LEHEB SURESİ
Adı: Birinci ayetteki “Leheb” kelimesi sureye isim olmuştur.
Nüzul Zamanı: Bu surenin Mekkî olduğu konusu, müfessirler arasında ihtilaflıdır. Aynı zamanda, surenin tam nüzul zamanının, Mekke döneminin hangi kesiminde olduğunu tayin etmek de oldukça güçtür. Fakat surenin Ebu Leheb’i zikretmesinden, bu kişinin Rasulullah’a karşı davranışının, sınırı aştığı bir dönemde nazil olduğu çıkarılabilir. Bu şahıs o dönemde İslam’a karşı önemli bir engel durumundaydı. İhtimaldir ki bu sure, Kureyş’in diğer kabilelerinin Rasulullah’a ve O’nun kabilesine karşı boykot ilan edip, onları mahsur bıraktıkları, ancak yalnız Ebu Leheb’in, boykot altındaki kabilesini terkederek düşmanların safında yer aldığı zaman nazil olmuştur. Benim bu çıkarımım şuna dayanır: Ebu Leheb Rasulullah’ın amcasıydı. Bu nedenle, Ebu Leheb sınırı aşmadıkça yeğeninin ağzından kötü söz çıkması münasip olmazdı. İslam’a muhalefetin başlangıcında bu sure nazil olsaydı, Kureyş’in ahlâkî anlayışına göre bir yeğenin amcasını kötülemesi ayıp sayılacaktı. Onun için sure, Ebu Leheb sınırı aştığı zaman nazil oldu.
Tarihî arkaplan: Kur’an-ı Kerim’in sadece bir yerinde, bir İslam düşmanı ismi anılarak lanetlenmiştir. Oysa hem Mekke’de, hem de hicretten sonra Medine’de bazı kişiler İslam ve Rasulullah’a düşmanlıkta Ebu Leheb’ten de ileri gitmişlerdi. Burada bu şahsın isim anılarak lanetlenmesinin, hangi özelliğinden dolayı olduğu sorulabilir. Bunu anlamak için, o dönemin Arap toplumuna ve o toplumda Ebu Leheb’in rolüne bakmak gerekir.
Arabistan’ın eski dönemlerinde her tarafta anarşi ve kanunsuzluk yaygındı. Asırlarca süren bu hal içinde bir kişinin mal, can, şeref güvenliği için aile, kan ve kabile bağından başka bir güvencesi yoktu. Onun için o dönemdeki Arap toplumunda akrabalara iyi davranmak temel ahlâkî unsurlardandı ve buna çok önem veriliyordu. Sı-la-i rahimi kesmek büyük bir ayıp sayılıyordu. Bu nedenle, Rasulullah İslamî davete başlayıp, Kureyş’in diğer kabileleri ve reisleri de O’na karşı çıktıklarında, Haşim oğulları ve Muttalib oğulları Rasulullah’a karşı çıkmamışlar, üstelik açıkça himaye etmişlerdi. Halbuki birçoğu Rasulullah’ın nübüvvetine inanmıyordu. Diğer kabileler, Haşim ve Muttalib oğullarını hiçbir zaman atalarının dininden dönmekle suçlamamışlardı. Çünkü onların, kabilelerinden bir kişiyi düşmana teslim etmeyecekleri biliniyor ve kabul ediliyordu. Kabileden birisini himaye etmek, Kureyş’e göre doğal bir durumdu.
Cahiliye dönemi Araplarının bile vacibu’l ihtiram kabul ettikleri bu ahlâkî anlayışa sadece Rasulullah’ın, babası Abdullah ile aynı babadan olan amcası Ebu Leheb karşı çıkmıştı. Oysa Araplarda amca, baba yerine sayılıyordu. Yeğenin babası ölmüşse, amcanın, yeğenine kendi çocuğu gibi bakması beklenirdi. Ama bu şahıs İslam’a buğzu ve küfre de muhabbeti nedeniyle bu Arap geleneğini çiğnemişti.
