SÂFFÂT SÛRESİ; Mekkede indirilmiş olup 182 ayettir. İsmini ilk ayetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûrede önce melaikeden, daha sonra cinlerden bahsedilir. Cahiliye arapları arasında yaygın olup, cinleri Allahın kızları sayan şirk inancı iptal edilir. Müteakiben, insanların ölümden sonra dirilip hesap verecekleri vurgulanır. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. İlyas, Hz. Lut (a.s) gibi peygamberlerin tebliğleri hatırlatılır, müminlere kesin bir zafer vadedilir.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Yemin ederim o saf saf dizilenlere, Müfessirlerin çoğuna göre ilk üç ayette bildirilen işleri yapanlar melaike topluluklarıdır. Birinci ayette emirleri yerine getirmek için hazır kıta bekleyen; ikinci ayette yağmurun yağmasını düzenleyen, üçüncü ayette ise peygamberlere vahiyleri, salih kullara ise ilhamları getiren melaike toplulukları kasdedilmiştir.
2 – Sevk-u idare edip menedenlere,
3 – Kitap okuyanlara ki [77,5-6]
4 – Sizin ilahınız bir tek İlahdır.
5 – O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların, hem de Güneş’in bütün doğuş yerlerinin Rabbidir. [70,40; 55,17] Güneş ufukta her gün farklı yerlerden doğar, böylece birçok doğuş sözkonusu olur. Bu sayede Güneşin, dünyanın bütün bölgelerinde muhtelif zamanlarda görülmesi mümkün olur.
6 – Biz dünyaya en yakın semayı yıldızlarla süsledik. [67,5; 15,16-18] Gökler sınırsız olmayıp birtakım sınırları vardır. Hiçbir âsi şeytan o hudutları aşamaz. Hiçbir gök cismi kendi ekseni dışına çıkamaz. Onların yollarına da başka cisim giremez. Uzay boş sanılır, ama oradaki sınırlar çok kesin hatlarla çizilmiştir. İnsanın Ay’a gitmesinin ne kadar zorluklardan sonra gerçekleştiği pek iyi bilinmektedir. Oysa dünyanın uydusu olan Ay, bize en yakın gök cismidir.
7 – Ve orayı her türlü şeytandan koruduk.
8 – Onlar Mele-i Âla’ya yükselip dinleyemezler ve her taraftan bombardımana tutulurlar.
9 – Dinlemeye kalksalar kovulup atılırlar. Hem onlar için devamlı bir azap vardır.
10 – Ne var ki içlerinden birisi bir söz kırıntısı kapmayı başarırsa, derhal yakıcı ve delici bir ışın onu kovalar. [15,8-12] Cahiliye arapları arasında kehanet pek yaygın idi. Kâhinlerin cinlerle irtibatlı olarak gaybi haberler getirdiklerine inanırlardı. Hz. Peygamberi de (a.s) öyle nitelendirdiler. Allah şeytanların Mele-i Âlaya yaklaşır yaklaşmaz delici bir ışının onları kovaladığını bildirir.
11 – Onlara bir sor bakalım: Kendileri mi yaratılışça daha güçlü kuvvetli, yoksa Bizim diğer yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, yapışkan bir çamurdan yarattık. [40,57] Bunlar: melaike-i kiram, gökler âlemi, yer ve ikisi arasındakiler, şihablar ve diğer mahluklardır. “Men” ism-i mevsûlü akıllı varlıkların tağlibi için olup, onlarla beraber şuursuz ve cansızlar da dahildirler.
12 – Ne var ki sen onların haşri inkâr etmelerine şaşırıyorsun, onlar ise seninle alay ederler.
13 – Kendilerine nasihat edildiğinde uyarmaları dikkate almazlar.
14-17 – Gerçeği gösteren bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu, derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”
18 – De ki: “Evet, diriltilecek, hem de zelil ve perişan bir vaziyette diriltileceksiniz!
