FUSSİLET SÛRESİ; Mekkî olup 54 ayettir. Sûre, adını üçüncü ayetinde geçen ikinci kelimeden almıştır. Bu isim, Kur’anın tam anlamıyla tafsil edilip açıklandığını ifade eder. Kur’an-ı Kerimin indiriliş maksadlarını bildirerek başlar, vahiyden ve nübüvvetten bahseder, hilkatin ilk yaratılışı, tevhid delilleri, hakkı yalan sayanların akıbetleri, müminler ve mükâfatları bildirilir. Sûrenin son on ayeti ise, Allahın insanlara kâinat sırlarının bazılarını açığa çıkaracağını ifade eder.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Hâ, Mîm
2 – Bu Kitap Rahman ve Rahim’in tarafından indirilmiştir. [1,3; 26,192-194; 36,5] Sûrenin başındaki iki satırlık kısımda, başka bazı gerçeklerle birlikte Kur’anın başlıca şu on vasfı da bildirilir: 1-Hâ, mîm: İ’caz ve tehaddî özelliğine işaret eder. 2-Tenzil (kısım kısım indirilen) 3-Rahmet eseri 4-Kitab (yazılan) 5-Ayetleri açıklanmıştır. 6-Kur’an yani okunandır. Zımni olarak “devamlı okuyunuz” emri verilmiş sayılır. 7-Arapçadır. 8-Akıl sahiplerine, öğrenmek iste-yenlere hitap eder. 9-Müjdeleyici. 10-Tehlikeyi haber verip uyarıcıdır.
3 – Bilen, anlayan kimseler için ayetleri açıklanmış bir Kitap olup, Arap diliyle olan bir Kur’andır, okunan bir derstir. [11,1; 41,42]
4 – Bu Kitap, Allahın rahmeti ile müjdelemek, cezasını haber vererek uyarmak için gönderildi. Buna rağmen insanların çoğu ondan yüzçevirdiler. Artık dinlemezler onlar.
5 – Ve derler ki: “Senin bizi davet ettiğin inançlara karşı kalplerimiz kapalıdır, örtüler içindedir; kulakları-mızda da ağırlık bulunmaktadır. Hem bizimle senin aramızda bir perde çekilmiştir. Artık bu durumda yapacağın bir şey varsa yap, biz de bildirdiğimiz gibi yapmaya devam edeceğiz!”
6 – De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana şu vahyolunuyor: Sizin İlahınız, sadece bir tek İlahtır. O halde Ona yönelerek doğru yolda yürüyün, Ondan mağfiret dileyin. Ona eş, ortak uyduranların vay haline!
7 – Onlar ki zekât vermezler, ahireti de inkâr ederler. [91,9-10; 87,14-15; 79,18]
8 – İman edip makbul ve güzel işler işleyenlere ise, kesintiye uğramayan bir mükâfat vardır. [18,3; 11,108]
9 – De ki: Siz dünyayı iki günde yaratan Allahın tek İlah olduğunu inkâr edip O’na birtakım eşler, ortaklar mı uyduruyorsunuz? Halbuki bütün bunları yapan, Rabbulâlemindir. [2,29; 7,54; 79,27-33] Müşriklerin bariz vasıfları Allahı Rububiyette bir kabul etmekle birlikte, Uluhiyette Onun şerikleri olduğunu iddia etmeleridir.
10 – O, yerin üstünde yüce dağlar yarattı, orayı bereketli kıldı ve orada arayıp soranlar için gıdalarını bitkilerini ve ağaçlarını tam dört günde takdir etti, düzenledi. Yerde yaratılan bereketlerden maksat, yüzbinlerce yıldan beri en küçük canlıdan, yüzbinlerce canlı türüne mensup hadde hesaba gelmeyen yaratıkların faydalandığı hava, su, madenler, bitkiler ve hayvanlar gibi kaynaklardır.
11 – Sonra iradesi bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu: “İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!” onlar da: “Gönüllü olarak geldik” dediler.