Muhaddisler pek çok senet ile, İbn Abbas’tan şu rivayeti nakletmişlerdir: Rasulullah’a, daveti genel olarak yayma emri verildiği ve Kur’an’dan, “önce yakın akrabalarını uyar” ayeti nazil olduğu zaman Rasulullah safa tepesine çıkarak: “Ey Sabaha! (sabahın afeti)” diye bağırdı. Araplarda bu çağrı, tam sabaha karşı düşmanın bir kabileye hücum etmek için geldiği görüldüğü zaman yapılırdı. Çevrede, “bu ses kimindir?” diye sorulduğunda, “Muhammed’in (s.a) sesi” cevabı verildi. Bunu duyan Kureyş’in bütün kabileleri koşarak geldiler. Gelemeyenler, kendi yerlerine bir temsilci gönderdiler. Herkes toplandığında Rasulullah her bir kabileyi ismi ile çağırarak ‘ey benî Haşim, ey beni Muttalib, ey benî Fahr v.s. Dağın arkasında bir ordu size hücum edecek desem inanır mısınız?” dedi. Oradakiler “evet, çünkü biz senden hiç yalan söz işitmedik” dediler. Bunun üzerine Rasulullah: “Ben sizi ilerideki büyük azap ile uyarıyorum” dedi. Herkesten önce Ebu Leheb “Tebbe leke, hel li hâzâ cema’te nâ? (kahrolası, bunun için mi bizi topladın?) dedi. Bir rivayet de şöyledir: Ebu Leheb, Rasulullah’a atmak için taş aldı. (Müsned-i Ahmed, Buharî, Tirmizî, İbn Cerir, Müslim v.s.).
İbn Zeyd’den şöyle rivayet edilmiştir: Ebu Leheb bir gün Rasulullah’a, “Eğer dinini kabul edersem benim için ne var?” diye sordu. Rasulullah: “Diğer iman edenlere ne varsa senin için de o var” buyurdu. Ebu Leheb: “Benim için bir ayrıcalık yok mu?” dedi. Rasulullah, “Başka ne istiyorsun?” buyurdu. Ebu Leheb şöyle karşılık verdi: “Kahrolası din, beni başkaları ile eşit kılıyor.” (İbn Cerir)
Ebu Leheb Mekke’de Rasulullah’ın kapı komşusuydu. İki ev arasında sadece bir duvar vardı. Ayrıca Hâkim b. As (Mervan’ın babası), Utbe b. Ebu Muayt, Adiyy b. Hamra ve İbnü’l Asdâu’l Hazelî de Rasulullah’a komşu idiler. Bunlar Rasulullah’ı evinde de rahat bırakmıyorlardı. Rasulullah namaz kılarken, üzerine keçinin işkembesini atıyorlardı. Bazen de Rasulullah’ın evinde pişen yemeğe pislik bulaştırıyorlardı. Rasulullah ise dışarı çıkıp onlara, “ey Benî Abdumenaf, bu ne biçim komşuluk” dedi. Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil de (Ebu Süfyan’ın kız kardeşi) her gece, Rasulullah sabah erken dışarı çıkarken ayaklarına batsın diye Rasulullah’ın kapısının önüne dikenler koyardı. (Beyhakî, İbn Ebi Hatim, İbn Cerir, İbn Asakir, İbn Hişam).
