MERYEM SURESİ
Adı: Sure adını 16. ayetten alır.
Nüzul Zamanı: Bu sure Habeşistan’a hicretten önce nazil olmuştur. Sahih hadislere göre, Hz. Cafer (r.a), Necaşi, muhacirleri sarayında topladığı zaman onun huzurunda bu sûrenin 1-40. ayetlerini okumuştur.
Tarihsel Arka-Planı: O dönemin şartlarına Kehf Suresi’nin giriş bölümünde de kısaca değinmiştik. Burada daha çok bu ve benzeri surelerin anlamını kavramamıza yardımcı olacak ayrıntılara yer vermek istiyoruz. Kureyş’in ileri gelenleri İslâmî hareketi alay ve küçümseme ile, tehditler yaparak, iftiralar atarak bastıramayacaklarını anlayınca işkence, maddi baskı ve ekonomik kısıtlamalara baş vurdular. Yeni müslümanları kabilelerinden ayırıyor, onlara işkence yapıyor, onları açlığa mahkum ediyor, hatta İslâm’dan vazgeçmeleri için onlara fiziksel baskı ve acı uyguluyorlardı. Bu işkencenin en zavallı kurbanları ise fakirler, köleler ve Kureyş’e sığınan yabancılardı. Örneğin, Bilal, Amir bin Füheyra, Ummi Ubeys, Zinnire, Ammar bin Yasir ve onun anne-babası. Bu zavallı insanlar dövülüyor, hapsediliyor aç ve susuz bırakılıyor ve Mekke’nin kaynar kumları üzerinde sürükleniyorlardı. Çoğu kimse vasıflı işçileri çalıştırıyor ve yaptıkları işin karşılığını vermiyordu. Buna örnek olarak Buhari ve Müslim’de yer alan Habbab b. Eret olayını gösterebiliriz.
“Mekke’de demircilik (nalbantlık) yapıyordum; bir keresinde As ibn Vail’in bir işini yaptım. Paramı almaya gittiğimde “Muhammed’den vazgeçmedikçe sana ücretini ödemeyeceğim” dedi.
Aynı bağlamda Habbab derki: “Bir gün Nebi (s.a) Kabe’nin gölgesinde oturuyordu. Ona gittim ve “Ey Allah’ın Rasûlu! İşkence son sınırına ulaştı. Niçin Allah’a dua etmiyorsun?” Nebi (s.a) buna çok kızdı. Dedi ki: “Sizden önce geçen müminler sizden daha çok acı çektiler. Onların kemikleri demir taraklarla tarandı, başları testere ile kesildi, fakat yine de imanlarından dönmediler. Seni temin ederim ki, Allah dinini tamamlayacaktır ve öyle bir zaman gelecek ki bir kimse Sana’dan Hadramut’a kadar yolculuk yapacak ve Allah’dan başka korkulacak hiçbir kimse ile karşılaşmayacaktır. Fakat siz sabırsızlığa düşüyorsunuz.” (Buhari)
Şartlar artık dayanılmaz hale geldiğinde, Peygamber (s.a) Peygamberliğinin 5. yılının Recep ayında ashabına şöyle bir tavsiyede bulundu: “Habeşistan’a hicret edebilirsiniz, çünkü orada hiç kimsye haksızlık yapılmasına izin vermiyen bir kral vardır. Onun ülkesinde hayır vardır. Allah size bu beladan bir kurtuluş verinceye kadar orada kalabilirsiniz.”
Bundan sonra ilk planda 11 erkek ve 4 kadın Habeşistan’a doğru yola çıktılar. Kureyşliler onları sahile kadar takip etti, fakat müslümanlar şans eseri olarak Şuaybiye limanında hemen Habeşistan’a gidecek olan bir gemiye rastladılar ve kurtuldular. Birkaç ay sonra bir grup mümin daha Habeşistan’a hicret etmiş ve sayıları, Kureyş’ten 83 erkek ve 11 kadın, Kureyşli olmayanlardan da 7 kişiye ulaşmıştı. Bundan sonra Mekke’de Peygamber’le (s.a) birlikte sadece 40 kişi kalmıştı.
Bu hicretten sonra Mekke’de “onları yakalayın” diye büyük bir feryat başladı. Çünkü Kureyşli her aile bu olaydan olumsuz bir şekilde etkilenmişti. Bir oğul, bir damat, bir kız, bir kızkardeş veya bir erkek kardeş kaybetmeyen hemen hemen hiç bir aile yoktu. Mesela, muhacirler arasında Ebu Cehil’in, Ebu Süfyan’ın ve müslümanlara yaptıkları işkencelerle meşhur Kureyş’in diğer ileri gelenlerinin yakın akrabaları da vardı. Örneğin Ebu Cehil’in kardeşi, Selma bin Hişam ve yeğeni Hişam bin Ebi Huzeyfe, Ayyaş bin Ebi Rabeyye, Ümmü Seleme, Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe, Utbe’nin oğlu ve Hind’in kardeşi Ebu Huzeyfe, Suheyl bin Amr’ın kızı Sehile vs. Bu nedenle bazılarının İslâm’a düşmanlığı daha da artarken, bazıları bundan etkilenerek İslâmı kabul ediyordu. Mesela bu hicret Hz. Ömer üzerinde çok derin etkiler yaratmıştı. Onun akrabalarından biri olan Hasme’nin kızı Leyla şöyle anlatıyor: “Kocam Ambr b. Rebia gitmişti, ben de hicret için eşyalarımı hazırlıyordum. O sırada Ömer geldi ve ben yolculuk için hazırlanmakla meşgulken beni seyretmeye başladı.
Sonra “Sen de mi hicret edeceksin?” dedi. Ben de: “Evet, Allah’a andolsun siz bize çok işkence ettiniz. Fakat Allah’ın geniş arzı bizim için açıktır. Şimdi Allah’ın bize barış ve huzur ihsan edeceği bir yere gidiyoruz.” diye cevap verdim. O zaman Ömer’in yüzünde o güne dek görmediğim bir duygu ifadesi gördüm. Sadece “Allah sizinle beraber olsun” dedi ve gitti.”
Hicretten sonra Kureyşliler toplantılar yaptılar ve Ebu Cehil’in üvey kardeşi Abdullah ibni Ebi Rebia’yı ve Amr b. As’ı Necaşi’yi muhacirleri Mekke’ye geri iade etmeye ikna etmek üzere değerli hediyelerle Habeşistan’a göndermeye karar verdiler. Hz. Ümmü Seleme (Nebi’nin hanımlarından biri) muhacirler arasındaydı ve olayın bu kısmını şöyle anlatmıştır: “Kureyş’in bu iki akıllı sözcüsü Habeşistan’a ulaştıklarında değerli hediyeleri Necaşi’nin sarayındaki adamları arasında dağıttılar ve onları Necaşi’yi muhacirleri geri vermeye teşvik etmeleri için ikna ettiler. Daha sonra Necaşi’nin huzuruna çıktılar, ona da değerli hediyeler verip: “Şehrimizden bazı akılsız insanlar ülkenize sığınmış, liderlerimiz bizi, bu insanları geri iade etmenizi rica etmek üzere size gönderdiler. Bu sapıklar bizim inancımızdan döndüler, sizin dininize de girmediler, fakat yeni bir din icad ettiler,” dediler. Onlar konuşmalarını bitirir bitirmez, saray adamları onları destekledi ve: “Biz onları memleketlerine geri göndereceğiz, çünkü kendi kavimleri onları daha iyi bilir. Onları burada barındırmamız doğru değil. “Kral buna sinirlendi ve yeterli bir araştırma yapmadan onları geri vermeyeceğim. Bu insanlar başka bir ülkeye değil de benim ülkeme sığındıkları ve buraya barınmaya geldikleri için onlara ihanet etmeyeceğim. İlk önce onlara haber gönderip daha sonra bu insanların onlar hakkında öne sürdükleri suçlamaları araştıracağım. Sonra son kararımı vereceğim” dedi. Bundan sonra Kral Peygamber’in (s.a) ashabına haber gönderdi ve onları sarayına çağırdı.