19 – Bu iş sadece bir tek kumandadan ibarettir: Bir de bakarsınız ki bütün hepsi dirilmiş, etraflarına bakınıyorlar.
20 – “Eyvah, bize!” derler. “İşte bize bahsedilen hesap günü!”
21 – Melekler de: “Evet, evet bu, sizin yalan saydığınız hüküm günüdür!” derler.
22-24 – Yüce Allah meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allahtan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehennem yoluna dizin. Hem tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!” [17,97]
25 – Ne oldu size, neden birbirinize yardım etmi-yorsunuz!
26 – Doğrusu bugün onlar birbirini yardımdan mahrum bırakıp azaba teslim etmişler, acz içinde kıvranmaktadırlar.
27 – Birbirlerine dönüp itham ederek karşılıklı soru yöneltirler. [40,47-48; 34,31-33]
28 – Tâbi olanlar önderlerine: “Siz, derler bize en çok önem verdiğimiz taraftan, sağ cihetten gelir, ısrarla size tabi olmamızı isterdiniz?”
29-32 – “Hayır, bilakis, derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler değildiniz. Hem bizim, sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz azgın bir gürûh idiniz!” “Ne dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda kesinleşti. Biz hakettiğimiz cezayı mutlaka tadacağız.” Evet, sizi biz kışkırttık, çünkü biz de azmış durumdaydık.
33 – O halde o gün hepsi azap çekmekte müşte-rektirler.
34 – İşte Biz suçlulara böyle davranırız.
35-36 – Çünkü onlara “Allahtan başka ilah yok!” dendiğinde, kibirlenip kafa tutarlar ve: “Deli bir şairin sözüne bakarak biz hiç ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?” derlerdi.
37 – Hayır! o deli değildir. O size gerçeğin ta kendisini getiren ve bütün peygamberleri tasdik eden bir resûldür. [41,433; 21,92]
38-39 – Siz yarın ahirette elbette o acı azabı tadacaksınız. Ama aslında siz sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz (yoksa size bundan fazla bir azap verilmeyecek).
40 – Lakin Allahın ihlasa erdirdiği kulları, yaptıklarının mükâfatını, kat kat fazlasıyla alacaklar. [103;1-3; 95,4-6; 19,71-72; 74,38] İstisna burada munkatı olup lakin manasına gelir.
41-42 – Onların, tarife hacet olmayan, her yönden mükemmel bir nasipleri vardır, onlara meyveler vardır. Ve onlar hep izzet ve ikramla ağırlanırlar. Cennette meyveler, sadece lezzet için yenir. Cennette acıkma duygusu olmayacaktır.
54-57 – “Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam ortasında bulur. “Vallahi, nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin! Rabbimin hidayet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]
58-61 – Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, evvela, böylesi bir başarı elde etmek için çalışsınlar.”
62-65 – “Şimdi iyi düşünün.” buyurur Yüce Allah, “Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!” [23,20; 56,51-52; 17,60] Zakkum: Tadı çok acı, pek fena kokan bir bitki olup ondan çıkan sıvı bedene bulaşması halinde deriyi tahriş eder. İnsanlar şeytanları görmediklerinden bu benzetmeyi anlayamayanlar bulunabilir. Fakat bu kabil teşbihler dile yerleşmiştir. Nasıl ki temiz ve nuranî bir insan meleğe, güzel bir kadın periye, çirkin bir kadın cadıya benzetilir.
66 – İşte o zalimler bunları yer ve karınlarını tıka basa doldururlar.
67 – Zakkum yemeğinin üstüne, barsakları parçalayan irin karışık kaynar su içerler. Yedikleri zakkum boğazlarına durunca ve acıtınca bu acıyı dindirmek için su veya meşrubat ararlar. Ama irinli kaynar sudan başka bir şey bulamazlar.
68 – Sonra onların dönüşleri şüphesiz Cehenne-medir. Hamim (kaynar su) cehennemin dışındadır; Zira “Onlar, cehennemle hamim arasında gider gelirler.” [55,44] ayetinden bu anlaşılmaktadır.
