Hz İsmail’in, babası Hz İbrahim tarafından kurban edilmek istenmesi nasıl olmuştur? Hz ismailin kurban edilmesi olayı bu sayfada derledik. İşte Hz İbrahim ve İsmail kıssası…
İbrahim (A.S.) Şam’da kıtalın haram olduğu aylardan zilhiccce ayının sekizinci gecesi rüyasında oğlu İsmail’i kurban etmek emrini aldı. Ertesi gün, İbrahim (A.S.) kendi kendine şöyle düşündü:
— Acaba, benim oğlumu kurban etmemden murad hakikat olup, bizzat İsmal’i kurban etmek midir? Yoksa mecaz olup yerine feda kurbanı kesmek midir? Çünkü benden evvel, hiçbir peygamber çocuğunu kurban etmekle memur olmamıştır. Bilhassa, İsmail’de Nur-u Muhammedi vardır.
Bu manâdan ötürü, O günün adına:
— Terviye günü.
Derler. O günün akşamı dokuzuncu gece oldu. O gece rüyasında oğlunu kurban etmekle memur oldu. Ertesi gün olduğu zaman bildi ki: İş hakikattir. Bizzat İsmail’in
kendisini kurban etmekle memurdur.
Üstteki manâdan ötürü, bu günün adına:
— Arefe günü.
Denildi.
Ancak, İbrahim aleyhisselâm, develerin en âlâsından, semizlerinden yüz deve kurban ederek, merhametliler merhametlisi Yüce Mevlâ’dan oğlu İsmail’e bedel olmasının kabulünü niyaz eyledi. Onun bu niyazı üzerine semadan ateş inip develerin yüzünü de yaktı; böylece kurbanlar kabul oldu.
Ertesi gece oldu; ki bu onuncu gece idi. Tekrar, tekidli olarak, oğlu İsmail’i kurban etmek için Mekke tarafına yollandı. Allahın kudreti ile yer dürüldü; kuşluk vakti gelip Mekke’ye erişti.
Hacer’e gitti şöyle dedi:
— Oğlum İsmail’in başını yıka, yağla, tara, en güzel elbiselerini giydir. O’nu ziyafete götüreceğim. Bunun üzerine Hacer İsmail’in başını yıkadı, yağladı, süsledi, İbrahim’e (A.S.) teslim etti.
Ve… İbrahim (A.S.) onu alıp gitti…
Şehirden kaybolup giderken, şeytan kendi kendine şöyle dedi:
— Eğer şimdi bunlara fitne edemeyip azdıramazsam, kimseye fitnelik edemem. Böylece söyledikten sonra önce Hacer’e gitti. Ona gelip şöyle dedi:
Sen nasıl oturursun? İbrahim oğlunu alıp boğazlamaya götürdü. Hacer (R.A.) şöyle dedi.
— Yalan söyleme; hangi babayı gördün ki, çocuğunu boğazlar? Hiç baba oğlunu boğazlar mı?
Ve… Şeytanı kovdu. Ama şeytan şöyle dedi:
— Öyle ise, acaba ziyafete giden adamın ip ve bıçak almaya ne ihtiyacı var?… Bunları İsmail’i boğazlamak için aldı.
Hacer sordu:
— Neden boğazlayacak? İbrahim Peygamberdir. Hiç Peygamberler adam öldürür mü? Bilhassa kendi çocuğu olursa…
Şeytan şöyle anlattı:
— Rüyasında kendisine: Oğlunu kurban et. Diye emir verildi. O da bunu Rabbulâlemin’den sanıp işe girişti. Hacer şöyle dedi:
— İbrahim (A.S.) Peygamberdir. Peygamberin rüyası haktır.
Eğer İbrahim İsmail’i boğazlamak için emrolunduysa.. can baş üstüne, deyip ben ve İbrahim (A.S.) oğlumuzu feda ederiz; oğlum dahi canını feda eder. Oğlumu değil; beni dahi boğazlamaya emr’olunsa… Kendim dahi teslim olup, boğazlanırım. Biz Yüce Hakkın emrine muti ve münkadız. Böyle dedikten sonra tekrar şeytanı kovdu.
İblis Hacer’e (R.A.) bir türlü azdırmasını tesir ettiremedi. Kör pişman döndükten sonra, şöyle dedi:
— Gideyim İbrahim’e bir fitne vereyim. Ardından yetişti. Gördü ki: İsmail (A.S.) Babasının önünde koşup gidiyor. İbrahim (A.S.) yanına gidip şöyle dedi:
— Ey ihtiyar, bu oğlunla nereye gidiyorsun?