Muhacirler Kral’ın gönderdiği haberi duyunca toplandı ve Kral’a ne söyleyeceklerini tartıştılar. Sonunda şu karara vardılar: “Kral’a Peygamberimizin (s.a) öğrettiklerini, ona hiçbir şey ekleyip eksiltmeden, bildirelim ve bizi ülkesinde barındırma veya dışarı atma kararını ona bırakalım.” Saraya geldiklerinde Kral hemen onlara şu soruyu yöneltti: “Kavminizin dininden çıkıp, ne benim inandığım dine, ne de varolan dinlerden hiçbirine girmediğinizi biliyorum. İnandığınız bu yeni dinin ne olduğunu bilmek istiyorum.” Bunun üzerine Cafer ibn Ebi Talib Muhacirler adına önceden hazırlanmadığı bir konuşma yaptı.
“Ey Kral! Biz cehalete batmış ve sapıtmıştık. İşte o zaman Muhammed (s.a) bize Allah’ın Rasûlü olarak geldi ve bizi islah etmek için elinden geleni yaptı. Fakat Kureyşliler ona uyanlara işkence etmeye başladılar. Bizde bu işkence ve acılardan kurtulmak amacıyla sizin ülkenize geldik.” Bu konuşmadan sonra Kral: “Allah tarafından sizin peygamberinize gönderilen vahiyden bir bölümünü oku!” dedi. Bunun üzerine Cafer, Meryem suresinin Yahya ve İsa (a.s) ile ilgili kıssayı anlatan bölümünü okudu. Kral bunu dinledi ve ağlamaya başladı, o denli ağladı ki sakalları gözyaşından ıslandı. Cafer (r.a) okumasını bitirdiğinde: “Muhakkak bu söz İsa’ya indirilen aynı kaynaktan geliyor. Allah’a andolsun sizi bunların eline teslim etmeyeceğim” dedi.
Ertesi gün Amr b. As, Necaşi’ye gitti ve şöyle dedi: “Onlara bir haber daha gönder ve onların Meryem oğlu İsa ile ilgili inançlarını sor, çünkü onlar onun hakkında kötü şeyler söylüyorlar.” Kral tekrar muhacirlere haber gönderdi. Muhacirler o zamana kadar Amr’ın düzenini öğrenmişlerdi. Tekrar bir araya geldiler ve Kral, Hz. İsa ile ilgili soruyu sorduğunda ne cevap vereceklerini tartıştılar. İçinde bulundukları durumun çok kritik olmasına ve hepsinin de bundan korkmalarına rağmen, bu konuda Allah’ın ve Rasûlü’nün kendilerine öğrettiği gerçekleri söylemeye karar verdiler. Saraya gittiklerinde, Kral onlara Amr İbn As’ın teklif ettiği soruyu sordu. Bunun üzerine Cafer b. Ebi Talib ayağa kalktı ve hiç tereddüt göstermeden cevap verdi: “O Allah’ın bir kulu ve elçisiydi. O bir Ruh ve Allah’ın Meryem’e ilka ettiği bir kelimesi idi” Kral yerden bir çöp aldı ve “Allah’a andolsun! İsa, sizin söylediğinizden ancak şu çöp kadar farklıdır” dedi. Bundan sonra Kral, Kureyş’in gönderdiği elçilere döndü ve: “Ben rüşvet kabul etmem”, dedi. Daha sonra muhacirlere dönerek: “Burada huzur ve güvenlik içinde kalabilirsiniz.” dedi.
Anafikir ve Konular: Bu tarihsel arka-planı göz önünde bulundurursak, bu surenin muhacirlere Habeşistan’a yapacakları yolculuk için bir “erzak” olarak indirildiği anlaşılmaktadır. Surede sanki onlara şöyle denilmektedir: “Siz işkence çeken muhacirler olarak kendi ülkenizi bırakıp bir Hıristiyan memleketine sığınıyorsunuz. Fakat buna rağmen sahip olduğunuz bilgilerden hiçbirini gizlememelisiniz. Bu nedenle Hz. İsa’nın, Allah’ın oğlu olmadığını, Hıristiyanlara apaçık ilan etmelisiniz.”
(1-40) ayetler, İsa (a.s) ve Yahya (a.s) kıssaları anlatıldıktan sonra (41-50) ayetlerde İbrahim’in (a.s) kıssasına değinilmektedir. Bu da muhacirlere bir teselli sunmaktadır, çünkü İbrahim de (a.s) onlar gibi babası, ailesi ve kavmi tarafından yapılan işkencelerle memleketinden ayrılmaya zorlanmıştır.
Bu bir taraftan muhacirlerin Hz. İbrahim’in izinden yürüdükleri ve aynı o Peygamber gibi iyi bir akibete kavuşacakları anlamına gelmektedir. Diğer taraftan bu Mekke’li müşriklere, kendilerinin müslümanların ataları ve liderleri olan İbrahim’e (a.s) işkence yapan insanların konumunda oldukları, oysa müminlerin Hz. İbrahim’in konumunda oldukları söylenmek istenmektedir.
Daha sonra (51-65) ayetlerde Hz. Muhammed’in (s.a) daha önce peygamberlerin getirdiği aynı hayat tarzını tebliğ ettiğini fakat onlara uyanların sonradan sapıttıklarını vurgularcasına diğer bazı peygamberlere de değinilmektedir.
Son bölümde (66-98) Mekkeli müşriklerin kötü tavırları sert bir şekilde eleştirilirken, müminlere hak düşmanlarının tüm çabalarına rağmen kendilerinin başarılı olacakları ve insanların en çok sevileni olacakları konusunda müjde verilmektedir.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Kâf, He, Ye, Ayn, Sâd.
2 (Bu,)1 Rabbinin kulu Zekeriya’ya rahmetinin zikridir.2
3 Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman.
4 Demişti ki: “Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım.”
5 “Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım,3 benim karım da bir kısır (kadın) dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et.”
6 “Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun.4 Rabbim, onu (kendisinden) razı olunan(lardan) kıl.”
7 (Allah buyurdu:) “Ey Zekeriya, şüphesiz biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; biz bundan önce ona hiç bir adaş kılmamışız.”5
8 Dedi ki: “Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım.”
9 (Ona gelen melek:) “İşte böyle” dedi. “Rabbin dedi ki: -Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım.”6
AÇIKLAMA
1. Karşılaştırma için bkz. Âl-i İmran 34-37. ayetler ve bunlarla ilgili notlarda yer alan Zekeriyya kıssası.
2. Harun’un (a.s) torunlarından biri olan Hz. Zekeriyya’nın (a.s) konumunu anlayabilmek için İsrailoğulları arasında yaygın olan rahiplik geleneği ile ilgili bilgiye sahip olmak gerekir.