12 – Derken, iki gün içinde, gökleri yedi kat olarak şekillendirdi ve her bir göğe kendisine ait işi vahyetti. Biz dünya semasını kandillerle, yıldızlarla süsledik, bozulup yıkılmaktan koruduk. İşte bu, Aziz ve Alim: Üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel tarzda bilen Allahın takdiridir. Cenab-ı Hak kâinatı yaratmayı dileyince sonsuz kudretini izhar ederek, ölçüsü belirsiz bir enerji meydana getirdi ve o enerji zamanla yoğunlaşıp gaz halini aldı ve sonra da yoğunlaşıp bugünkü katı durumuna geçti. Yerküre iki jeolojik devirde oluşmuş ve sonra da oradaki kaynaklar belirlenerek, plan uyarınca dört jeolojik devirde oluşup bugünkü duruma gelmiştir. Zira ayetteki yevm kelimesi, başlangıç ve sonu kesin bilinmeyen uzun bir devir anlamına gelmektedir (…) Gökler, yerküre ile birlikte iki uzun devirde yedi tabaka haline getirilmiştir. Çünkü hepsi gaz halinde idi. Yoğunlaşıp katılaşması hep birlikte, iki devirde olmuştur. Bu ayetler müteşabih olduğundan başka yorumlar da mümkündür. Ayette sümme bağlacı zaman tertibi değil, beyan tertibini ifade eder, onun için “derken” diye çevirdik. 79, 30. ayeti önce gök; sonra yer; 41, 12 ayeti önce yer sonra gök, 21,30 ayeti ise beraber yaratıldıklarını ifade eder gibidir. Bu durumda ortaya çıkan sorunun cevabı şöyledir: Yaratmanın başlangıcında gökler ve yer beraber iken, yerküre diğer cisimler arasında hepsinden önce yoğunlaşıp katılaşmış, derken Allahın iradesi göğe yönelerek orayı yedi sema halinde düzenlemiş, daha sonra yerkürenin düzenlenmesini gerçekleştirmiştir.
13 – Eğer arkalarını dönerlerse sen şöyle de: “Ben, sizi Âd ve Semûd halklarını çarpan kasırga gibi bir kasırganın geleceğini bildirerek uyarıyorum.”
14 – Kendilerine önlerinden, arkalarından resûlle-rimiz: “Allahdan başkasına sakın ibadet etmeyiniz” dediklerinde onlar: “Rabbimiz olan Allah dileseydi, üstümüze melekler indirirdi, böyle olunca biz sizinle gönderilen şeylerin hepsini inkâr ettik” dediler.
15 – Âd halkına gelince: Onlar dünyada haksız ve sebepsiz yere büyüklük taslayıp “kuvvet yönünden var mı bize galip gelecek?” dediler. Halbuki kendilerini yaratan Allahın, o mahluklardan daha kuvvetli olduğunu görüp anlamadılar mı? Onlar Bizim ayetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
16 – Biz de onların üzerine, o uğursuz günlerde bir kasırga gönderdik. Bunu onlara dünya hayatında bir rezillik ve rüsvaylık tattırmak için yaptık. Ahiret azabı ise daha rezil ve rüsvay eder. Hem orada hiç kimse kendilerine yardım edemez. [69,7; 54,19] Burada Âd halkının felakete uğradığı günler, onlar için uğursuz olarak nitelendirilmiştir. Aksi halde bu günlerde bir uğursuzluk olsaydı, başka zamanlarda, başka kimselere de uğursuzluk meydana gelirdi.
17 – Semûd halkına gelince Biz onlara da doğru yolu gösterdik; fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Derken işledikleri işler sebebiyle alçaltıcı bir azap yıldırımı onları alıverdi.
18 – İman edip de Allaha karşı gelmekten sakınanları da kurtardık.
19 – Gün gelir, Allahın düşmanları toplanıp cehenneme sevk olunmak üzere, baştan sona tutuklanırlar.
20 – Nihayet oraya ulaştıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları işleri söyleyip kendi aleyhlerinde şahitlik ederler.
21 – Derilerine: “Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?” deyince onlar: “Bizi söyleten, her şeyi konuşturan Allahdır. Zaten sizi ilkin yaratan ve sonunda da huzuruna götürüleceğiniz Rabbiniz de O’dur.”
22 – Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şahitlik edecekleri bir günün geleceğine inanmıyor ve ondan sakınmıyordunuz, fakat siz, yaptıklarınızın çoğunu, Allahın bilmeye-ceğini sanıyordunuz.