İbrahim (A.S.) ona cevap verdi:
— Şu tepenin ardına gideceğim. Orada bir işim var.
Şeytan şöyle dedi:
— Biliyorum oğlun İsmail’i orada boğazlayacaksın. Hele oğlunun boyuna posuna baksana. Onun güzelliğine, değerine, vücudunun uygunluğuna, güzel edebine, babasına inkiyad ile tam teslimiyetine, tekrimine bak. Sen bu ihtiyarlık halinde tek çocuğa sahip olmuşsun. İnsan onu boğazlamayı hatırına bile getirmez. Nerede kaldı ki, bu işe girişe. Bunun benzeri nice sözler daha teşvişe düşürecek kelâmlar etti. Kendisini fitneye düşürmek istedi.
İbrahim (A.S.) şeytana şöyle dedi:
— Evet hep bu sözlerin yerindedir. Benim ona karşı sevgim senin çocuğun için ettiğin medihlerden bin kat daha fazladır. Ne var ki kurban etmekle memur oldum. Kulun, Mevlâsının emrine itaat etmesi, her şeyden önde ve önemlidir.
Şeytan tekrar şöyle dedi:
— Sana rüyada bu emri veren şeytandır. Ama sen Rabbından sanıp boğazlamaya gidiyorsun. Hiç şanı büyük âlemlerin rabbı bir kimseye:
— Çocuğunu boğazla diye emir verir mi? Böyle emrettiği şimdiye kadar oldu mu ki sana emrede.
Onun böyle deyişinden anladı ki, bu sözü eden şeytandır. Şöyle dedi
— Ey Allah’ın düşmanı, geri dur, muhakkak ben bu işi yapacağım. Çünkü Yüce Hak, bana bu emri verdi. Ben onun yüce emrine muti ve münkadım.
Ve şeytanı kovdu…
Şeytan, bundan da muradına eremeyip kör pişman hüsrana uğradı.
O gittikten sonra İbrahim (A.S.) oğluna:
— Gel…
Deyip ardına aldı. Kendi kendine şöyle dedi:
— Baka baka kalbime belki değişiklik gelir. Ve… bundan korktuğu için ardına aldı. Bundan sonra İsmail (A.S.) babasının arkasında, gülerek, sevinerek gitmeye başladı.
Şeytan onun bu halini görünce, kendi kendine:
Bu henüz çocuktur belki onu fitneye düşürebilirim.
Diye ümid ederek, yanına geldi ve şöyle dedi:
— Babanla böyle sevinerek nereye gidiyorsun?
İsmail (A.S.) şöyle dedi:
— Ziyafete gidiyorum.
Şeytan ona şöyle dedi:
— Ziyafete gidiyorum diye seviniyorsun. Ama babanın elindeki ip ve bıçağı görmüyor musun? Seni boğazlamaya götürüyor.
İsmail (A.S.) sordu:
— Ne için boğazlasın?
Şeytan lanetli şöyle dedi:
— Rüyasında gördü. Rabbından sanıp seni boğazlayacaktır.
İsmail (A.S.) şöyle dedi:
— Mademki babam beni boğazlamakla memur oldu; can baş üstüne… Daha fazla sevinerek gitmeye başladı.
İsmail (A.S.) böyle giderken, şeytan bir söz daha söylemek istedi. Ama İsmail (A.S.) kızıp yerden bir taş aldı ve şeytana attı. O taş şeytanın gözüne rastladı. Gözü çıktı. Bundan sonra şeytan kör pişman hüsran içinde kaçıp gitti.
İbrahim Aleyhisselâm, Sebîr vadisinde, oğlu ile başbaşa kalınca, ona:
“Oğulcuğum! Ben, seni, rü’yamda boğazlıyorum gördüm!” diyerek kendisine emrolunanı, haber verdi.
İsmail Aleyhisselâm:
“Babacığım! Sana emrolunanı, yap! İnşâallâh, beni, sabredenlerden bulacaksın! Allah’ın emrine boyun eğ! Her iyilik, Rabb’inin emrine boyun eğmektedir!” dedikten sonra, “Sen, bunu, anneme bildirdin mi?” diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:
“Hayır! Bildirmedim!” dedi.