Nübüvvetten önce Rasulullah’ın iki kızı, Ebu Leheb’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile evliydi. Rasulullah İslamî davete başladığında Ebu Leheb, oğullarına, “Muhammed’in kızlarını boşamadıkça sizlerle görüşmem haram olsun” dedi. Bunun üzerine oğulları Rasulullah’ın kızlarını boşadılar. Ama Uteybe bununla da kalmayarak cahiliyette o kadar ileri gitti ki, bir gün Rasulullah’ın karşısına çıkarak, “Ben, en-necmu îzâ heva’yı ve ellezî denâ fe tedella’yı inkâr ediyorum” dedi. Böyle söyledikten sonra Rasulullah’ın tarafına tükürdü. Ama bu, Rasulullah’a isabet etmedi. Rasulullah şöyle dedi: “Allah’ım buna köpeklerinden bir köpeği musallat et”. Daha sonra Uteybe babası ile Şam seferine gitti. Sefer sırasında kafile gece bir yerde kamp kurdu. Oradaki yerliler onlara, geceleri vahşi hayvanların geldiğini söylediler. Ebu Leheb arkadaşlarına, “Ey ehli Kureyş, oğlumu korumak için bir tedbir alın. Çünkü Muhammed ona beddua etti” dedi. Bunun üzerine kafiledekiler develerini Uteybe’nin çevresine çöktürerek uyudular. Gece bir aslan gelerek develerin arasından geçti ve Uteybe’yi parçalayarak yedi. (el-İstiab İbn Abdilberr, el-İsabe İbn hacer, Delailu’l Nübüvve Naim el-İsfahanî, Ravzu’l anf Süheylî) rivayetlerde ihtilaf vardır. Bazılarına göre bu olay nübüvvetten hemen sonra vuku bulmuş, bazılarına göre de Leheb suresinin nüzulünden sonra meydana gelmiştir. Ölen kişinin Utbe mi, Uteybe mi olduğunda ihtilaf vardır. Ancak Utbe’nin, Mekke fethinden sonra İslam’ı kabul edip Rasulullah’a biat ettiği sabittir. Öyleyse ölen kişi Uteybe idi.
Ebu Leheb’in kötülüğü o kadar ileriydi ki, Rasulullah’ın oğlu Kasım’dan sonra Abdullah da vefat ettiğinde, yeğenini teselli edeceği yerde bayram yapmıştı. Koşarak Kureyş reislerinin yanına gitmiş ve onlara Hz. Muhammed’in (s.a) köksüz kaldığını müjdelemiş(!)ti. Bu davranışı Kevser suresinde zikretmiştik.
Rasulullah İslamî davet için nereye gitse Ebu Leheb de peşinden gider ve oradakileri, Rasulullah’ın anlattıklarına kulak vermemeleri için uyarırdı. Rubeyye b. Abâde’d Deylî şöyle beyan eder: Ben gençtim. Babamla beraber Zu’l Mecaz pazarına gittim. Orada Rasulullah’ı, “Ey insanlar! Allah’tan başka mabud yoktur deyin, kurtulun” derken gördüm. O’nun arkasında bir şahıs da: “Bu yalancıdır. Atalarının dininden dönmüştür” diyordu. Bu şahsın kim olduğunu sordum. Bana, amcası Ebu Leheb olduğu söylendi. (Müsned-i Ahmed, Beyhakî). İkinci rivayet yine Rubeyye’den ve şöyledir: Ben Rasulullah’ı, her kabilenin kaldığı yere giderek, “Ey beni filan! Ben size Allah’ın Rasulü olarak gönderildim. Yalnız Allah’a ibadet etmenizi ve O’na ortak koşmamanızı tavsiye ediyorum. Siz de beni tasdik edin ve bana yardım edin. Sayenizde Allah’ın beni görevlendirdiği bu işi tamamlıyayım” derken gördüm. O’nun arkasından da başka bir şahıs gelir ve: “Ey benî filan! Bu kişi sizi Lat ve Uzza’dan döndürerek, getirdiği bid’at ve sapıklığa sürüklemek istiyor. Dediklerine kesinlikle kulak vermeyin, onu kabul etmeyin” diyordu. Ben babama bu şahsın kim olduğunu sordum. Babam: “O’nun amcası Ebu Leheb” dedi. (Müsned-i Ahmed, Taberanî). Tarık b. Abdullah el-Muharibi’nin rivayeti de bunun benzeridir. O şöyle diyor: Ben Zu’l Mecaz pazarında Rasulullah’ın halka: “Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin, kurtulun” dediğini gördüm. Arkasından bir şahıs da ona taş atıyordu. Hatta Rasulullah’ın ayakkabısı kan ile dolmuştu. O şahıs şöyle diyordu: “O yalancıdır. Söylediklerine kulak asmayın”. Ben bu şahsın kim olduğunu halka sordum. Onlar: “Onun amcası Ebu Leheb” dediler. (Tirmizî).
