FETİH SÛRESİ; Medine döneminde nazil olmuştur. 29 ayettir. Adını, bu sûre-i şerifede bahsedilen ağırlıklı konulardan birinden almıştır. Bu konu, hicrî 6. yılı Zilkade ayında yapılan Hudeybiye antlaşmasıdır. Allah Teala bu antlaşmayı, birinci ayette “Fethen mubina” (aşikâr zafer) olarak nitelendirmiştir. Bu sûre hicrî 6. yılda nazil olmuştur. Sûrenin ikinci kısmı münâfıkların davranışlarını, üçüncü kısmı müslümanlara vâdedilen zaferleri, son kısmı ise örnek İslam cemaatinin başlıca vasıflarını ele alır.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik. Bu fetih, Hudeybiye antlaşmasıdır. Müslümanların bir kısmı bunun zafer olacağı konusunu iyi anlayamadıkları için Hz. Peygambere: “Ya Resûlallah bu zafer midir?” diye sorunca, O yemin ederek zafer olduğunu bildirmişti. Fakat uzun zaman geçmeden, bu konuda kimsenin tereddüdü kalmadı. Abdullah İbn Mes’ud gibi bazı ashabdan, şu söz nakledilmiştir: “Halk Mekkenin fethine zafer diyor, halbuki biz asıl zafer olarak Hudeybiye antlaşmasını kabul ediyoruz.” (Buhari). Tabiin imamlarından Zührî der ki: “İslam tarihinde Hudeybiye zaferinden önceki hiçbir fetih, onun kadar büyük değildir. (…) Bundan sonraki iki yıl içinde İslama girenlerin sayısı, o zamana kadar (19 yıl boyunca) müslüman olanlarınkine ulaştı, hatta onu da geçti.” (Buhari Şerhi, Fethu’l-Barî; İbn Hişam)
2 – Bu da Allahın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, Sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidayet etmesi.
3 – Ve sana şanlı ve şerefli bir zafer vermesi içindir.
4 – İmandaki yakinlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalblerine sekîne indiren Odur. Göklerin ve yerin orduları Allahındır. Allah her şeyi hakkiyle bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Hz. Peygamber (a.s) Mekkeye çıkarken ashab korkabilirlerdi. Nitekim münafıklar ölüme gitme diye düşünmüşlerdi. Yahut antlaşmadan hemen sonra Ebû Cendel gibi bir müslümanın müşriklere teslim edildiği sırada kendilerini tutamayabilirlerdi. Antlaşmayı haz-medemeyip itaatsizlik gösterebilirlerdi. Fakat Allah’ın o müminlerin gönüllerine indirdiği sükûnet sayesinde bağırlarına taş basıp itaatsizlikten geri durdular, imtihanı kazandılar, tehlikeli yolculukları zafere dönüştü.
5 – Bu da, Allahın mümin erkekleri ve mümin kadınları içinde ebedi kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi, onların günahlarını bağışlaması içindir. Bu, Allah katında büyük bir nailiyettir, büyük bir başarıdır. [3,185] Kur’anda genel ifadeler, kadınları da kapsamına alır. Fakat burada özellikle onların mükâfatları vurgulanmıştır. Zirâ onlar beylerini, çocuklarını, kardeşlerini o tehlikeli seferden engellemek şöyle dursun aksine teşvik etmişler, mallarını ve çocuklarını, emanetlerini koruma görevini üstlenmişlerdi.
6 – Öte yandan, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması içindir. Kötülük, onların başlarına dönsün! Allah, onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Ne kötü yerdir orası!
7 – Göklerin ve yerin orduları Allahındır. Allah hep Aziz ve Hakîmdir: Mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
8 – Muhakkak ki: Biz, seni bir şahid, bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ki
9 – Allaha ve Resûlüne iman edesiniz, ona destek olup saygı gösteresiniz ve Allahı da sabah akşam tesbih ve tenzih edesiniz.
