Sahih olmayan deliller getirmenin Hanefîler’e göre dört yolu vardır:
1. Mefhûm-i muhâlefet yolu.
2. Nazımda yakınlıktan (mukarenetten) hükümde eşitliğe gidiş yolu.
3. Geneli sebebine veya söz sahibinin maksadına tahsis yolu.
4. Mutlakı, genellikle veya kıyasa uygunluk şartıyla kayıtlanmış şeyin üzerine yükleme yolu.
Mefhûm-i muvâfakat nedir?
Mefhûm-i muvafakat, ibarede yer almamış bir şeyin, ibarede yer almış olan bir şeye hükümde, sabit olma ve olmama yönlerinden uygun olmasıdır. Başka bir tabirle ibarede yer almamış olan bir hususta sabit olacak hükmün, ibarede yer almış hükme de uygun olmasıdır. Buna nassın delaleti denir. Buna “lahn-ı hitab, fetvâ-yı hitab” da denir .”Öf” demenin yasaklanmasından “dövmenin ve azarlamanın” da yasaklanmasına delil getirmek gibi.
Mefhûm-i muhâlefet nedir ve kaç çeşittir?
Mefhûm-i muhâlefet, ibarede yer almamış olan şeyin, ibarede yer almış şeye sabit olma ve olmama yönleriyle hükmen muhalif olmasıdır. Buna “delilül-hitab” denir.
Mesela, Zeyd ile Amr’dan bahsolunurken, “Zeyd akıllıdır” denilse, bu sözden anlaşılan Zeyd’in akıllı olmasıdır. Mefhûm-i muhâlifi ise, Amr’ın yani Zeyd’den başkasının akıllı olmamasıdır. Fakat böyle bir söze dayanarak Amr’ın akılsız olduğuna hükmedilemez. Bu tür muhalif mefhumlar, Hanefîler’in çoğuna göre sahih delil getirme değildir. Ancak bazı şartlarla, bütün Şâfiîler ile bazı Hanefî ve Hanbelîler mefhûm-i muhâlefeti sahih delillerden saymışlardır.
Mefhûm-i muhâlif ile beyan kaç çeşittir?
Mefhûm-i muhâlif sekiz çeşittir. Bunlar:
1. Mefhûm-i lakab.
2. Mefhûm-i sıfat.
3. Mefhûm-i şart.
4. Mefhûm-i gaye.
5. Mefhûm-i istisna.
6. İnnemâ edatının mefhumu.
7. Mefhûm-i aded.
8. Mefhûm-i hasr.
Mesela bir kimseye, “Şair ancak sensin” denilse, şair olma özelliği bu hasr (tahsis) ile başkalarından kaldırılmış olur veya birine, “Sen, ancak şairsin” denilse, ondan şair olma vasfının dışındaki vasıflar kaldırılmış olur. Fakat böyle bir mefhûm-i hasr ile şer’î hususlarda delil getirilmesi Hanefîler’e göre sahih değildir.
Mefhûm-i lakab nedir?
Mefhûm-i lakab, cins veya özel bir ismin kuşatmadığı şeylerde hükmü kaldırmaktır. Mesela, “Su sudandır” (yani meninin gelmesi, boy abdestini gerektirir) hadis-i şerifine dayanarak Şâfiîler, meni gelmedikçe sadece cinsel birleşme ile gusül gerekmeyeceğini söylemişlerdir. Hanefîler’e göre ise bu delil getirme yöntemi doğru değildir. Cinsel birleşmede hükmen meninin gelmesi söz konusudur. Burada sebep, sebep olanın yerine geçmiştir.
Mefhûm-i sıfat nedir?
Mefhûm-i sıfat, bir hükmü içine alan şey, bir sıfat ile tahsis edilince, o sıfatın yokluğu durumunda o hükmün, o şeyden kaldırılmasını gerektirir. Bir şeyin bu şekilde bir sıfatla kayıtlanması, kendisi dışındakilerden o hükmün menedilmesine delalet eder.
Mesela, “Mükemmelliği elde eden insanlar hürmete layıktır” denilse, mükemmelliği elde etmeyen insanların hürmete layık olmadıkları anlaşılır.
Mefhûm-i şart ne demektir?