İsmail Aleyhisselam:
“Bildirmediğine, iyi ettin.” dedi. Sonra da: “Babacığım! boğazlamak istediğin zaman, beni, iple sıkıca bağla ki benden, sana karşı, bir şey isabet edip de, ecrim eksilmesin! Çünkü, ölüm, çok çetin ve zordur. Bıçağın, tenime dokunduğunu hissedince, çırpınmayacağımdan emîn değilim! Bıçağını, iyice bileyip keskinleştir ve boğazıma, hemen çalıver ki, beni çabuk öldürsün! Rahata, kavuştursun!”
“Hem, sen, beni, boğazlamak için, yatıracağın zaman, yüzü koyun yatır, alnı yere getir. Yanımın üzerine, yatırma. Çünkü, yüzüme bakınca, rıkkata gelip de, benim hakkımda Allah’ın, sana emrettiği şeyi yerine getirmene engel olabileceğinden korkarım!”
“Eğer, gömleğimi, anneme götürüp vermeyi uygun görürsen, öyle yap! Belki, bu, onun için, bir teselli olur, gönlünü, onunla eğler!” dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:
“Oğulcağızım! Sen, bana, Allah’ın emrettiği şey hakkında ne güzel yardımda bulundun!” dedi ve onu, istediği gibi, sımsıkı bağladı. Bıçağı, iyice biledi. Sonra, onu, yüzü koyun yatırdı! Yüzüne, bakmaktan sakındı.
İbrahim Aleyhisselâm, bıçağı, İsmail Aleyhisselâmın boğazına bastırınca, sanki, bıçak, bakır bir levha ile karşılaştı! Büyük bıçağın ağzı, İsmail Aleyhisselamın boğazını kesmedi! İbrahim Aleyhisselâm, bileği taşıyle iki veya üç kerre biledi. Fakat, her defasında da, kestirmeğe muvaffak olamadı. “Her halde, bu iş, Allâh’dandır!” dedi.
İbrahim Aleyhisselâmın elindeki bıçağın ağzı, tersine dönmüştü. O sırada, Yüce Allah tarafından:
“Ey İbrahim! Rü’yana, sadâkat gösterdin! İşte, sana, oğlunun yerine boğazlayacağın kurbanlık! Boğazla onu!” buyruldu. İbrahim Aleyhisselâm, doğrulup bakınca, Cebrail Aleyhisselâmın yanında, iri boynuzlu bir koçun veya önünde iri bir dağ tekesinin dikilip durduğunu gördü.
“Kalk yavrucuğum! Sana, bir fidye indi!” dedi.
O teke’yi, orada, Mina’da kurban etti. Bu teke’nin, Sebîr dağından inip geldiği rivayet edildiği gibi, iri boynuzlu, güzel bir koç olduğu da, rivayet edilir.
İsmail Aleyhisselâma, Allah tarafından fidye olarak gönderilip kurban edilen koçun iki boynuzu, Kabe’de, uzun zaman asılı durmuş ve Kabe’nin Abdullah b. Zübeyr ve Haccac zamanında yanması üzerine, o da, yanmıştır.
Rivayete göre: Koçun kuru başı, Kabe Oluğunun yanında asılı bulunuyordu. Ebüttufeyl ile Şa’bî de, Kabe’de iki boynuzu gördüklerini söylemişlerdir.
Peygamberimiz Aleyhisselâm da, Mekkenin fethinde, Kabe Anahtarcısı Osman b. Talha’yı çağırıp ona:
“Beytullâha girdiğimde, Beytullahda, iki koç boynuzu gördüm. Onların setrini emr etmeyi unuttum. Onları, setr ve görünmez et! Çünkü, Beytullah’da namaz kılanı, meşgul eden şeyin bulunması yaraşmaz.” buyurmuştur.
Bu boynuz, İbrahim Aleyhisselamın oğluna feda edilmiş olan koça aid olup Abdullah b. Zübeyr, Kâbeyi yeniden yaptırmak üzere yıktığı zaman, onu, Kâbenin duvarında bulmuştu. Kırmızı çamurla suvanmış bulunan bu boynuzlara eliyle dokununca, onlar, ufanmış, gitmişlerdir.
Hadîs’in Râvîlerinden Süfyan:
“Bu koç boynuzları, Beytullâh yanıncaya kadar, Beytullâh’ın içinde buluna geldi. Yangında, onlar da, yandı.” demiştir.