23 – İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zandır ki sizi mahvetti de o yüzden hüsrana uğrayanlardan oldunuz. Bir hadis-i kudside Allah Teala şöyle buyuruyor: “Kulum Beni nasıl bilirse Ben ona öyle muamele ederim”
24 – Eğer sabredip dayanabilirlerse, cehennem zaten kendi yerleşme yerleridir. Şayet özür dileyip Rab’lerini razı etmek için tekrar dünyaya dönmek isterlerse onlara bu imkân verilmez.
25 – Biz onların yanına birtakım arkadaşlar katarız. Bunlar onların önlerinde ve arkalarında ne varsa yaptıkları her türlü işi süsler, cazip gösterirler. Böylece cinlerden ve insanlardan gelmiş geçmiş toplumlar hakkında yürürlükte olan cezalandırma hükmü, onlar hakkında da gerekli olur. Çünkü onların hepsi kendilerini hüsrana atmışlardı. [43,36-37]
26 – Bir de kâfirler dediler ki: “Şu Kur’an okundu-ğunda ona kulak vermediğiniz gibi, ona karşı yaygara koparıp başkaları tarafından anlaşılmasını da engelleyin. Ancak böyle yaparak üstünlük sağlayıp onu bastırmayı umabilirsiniz.” [7,204]
27 – İşte Biz de onun için o kâfirlere dünyada şiddetli bir azap tattıracağız ve ahirette de yaptıkları o pek kötü işlere göre hak ettikleri karşılığı vereceğiz. “Yakınları ziyaret, onlara sahip çıkma, muhtaçlara yardım, insanlara faydalı olma gibi güzel davranışlarını değil de, dünya ve ahiret mutluluğunun esası olarak insanlığa hediye edilen bu Kur’an hidayetine düşman-lık etme ile ortaya çıkan bu en büyük suçu göz önüne alarak müstahaklarını vereceğiz” anlamına gelir.
28 – İşte cezası da Allah düşmanlarının: o ateş! Ayetlerimizi bile bile red ve inkâr ettiklerinden ötürü onlara orada ebedi kalmak vardır.
29 – Kâfirler cehennemde: “Ey Ulu Rabbimiz!” derler. “gerek cinlerden, gerek insanlardan bizi saptıran o şeytanları bize bir gösteriver de onları ayaklarımızla çiğneyelim, aşağıların aşağısı olsunlar” [7,38; 16,88]
30 – “Rabbimiz Allahtır” deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu, işte onların üzerine melekler inip: “Hiç endişe etmeyin hiç üzülmeyin ve size vâdedilen cennetle sevinin!” derler.
31-32 – Dünya hayatında da, ahirette de biz sizin dostunuzuz. Orada sizin canınızın çektiği her şey Gafur ve Rahim’den bir ikram olarak sizindir. Hem orada siz bütün istediklerinize kavuşacaksınız. Meleklerin inmesi sırasında müminlerin onları görmeleri gerekmez. Melekler onları cesaretlendirmek, teselli etmek için gelir ve kalblerine kuvvet verirler.
33 – Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?” Bu ayetlerin indirildiği sırada imanını açıklamak, hayatını tehlikeye atmak demekti. Hele İslamı yaymağa çalışmak, kana susamışları davet etmek manasına geliyordu. Ayet başta Hz. Peygamber (a.s) olarak müezzinler ve Allahın dinine hizmet eden herkesi kapsamına alır.
34 – İyilikle kötülük bir olmaz. O halde Sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş! Şer, galip göründüğü durumlarda bile, aslında zayıftır. Zira mahiyeti icabı çökmeye mahkûmdur. Hayır ve dürüstlük ise gönüller fetheden, bizatihi bir kuvvettir. İyilik ve kötülük açık bir tarzda karşı karşıya geldiklerinde iyiliği takdir, kötülükten nefret etmeyen az insan bulunur. Şu halde “İyilik kötülük bir olmaz.” Kötü davranışı affetme bir iyiliktir. Fakat afla beraber iyilik etmekle, karşıdakinin gönlü fethedilir. Bunun pek az istisnası olabilir ki nadir, yok hükmündedir. Ama bu, öyle kolay bir iş değildir.
35 – Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır.