Mefhûm-i şarttan maksat, bir şarta bağlı olan bir hükmün, o şartın yokluğu durumunda kaybolması demektir.
Mesela, “Filan kimse gelirse ona ikram et” denilse gelmediği takdirde ikram edilmemesi anlaşılır. Fakat ona ikram için başka sebepler de bulunabilir. Bu, sözlük anlamı bakımındandır. Şer’î ıstılahlara göre ise mefhûm-i şart, Hanefîler’ce de muteberdir. Mesela, bir kimse hanımına, “Filan yere gidersen boş ol” dese, o kadın, o yere gitmedikçe boş olmaz. Demek ki burada mefhûm-i şart muteberdir.
Mefhûm-i gaye nedir?
Mefhûm-i gaye, bir şeyde sınırın sonrasının sınırın öncesine hükümde muhalif olmasından ibarettir veya bir şeyin hükmü, bir sınıra bağlı olup o sınırın ortadan kalkması ile o hükmün de kaybolmasıdır.
Mesela, “Ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayınız” emrinde amaç olan dirsekler, ellere dahil değildir. Buna göre yıkama hükmü, dirsekleri içine almaz.
Bu konudaki ihtilaf, sınırın hükümde kendisi için bir sınır belirlenmiş olana dahil olup olmamasıdır.
Hanefîler’e göre sınır, yıkanması emredilen yere dahildir. Buna göre abdestte dirseklerin de yıkanması gerekir. Şâfiîler’e göre, dahil değildir. Bundan dolayı dirsekleri yıkamak gerekmez. Sınırın sonrası ittifakla, sınırın öncesine hükümde dahil değildir.
Mefhûm-i muhâlefet türünden olan nazımda, mukârenetin (yakınlığın) hükümde eşitliği gerektireceği meselesi nasıldır?
Şâfiîler’ce, müstakil bir cümle, diğer bir müstakil cümle Üzerine atıf yapılırsa, bu iki cümle arasındaki yakınlık, hükümde de eşitliği gerektirir.
Mesela,
“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin” (Bakara 2/43) âyet-i kerimesi mükelleflere bir hitaptır. Bu âyet-i celileye göre namaz da zekât da mükelleflere farzdır. Buna göre çocuklara namaz farz olmadığı gibi zekât da farz değildir.
Fakat Hanefîler’e göre, böyle atıf yapılan ile üzerine atıf yapılan şey müstakil bir cümle olunca, aralarındaki atıf yoluyla olan yakınlık, hükmen de yakınlığı gerektirmez. Çocukların zekât ile mükellef olmadıkları ise bu âyet ile değil, başka bir delille sabittir. Ancak atıf yapılan cümle tam bir cümle olmazsa, üzerine atıf yapılan cümle hükmünde olacağı Hanefîler tarafından da kabul edilir.
Mefhûm-i muhalefet türünden olan âmmı, sebebine veya söz sahibinin maksadına tahsis etmek nasıl olur?
Hanefîler’e göre, âm bir lafız ile beyan edilen bir hükmü, o âmmın sebebine veya söz sahibinin maksadına tahsis etmek, fasit yöntemlerdendir.
Mesela, hırsızlık hakkındaki âyet-i celile, Safvân adında birinin ridâsının çalınması üzerine inmiştir. Bu âyet-i kerimedeki sarık lafzı ise âmdır. Sadece bu ridâyı çalana özel değildir. Bu konudaki hüküm, sadece bu hırsızlık olayına tahsis edilemez.
Mefhûm-i muhalefet türünden olan mutlakı, mutlaklık üzere veya kıyasa uygunluk şartıyla mukayyed üzerine hamletmek nasıl olur?
“Mukayyedden maksat ne ise mutlaktan maksat da odur” demek, Hanefîler’ce fasit delil getirme yöntemlerindendir.
Mesela, adam öldürme kefâretindeki “rakabe” (köle), mümine kimse olarak mukayyeddir. Yemin kefâreti ve zıhâr kefâretindeki “rakabe” ise mutlaktır. O halde bunları da mukayyed sayarak, bunlarda da rakabenin mümin olmasını söyleyemeyiz.
Şâfiîler ise bu şekilde söylemektedirler. Bizce mutlak, umumilik üzere geçerlidir. Aksi takdirde mutlakın hükmünün bozulması gerekir.