10 – Sana biat edenler, gerçekte Allaha biat etmektedirler. Allahın eli, bütün hepsinin ellerinin üstün-dedir. Kim sözünden dönerse, kendi aleyhine olarak döneklik eder. Ama kim Allaha verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir. [4,80; 9,111] Hz. Peygamber (a.s) ın Mekke müşriklerine elçi olarak gönderdiği Hz. Osman (r.a) ın öldürüldüğü haberi gelince, Hz. Peygamber sefere katılan 1400 kadar sahabiden, ölünceye kadar savaştan kaçma-yacaklarına dair biat almıştı. Bu, “Bey’atu’r-rıdvan” adı ile tarihe geçmiştir.
11 – Hudeybiye seferine katılmayıp kaçak durumda geri kalan bedeviler sana gelip: “Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da ondan katılamadık. Ne olur bizim için Allahtan af dile” derler. Onlar aslında, dilleriyle kalblerinde olmayan şeyler söylerler. De ki: Şimdi hakkınızda Allah bir zarar veya fayda vermek isterse, kim Ona karşı koyup engelleyebilir? Hayır! İş sizin iddia ettiğiniz gibi değil. Allah herşeyden haberdar olduğu gibi sizin gazaya katılamayışınızın gerçek sebebinden de haberdardır. Umre çağrısına, iman etmelerine rağmen katılma-yan, Medine civarındaki Eslem, Cüheyne, Gifar, Eşca gibi kabileler olduğu rivayet edilmektedir.
12 – Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailele-rine artık geri dönemeyeceklerini düşündünüz. Bu hayal, gönüllerinizde allanıp pullandı ve yerleşti. Kötü zanlara düştünüz ve helâki haketmiş kimseler oldunuz.
13 – Kim Allaha ve Resûlüne inanmazsa bilsin ki Biz kâfirlere alevli ateşler hazırladık.
14 – Göklerin ve yerin hakimiyeti Allahındır. Dilediğini mağfiret eder, dilediğini cezalandırır. Allah Gafurdur, Rahimdir: Affı ve ihsanı boldur.
15 – Gazaya katılmayanlar, siz ganimetleri almak için gittiğinizde: “İzin verin, biz de size tabi olalım” derler. Böylece Allah’ın hükmünü değiştirmek isterler: De ki: “Siz bizimle gelemezsiniz, zira Allah Teala daha önce böyle buyurmuştur” Bu defa da: “Hayır, diyecekler, Siz bizi çekemiyorsunuz” Bilakis kendileri anlayışları kıt olan, çok az anlayan kimselerdir. Bu bedeviler Hudeybiye gazasına katılmamışlar, kaçak duruma düşmüşlerdi: Hz. Peygamber (a.s), Hudeybiyeden hicri 6. yılın Zilhicce ayında döndü ve bu ayın geri kalan kısmı ile (7. yıla ait) Muharremin ilk günlerini Medinede geçirdi. Sonra Hayber seferine çıktı. Bu sefere, sadece Hudeybiye gazasına katılanları aldı. Zira Allah Teala kendisine böyle bildirmişti. Hayberi fethedip çok ganimetler aldılar. Münafıklar, Hayberin sonunda menfaat gördükleri için bu savaşa katılmak istediler ama, Allahın buyruğu gereğince alınmadılar. Ayet bu hadiseye işaret etmektedir.
16 – O gazaya katılmayıp geri kalan bedevilere de ki: “Siz yakında çok kuvvetli ve savaşçı bir milletle savaşmaya davet edileceksiniz. Onlar teslim olup boyun eğinceye kadar onlarla savaşacaksınız. Eğer bu sefer itaat ederseniz Allah sizi pek güzel bir şekilde ödüllendirir. Ama daha önce yaptığınız gibi arkanızı döner, cihaddan kaçarsanız, O, size gayet acı bir azap verir.” Bu ayetteki çok güçlü millet Farslar ile Bizanslılar olup onlarla yapılacak savaşlara gaybî işaret edilmektedir. Onlarla boyun eğinceye kadar savaşılır. Ayetteki “yüslimûn” kelime manasıyla “inkiyad etme, teslim olma” diye tefsir edilir. Eğer çok güçlü milletten Sakif, Hevazin gibi müşrikler kasdedilirse onlar hakkında “İslama girinceye kadar” diye anlaşılır.