Filistin’in fethinden sonra topraklar Yakub’un (a.s) zürriyetinden olan 12 kabile arasında miras olarak dağıtıldı. 13. kabile olan Levi’lere de dini hizmetler ve görevler emanet edildi. Levi’liler arasında da “en mukaddes şeyleri takdis etmek, Rabbin önünde buhur yakmak, ona hizmet eylemek ve ebediyyen onun ismiyle mübarek kılmak üzere” seçilen aile Harun’un (a.s) oğulları idi. Diğer Levi’lilerin mabede girmesine izin verilmiyordu. “Çünkü onların vazifesi Rab evinin hizmeti için avlularda, odalarda ve bütün mukaddes şeyleri temizlemekte Allah Evinin hizmet işinde Harunoğulları’nın yanında bulunmak… ve sebt günlerinde, aybaşlarında ve belli bayramlarda yapılan bütün takdimeleri Rabbe arzetmekti.”
Harunoğulları 24 aileye bölünmüştü ve bu 24 aile sıra ile Rabbin evine hizmet ediyorlardı. Bu ailelerden biri Zekeriyya’nın (a.s) liderliğindeki Abiya ailesi idi. Bu nedenle ailesinin sırası geldiğinde mabede gidip buhur yapmak Zekeriyya’nın (a.s) göreviydi. (ayrıntılar için bkz. I. Tarihler 23-24)
3. Yani “Akrabalarım, yani Abiya ailesi içinde bana emanet edilen görevi üstelenebilecek dini ve ahlâkî bakımdan düzgün hiçbir kimse göremiyorum.”
4. Yani, “Ben sadece bana varis olacak oğul için değil, aynı zamanda Yakub ailesinin doğru yolunu devralacak bir varis için dua ediyorum.”
5. Luka incilinde bu şöyle ifade edilmiştir: “Akrabandan bu adda kimse yoktur.” (Luka. I, 61)
6. Bu karşılıklı konuşma, Allah’ın dilediğini yapabileceğini, yaşlı bir adamla kısır bir kadına çocuk verebileceğini, aynı şekilde bir bakireyi de çocuk sahibi kılabileceğini vurgulamaktadır.
10 Dedi ki: “Rabbim, bana bir belge (ayet) ver.” Dedi ki: “Senin belgen, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır.”
11 Böylelikle (Zekeriya) mescidten7 kavminin karşısına çıkıp onlara (şu anlamları) işaret etti: “Sabah akşam tesbih edin.”8
12 (Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) “Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut.”9 Daha çocuk iken ona hikmet10 verdik.
13 Katımızdan ona bir sevgi-duyarlılığı11 ve temizlik (de verdik) O, çok takva sahibi biriydi.
AÇIKLAMA
7. Mihrab’la ilgili açıklama için bkz. Al-i İmran an: 36
8. Aşağıda okuyucunun Kur’an ve Hıristiyan görüşlerini karşılaştırabilmesi için olayla ilgili Luka incilinde yer alan ayrıntıları sunuyoruz. Referanslar, parantez içindeki eklemeler bize aittir.
“Yahudiye kralı Hered’in günlerinde (bkz. İsra an: 9) Abiyya ailesinden Zekeriyya adında bir rahip vardı. Karısı Harun’un kızlarından Elizabet idi. Her ikisi de Allah indinde salih olup Rabbin bütün emirleri ve hükümlerinde kusursuz yürümekte idiler. Onların çocuğu yoktu. Çünkü Elizabet kısır idi ve ikisi de çok yaşlı idiler. Ve vaki oldu ki Zekeriyya kendi ailesinin sırası geldiğinde Allah’ın huzurunda hizmet ederken, Rahiblik ayini, üzre buhur yapmak için, Rabbin mabedine girmek kurası kendisine düştü. Bütün halk buhur saatinde dışarıda dua ediyorlardı.
Rabbin bir meleği Zekeriyya’ya göründü ve buhur mezbahının sağında durdu:” Zekeriyya onu görünce şaşırdı ve üzerine korku düştü. Fakat melek ona şöyle dedi: “Korkma Zekeriyya çünkü duan işitildi, karın Elizabet sana bir oğul doğuracak. Onun adını Yahya koyacaksın sevinç ve sefa bulacaksın. Onun doğmasından bir çokları da sevinecekler. Çünkü o Rabbin gözünde büyük olacak (Kur’an Al-i İmran 39’da “Seyyiden” büyük bir lider olarak geçer). Şarap ve içki içmeyecek (Kur’an’da “Takiyyen”, dindar ve temiz olarak geçmektedir): ve daha anasının karnında Ruhü’l Kudüs ile dolu olacak (Kur’an şöyle der: Henüz çocuk iken ona hikmet verdik.) İsrailoğulları’ndan çoğunu Allah’a Rabb’e döndürecek. Babaların yüreklerini oğullara, asileri salihlerin hikmetine çevirmek ve Rabbe âmade bir kavim hazırlamak üzere İlya’nın ruhu ve kudreti ile onun önünde yürüyecektir.
“Zekeriyya da meleğe dedi: “Ben bunu nasıl bileyim? Çünkü ben yaşlı bir adamım, karım da yaşlıdır.” Melek cevap verip ona dedi: “Ben Allah önünde duran Cebrail’im. Seninle konuşmaya ve bu şeyleri sana müjdelemeye gönderildim. İşte dilin tutulacak ve bu şeyler oluncaya kadar söz söylemeyeceksin. Çünkü vaktinde yerine gelecek olan sözlerime inanmadın. (Bu Kur’an’da müjdenin bir işareti olarak verilmiştir, oysa Luka İnciline göre bir ceza olarak verilmiştir. Bunun yanısıra Kur’an bu konuşamama olayının “üç gün” sürdüğünü söyler. Oysa Luka inciline göre bu dilsizlik Yahya’nın doğumuna dek sürmüştür.) Halk Zekeriyya’yı bekleşip duruyor ve mabedde gecikmesine şaşırıyorlardı. Zekeriyya ise çıktığı zaman onlarla konuşamadı. Onlar da mabedde bir ruyet gördüğünü anladılar ve Zekeriyya onlara işaret edip dilsiz kaldı. (Luka, I, 5-22)
9. İlahi dileğe uygun bir şekilde Yahya’nın (a.s) doğumu ve büyümesi Kur’an’da ele alınmamıştır. Burada sadece bir cümlede yetişkinliğe ulaştığında ona peygamberlik görevinin emanet edildiği ifade edilmiştir. Bu görev: “Tevrat’a hem lafzen, hem de manen tabi olup ona uymak ve İsrailoğulları’nı da buna teşvik etmek”ti.
10. “hükm” (hikmet) kelimesi şu anlamlara gelir: 1) Karar vermek, 2) Doğru fikirler oluşturmak, 3) İlahı kanunu yorumlamak, 4) Sorunları çözümlemek 5) Allah’ın karar ve hüküm verme konusunda verdiği yetki.
11. “” hemen hemen “anne sevgisi” ile eş anlamlıdır. Başka bir deyişle Yahya (a.s) kalbinde Allah’a karşı bir çocuğun annesine duyduğu derin sevgiye benzer bir sevgi taşıyordu.