36 – Eğer Şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allaha sığın. Çünkü O, herşeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir. [7,199-200; 23,97-98] Hak ile batıl mücadelesinde müminler kötülüğe karşı iyilikle cevap verdiğinde, şeytan üzüntüsünden kahrolur. Az da olsa bir yanlış davranışta bulunmalarını ister ki müminlerin lehinde olanları kandırabilsin. Hatta müminler, kendilerine yapılan zulme karşılık verirken azıcık ölçüsüz davranırlarsa, “Şeytanın vesvesesinin et- kisinde kalmış” sayılırlar. Müminler bu sebeple, büyük kuvvetlerini kaybederler. Çünkü yüzde yüz haklılıklarına ufak bir gölge düşürmüş, aleyhtekilere küçük bir bahane vermiş olurlar. Bu ayetin pek güzel bir tefsiri şu hadis-i şerifte yer alır: Bir gün bir adam gelip Hz. Ebu Bekire (r.a) sürekli hakaret etti. Hz. Peygamber (a.s) da, orada bulunu-yordu. Adam hakaret ettikçe Hz. Ebu Bekir dinliyor, cevap vermiyordu. Hz. Peygamber (a.s) ise tebessüm ediyordu. Nihayet Ebu Bekir dayanamayıp sert bir karşılık verince Hz. Peygamberin çehresi değişti ve oradan ayrıldı. Ebu Bekir peşinden kalkıp sebebini sorunca buyurdu ki: “Sen sükût ettiğin sürece, bir melek senin yerine cevap veriyordu. Fakat sen ağzını açınca yanına Şeytan geldi. Ben Şeytanın olduğu yerde bulunmam” (İmam Ahmed, Müsned)
37 – Gece gündüz, Güneş, Ay, hepsi Onun ayetlerindendir. O halde Güneşe ve Aya değil, onları öylece yaratana secde edin, eğer Ona ibadet ediyorsanız!
38 – Eğer kibirlenecek olurlarsa, şunu bilsinler ki Rabbinin nezdinde olan melekler, gece gündüz Onu tenzih, tesbih ederler ve asla usanmazlar. Bu ayet, secde ayetlerindendir.
39 – Onun kudretinin ve hikmetinin delillerinden biri de şudur ki: Sen yeri boynu bükük, kupkuru görürsün. Fakat Biz üzerine su indirince harekete geçip kabarır. İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir. Çünkü O herşeye kadirdir.
40 – Ayetlerimiz hakkında, haktan sapanlar bize gizli kalmazlar. Şimdi söyleyin bakalım: Cehenneme atılmak mı iyidir, yoksa kıyamet günü büyük duruşmaya tam bir güven içinde gelmek mi? İstediğinizi yapın, çünkü O, bütün yaptıklarınızı görmektedir.
41-42 – Kendilerine gelen bu şanı yüce dersi inkâr edenler elbette cezadan kurtulamazlar. Halbuki o eşsiz ve pek kıymetli bir Kitaptır. Öyle bir kitaptır ki batıl ona ne önünden, ne ardından yol bulamaz. Tam hüküm ve hikmet sahibi, bütün hamdlerin ve övgülerin sahibi o Hakîm ve Hamîd tarafından indirilmiştir.
43 – Sana söylenenler, senden önceki peygamberlere söylenen sözlerden başka bir şey değildir. Senin Rabbin hem mağfiret hem de gayet acı bir azap sahibidir.
44 – Eğer biz Kur’anı yabancı bir dille gönderseydik derlerdi ki: “Neden, onun ayetleri açıkça beyan edilmedi. Dil yabancı, muhatap arap! Olur mu böyle şey?” De ki: “O iman edenler için hidayet ve şifadır.” Ama iman etmeyenlerin kulaklarında ağırlıklar vardır. Kur’an onlara kapalı ve karanlık gelir. Onların, çok uzak bir yerden sesleniliyor da söyleneni hiç anlamıyorlar gibi bir halleri vardır. [26,198-199; 17,82] Bu, kâfirlerin inatlarının tezahürlerinden biridir. Hz. Peygambere: “Senin anadilin olan Arapça ile bir şeyler söylemeni vahiy kabul etmemizi bekleme! Ama sen durup dururken “Farsça, Rumca gibi bir dille kusursuz bir beyanda bulunursan işte o zaman “Bu bir mucizedir!” diye kabul edebiliriz” demek istiyorlar. On-lara verilen cevapta: “Biz onlar anlasınlar diye kendi dilleriyle indirdik. Eğer yabancı dilden olsaydı bu sefer de: “Ne tuhaf! Arap olana yabancı dille hitap ediliyor!” Yani şöyle demek isteyeceklerdi: “Gelin de görün: Araplara gönderilen peygamber yabancı dil konuşu-yor. Öyle ki ne kendisi, ne de halkı bu dili bilmiyor!”