17 – Gazaya katılmama konusunda âmaya sorumluluk yok, topala sorumluluk yok, hastaya sorumluluk yoktur. Kim Allaha ve Resûlüne itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. Kim de itaatten yüz çevirirse onu gayet acı şekilde cezalandırır.
18-19 – Gerçekten Allah, Hudeybiye’de o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu. Onların kalblerindeki ihlası bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırdı. Allah Azîz ve Hakîmdir: mutlak galipdir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Allah Teala bu ağacın altında biat eden 1400 kadar sahabîden razı olduğunu açıkça bildirmektedir. Bunların imanı o derece kuvvetli idi ki, savaş hazırlığından o kadar uzak idiler ki, hallerine bakan kimse, umre için giydikleri ihramı kefen olarak giydiklerine hükmederdi. Onlardan razı olduğunu bildiren Allah, elbette onların istikballerini de bilerek böyle buyurmuştu. Şia ve Havariç fırkalarının onları dinden dönme ile suçlamaları, sadece kendilerine zarar verir. Söz konusu ağacı ziyaret edenler zuhur edince Hz. Ömer (a.s) ın onu kestirdiği nakledilir.
20-21 – Allah size daha başka birçok ganimet vâdetti. Onları ileride alacaksınız. Şimdilik size bunu verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki müminler için Allahın teyidine bir delil ve ibret olsun ve sizi dosdoğru yola eriştirsin. Allah size henüz güç yetiremediğiniz ama Kendisinin ilim ve kudretiyle ihata ettiği başka ganimetler de vâdetti. Allah her şeye hakkiyle kadirdir. Vâdedilen zaferler Hayber ve onu takibeden fetihlerdir. Hudeybiye sırasında müminlerin savaşacak durumdaki bütün erleri Medineden onbeş gün uzakta bulunuyorlardı. Etraftaki birçok düşman kabile bunu fırsat bilip Medineyi işgali düşünebilirlerdi. İçerideki müşrik, yahudi ve münafık gruplar da onlarla işbirliği yapabilirlerdi. Allah onlara fırsat vermediğini hatırlatıyor. 21. ayetteki fetih, muhtemelen Mekkenin fethidir. “Sizin şu anda ona gücünüz yetmiyor, fakat Allah onu kuşatmış olup Hudeybiye sürecinin sonucunda ona da nail olacaksınız” denilmiş oluyor.
22 – Eğer o Mekkeli kâfirler sizlerle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçar, sonra da ne kendilerini koruyan, ne de destek olan hiç kimse bulamazlardı.
23 – Allahın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allahın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.
24 – Mekke vâdisinde size kâfirlere karşı zafer nasib ettikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
25 – İnkârda ısrar edip sizi Mescid-i Haramı ziyaret etmekten ve bekletilmekte olan hediye kurbanlıkları yerine ulaştırmaktan geri çevirenler onlardır. Eğer orada kendilerini tanımadığınız için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü zor durumda kalacağınız mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, Allah ellerinizi birbirinizden çekmez, savaşmanıza engel olmazdı. Dilediği kimseleri rahmetine nail etmek için Allah böyle takdir buyurdu. Şayet onlar birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri gayet acı bir cezaya çarptırırdık. İslama inanmış olup Mekkeden Medineye hicret imkânı bulamayan ve Medinedeki müslümanlarca bi-linmeyen çok mümin vardı. Kalınan zor durum şu olabilirdi: Meşakkat, diyetin gerekmesi yahut öldürülme-lerinden ötürü keffaret, üzüntü, kâfirlerin kınamaları (mümin mümini öldürüyor diye ayıplamaları) müminleri bulup seçme hususunda tam araştırma yapılmaması sebebiyle günaha girme. Allah Tealanın gözettiği faydanın diğer boyutu şu idi: Mekkenin kanlı bir şekilde fethedilmesini istemiyordu. Mekkeyi çevreleyen şartların hazırlanması ile, kendilerinin kanaat getirmesiyle İslama girmelerini istiyordu. Nitekim Hudeybiye’den sonraki iki yıl bu maksada kâfi geldi.