69 – Onlar atalarını haktan sapmış durumda buldular.
70 – Bunlar da onların izlerinde koşmaya can atıyorlar.
71-72 – Daha önce yaşayan insanların ekserisi de yoldan sapmışlardı. Biz de onları uyarıp gerçeği gösteren peygamberler göndermiştik.
73 – İşte bak ve düşün: O uyarılanların âkıbeti nice oldu?
74 – Ancak, içlerinden Allahın imana ve ihlasa muvaffak kıldığı kullarımız elçileri dinleyip o kötü âkıbetten kurtuldular.
75 – Nitekim Nûh Bize yalvardı da, Biz onun duasını ne de güzel kabul buyurduk!
76 – Onu, ailesini ve yanındaki müminleri o müthiş felaketten kurtardık.
77 – Hayatta kalıp payidar olmayı da onun soyuna has kıldık.
78 – Sonraki nesiller içinde de ona iyi bir nam bıraktık:
79 – “Bütün milletler içinden selam var Nûh’a!”
80 – İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri!
81 – Gerçekten O Bizim tam inanmış has kulları-mızdandı.
82 – Sonra da öbürlerini, o zalim kâfirleri suda boğduk.
83 – İbrahim de, şüphesiz onun taraftarlarından biriydi.
84 – O, Rabbine tertemiz bir kalb ile yöneldi.
85-87 – Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allahtan başka mâbud arıyorsunuz! Siz Rabbulalemini ne zannediyorsunuz? Onun sıfatlarını iyice biliyor ve bundan sonra mı yeterli görmeyip başka tanrılar peşine düşüyorsunuz?
88-89 – Bir bayram günü, halkın içinde iken İbrahim! Yıldızlara bir göz atıp: “Ben, dedi, galiba hastayım!” “Yıldızlara bakma” düşünmeyi ifade eden bir de-yimdir. Nitekim bir şey düşünen kimse gayrı ihtiyarı bakışlarını gökyüzüne çevirir. Halk hastalıktan korktuğu için, kendilerine de bulaşmasın diye, derhal onun yanından uzaklaştılar.
90 – Derhal onun yanından uzaklaştılar.
91-92 – O da çaktırmadan putların yanına sokuldu. Onlara takdim edilmiş öylece duran yemekleri görünce: “Buyursanıza, neden yemiyorsunuz?” Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?” dedi.
93 – Hiddetini tutamıyarak iyice yaklaşıp putlara kuvvetli bir darbe indirdi.
94 – Bunu haber alan halk telaşla ve sür’atle ona gittiler.
95-96 – O da: “Â!, dedi. Siz ellerinizle yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allahtır.”
97 – Sonunda: “Haydin, dediler, onun için bir odun yığını hazırlayın da onu ateşin içine atın!.”
98 – Ona tuzak hazırlamak istediler ama Biz heveslerini kursaklarında bıraktık. Asıl kendilerini perişan ettik.
99 – İbrahim: “Ben, dedi, Rabbimin gitmemi emrettiği yere doğru gidiyorum, O elbet bana yolu gösterecektir.”
100 – “Ya Rabbi, salih evlatlar lutfet bana!”
101 – Biz de ona aklı başında bir oğul müjdeledik. Bu duadan Hz. İbrahim (a.s) ın o zaman çocuğu olmadığı sonucu çıkarılabilir. Hz. İsmail ile Hz. İshakın iyice yaşlandığı sırada verildiği (14,39) bilinince, duasına uzun yıllar sonra icabet edildiği anlaşılır.
102 – Çocuk büyüyüp yanında koşacak çağa erişince bir gün ona: “Evladım, dedi, ben rüyamda seni boğazlamaya giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!” Oğlu: “Babacığım! dedi, hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. İnşaallah Allahın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!” dedi. [19,54-55] Hz. İbrahim oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmeye giriştiğini görmüştü.
