Beyân sözlükte, “ortaya çıkarmak” anlamındadır. Istılahta ise zikredilen bir sözü veya fiili, onunla ilgilenen ve ondan maksadın ne olduğunu açıklayan başka bir söz veya fiil ile bildirip açıklamaktır. Bu da beş çeşittir: Beyân-ı takrir, beyân-ı tefsîr, beyân-ı tağyir, beyân-ı zaruret ve beyân-ı tebdil.
Beyân-ı takrir ne demektir?
Bir sözün mecaza veya hususa ihtimali olmadığını gösterecek bir şey ile kayıtlanıp vurgulanmasıdır.
Mesela,
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ
“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır” (En’âm 6/38) âyet-i kerimesindeki طَٓائِرٍ “tâir” lafzı, يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ lafzıyla sağlamlaştırılmış, tair lafzıyla kastedilenin kuş olduğu açıkça gösterilmiştir. İşte bu bir beyanı takrirdir.
Mesela,
فَسَجَدَ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ
“Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler” (Hicr 15/30; Sâd 38/73) nazm-ı celilindeki كُلُّهُمْ de böyle bir beyân-ı takrirdir ki meleklerden bir kısmının, bu secdeden istisna tutulmuş olma ihtimalini ortadan kaldırmıştır.
Beyân-ı tefsîr nedir?
Beyân-ı tefsîr, müşterek ve mücmel gibi kendisinde gizlilik bulunan bir şeyi ortaya çıkarmaktır.
Mesela, وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ “Zekâtı verin” (Bakara 2/43) âyet-i kerimesi zekât vermemizi emretmektedir. Fakat ne kadar vereceğimiz gizli kalmıştır, îşte bu ölçüyü “Malınızdan onda birini getiriniz” hadis-i şerifi açıklamakta ve ortaya çıkarmaktadır.
Beyân-ı tağyîr nedir?
Beyân-ı tağyîr, ilk sözün gereği ne ise onu diğer bir söz ile değiştirmek ve bozmaktır. Mesela وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ “Allah alışverişi helâl kılmıştır” (Bakara 2/275) (buyrulunca faizin de helâl olduğu anlaşılır, ancak bu anlayışı düzeltmek için, وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ “Faizi haram kılmıştır” (Bakara 2/275) buyrulmuştur. İşte bu beyân-ı tağyirdir. Bazı sûrelerdeki tahsisler, istisnalar, şartlar, sıfatlar, gayeler ve bedeller birer beyân-ı tağyîr sayılır.
Mesela, “Filana 100 kuruş borcum vardır, 10 kuruşu müstesna” denilse, sözün özü bozulmuş, 100 kuruş değil 90 kuruş borç olduğu kastedilmiş olur.
Mesela, “Eğer kölem herhangi bir gün bana gelirse hürdür” denilse kölenin hürriyeti şart ile kayıtlanmış “kölem hürdür” sözünün gerektirdiği hal vâki olunca kölenin âzat durumu değişmiş olur.
Beyânların hitap vaktinin ertelenmesi câiz midir?
Beyân-ı takrîr ile beyân-ı tefsirin hitap vaktinin ertelenmesi câiz ise de beyân-ı tağyirin ertelenmesi câiz değildir. İhtiyaç vaktinin ertelenmesi ise hiçbirinde câiz değildir.
Beyân-ı zarûret nedir?
İzah edilmesi gereken bir şeyi, aslında beyana konu olmayan bir şey ile bir şekilde açıklayıp sağlamlaştırmaktır.
Mesela, ölmüş bir kimsenin, evladı bulunmayıp da yalnız annesi ve babası bulunsa mirasından annesine üçte bir miktarı pay verilir, şeklinde beyân olunmuştur. O halde, mirasın üçte ikisinin babasına ait olacağına beyân-ı zarûret yoluyla hükmedilir.
Sonra konuşulması gerekenler susulması da beyân-ı zarûret tümüdendir. Önceden hakkında yasaklık ve haramlık olmayan bir uygulamayı, Resûl-i Ekrem’in (sav) görüp sükût buyurmaları, o uygulamanın meşruiyetini beyân-ı zarûret yoluyla ifade eder.
Bunun gibi, kendisine yemin etmesi söylenen bir kimse yemin etmeyip sükût etse, bu sükûtu beyân-ı zarûret yoluyla yeminden vazgeçmiş kabul edilir.
Beyân-ı tebdil ne demektir?
Beyân-ı tebdil, nesih demektir. Nesih ise sözlükte “başkasıyla değiştirmek, başka bir şeye dönüştürmek ve gidermek” anlamındadır. Tebdil eden şeye “nâsih”, tebdü edilen şeye de “mensuh” denir.
