı insanlardır…”