Nübüvvetin 7. senesinde Kureyş’in bütün kabileleri, Benî Haşim ve Benî Muttalib’i sosyal ve ekonomik olarak boykot etmişlerdi. Ancak bu iki kabile de Rasulullah’ı himaye etmede sebat gösterdiler ve Şib-i Ebi Talib’te mahsur kaldılar. O günlerde, kabilesinden ayrılarak kâfir Kureyş’lilerin yanında yer alan tek kişi Ebu Leheb’ti. Bu boykot 3 sene devam etti. Bu sırada Benî Haşim ve Benî Muttalib aç kalmışlardı. Yiyecek almak için Mekke’ye gelen ticarî kafilelere yaklaştıklarında Ebu Leheb kafiledekilere şöyle derdi: “Bunlardan çok yüksek fiat taleb edin ki o malı alamasınlar. Zararınızı ben karşılarım.”
Bu nedenle tüccarlar çok yüksek fiat istiyorlardı. Ebi Talib mahallesinde mahsur kalanlar da ihtiyaçlarını alamıyorlar ve aç kalan çoluk çocuklarına elleri boş dönüyorlardı. Daha sonra Ebu Leheb o tüccarlardan, normal piyasa fiatı ile bütün mallarını satın alıyordu. (İbn Sa’d ve İbn Hişam).
Bu şahıs, bu tip hareketleri nedeniyle Leheb suresinde ismi anılarak lanetlenmiştir. Buna özellikle gerek vardı. Çünkü, Mekke’ye dışardan gelen hacılar çeşitli yerlerde konaklayıp pazarlarda toplandıklarında, Rasulullah’a kendi amcası arkasından giderek karşı çıkıyordu. Arap adetlerine göre bir amcanın sebepsiz olarak yeğenine kötü davranması mümkün değildi. O’nu taşlaması ve itham etmesi de imkânsızdı. Onun için hacılar, Ebu Leheb’in Rasulullah’a muhalefet etmesi nedeniyle Rasulullah hakkında şüpheye düşüyorlardı. Bu sure nazil olduktan sonra Ebu Leheb’in dengesi bozuldu, kızarak saçmalamaya başladı. Ondan sonra herkes, bu şahsın Rasulullah’a olan düşmanlığından dolayı deli divaneye döndüğünü ve sözüne itibar edilemeyeceğini düşünmeye başladı.
Ayrıca Rasulullah’ın amcasının, isim anılarak lanetlenmesinden sonra herkeste, Rasulullah’ın din hakkında uzlaşmaya girebileceği ümidi kesildi. Çünkü Rasulullah kendi amcası için bile bunları söyledikten sonra, bir başkası ile uzlaşmasına hiç imkân yoktu. İman eden bir yabancı Rasulullah’a akrabasından da yakın oluyor, küfür üzerinde devam eden kişi, kendi akrabası bile olsa bir yabancı olarak kalıyordu. Şunun veya bunun oğlu olmasının hiçbir önemi yoktu.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Ebu Leheb’in iki eli kurusun; kurudu ya.1
2 Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı.2
3 Alevi olan bir ateşe girecektir.
4 Eşi de;3 odun hamalı (ve)4
5 Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.5
AÇIKLAMA
1. Bu şahsın asıl ismi Abdu’l Uzza idi. Ebu Leheb denmesinin nedeni, yüzünün kırmızıya yakın buğday renkli olmasındandı. “Leheb” kıvılcım manasındadır. “Ebu Leheb”, kıvılcım gibi parlak yüzlü anlamı taşır. Burada bu lâkab ile zikredilmesinin birkaç nedeni vardı: Birincisi, O isminden çok lâkabı ile tanınıyordu. İkincisi, onun ismi Abdu’l Uzza (yani Uzza’nın kulu) idi. Bu ise, bir müşrik ismiydi. Kur’an onu bu isimle zikretmek istememiştir. Üçüncüsü, bu surede onun akıbeti de açıklandığı için lâkab ile anılması daha uygun düşmektedir.