14 Ana ve babasına itaatkârdı ve isyan eden bir zorba değildi.
15 Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de.12
16 Kitap’ta Meryem’i de zikret.13 Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
AÇIKLAMA
12. Bu surede ve Al-i İmran Suresi’nde kısaca değinilen Yahya’nın (a.s) görevinin ve temiz kişiliğinin anlaşılabilmesi için Yeni Ahid’in çeşitli kitaplarında yer alan şu hikayenin incelenmesinde fayda vardır:
Luka İnciline göre Yahya (a.s), İsa’dan (a.s) 6 ay büyüktü ve anneleri kardeş çocukları idi. 30 yaşında peygamberlik verilmişti ve Yuhanna İnciline göre Yahya (a.s) görevine Ürdün’de insanları Allah’a çağırmakla başladı. O şöyle derdi: “Ben, Rabbin yolunu düzeltin diye çölde çağıranın sesiyim. (Yuhanna I: 23)
Markos’a göre: “Yahya çölde vaftiz ederdi ve günahların bağışlanması için tevbe vaftizini o vaaz eylemişti. Bütün Yahudi köylüleri ve bütün Kudüslüler ona çıkıyorlardı ve günahlarını itiraf edip Erdin ırmağında onun tarafından vaftiz olunuyorlardı. “(Markos I; 4-5) Bu nedenle o John the Baptist (Vaftizci Yahya) olarak biliniyordu ve İsrailoğulları onu bir Peygamber olarak kabul ediyorlardı. (Matta 21: 26) İsa (a.s), Yahya (a.s) hakkında şöyle demiştir: “Kadınlardan doğanlar arasında Vaftizci Yahya’dan daha büyüğü çıkmamıştır. (Matta 12: 11)
“Yahya’nın deve tüyünden elbiseleri ve belinde deriden kuşağı vardı. Yediği çekirge ve yaban balığı idi.” (Matta 3: 4) Yahya (a.s) “Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu (saltanatı) yakındır” derdi. (Matta 3: 2) Bununla Hz. İsa (a.s) Peygamberlik görevine başlamasının yakınlaştığını ifade etmek istiyordu. Onunla ilgili Kur’an da aynı şeyi tasdik etmektedir: “… o (Yahya) Allah’tan olan bir kelimeyi doğrulayacaktır)” (Al-i İmran 39) Bu nedenle ona Hz. İsa’nın “ayeti veya onun işareti” de denmiştir.
Yahya insanları oruç tutmaya ve namaz kılmaya davet etmiştir. (Matta 9: 14; Luka 5: 33, 11: 1) O insanlara şöyle derdi: “İki gömleği olan hiç olmayana versin, yiyeceği olan kimse de böyle yapsın.” (Luka 3: 11)
İsrailoğulları’ndan Ferislerin ve Sadukilerin sapık alimlerinin vaftiz için geldiklerini görünce onları azarlayarak şöyle demiştir: “Ey engerekler nesli, gelecek azabtan kaçmayı size kim gösterdi?… İçinizden babamız İbrahim’dir diye gururlanmayın… Balta ağaçların kökü dibinde yatıyor. İyi meyva vermeyen bir ağaç kesilir ve ateşe atılır.” (Matta 3; 7-10)
Yahya’nın (a.s) insanları Hakka davet görevini ifa ettiği dönemin kralı Herod Antipas Roma Medeniyetinden o denli etkilenmişti ki, topraklarında günah ve kötülüğün serbestçe yayılmasına neden oluyordu. Harod, kardeşi Phileip’in karısı Herodias’ı meşru olmayan bir şekilde evine almıştı. Yahya (a.s) onu uyarıp işlediği bu günaha karşı sesini yükselttiğinde Herod onu yakalattı ve hapse gönderdi. Bununla birlikte Herod onun dindarlığına ve doğruluğuna saygı duyuyor ve onun halk arasında sahip olduğu saygınlığından korkuyordu. Bunun aksine Herodias, Yahya’nın halk arasında yaymaya çalıştığı ahlâkî duyarlılığın kendisi gibi kadınları hedef aldığını ve onları halkın gözünden düşürdüğünü düşünüyordu. Bu nedenle ondan nefret ediyor ve onu öldürmek istiyor, fakat buna güç yetiremiyordu. Bir müddet sonra önüne bir fırsat çıktı. Herod’un doğum gününde Herodias’ın kızı raksetti ve bu Herod’un o kadar hoşuna gitti ki: “Ne dilersen dile benden, her istediğini sana vereceğim.” dedi. Kız, annesine ne isteyeyim diye sordu. Annesi: “Vaftizci Yahya’nın başını iste”, dedi. Kız, krala gitti ve Vaftizci Yahya’nın başını bir tabak içinde istediğini söyledi. Herod bunu duyunca üzüldü, fakat sevdiği kızın bu isteğini reddedemedi. Yahya’yı (a.s) hapiste öldürttü ve başını bir tabak içinde rakseden kıza sundu. (Matta 14: 3-12; Markos 6: 17-29; Luka 3: 19-20)
13. Karşılaştırma için bkz. Al-i İmran: 34-57, Nisa: 1 ve 156 ve bunlarla ilgili açıklayıcı notlar.
17 Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti.14 Böylece ona ruhumuz (Cibril’i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
18 Demişti ki: “Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma).”
19 Demişti ki: “Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).”
20 O: “Benim nasıl bir erkek-çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve ben azgın-utanmaz (bir kadın) değilken” dedi.
21 “İşte böyle” dedi. “Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet15 ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır).” Ve iş de olup bitmişti.
22 Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.16
23 Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: “Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.”17
24 Altından (bir ses) ona seslendi: “Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır.”
AÇIKLAMA
14. Meryem’in kendini ibadete adadığı yer Mabed’in doğudaki odalarından biriydi ve adet olduğu üzere kendisini diğer insanlardan gizlemek için bir perde asmıştı. Burası bazı insanların kabul ettiği Nasıra olamaz, çünkü Nasıra Kudüs’ün kuzeyindedir.
15. “Öyledir” sözü an: 6’da ifade edildiği gibi çok önemlidir. Bunun anlamı şudur: “Rabbinin dilediği gibi senin tertemiz bir oğlun olacak, hiçbir insan sana dokunmamış olduğu halde.” Yukarıda 9. ayette geçtiği gibi Zekeriyya’ya (a.s) da aynı cevap verilmiştir. Bu sözü: “Evet öyle olacak, sana bir erkek dokunacak ve senin bir oğlun olacak”, diye tefsir etmek sadece anlamı saptırmaktır. Çünkü eğer bu: “Senin de diğer kadınlar gibi bir oğlun olacak demek olsaydı hemen sonraki: “Rabbin dedi ki: ‘O bana kolaydır onu insanlara bir ayet yapacağız'”, sözleri anlamsız olurdu. Eğer onun doğumu sıradan, herhangi bir çocuğun doğumu gibi olsaydı, şu sözlere gerek kalmazdı. “Bu kolaydır ve bu insanlar için bir ayet (mucize) olacak. Böyle olacak, çünkü o beşikte iken konuşacak.”
16. Meryem çocuğa hamile kaldığında mabedden ayrıldı ve insanların kötü sözlerinden kaçmak için uzak bir yere (Bethlehem) gitti. Halk ona şöyle diyebilirdi: “Şerefli Harun ailesinden şu bakire kıza bakın! Bir çocuk bekliyor, kendisini ibadete adadığı Mabedde hamile kalmış!” Bu nedenle Meryem bir müddet hamileliğinin ayıbını gizlemeyi başardı, fakat bu bile İsa’nın (a.s) babasız doğduğunun bir delilidir. Çünkü eğer Meryem evlenmiş olsa ve bir kocaya sahip olsaydı, ailesinin evinden ayrılıp doğum için uzak bir yeri seçmezdi.
