NECM SÛRESİ; 62 ayettir. Mekkede takriben risaletin 5. yılında inmiştir. Sûre adını, birinci ayetinde geçip yıldız anlamına gelen Necm kelimesinden almıştır. Kur’anın vahiy eseri olup, Hz. Peygamberin miracına, onun en yüce mertebelere yükseldiğine, şirkin saçmalığına ve hakikatin galip geleceğine işaret eder. Secde ayeti ihtiva eden sûrelerden ilk nazil olan sûredir.
Bismillahirrahmanirrahim
1 – Kayan Yıldıza yemin olsun ki. Ayette geçen “hevâ”: düşmek, kaymak, inmek, çıkmak manalarına gelebilirse de, burada inmek anlamı tercih edilmelidir. Çünkü yıldız kavramı ile, Hz. Peygambere inen melek veya Kur’an-ı Kerim arasında güçlü bir ilgi kurulmuştur. Bu Meleğin veya Kur’anın, yıldız gibi parlak ve ışık verici olduğu anlatılmak istenmiştir. Zira necm’in anlamlarından biri, “Kur’an vahyinden bir seferde inen bölüm” dür.
2 – Arkadaşınız Muhammed yanılmadı, sapmadı, aldanmadı.
3 – O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor.
4 – O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir. “O” zamirinden maksad, birçok müfessire göre Kur’an’dır. Hz. Peygamber (a.s) ın İslam tebliği, Kur’anı açıklama niteliği taşıyan sözlerinin hepsi vahiy kaynaklıdır.
5 – Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi Melek, Cebrail öğretti. [81,19-21]
6-7 – Melek kendi aslî sûretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi.
8-9 – Sonra o yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı.
10 – O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti.
11 – Gözlerinin gördüğünü kalbi yalan saymadı.
12 – Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle münakaşa mı ediyorsunuz?
13-14 – Onun bir başka inişini Sidretu’l-Müntehanın yanında görmüştü. Hz. Peygamber’in Cibril’i ikinci defa görmesine işaret. Bu seferinde onu asli sûretindeki azametiyle görmüştü. Sidretu’l-Münteha, Hz. Peygamber’e miraç gecesinde gösterilen, hilkatin aldığı son şekli gösteren, emir âleminin sonundaki “şeceretu’l-kevn” yani yaratılış, kâinat ağacıdır. Başka izahlar arasında, en kuvvetlisi bu görünüyor.
15 – Me’va cenneti de onun yanındadır.
16 – O dem ki Sidreyi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu…
17 – Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Hz. Peygamber (a.s) Rabbine o kadar yönelmişti ki gök melekûtunda temaşa ettiği sayısız güzellikler onu meşgul etmedi.
18 – Vallahi gördü, hem de Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü. [20,23]
19-20 – Şimdi baksanıza şu Lât’a, Uzza’ya. Ve bir de şu geride olan üçüncüleri Menat’a. Lât Taif’de; Uzza Mekke ile Taif arasında Hurad’da bulunup Kureyş kabilesi, Menat ise Mekke ile Medine arasında Kudeyd’de bulunup Evs, Hazrec kabileleri tarafından tazim edilirdi.
21 – Erkek evlatlar size, kızlar Ona olsun, öyle mi?
22 – O zaman bu insafsız bir taksim olmaz mı?
23 – Aslında bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu, kuru isimlerden, boş lafızlardan başka bir şey değildir. Allah onların tanrılıklarına delil olabilecek hiçbir şey indirmemiştir. Onlar sadece zanlarına ve nefislerinin heva-yı heveslerine uyarlar. Halbuki onlara Rableri tarafından uyacakları mükemmel Rehber çoktan gelmiş bulunuyor.
24 – Ne o, insanoğlu kurduğu her hülyaya, içinden geçen herşeye nail olur mu sanıyor? [4,123]
25 – Hayır, öyle değil! Ahiret hayatı da, dünya hayatı da Allahın elindedir, kime ve neyi vereceğini, Kendisi takdir eder.