“Tebbet yedâ Ebi Leheb”in manası bazı müfessirlere göre, “Ebu Leheb’in elleri kırılsın” şeklindedir. “Tebbet”in manası için, “ölsün, helâk olsun veya helâk olmuş” anlamları verilmiştir. Aslında bu kelime bir lanetleme değil, onun akıbetini önceden haber vermektir. Yani gelecekte olacak olay, mazî sigasıyla şimdi beyan edilmiştir. Bu olayın vuku bulması o kadar kesindir ki vukubulmuş gibi anlatılmaktadır. Gerçekten de birkaç sene sonra surenin bildirdiği gibi olay gerçekleşmiştir. “Elin kırılması”ndan kasıt, elin cismanî olarak kırılması değildir. Bunun anlamı, bir şahsın, başarmak için herşeyini ortaya döktüğü maksadını gerçekleştirmede başarısız kalmasıdır.
Gerçekten de Ebu Leheb Rasulullah’ı yenebilmek için varını yoğunu ortaya dökmüştü. Bu surenin nüzulundan sonra 7,8 sene geçmeden vuku bulan Bedir savaşında, İslam düşmanlığında Ebu Leheb’in arkadaşları olan Kureyş’in pek çok ileri gelen reisinin öldürüldüğü haberi Mekke’ye ulaştığında Ebu Leheb o kadar üzüldü ki ancak 7 gün yaşayabildi. Ayrıca, ölümü de çok ibret vericidir. Ebu Leheb, çiçek hastalığına benzer bir hastalığa yakalandı. Evdeki yakınları bile, bulaşmasından korkarak ona dokunmuyorlardı. Ölümünden sonra üç gün boyunca kimse ona yanaşmadı. Cesedi çürüyerek kokmaya yüz tuttu. Bunun üzerine herkes oğullarını kınamaya başladı. Bir rivayete göre oğulları bazı zencilere ücret vererek cesedini kaldırtmış ve yine ücretle defnettirmişlerdi. Diğer bir rivayete göre, bir hendek kazdırtmışlar ve babalarının cesedini içine sopayla iterek toprakla kapatmışlardı. Ebu Leheb’in en köklü yenilgisi ise, İslam aleyhinde herşeyini ortaya döktüğü halde çocuğunun bile İslam’ı kabul etmesidir. Önce kızı Derre hicret ederek Medine’ye gelmiş ve İslam’ı kabul etmiştir. Mekke fethinden sonra da iki oğlu Utbe ve Muattab, Hz. Abbas vesilesiyle Rasulullah’ın huzuruna gelerek iman ve biat etmişlerdir.
2. Ebu Leheb çok cimri ve servetperest bir adamdı. İbn Esir, cahiliye döneminde bir defasında Kabe’nin hazinesinden iki altın ceylan heykelini çalmakla itham edildiğinden sözeder. Bu heykeller daha sonra bir başkasından çıkmasına rağmen, bu itham, Mekke’lilerin Ebu Leheb hakkında nasıl düşündüklerini göstermektedir. O’nun serveti hakkında Kadı Reşid b. Zübeyr, ez-Zuhâî ve’t Tuhaf’ta şöyle yazıyor: “O, Kureyş’in, bir kantar altın sahibi olan dört kişisinden biriydi’. (Bir kantar 200 okkadır). Ebu Leheb’in servet sevgisi şu olaydan da anlaşılabilir: Dininin ölüm kalım savaşı olan Bedir savaşına Kureyş’in bütün ileri gelen reisleri gittiği halde O, kendi yerine As b. Hişam’ı gönderdi ve: “Bana borcun olan 4 bin dirhemin karşılığı olarak benim yerime gidiyorsun” dedi. Böylece, iflas eden ve borcunu ödeyecek durumda olmayan As’tan parasını geri alabilmek için bir yol bulmuştu.
“makeseba”i bazı müfessirler kazanç anlamında almışlardır. Yani kazanç sağladığı malını “kesbetti”ğini anlamışlardır. Diğer bazı müfessirler bunu evlât olarak kabul etmişlerdir. Çünkü Rasulullah: “İnsanın oğlu da bir kesbtir,” buyurmuştur. (Ebu Davud, İbn Ebi Hatim).
Bu iki mana da Ebu Leheb’in sonunun nasıl olduğu ile ilgilidir. Çünkü hastalığa yakalandığında ne malı ve ne de evlâdı O’na bir yarar sağlayamamış ve O’nu ölüme terketmişlerdir. Oğulları, cenazesini bile şerefle defnetmeye fırsat bulamamışlardır. Böylece Kur’an’ın Ebu Leheb’le ilgili olarak verdiği haberin birkaç sene içinde nasıl gerçekleştiğini herkes görmüştür.