Istılahta ise nesih, şer’î bir hükmün hilafına daha sonra başka bir şer’î delilin geçmesidir.
Neshin konusu nedir?
Neshin konusu, fürûat türünden olan, teyit (kuvvetlendirme) ve tevkît (zaman tayin etmek) gibi bir kayıt ile kayıtlanmamış şer’i hükümdür.
Mesela, İslâm’ın başlangıcında namazlar Beytülmakdis’e doğru kılınıyordu. Sonra bu neshedildi ve namazların Kâbe-i Muazzama’ya doğru kılınması emrolundu.
Nesih, haberlerde, aklî ve hissî hükümlerde geçerli değildir. Mesela cihadın farziyeti, kıyamete kadar devam etmekle kayıtlandığından, artık cihadın hükmü konusunda neshin geçerliliği de kalkmış olur.
Nesih, İlâhî ilme göre, bir hükmün bitiş süresini açıldamaktan ibarettir.
Neshin şartları nelerdir?
Neshedilen (hükmü kaldırılan), şeriatın fürûatından bir şey olmalıdır. Neshedende şer’î bir delil bulunmalı, nesheden şer’î delil neshedilenden daha sonra indirilmiş âyet veya söylenmiş hadis olmalıdır. İcmâ ile kıyas ise nâsih (nesheden) ve mensuh (neshedilen) olamaz.
Nesih vâki olmuş mudur, ne tür şeyler birbirini nesheder?
Nesih, aklen câiz, naklen vâkidir. Kitap, kitap ve sünnet ile, sünnet de hem kitap hem de sünnet ile neshedilebilir, bu câizdir.
Mesela, bir âyet-i kerime ile anne babaya ve vâris olacak yakınlara vasiyet edilmesine izin verilmişken, daha sonra bir diğer âyet-i celile ile bu izin neshedilmiştir.
Bunun gibi, Allah Resûlü ilk önceleri kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştı. Daha sonra ise buna müsaade etti.
Yine Resûl-i Ekrem (sav) hicretin başlangıcında Mescid-i Aksâ’ya yönelerek namaz kılmakta iken daha sonra bu fiilî sünnetleri,
فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ
“(Evet resûlüm!) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir” (Bakara 2/150) âyet-i kerimesiyle nesholunmuştur.
Yine Hz. Peygamber’e, dokuz hanımdan başkası helâl olmadığı,
لَّا يَحِلُّ لَكَ ٱلنِّسَآءُ مِنۢ بَعْدُ وَلَآ أَن تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أَزْوَٰجٍ وَلَوْ أَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إِلَّا مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ
“Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan câriyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir” (Ahzab 33/52) âyet-i celilesiyle açıklanmıştı. Daha sonra Hz. Aişe’nin,
“Allah [celle eelâluhû] peygamberinin ruhunu, ancak kendisinin, dilediği kadar hanımla evliliği mubah kıldıktan sonra almıştır” şeklinde nakletmesine göre bu âyet-i kerimedeki hüküm, bir vahy-i gayr-i metlüv yani nebevî bir sünnet ile neshedilmiştir.
Allah’ın kitabında kaç çeşit nas vardır?
Dört çeşit nas vardır.
1. Hem tilaveti hem de hükmü neshedilmiştir. Bazı âyetlerin peygamberlik zamanında hem hüküm hem de tilavet yönünden terkolunması gibi.
2. Tilaveti devam etmekle birlikte, sadece hükmü neshedilmiştir.
Mesela,
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًاۚ
“Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler” (Bakara 2/234) âyet-i kerimesine binaen, ölüm halinde iddet müddeti havl-i havelân (bir yıl) ile hesap edilirken,
اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرً
âyet-i celilesiyle yalnız bu hüküm neshedilmiştir.
3. Hüküm devam etmekle birlikte sadece tilaveti neshedilmiştir. Mesela, Hz. Ömer’den rivayet olunduğuna göre,
“Yaşlı ihtiyar erkek ve yaşlı ihtiyar kadın zina ettikleri zaman, Allah’tan bir ceza olarak onları recmedin” kavl-i şerifi de Kur’an âyeti iken sonra bunun hükmü devam ettiği halde tilaveti neshedilmiştir.
4. Hükmün aslı kalmakla birlikte yalnızca bir vasfı neshedilmiştir. Mesela, âşûrâ günü oruç tutmak farz iken, daha sonra bu orucun vasfı olan farziyet neshedilmiş, o günde oruç tutulması mendup olarak kalmıştır. (Ömer Nasuhi Bilmen)