17. “Keşke…” sözleri o sırada Meryem’in içinde bulunduğu şiddetli tedirginliği ifade etmektedir. O, bu sözleri doğum sancısı nedeniyle değil, çocuğu halkından nasıl gizleyeceği düşüncesinin verdiği üzüntüden sarfetmiştir. Meleğin “Üzülme” demesi onun bu sözleri neden sarfettiğini açıklamaktadır. Evli bir kadın ilk çocuğunu doğururken sancıdan kıvranır, fakat hiçbir zaman üzgün ve hüzünlü olmaz.
25 Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.”
26 Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman (olan Allah)a oruç adadım, bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.” 18
27 Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: “Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın.”
28 “Ey Harun’un kız kardeşi,19 senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın-utanmaz (bir kadın) değildi.”19/a
29 Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: “Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?”20
30 (İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.”
31 “Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekâtı vasiyet (emr) etti.”
AÇIKLAMA
18. Yani, “Senin çocukla ilgili bir şey söylemen gerekmez, bu eleştirilere cevap verme sorumluluğu bize aittir.” Bu da Meryem’in ne kadar üzgün olduğunu ifade etmektedir. Eğer o evli olsa ve herhangi bir kadın gibi ilk bebeğini doğuruyor olsaydı, Yahudiler arasında yaygın bir gelenek olmasına rağmen ona “susma orucu” tavsiye edilmesine bir gerek olmazdı.
19. “Harun’un kızkardeşi” sözleri, ya Meryem’in Harun adında bir erkek kardeşi olduğunu ya da onun Harun ailesine mensup olduğunu ifade eder. Birinci anlam Peygamber’in (s.a) bir hadisiyle desteklenmektedir. İkincisi de makuldür. Çünkü Arapça gramer bunu desteklemektedir. Biz ikinci anlamı daha makul buluyoruz, çünkü söz konusu hadisin sözleri mutlaka onun Harun adında bir kardeşi olduğu anlamına gelmeyebilir. Müslim, Nesei, Tirmizi… vb’de yer alan hadis şöyledir: “Necran Hıristiyanları, Kur’an’ın Meryem’i Harun’un kardeşi kabul ederek büyük bir yanlışlık yaptığını söyleyip bu soruyu Muğire b. Şube’ye yönelttiklerinde, Muğire yeterli bir cevap veremedi. Çünkü Harun (a.s) yüzyıllarca önce yaşamıştı. Muğire bu soruyu Hz. Peygamber’e (s.a) yönelttiğinde Allah Rasûlü (s.a) şu cevabı verdi: “İsrailoğulları’nın çocuklarına peygamberlerinin ve diğer salih insanların isimlerini verdiklerini neden söylemedin?” Yani onlara böylece cevap verebilirdin.” (bkz. Al-i İmran an: 32)
19/a. İsa’nın (a.s) mucizevi doğumunu inkâr edenler. Meryem çocukla geldiğinde kavminin tümünün yanına gelip onu lanetlemelerini ve suçlamalarını nasıl açıklayabilirler?
20. Kur’an’ı yanlış yorumlayanlar bu ayeti şöyle tercüme ediyorlar: “Biz daha dünkü çocukla (çok genç) nasıl konuşuruz?” Daha sonra bu sözleri, yıllar sonra İsa (a.s) gelişmiş bir genç olduğunda kavminin yaşlılarının onu genç bularak küçümsedikleri zaman söylediklerini savunurlar. Fakat bütün temayı gözönünde bulunduran bir kimse, bu yorumun yanlış olduğunu ve sadece mucizeyi inkâr etmek için öne sürüldüğünü anlayacaktır. Gerçek şu ki, bu diyalog çocuk büyüdüğünde değil, Meryem bakire olduğu halde çocuğuyla kavminin yanına geldiğinde meydana gelmiştir. Al-i İmran Suresi, 46. ayet ve Maide Suresi, 110. ayette İsa’nın (a.s) bu sözleri beşikte iken söylediğini desteklemektedir. Birinci ayet melek Meryem’e bir oğul müjdelerken şöyle der: “Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır.” Diğer ayette Allah, İsa’ya (a.s) şöyle der: “… Sen beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun.”
32 “Anneme itaati de.20/a Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı.”
33 “Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.”21
34 İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri “Hak Söz”.
35 Allah’ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: “Ol” der, o da hemen oluverir.22
36 Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin. Dosdoğru yol budur.23
37 İçlerinden (birtakım) gruplar ayrılığa düştüler.24 Artık büyük bir günü görmekten dolayı, vay küfre sapanlara.
38 Bize gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler. Ama bugün o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler.
39 İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar.
AÇIKLAMA
20/a. Burada kullanılan sözler “Ebeveynime hürmetkâr” değil, “Anneme hürmetkâr”dır. Bu da Hz. İsa’nın babasız olduğunun bir delilidir. Bu nedenle onun adı Kur’an’ın her yerinde Meryem oğlu İsa olarak geçer.
21. Beşikteki bu konuşma 21. ayette meleğin değindiği ayettir. “Allah, sürekli günah işleyen ve kötü amellere devam eden İsrailoğulları’nı cezalandırmayı dilediği için, Harun ailesinden, Hz. Zekeriyya’nın velayeti altında mabette kendisini ibadete adayan bakire bir kızı çocuk sahibi kıldı ve o kız, bu olağanüstü olay nedeniyle binlerce insanın biraraya toplanması için çocuğu kavmine getirdi. Daha sonra Allah, beşikteki çocuğu konuşturdu ve o, bir peygamber olduğunu söyledi. İsrailoğulları bu olağanüstü olayı Allah’ın bu ayetini (mucize) görmelerine rağmen Hz. İsa’nın (a.s) peygamberliğini inkar ettiler ve onu çarmıha germek için saraya götürdüler. Böylece Allah’ın gazabını hak etmiş oldular. (Ayrıntılar için bkz. Âl-i İmran, an: 44 ve 53; Nisa, an: 212- 213, Enbiya an: 88-89 Müminun an: 43)
22. 1-35 “ayetlerde İsa’nın (a.s) Allah’ın oğlu olduğu doktrininin” tamamen yanlış olduğu gösterilmiştir. Yahya’nın (a.s) mucizevi doğumu nasıl onu “Allah’ın oğlu” kılmıyorsa, Hz. İsa’nın (a.s) mucizevi doğumu da onu “Allah’ın oğlu” yapmaz. Çünkü doğumların her ikisi de aynı tür bir mucize sonucuydu. Nitekim Luka İncilinde her iki doğum olayı da aynı çerçeve içinde ele alınmıştır. Bu nedenle Hıristiyanların bu ikisinden birini Allah’ın kulu, diğerini ise Allah’ın oğlu kabul etmeleri tamamen tahriftir.
23. İsa’nın (a.s) yaptığı bu açıklamaya, Hıristiyanlara, Hz. İsa’nın da diğer peygamberler gibi tevhidi tebliğ ettiğini bildirmek üzere değinilmiştir. Şirk’i ise Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia ederek icat etmişlerdi. (Bkz. Al-i İmran, an: 68, Maide, an: 100-101 ve 130, Zuhruf an: 57-58)
24. Yani Hıristiyan mezhebleri.
40 Şüphe yok, yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız ve onlar bize döndürülecekler.25
41 Kitap’ta İbrahim’i de zikret.26 Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir peygamberdi.
42 Hani babasına demişti: “Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?”
43 “Babacığım, gerçek şu ki, sana gelmeyen bir ilim geldi bana. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım.”