3. Bu kadının ismi “Ardiya” idi. Ümmü Cemil, O’nun lâkabıydı. Ebu Süfyan’ın kardeşi olan bu kadın Rasulullah’a düşmanlıkta kocasından geri kalmıyordu. Hz. Ebubekir’in kızı Esma şöyle beyan eder: Bu sure nazil olduktan sonra Ümmü Cemil çok kızgın bir vaziyette Rasulullah’ı aramaya çıktı. Elleri taşla doluydu. Aynı zamanda, Rasulullah aleyhindeki kendi hiciv şiirlerini de okumaktaydı. Harem-i Şerif’e geldi. Rasulullah orada Hz. Ebubekir ile oturuyordu. Hz. Ebubekir: “Ya Rasulallah o geliyor. Korkarım size karşı bir terbiyesizlik yapacak” dedi. Rasulullah: “Beni göremez” dedi. Aynen öyle oldu. Rasulullah orada olduğu halde onu göremedi. Ebubekir’e, “Dostun, duyduğuma göre beni hicvetmiş” dedi. Ebubekir: “Bu Ev’in Rabb’ine yemin ederim ki o seni hicvetmedi” dedi. Bunun üzerine kadın geri döndü. (İbn Ebi Hatim, Siret-i İbn Hişam, Bezzar da İbn Abbas’tan bunun benzeri bir olay nakletmiştir). Hz. Ebubekir’in bu cevabının anlamı, onu hicvedenin Rasulullah değil, Allah (c.c.) olmasıdır.
4. Buradaki “hammalete’l hatab” kelimesi, “odun toplayan kadın” anlamındadır. Müfessirler bu konuda pek çok mana beyan etmişlerdir. İbn Abbas, İbn Zeyd, Dahhak ve Rubeyye b. Ans diyorlar ki: Geceleri dikenli ağaç dalları getirerek Rasulullah’ın kapısının önüne bırakan bu kadına, yaptığı hareketten dolayı “odun toplayan kadın” denmiştir. Katade, İkrime, Hasan Basrî, Mücahid ve Süfyan Sevrî de diyorlar ki: O kadın fesat çıkarmak için lâf taşırdı. Onun içn, Arapça ıstılahına uygun olarak ona “odun toplayan kadın” denmiştir. Araplar fesat ateşini körükleyen bu tip kişiler için “odun toplayan kişi” derler. Said b. Cübeyr diyor ki: Bir kimsenin kendi günahlarını taşımasına, “fulânun yahtebu ala zehrîhî (Falan şahıs sırtında odun taşımaktadır) denir. Dolayısıyla “hammalete’l hatab”ın manası da “günahını taşıyan kadın” olur.
5. Burada “cid” kelimesi “gerdan” için kullanılmıştır. Çünkü Ümmü Cemil, boynuna mücevher gerdanlık takardı ve şöyle derdi: “Lat ve Uzza’ya yemin ederim ki bu gerdanlığı satarak gelirini Muhammed’e karşı kullanacağım”.
Bu nedenle “Cid” kelimesi burada istihza olarak kullanılmıştır. Yani gerdanlık takıp gururlandığı gerdanı cehennemde iple bağlı olacaktır. Bu ifade Kur’an’ın diğer yerlerinde de örnekleri görüldüğü gibi istihza içindir. “Onları yakıcı bir azabla müjdele” gibi.
Gerdanına bağlanacak olan ip için “hablun min mesed” ifadesi kullanılmıştır. Yani o ip “mesed” cinsinden olacaktır. Lugatçılar ve müfessirler bunun çeşitli anlamlarını beyan etmişlerdir. Bir kavle göre, sağlam yapılı bir iptir. İkinci kavle göre, hurma kabuğundan yapılmış ip için kullanılmıştır. Üçüncü kavle göre, hurma yapraklarından yapılmış iptir. Veya devenin derisinden ya da kıllarından yapılmış iptir. Başka bir kavle göre de demir tellerden yapılmış bir iptir.