26 – Nitekim göklerde nice melaike var ki, Allahın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında geçerli olması için izin çıkmadıkça, onların şefaatleri asla fayda vermez. [2,255; 34,23]
mevcut kutsal kitaplarda bahis yoktur. 38. ayetten şu kaide çıkar: Herkes kendi yaptık-larından sorumludur. Hiç kimse bir başkasının cezasını çekmeyi kabullenemez. 39. ayetten çıkan bazı kaideler: a-Her kişi, çalışmasının karşılığını görecektir. b-Hiç kimse yapmadığı işin karşılığını alamaz. Bazıları bu ayetleri anlamada aşırılığa saparak hata etmişlerdir. Başkasına bedel hac, sevap bağışlama, başkası için dua etmenin faydasız olduğunu iddia bu kabildendir. Ehl-i Sünnet başkası için duanın fayda vereceğinde ittifak etmiş olup, sevap bağışlama, vekâletle yapılan işin sevabı hususunda da prensipte mutabık olup ayrın-tılarda farklıdırlar. Mesela: İmam Malik ile Şâfiîye göre mali ibadetlerin (sadaka gibi) keza mali-bedeni ibadetlerin sevabı bağışlanabilir, ancak bedeni ibadetlerin (namaz, Kur’an kıraatı) sevabı başkasına bağışlanamaz. Hanefilere göre mezkûr her çeşit amelin sevabı başka bir mümine bağışlanabilir. Buna dair birçok hadis vardır. Allah, rûhuna bağışlanan kişiyi bu amellerden faydalandırdığı gibi, bu fazileti gösteren, bağışlayana da mükafat verir.
27 – Evet, ahirete inanmayanlardır ki melaikeyi Allahın kızları iddia ederek onlara kız isimleri takarlar. [43,19]
28 – Onların buna dair hiç bir bilgileri yoktur. Sadece ve sadece zanna tabi oluyorlar. Oysa zan, hakikat karşısında ne ifade eder ki!
29 – O halde Bizi anmaktan, bu Yüce Kitabımızı dinlemekten uzak duran ve dünya zevkinden başka bir şey istemeyen kimseleri sen de bir tarafa bırak!
30 – Onların bilgi seviyesi ancak bu kadardır; bildikleri bilecekleri budur. Senin Rabbin, kimin yolundan saptığını, kimin doğru yolda yürüdüğünü pek iyi bilir.
31 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hep Allahındır. Böyle olduğu için, sapanı ve doğru yolda olanı pek iyi bildiği, yaptıklarını kaydettiği içindir ki, kötülük işleyenleri, yaptıklarının karşılığı ile cezalandı-rarak, iyi hareket edenlere de en güzel mükâfatı verecektir. [53,32; 4,31]
32 – O iyiler, ufak kusur ve günahlardan olmasa da, büyük günahlardan, aşikâr hayasızlıklardan kaçınırlar. Senin Rabbinin mağfireti boldur. O sizi topraktan yaratırken ve siz annelerinizin karınlarında döl halinde iken mayanızın ne olduğunu gayet iyi bilir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın, övünüp durmayın. Çünkü kimin Allahı daha çok sayıp Ona karşı gelmekten sakındığını O pek iyi bilmektedir. [39,53; 4,39] Kur’an ve Sünnette kesin olarak haram kılınan, haklarında had cezası bildirilen veya ahirette azap sebebi sayılan günahlar büyük, diğerleri küçük günahlardır. Küçük günahların affedilmesi, onların günah sayılmamasından değil, Allahın rahmetinin genişliğindendir.
33 – Şimdi iyice dikkat edin şu sırtını çevirip uzaklaşana [75,31-32]
34 – Azıcık verip de sonra cimrilik ederek vermeyene.
35 – Gaybların bilgisi onun yanındadır da onları kendisi mi görüyor?