103-105 – Her ikisi de Allahın emrine teslim olup, İbrahim oğlunu şakağı üzere yere yatırınca ona şöyle nida ettik: “İbrahim! Rüyana sadık kalıp onun gereğini yerine getirdin. Onu kurban etmekten sizi muaf tuttuk. İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri! Bu ayetlerden, Peygamberlerin rüyasının vahiy şekillerinden biri olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde Allah onu uyarır ve Kur’anda böylesine bir yanlış anlaşılmaya engel olurdu. Kurbanlık evladın adı Kur’anda açıklanmaz. Müfessirlerden İsmail diyenlerin yanında İshak olduğunu söyleyenler de vardır. Ekseriyet birinci görüştedir. Yahudi – Hıristiyan geleneği ise İshak olduğunu söyler.
106 – Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı. [53,37]
107 – Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik.
108 – Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık: ki o da, bütün milletler tarafından şöyle denilmesidir.
109 – “Selam olsun İbrahim’e!”
110 – İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri!
111 – Gerçekten o Bizim tam inanmış has kulla-rımızdandı.
112 – Biz de ona, salih kişilerden, üstelik peygamber olacak bir evladı, İshakı müjdeledik.
113 – Kendisine de İshaka da feyiz ve bereketler verdik. Onların neslinden gelenler arasında iyi davranan da var, kendi nefsine açıkça zulmeden de! Bu ayetle kurban kıssasının anlatılış hikmetine işaret ediliyor. Hz. İbrahim (a.s) ın iki oğlu Hz. İshak (a.s) dan Yahudi ve Hıristiyanların mensub olduğu İsrailoğulları, Hz. İsmail (a.s) dan ise araplar ve diğer müslümanlar dünyaya yayılmışlardır. Dünyadan nice soy ve sülale geçip gitmiş, onların isimleri bile kalmadığı halde Allah Hz. İbrahimin nesline bu bereket ve şerefi vermiştir. Allah Teala bu kıssayı anlatmakla onlara şöyle demek istiyor: “Sizin ecdadınız İbrahim, İsmail ve İshâk (a.s), ihlasları ile bu şerefe yükseldiler. Siz de onlar gibi olmak isterseniz bu ihlası kazanmaya çalışın. Yoksa, önderlik soydan ileri gelmez. Nitekim onların soylarından iyiler gibi, zalimler de bulunmaktadır.” Yirminci asrın son çeyreğinde Batı Hıristiyanlık dünyası başta olarak birçok yerde “Hz. İbrahim’de birleşme” temennileri dile getirilmeye başlamıştır. Bu üç ümmet Hz. İbrahim’e layık nesiller oldukları nisbette dünyada hayır ve faziletin ağır basacağı rahatlıkla söylenebilir.
114 – Biz Mûsa ile Haruna da nübüvvet vererek ihsanda bulunduk. [21,48]
115 – Onları da, milletlerini de müthiş bir gaileden kurtardık.
116 – Hem onlara yardım ettik de, galip gelenler onlar oldular.
117 – Kendilerine gerçekleri apaçık gösteren o Kitabı verdik.
118 – Doğru yola ilettik onları.
119 – Sonraki nesiller içinde onlara da iyi bir nam bıraktık.
120 – “Selam olsun Musa ile Haruna”
121 – İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri!
122 – Gerçekten onlar Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
123 – İlyas da şüphesiz resûllerdendi. Hz. İlyas İsrailoğullarından olup, M.Ö. 9. asırda Filistin bölgesinde yaşamıştır. Dinler Tarihi araştırmalarının bulgularına göre, Babilden Mısıra kadar geniş bölgede Ba’l adı ile Tanrı’ya ibadet edilmiştir. Efendi, Sahip, Lider bazan da koca anlamına gelir. Başlangıçta hak Tanrıya bu isim ile ibadet ederken, sonraları şirke bulaştıkları anlaşılıyor.