45 – Gerçekten Biz Musaya da Kitap vermiştik de Kur’an hakkında bunlar ihtilaf ettiği gibi, onun hakkında da ihtilaf edilmişti. Eğer Rabbinden haklarındaki azabı erteleme ve hükmü kıyamete bırakma şeklinde daha önce bir hüküm verilmiş olmasaydı, onların işleri bitirilmişti bile. Bu gerçeğe rağmen onlar hâla bundan derin bir şüphe içindedirler.
46 – Kim makbul güzel işler yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına asla zulmetmez.
47 – Kıyamet vaktini bilmek Ona aittir. Onun bilgisi ve izni olmaksızın ne bir meyve tomurcuğundan çıkabilir, ne herhangi bir dişi hamile kalabilir, ne hamile olan biri yavrusunu doğurabilir. Gün gelir: “Neredeymiş Bana ortak saydığınız putlar?” diye nida eder de, müşrikler: “İçimizden buna şahitlik edecek bir tek kişi bile olmadığını arzederiz Sana!” derler. [7,187; 79,44; 6,59; 13,8; 35,11] İnsanların çoğunu etkisi altına alan bir yanlışlık da kendisi için en önemli işi bırakıp daha tali işlerle meşgul olmasıdır. 47-48. ayetler, kıyametin zamanını soranların dikkatlerini, kendilerinin verecekleri hesaba çekmektedir. Bir gün Peygamber Efendimize (a.s) yolda rastlayan biri: “Kıyamet ne zaman?” diye sorunca: “Ey Allahın kulu, sen kıyamet için ne hazırladın?” diye cevap vererek aynı noktaya dikkat çekmiştir.
48 – Böylece daha önce ibadet ettikleri putlar kendilerini terkeder, müşrikler de kaçacak yer kalmadığını anlarlar.
49 – İnsan mal mülk istemekten usanmaz, ama kendisine maddi sıkıntı dokununca hemen ye’se düşer, ümitsiz olur. [96,6-7; 10,12]
50 – Kendisine uğrayan bir sıkıntıdan sonra, tarafımızdan ona nimet tattırırsak: “Bu benim hakkımdı zaten, der. Kıyametin geleceğini de pek zannetmem. Ama olur da, müminlerin dediği gibi, Rabbimin huzuruna götürülecek olsam bile, Onun yanında en güzel ne varsa o da benim olur, hiç tereddüdünüz olmasın!” Biz elbette o kâfirlere, dünyada yapmış oldukları her şeyi tek tek bildireceğiz ve onlara şiddetli bir azap tattıracağız.”
51 – Biz insana nimet verdiğimizde, şükürden yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca, bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur. [17,83; 11,9]
52 – Artık söyleyin bakalım: Eğer bu Kur’an Allah tarafından gönderilmiş de, siz bunu red ve inkâr etmişseniz, o takdirde haktan iyice uzaklaşmış olan sizlerden daha sapık kim olabilir?
53 – Evet, Biz ileride onlara delillerimizi gerek dış dünyada, gerek kendi öz varlıklarında göstereceğiz; ta ki Kur’anın, Allah tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice anlaşılacak. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi? [4,166] Ayetlerin gösterilmesi başlıca şu iki şekilde açıklanır: 1-Kur’anın davetinin kısa zamanda dünyada yayılması. 2-Allahın insanlara yeryüzünde ve gökte, Kendi varlığına ve birliğine dair delilleri göstermesi. Kur’anda bildirdiği birçok hakikatin insanların yaptıkları bilimsel keşiflerle iyice anlaşılarak, Kur’anın Allah katından geldiğini anlamaları.
54 – Ama dikkat edin ki onlar Rablerine kavuşma hususunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki O, her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.