44 “Babacığım, şeytana kulluk etme,27 kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır.”
45 “Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkmaktayım, o zaman şeytanın velisi olursun.”
46 (Babası) Demişti ki: “İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre de benden uzaklaş, (bir yerlere) git.”
47 (İbrahim:) “Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim,27/a çünkü, O bana pek lütufkârdır” dedi.
AÇIKLAMA
25. Necaşi’nin ve saray adamlarının önünde okunan bölüm burada sona ermektedir. Surenin girişinde bu olayın arka-planını sunmuştuk. Necaşi’nin karşısında bu ayetlerin okunması olayının önemini kavrayabilmek için aşağıdaki noktaları gözönünde bulundurmalıyız.
a) Bu bölüm müslümanların, Hz. İsa hakkındaki İslâmî inancı Hıristiyanlara tebliğ edebilmeleri için Habeşistan’a hicretten hemen önce nazil olmuştur. Bu müslümanların hangi şartlar altında olursa olsun, gerçeği gizlememesi gerektiğini göstermektedir.
b) Bu olay, Habeşistan’a giden müslüman muhacirlerin mükemmel ahlâkî cesaretini de sergilemektedir. Ki onlar saray adamlarının aldıkları rüşvetten sonra onları düşmanlarına teslim edecekleri o kritik anda bile, bu pasajı okumuşlardır. Onlar, İslâm’ın Hıristiyanlığın temel inançları konusundaki bu apaçık eleştirisinin Kral’ı aleyhlerine çevirme ve bu nedenle Kral’ın kendilerini Kureyşlilere teslim etmesi tehlikesi ile karşı karşıya idiler. Fakat buna rağmen onlar Kral’ın önünde hiç tereddüt etmeden bütün gerçeği gözler önüne sermişlerdi.
26. Buradan itibaren hitap aynen İbrahim’in (a.s) babası ve kardeşleri tarafından vatanından sürülmesi gibi, yakın akrabalarını, Mekkelilerin, vatanlarından hicrete zorladığı Hz. Muhammed’edir. Hz. İbrahim’in (a.s) kıssası bu amaçla seçilmiştir, çünkü Kureyşliler onu dini liderleri olarak kabul ediyor ve onun soyundan gelmekle iftihar ediyorlardı.
27. Arapça metnin “şeytana tapma” anlamında olduğuna dikkat edilmelidir. Gerçi Hz. İbrahim’in babası ve diğer insanlar putlara taptıkları gibi veya o anlamda şeytana tapmıyorlardı, fakat onlar şeytana uyup ona itaat ettikleri için Hz. İbrahim (a.s) onları şeytana tapmakla suçlamıştır. Bu nedenle eğer bir kimse şeytana uyar ve ona itaat ederse, gerçekte ona tapmış olur. Çünkü şeytan insanların tapınma nesnesi olarak kabul ettikleri varlık değildir. Hatta insanların çoğu hem şeytanı lanetlerler, hem de aynı zamanda ona taparlar. (Ayrıntılar için bkz. Kehf Suresi, an: 49-50)
27/a. Açıklama için bkz. Tevbe an: 112.
48 “Sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım.”
49 Böylelikle, onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak’ı ve (oğlu) Yakub’u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
50 Onlara rahmetimizden armağan(lar) bağışladık ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.28
51 Kitap’ta Musa’yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş29 ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi.30
52 Ona, Tur’un sağ yanından31 seslendik ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yakınlaştırdık.32
53 Ona rahmetimizden kardeşi Harun’u da bir peygaber olarak armağan ettik.
54 Kitap’ta İsmail’i de zikret. Çünkü o, va’dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi.
55 Halkına, namazı ve zekâtı emrediyordu ve o, Rabbi katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı.
AÇIKLAMA
28. Bu, yurtlarından göç etmek zorunda kalan muhacirlere teselli niteliğindedir. Onlara Hz. İbrahim’in (a.s) hicret ettikten sonra hayırla yadedilme lütfuna mazhar olması gibi kendilerinin de hayırla yadedilme nimetine erecekleri müjdelenmektedir. Fakat kafirler bunu tasavvur bile edememektedirler.
29. Kullanılan kelime “temiz” anlamına gelen muhlis’tir. Başka bir deyişle Allah, Musa’yı (a.s) peygamberlik görevi için özellikle seçmiştir.
30. Rasûl sözlükte “gönderilen kimse” anlamına gelir. O halde elçi, sefir, temsilci, ulak için kullanılabilir. Kur’an bu kelimeyi Allah’ın özel bir görevle gönderdiği melekler ve Allah’ın davetini insanlara tebliğ eden insanlar için kullanır.
Nebi ise sözlükte haber getiren, derecesi yüksek veya yol gösteren kimse anlamına gelir. Bu isim her üç anlamıyla da tüm peygamberler için kullanılır. O halde Musa (a.s) Rasûl (gönderilmiş) bir Nebi idi, çünkü O, Allah’dan haberler veren ve insanlara doğru yolu gösteren derecesi yüksek bir Rasûldü.
Kur’an bu iki ismi kesin bir şekilde birbirinden ayırmaz, çünkü bir kimse için bir yerde Rasûl der, başka bir yerde aynı kişi için Nebi’yi kullanır. Bazen de her iki ismi bir kişi için kullanır. Bununla birlikte bazı yerlerde her isim sanki aralarında teknik bir anlam farkı varmış gibi kullanılmıştır; fakat yine de bu fark açıkça ortaya konmamıştır. “Senden önce hiçbir rasûl nebi göndermemiştik ki…” (Hac: 52) Fakat şu bir gerçek ki, her Rasûl bir Nebi’dir, ama her Nebi bir Rasûl olmayabilir. Hem Rasûl’ün yapması gereken daha önemli ve daha özel bir görevi vardır. Bu görüş Hz. Peygamber’in (s.a) İmam-ı Ahmed’in Ebu İmame’den ve Hakim’in Hz. Ebu Zer’den rivayet ettiği bir hadisi ile desteklenmektedir. “Peygamber’e (s.a) yeryüzüne kaç “Rasûl” ve kaç “Nebi” gönderildiği sorulduğunda, Rasullerin 313 veya 315, nebilerin ise 124.000 olduğunu söylemiştir.
31. “Tur’un sağ tarafından” demek dağın doğu tarafından demektir. Musa (a.s) Medyen’den Mısır’a giderken Tur’un güneyinden geçtiği için Musa dağa yüzünü döndüğünde, dağın doğusu sağında, batısı ise solunda kalıyordu. Yoksa bir dağın tek başına sağı ve solu olamaz.
32. Bkz. Nisa an: 206.
56 Kitap’ta İdris’i de zikret.33 Çünkü o, doğru olan bir peygamberdi.
57 Biz onu yüce bir mekân (makam)a yükseltmiştik.34
58 İşte bunlar; kendilerine Allah’ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem’in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan kuşakların)dan, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah’)ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanıverirler.
59 Sonra onların arkasından öyle kuşaklar türedi ki, namaz (kılma duyarlığın)ı kaybettiler35 ve şehvetlerine kapılıp-uydular.36 Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.
60 Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar.