124-126 – Hani o halkına şöyle demişti: Siz hâla şirkten ve fenalıklardan sakınmayacak mısınız? Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allahı, o en güzel Yaradanı bırakıp Ba’le tapmaya hâla mı devam edeceksiniz?
127 – Fakat bunlar onu yalancı saydılar. Bundan ötürü de, onlar tutuklanıp hesap günü mutlaka yargılanacak ve cehenneme götürüleceklerdir.
128 – Ancak Allahın ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz.
129-130 – Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık. “Selam olsun İlyasa!” Hayatında çok kötü davranışlara maruz bıraktıkları Hz. İlyas (a.s)a İsrailoğulları vefatından sonra Hz. Musadan sonra, en büyük saygıyı beslemişlerdir. Onun göğe kaldırılıp dünyaya yeniden doğacağı inancı İsrailoğullarında yaygındı. (Tevrat, II. Tarihler 21,12-15; I. Krallar 17,18; 19,21; II. Krallar 1,2)
131 – İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri.
132 – Gerçekten o bizim tam inanmış has kulları-mızdandı.
133 – Lût da şüphesiz, resûllerdendi.
134-135 – Onun suçlu kentini cezalandırırken geride kalanlar arasında yer alan yaşlı eşi hariç, kendisini ve ailesini kurtardık.
136 – Sonra da ötekileri imha ettik.
137-138 – Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?
139 – Yûnus da şüphesiz resûllerdendi.
140 – Hani o Rabbinden izinsiz kaçıp yolcusunu doldurmuş gemiye kendini atmıştı.
141 – Kur’a çekmiş, kur’ada kaybedenlerden olunca denize atılmıştı.
142 – O yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi.
143-144 – Şayet Allahı çok zikreden, ibadetli kimselerden olmasaydı, tâ mahşere kadar onun karnında kalırdı. Hz. Yunus (a.s) ın kıssası için bkz. 21,87. Bazı rasyonalistler, balığın onu yutmasını tevil etmek isterler. Bu olay bir mûcize olarak pekâla gerçekleşmiştir. Kaldı ki mûcize olmaksızın bile normal şekilde şöyle bir olay cereyan etmişti. 1891’de İngilterede balina avında bir balıkçı denize düşer ve balina da onu yutar. Bir iki gün sonra o balık ölü olarak bulununca, yutmasından 60 saat sonra, karnından canlı olarak çıkartılmıştır. (Urdu Digest, Şubat, 1964’den Mevdudi, Tefhim, bu ayetlerin tefsirinde.) Yunus (a.s) ın halkı onu yalanlamada ısrar ettiler. Sonunda; “Üç gün mühletiniz kaldı, iman etmezseniz azap gelecek” diye tebliğ etti. Üçüncü gün gelmeden gece yarısı şehri terk etti. Fakat halk sabahleyin azap alametleri başlayınca, korkarak dönüş yapmak istedi-ler, onu bulamayınca çoluk çocuklarını davarlarını alarak şehir dışında çöle çıkıp tevbe ettiler. Allah tevbelerini kabul etti. Hz. Yunus Peygamberlik sünnetine aykırı olarak emir gelmeden hicret etme hatasını itiraf ile Rabbine yalvardı. O da ona icabet etti.
145 – Derken Biz onu ağaçsız çıplak bir sahile attık, o bitkin bir halde idi.
146 – Üzerine gölge yapması için, orada asma kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.
147 – Biz onu yüzbin kişilik bir şehre göndermiştik, hatta gittikçe nüfusları artıyordu da. “Bu ayette: “Biz onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.” diye de mâna veri-lebilir. Allah Teala dileseydi, elbette o halkın sayısını tam olarak bildirirdi. Maksad: Bir kişi oraya girdiğinde yüzbin veya daha fazla olduğunu tahmin ederdi.” demektir.
148 – Yûnus onları tekrar hakka çağırınca, bu sefer iman ettiler. Biz de belirli bir süreye kadar onları hayattan istifade ettirdik.