26 – Kâfirlerin kalplerine taassubu, Cahiliye taassup ve tarafgirliğini yerleştirdikleri o sırada, Allah da Resûlüne ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi. Onlara takva kelimesini gerekli kıldı. Zaten onlar bu söze pek layık ve ehil idiler. Allah her şeyi hakkiyle bilir. Müminlerin onbeş günlük mesafeden gelmelerine rağmen bir gün içinde umre yapıp dönmelerine izin vermeyen müşrikler sırf şu taassupla hareket ediyorlardı: “Eğer Muhammed bu kalabalıkla Mekkede görünürse bütün Arap yarımadasında gururumuz kırılacaktır.” Allahın müminlerin kalblerine verdiği güven duygusu sayesinde onlar hislerine kapılmadılar, soğukkanlı, vakarlı, dürüst davranıp bu sabırlarının mükâfatlarını gördüler.
27 – Allah, Resûlünün rüyasını elbette doğru çıkaracaktır. İnşaallah siz kiminiz başını tıraş ettirmiş, kiminiz saçlarını kısaltmış olarak, Mescid-i Harama korkmaksızın tam bir güvenlik içinde gireceksiniz. Ama Allah sizin bilemediğiniz şeyleri bildiğinden ondan önce, yakın bir zafer nasib etti. Sefere çıkmadan önce Hz. Peygamber, rüyasında ashabı ile güven içinde umre yaparak Mekkeye girdiklerini görmüş ve bunu anlatmıştı. Hudeybiyeden geri dönerken beklentilerini bulamayınca üzüldüler. Münâ-fıklar ise şüpheye düşüp bazı imalarda bulunup halkın maneviyatını sarsmaya başladılar. Oysa Peygamberi-mizin rüyasında “bu yıl” olacağına dair işaret yoktu. Allah Teala bu ayetle, bu zaferin kesin olarak vuku bulacağını gaybî bir haber olarak bildirmektedir. Bu söz ertesi yıl hicri 7. yılda Zilkade ayında gerçekleşmiş, “Kaza edilen Umre” (Umret’l-kadâ’) diye tarihe geç-miştir.
28 – Bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve hak dinle gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter. Hudeybiye seferi hakkındaki ayetlerin peşinden Hz. Muhammed (a.s) ın risaletini vurgulayan bu ayetin indirilmesinin hikmeti şudur: Antlaşma akdi yazılırken Mekke müşriklerinin ısrarı üzerine “Allahın Resûlü” sıfatını Efendimiz silmişti: İşte buna ima ederek Allah Teala sanki şöyle buyurmaktadır: “Onun Allahın Resûlü olduğunda en ufak bir tereddüt yoktur. Bir kısım insanların inanmamaları bu gerçeği değiştirmez. Allahın Ona şahitlik edip desteklemesi yeter de artar.”
29 – Muhammed Allahın Resûlüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allahtan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alameti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığı-dır. Bunlar, Tevrattaki sıfatları olup İncildeki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [5,54] Ashabın kâfirlere karşı sert olmaları, onların kâfirlere haşin ve katı davranmaları manasına gelmeyip imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, dürüst ve düzenli hayatları sebebiyle kâfirlerin onları kolay kolay baş eğdirememeleri, korku vererek sindirememeleri, onları menfaat ve şehvetlerle satın alamayacakları, kolay bir lokma halinde dişleri arasında öğütemeyecekleri manasına gelir. Secde izi, maddi alanda görülebilen yuvarlak iz değildir. Müminin Allaha yönelmesi neticesinde elde ettiği ruh yüceliği, güzel ahlak, vakar ve takva halidir. Öyle ki onları gören insanlar bunu sezerler. Nitekim İmam Malik, Suriyeyi fetheden ashab hakkında oranın Hristiyan halkının şöyle söylediklerini nakleder: “Bunlar, Hz. İsanın havarîleri hakkında bildiğimiz o yüce meziyetleri ve üstün değerleri taşıyan insanlar.”