36-44 – Yoksa o Musa’nın sahifelerinde, ve o çok vefalı İbrahim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak Rabbinin huzuru olacaktır. Odur güldüren ve ağlatan; Odur öldüren ve yaşatan. [2,124; 16,123; 35,18; 36,12; 9,105] Hz. İbrahim (a.s) ın “sahifelerin”den, Kur’an dışında mevcut kutsal kitaplarda bahis yoktur. 38. ayetten şu kaide çıkar: Herkes kendi yaptık-larından sorumludur. Hiç kimse bir başkasının cezasını çekmeyi kabullenemez. 39. ayetten çıkan bazı kaideler: a-Her kişi, çalışmasının karşılığını görecektir. b-Hiç kimse yapmadığı işin karşılığını alamaz. Bazıları bu ayetleri anlamada aşırılığa saparak hata etmişlerdir. Başkasına bedel hac, sevap bağışlama, başkası için dua etmenin faydasız olduğunu iddia bu kabildendir. Ehl-i Sünnet başkası için duanın fayda vereceğinde ittifak etmiş olup, sevap bağışlama, vekâletle yapılan işin sevabı hususunda da prensipte mutabık olup ayrın-tılarda farklıdırlar. Mesela: İmam Malik ile Şâfiîye göre mali ibadetlerin (sadaka gibi) keza mali-bedeni ibadetlerin sevabı bağışlanabilir, ancak bedeni ibadetlerin (namaz, Kur’an kıraatı) sevabı başkasına bağışlanamaz. Hanefilere göre mezkûr her çeşit amelin sevabı başka bir mümine bağışlanabilir. Buna dair birçok hadis vardır. Allah, rûhuna bağışlanan kişiyi bu amellerden faydalandırdığı gibi, bu fazileti gösteren, bağışlayana da mükafat verir.
45-54 – Rahime atılan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten sonra diriltme, tekrar yaratma Ona aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de Ona aittir. Müşriklerin taptığı Şi’râ yıldızının Rabbi de Odur. Önceki Âd halkını yok eden de Odur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da Odur. Daha önce Nuh halkını yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar. Altı üstüne getirilen Lût halkının şehirlerini yerle bir etti. Onları ne azaplar, ne musîbetler, neler kapladı neler! [86,6-7; 69,6-7; 26,73] Şi’râ, gökte en parlak görünen yıldızdır. Güneşten 23 kat daha parlak olup ışığı dünyaya 8 yılda ulaşır. Cahiliye döneminde bir kısım araplar, yıldızların insanların hayatında etkili olduğuna inanır ve Şi’râ’ya taparlardı. Bilhassa Huzaa kabilesi ona tapmasıyla meşhurdur.
55 – Artık, ey insan, şimdi Rabbinin hangi nimetinde şüphe edersin? “Yukarıdan beri sıralanan şeyler arasında, nimetlerinin yanı sıra nikmetler, cezalar da vardır, bunlarda şükür ciheti var mıdır?” sorusuna şöyle cevap verilebilir: “Bunlar, işkence edilen müminlerin hakkını alma kabilinden olduğundan, müminler için şükre vesiledir. Diğer taraftan bu felaketler, insanların ibret alıp kötülüklerden vazgeçmelerine, birtakım bozuklukları düzeltmelerine de vesile olmaları itibariyle nimet sayılırlar.
56-58 – İşte bu Peygamber de, önceki rehberlerden ve uyaranlardan biridir. O yaklaşan (kıyamet) yaklaştı. O gelmeden, ne zaman olacağını bildirecek, geldiğinde de onu kaldıracak Allahtan başka kimse yoktur. [46,9]
59-62 – Şimdi siz ey Mekkeliler, bu söze mi şaşırıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık Allaha secde ve ibadet ediniz. Bu ayeti okuyanın veya dinleyenin tilavet secdesi yapması vaciptir.