AÇIKLAMA
33. Hz. İdris Peygamberin kim olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı müfessirler onun İsrailoğulları’nın peygamberlerinden biri olduğu görüşündedirler. Fakat çoğunluk onun Nuh’dan (a.s) önceki peygamberlerden olduğunu söyler. Onun kimliğini belirlememize yardımcı olacak sahih hadis de yoktur. Fakat bir sonraki ayet (58), onun Hz. Nuh’dan önce gönderilen peygamberlerden olduğunu destekler. Çünkü adı geçen tüm peygamberlerden sadece ona “Adem’in zürriyetinden” denilebilir.
Müfessirler Hz. İdris’in Eski Ahid’de adı geçen Hanok olduğu görüşündedirler: “Hanok 65 yaşında iken Metuşelah’a baba oldu. Ve Hanok Metuşalah’dan sonra üç yüz yıl Allah’la birlikte yürüdü…. ve Hanok gözden kayboldu, çünkü Allah onu aldı.” (Tekvin 5: 21-24)
Talmut’da daha geniş ayrıntılar vardır, bunlar kısaca şöyledir: “Nuh’dan önce Ademoğulları bozulmaya başladılar. Allah’ın meleği insanlardan uzakta zahidçe bir hayat yaşayan Hanok’a seslendi ve şöyle dedi: “Ey Hanok kalk, inzivadan çık, insanların arasına katıl ve onlara takip etmeleri gereken doğru yolu, benimsemeleri gereken doğru davranışları öğret.’
“Bu ilahi emri aldıktan sonra Hanok inzivadan çıktı, insanları biraraya topladı ve onlara emredildiği şeyleri tebliğ etti. İnsanlar onu dinledi ve Allah’a ibadet etmeye başladılar. Hanok, halkı 353 yıl yönetti: O’nun yönetimi adalet ve hakka dayanıyordu. Bunun sonucunda Allah insanlara her tür nimeti bolca verdi.” (H. Plano: The Talmut Selections ‘Talmut’tan Seçmeler’ sh. 18-21).
34. Bunun açık anlamı Allah’ın İdris’i yüksek bir makama erdirmesidir, fakat İsrailoğulları’nın kaynaklarına göre, Allah İdris’i (Hanok) göğe yükseltmiştir. Kitab-ı Mukaddes: “Ve o gözden kayboldu, çünkü Allah onu kendine aldı” der. Fakat Talmut’ta onunla ilgili aşağıdaki sözlerle biten uzun bir hikaye vardır.
“Hanok bir araba ve ateşten atlarla, bir kasırga içinde göğe yükseldi.”
35. Buradan anlaşılıyor ki sapık bir topluluk namazı tamamen terk etmiştir veya onun edasında tamamen dikkatsiz ve aldırmaz olmuşlardır. Bu, sapık bir topluluğun işlediği ilk günahtır; çünkü bundan sonra onlarla Allah arasında başka bir bağ kalmaz. Bu nokta burada evrensel bir ilke şeklinde, yani eski peygamberlerin hepsinin ümmetlerinin ilkönce namazı bırakarak sapıtmaya başladıkları gerçeği ortaya konularak sunulmaktadır.
36. Bu Allah’la aradaki bağı koparmanın kaçınılmaz bir sonucu idi. Onlar gittikçe namazdan uzaklaşırken yavaş yavaş şehvetleri onlara hakim olmaya başladı. Bunun sonucu ahlâkî sapıklığın en aşağı derecelerine düştüler ve ilâhî emirler yerine kendi arzu ve şehvetlerine uymaya başladılar.
61 Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan37 vadetmiştir. Şüphe yok, O’nun va’di yerine gelecektir.
62 Onda selamın dışında ‘boşa harcanmış bir söz’ işitmezler.38 Sabah akşam, onların rızıkları orda (bulunmakta)dır.
63 O cennet; biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız.
64 Biz (elçiler,)39 ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan her şey O’nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.
65 Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerinin Rabbidir; şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol.40 Hiç O’nun adaşı olduğunu biliyor musun?41
66 İnsan demektedir ki: “Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?”
67 İnsan önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu?
AÇIKLAMA
37. Yani O’nun kulları tarafından henüz görülmemiş olan va’dedilen cennetler.
38. “Selam” kelimesi “hata ve kusurlardan uzak” anlamına gelir. Burada cennette insanın tadacağı en büyük zevkin orada hiçbir boş, ayıp ve kötü söz işitmemek olduğunu kastetmektedir. Tüm cennetlikler saf, temiz ve zarif insanlar olacaklar ve herkes yaratılıştan nazik ve sağduyu sahibi olacaktır. Herkes küfür, kötü söz, müstehcen şarkılar ve diğer çirkin seslerden emin ve selim olacaktır. İnsanın duyacağı herşey iyi anlamlı ve doğru olacaktır. Bu, ancak sağduyulu ve nazik bir duyarlılığa sahip bir kimsenin değerlendirebileceği gerçekten büyük bir lütuf ve nimettir. Çünkü sadece böyle bir kimse kokuşmuş bir toplum içinde yaşamanın korkunçluğunu hissedebilir ki böyle bir toplumda onun kulakları hiçbir zaman yalanlara, küfre, kötü sözlere, sapık ve ayıp konuşmalara karşı duyarlılığını yitirmez.
39. Bu paragrafta, bir konu bitip diğeri başlamadan araya sıkıştırılmış parantez içi bir konudur. Bundan anlaşılacağı üzere bu sure uzun bir aradan sonra nazil olmuştur. O dönemde Hz. Peygamber (s.a) ve ashabı çok zor günler geçiriyor ve kendilerine yol gösterip, teselli edecek bir vahiy gelmesini bekliyorlardı. Cebrail (a.s) bu vahyi meleklerle birlikte getirdiğinde, mesajın sadece çok acilen gerekli olan kısmını aktardı. Daha sonra devam etmeden önce, Allah’ın izni ile vahyin gecikmesinin nedenini onlara açıklamak, Allah tarafından teselli etmek ve sabır tavsiye etmek için, bu sözleri ekledi. Bu yoruma sadece vahyin sözlerinden yola çıkarak varılmamıştır. Böyle bir yorum, İbn-i Cerir, İbn-i Kesir ve Ruhu’l-Meani yazarının bu konuyla ilgili tefsirlerinde naklettikleri hadislerde de desteklenmektedir.
40. Yani, “Siz sadece hizmet yolunu sımsıkı takip etmek ve tüm engel ve zorluklara sabırla göğüs germekle kalmamalı, aynı zamanda vahy’de ve yardımda bir gecikme olduğunda da sabırsızlık göstermemelisiniz. Onun itaatkar bir kulu olarak onun yolunda hizmet etmeli ve sana bir kul ve bir Rasul olarak verilen emanet, görev ve sorumlulukları sebatla yerine getirmelisin.”
41. Semîy kelimesi sözlükte “adaş” anlamına gelir. Burada ise şu anlama gelir: “Allah tek Mabud’dur. Ondan başka bir ilâh biliyor musunuz? Eğer O’ndan başka ilâh yoksa ve siz olmadığını biliyorsanız, o halde O’na ibadet edip O’nun emirlerine itaat etmekten başka seçeneğiniz yok.”
68 Andolsun Rabbine, biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz,42 sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız.
69 Sonra, her bir gruptan Rahman (olan Allah)a karşı azgınlık göstermek bakımından en şiddetli olanını ayıracağız.43
70 Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi bilmekteyiz.
71 Sizden ona girmeyecek hiç kimse yoktur.44 Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır.
72 Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulme sapanları diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz.