149 – Resûlüm! Şimdi sor o Mekkelilere (hâla şirkle-rine devam edip) kız evlatları senin Rabbine, erkek evlatları da kendilerine mi verecekler? [16,58; 53,21-22; 43,19; 17,40]
150 – Yoksa Biz melekleri dişi yaratmışız da onlar buna şahit mi olmuşlar?
151-152 – Haberiniz olsun ki onlar sırf iftira ederek “Allah doğurdu” derler. Onlar yalancının ta kendileridirler.
153 – Allah kızları oğullara tercih mi etmiş?
154 – Ne olmuş size, aklınızı mı kaybettiniz? Ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle!
155 – Hâla düşünüp Allahın bundan münezzeh olduğunu anlamayacak mısınız?
156 – Ne o, yoksa sizin açık bir deliliniz mi var?
157 – Eğer iddianızda tutarlı iseniz getirin o Kita-bınızı!
158 – Bir de tutup Allah ile melekler arasında bir soy bağı uydurdular. Ama o melekler, bunu iddia eden müşriklerin yargılanıp cehenneme tıkılacaklarını pek iyi bilirler.
159 – Ve şöyle derler: “Allah onların iddia ettikleri şeylerden münezzehtir, çok yücedir.”
160 – Ancak Allahın ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz, cehenneme götürülmezler.
161-163 – “Ey müşrikler ne siz ne de sizin Allahtan başka ibadet ettikleriniz, ille de cehenneme girmek isteyen kimseler hariç Allaha yönelmek isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir kuvvete sahip değilsiniz.”
164 – Bizim her birimizin belli bir makamı ve yeri vardır.
165 – Saf saf dizilenler biziz.
166 – Allahı zikredip Onu tenzih edenler biziz. [21,26-29]
167-169 – Müşrikler önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki ümmetlere verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz de Allahın halis, muvahhid kulları olurduk.” [35,42; 6,156-157]
170 – Ama şimdi onu red ve inkâr ettiler; Fakat yakında öğrenirler!
171-173 – Şu kesindir ki, Biz resûl olarak gönderdi-ğimiz kullarımıza söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir. [58,21; 40,5] Ayette geçen “ordumuz”, yani Allahın ordusundan maksad Resûlullah (a.s) ile birlikte mücahede eden ve onun tebliğ ve cihadını devam ettiren müminlerdir. Ayrıca Allah tarafından müminleri desteklemekle görevlendirilen gaybi ordular da olabilir. Ancak bu, müminlerin her zaman siyasi sahada galibiyet sağlaya-cakları manasına gelmez. Esasen galip gelinecek sahalar çoktur ve siyaset bunlardan sadece biridir. Nitekim peygamberler siyasi yönden galip gelmedikleri yerlerde, ahlâk ve faziletle başarı sağlamışlardır. Ancak, Cahiliyye düşünceleri bir süre üstün çıksa bile, kısa bir zaman sonra silinip gitmişlerdir. Fakat Peygam-berlerin getirdikleri gerçekler, binlerce yıldan beri hakikat olarak devam etmektedir. Demek ki hüccet yönünden her zaman üstündürler. (Mevdûdi, Tefhim)
174 – Artık bir süre sen onlardan uzak dur.
175 – Gözetle onları. Zaten kendileri de başlarına geleceği yakında göreceklerdir.
176 – Şimdi onlar azabımızın çarçabuk başlarına gelmesini gerçekten istiyorlar mı?
177 – Eğer öyleyse, şunu bilsinler ki, azap onların yurtlarına inerse, o uyarılıp da yola gelmeyenlerin varacakları sabah çok fena bir sabah olacaktır!
178 – Artık sen bir süre onlardan uzak dur.
179 – Gözetle başlarına inecek azabı. Zaten kendileri de yakında gerçeği göreceklerdir.
180-182 – İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir. Selam bütün peygamberleredir. Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allahadır.