73 Onlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda, o küfre sapanlar, iman edenlere derler ki: “İki gruptan hangisi, makam bakımından daha iyi, topluluk bakımından daha güzeldir?”45
74 Onlardan önce nice insan-kuşaklarını yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler.
75 De ki: “Kim sapıklık içindeyse, Rahman (olan Allah), ona süre tanıdıkça tanır; kendilerine va’dedileni -ya azabı veya kıyamet-saatini- gördükleri zaman artık kimin yeri (makam, mevki) daha kötü, kimin askeri-gücü daha zayıfmış, öğreneceklerdir.
AÇIKLAMA
42. “Şeytanlar”, günahkar insanların, Allah’ın huzuruna çıkıp yaptıklarından hesaba çekilecekleri bir Ahiret Günü olmadığını söyleyerek sadece bu dünya hayatını yaşamaya ikna eden önderlerdir.
43. Her isyankar topluluğun önderi.
44. Bazı hadislere göre “oraya (cehenneme) uğramak”, “cehenneme girmek” anlamındadır. Fakat bu hadislerden hiçbiri sahih değildir. Öyle olsa bu yorum, gerçek müminlerin hiçbir şekilde cehenneme girmeyeceklerini açıkça ifade eden bir çok sahih hadise ve Kur’an’ın kendisine ters düşerdi. Sözlük anlamı olarak da vurûd (bir şeye arzedilmek, uğramak) duhul (girmek) ile eş anlamlı değildir. O halde doğru ifade şu olacaktır. Her insan cehenneme sunulacak, fakat bir sonra ki ayette de açıklandığı gibi dindar, salih insanlar kurtulacak, zalimler orada yüzüstü bırakılacaklardır.
45. Apaçık ayetlerin okunmasına karşılık, kafirler onların sunduğu mesaja inanacakları yerde müminlere, kendilerinin haklı ve doğru olduklarını göstermek için şöyle sorular yönelttiler: “Kimin daha güzel ve büyük evleri var? Kimin hayat standartları daha yüksek? Kimin daha muhteşem ve şâşaalı meclisleri var? Eğer siz mahrum olduğunuz halde bütün bunlara biz sahip isek, o zaman kendiniz için, çok mutlu bir dünya hayatı yaşayan bizler mi, yoksa fakir ve zavallı bir hayat yaşayan sizler mi doğru yoldasınız. Buna karar verin. (Bkz. Kehf an: 37-38)
76 Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır.46 Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır.
77 Ayetlerimizi inkâr edip, bana: “Elbette mal ve çocuklar verilecektir” diyeni gördün mü?47
78 O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah)ın katında(n) bir ahid mi aldı?
79 Asla; demekte olduğunu yazacağız ve onun için azabta(n)48 da süre tanıdıkça tanıyacağız.
80 Onun söylemekte olduğuna biz mirasçı olacağız; o bize, ‘yapayalnız tek başına’ gelecektir.
81 Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah’tan başka ilahlar edindiler.49
82 Hayır; (o yalancı ilahlar) onların tapınışlarını inkâr edecekler50 ve onlara karşı çelişkiye düşecekler.
83 Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
84 Onlara karşı acele davranma; biz onlar için ancak saydıkça saymaktayız.51
85 Takva sahiplerini bir heyet halinde Rahman (olan Allah’ın huzuran)a toplayacağımız gün,
86 Suçlu-günahkârları da, susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.
AÇIKLAMA
46. Yani “Her fırsatta Allah onları doğru kararlar vermeye yöneltir, onların doğru yolu benimsemelerine yardımcı olur ve onları kötülüklerden ve yanlış işlerden korur. Bu nedenle onlar doğru yolda sürekli ilerleme kaydederler.”
47. Kibirlenen adam belli bir kimse değil, fakat Mekke’li müşriklerin tipik bir lideridir. Onlardan herbiri şöyle iddia ediyordu: “Siz beni ne kadar hatalı ve sapık bir insan diye niteleseniz ve ilâhî azabla tehdit etseniz de, gerçek şu ki bugün ben sizden daha zenginim ve gelecekte de ben nimetlere garkolmaya devam edeceğim. Mallarıma, servetime, zenginliğime ve benim oğullarıma bakın ve ondan sonra Allah’ın azabının bunun neresinde olduğunu söyleyin.”
48. Yani bu kibirli sözleri de onun günahları hesabına yazılacak ve o bu gurur dolu iddiasının cezasını çekecektir.
49. “” (İzzet’ten türemiş) kelimesi, hiç kimsenin zarar veremeyeceği güçlü ve kuvvetli bir kimse demektir. Burada ise bir kimsenin hiçbir düşmanının kendisi hakkında kötü bir niyet bile beslemeye cesaret edemeyeceği kadar güçlü bir destekçi ve yardımcıya sahip olması anlamına gelir.
50. Yani onlar şöyle diyeceklerdir: “Biz onlardan bize tapmalarını istemedik, bu akılsız topluluğun bize taptığından haberimiz de yoktu.”
51. Yani, “Onların işkencelerine bir müddet daha sabret, onların cezalandırma zamanı yaklaşıyor. Çünkü biz onlara belirli bir zaman, mühlet verdik ve bu sürenin bitmesine izin verdik.”
87 Rahmanın katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik olamayacaklardır.52
88 “Rahman çocuk edinmiştir” dediler.
89 Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz.
90 Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp-göçüverecekti.
91 Rahman adına çocuk öne sürdüklerinde (ötürü bunlar olacaktı)
92 Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz.
93 Göklerde ve yerde olan (herkesin her şeyin) tümü. Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir.
94 Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak da saymış bulunmaktadır.
95 Ve onların hepsi, kıyamet günü O’na, ‘yapayalnız tek başlarına’ geleceklerdir.
96 İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.53
97 Biz bunu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için.
98 Biz, onlardan önce nice insan-kuşaklarını yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiç birini hissediyor ya da onların fısıltılarını duyuyor musun?
AÇIKLAMA
52. Bu iki noktayı ifade etmektedir 1) Şefaat ancak onun için Rahman’dan izin alabilen, yani dünyada iken Allah’a inanan ve onun bağışlamasına layık bir hale gelen kimse için geçerli olacaktır, yani sadece böyle bir kimse için şefaat edilecektir. 2) Sadece Rahman’ın izin verdiği bir kimse başkaları için şefaat edebilecektir, kişilerin hiçbir sebeb olmaksızın şefaatçı kabul ettikleri kimseler değil.
53. Burada Mekke sokaklarında işkence gören salih insanlar teselli edilmektedir. Onlara, salih amelleri ve iyi davranışları nedeniyle insanların kendilerine saygı ve hürmet gösterecekleri zamanın yaklaştığı söylenmektedir. Kalbleri onlara yöneltilecek ve bütün dünya onları saygıyla anacaktır. Ve bu evrensel ilkeye göre vuku bulacaktır. Günahkar, kibirli, kendini beğenmiş olanlar ve insanları bâtılla ve iki yüzlülükle yönetmeye çalışanlar hiçbir zaman kalbleri, gönülleri esir edemiyeceklerdir. Diğer taraftan insanları doğrulukla, samimiyetle ve iyi amellerle doğru yola çağıranlar, ilk başlarda onursuz insanların düşmanlığı ve ilgisizliği ile karşılaşsalar da en sonunda onların kalblerini kazanmayı başaracaklardır.