YÂSîN SÛRESİ; Mekke devrinin ortalarında inmiş olup 83 ayettir. İsmini Kur’an-ı Kerimin en kısa ayeti olan ilk ayetinden almıştır. Sûre, Kur’anın dört esas maksadından üçü olan tevhid, ahiret ve risaleti ayrıntılı denecek derecede ele alır. Şöyle ki: 1-Allah Tealanın gökyüzünde tezahür eden kudreti, Güneş ve Ayın hikmetleri, gece ve gündüzün oluşumu, bitkiler ve hayvanlar âleminde, insanın yaratılışında tezahür eden deliller hatırlatılarak bütün bunların Tek olan Yüce Yaratıcıyı gösterdiği zihinlere yerleştirilir. 2-Ölmüş yeryüzünün her sene bahar mevsiminde diriltilmesi, insanın bir damla sudan yaratılması ölülerin diriltilmesinin delili olarak anlatılır. 3-İnsanlık tarihinde risaletin öteden beri mevcut olup Hz. Muhammed (a.s) ile devam ettiği, mahiyet olarak beşerden başka bir şey olmayan elçilerin sadece ilahi mesajı tebliğ ile görevli oldukları, onların bu ağır vazifeden ötürü insanlardan hiç bir karşılık beklemedikleri bildirilir. Sûre bu gerçekleri çok özlü, etkili ve düşündürücü bir üslupla anlatır. Hz. Peygamber (a.s): “Yasin Kur’anın kalbidir” buyurmuştur. Gerçekten bu sûre, kirlenen ruhlara ve canlara, temizlenmiş kanla sürekli olarak hayat bahşeden, çarpıp duran manevî bir kalb durumunda-dır. Hz. Peygamber: “Ölmek üzere olanların yanında Yasin sûresini okuyunuz” buyurmakla, onun ölümcül durumda olanlara bile hayatiyet vereceğini bildirmiştir. Gerçekten ahirete doğru yolculuğun sonunda bu hakikat dersini dinlemek pek önemlidir. Bazı alimler ise ölülerin bile ondan faydalanacaklarını, kabrin başında okunmasının hadiste yeri olduğunu kabul etmişlerdir.
Bismillahirrahmanirrahim
1 – Yâ sîn,
2 – Hikmetli Kur’ana andolsun:
3 – Sen elbette gönderilen resûllerdensin
4 – Dosdoğru yol üzerindesin.
5-6 – Aziz ve Rahimden indirilen bir tenzil olup, ataları uyarılmamış, hâliyle, kendileri de gaflette giden, bir topluluğu uyarmak için gönderilmişsin.
7 – Hak olarak kesinleşti, haklarında çoğunun, ilâhi hüküm. Artık imân etmezler onlar…
8 – Boyunlarına öyle boyunduruklar koyduk ki onlar çenelerine dayanmaktadır. Boyunları yukarı, çeneleri kalkık, gözleri havada bir durumdadırlar. Kâfirler, gidişatlarına uygun bir şekilde cezalandırıl-mışlardır. Mağrur, burunları havada olmaları sebebiyle, o şekilde kelepçelenmişlerdir. Sağ ve sol el, sağ ve sol çene altlarından birer dikme gibi tutturulduktan sonra, üstünden çeneye kadar varan kelepçe dolanır. Bu durumda olan şahıs, önünü göremez, gözleri havada olduğundan boynu şiddetli şekilde ağrır.
9 – Hem önlerinden hem arkalarından bir sed yaparak, öylesine çepeçevre sardık ki artık hiç göremezler onlar…
10 – Müsâvidir kendilerine: Ha uyardın onları, ha uyarmadın, artık iman etmezler onlar…
11 – Sen ey Resûlüm, şu kimseyi uyar: İrşâda can kulağıyla tâbi olur, Görmediği Rahmanı sayıp çekinir. Müjdele onu: Mağfiret onun, şerefli mükâfat onun…
12 – Ölüleri diriltecek Biz’iz. Yaptıkları her şeyi ve bütün izlerini yazan Biz’iz. Velhasıl her bir şeyi, apaçık bir Kitap’ta sayıp döken Biz’iz.
13 – Sen şimdi onlara bir misâl getir: Malum şehir halkını, hani onlara da Resuller gelmişti. Buradaki elçiler, Hz. İsanın havarîleri, muhataplar Roma İmparatorluğunun hakimiyeti altında yaşayanlar, şehir ise Antakya veya o civarda bir başka şehirdir. Hz. İsanın daveti karşısında müşrik Romalılar nasıl söndüyse, Kur’anın daveti ile de şirkin hakimiyetinin yıkılacağına îma edilir.
14 – Evet, iki Resûl gönderdik onlara, “Yalancı!” dediler onlara. Bunun üzerine, güçlendirdik onları bir üçüncü Resulle, Dediler hep birden: “Biz Allahın Resûlleriyiz size!”
15 – Ahali dedi ki: “Doğrusu Rahmanın indirdiği bir şey yok! Siz de bizim gibi bir beşersiniz, evet evet… siz sadece yalancısınız!”
16 – Resûller dediler: “Elbette biliyor Rabbimiz, Size gönderilen Resûlleriz biz;
17 – Açıkça tebliğden başka bir şeyle mükellef değiliz biz.”
18 – Ahâli dedi ki: “Uğursuzsunuz siz, şayet vazgeçmezseniz, sizi taşlarız, acı mı acı bir azap size dokundururuz.”
19 – Resûller cevap verdiler: “Uğursuzluğunuz sizinle beraber, çünkü siz imânsızsınız, irşâd edildiniz diye mi böyle söylüyorsunuz? Haddi aşan toplumun tekisiniz siz!”
20 – Derken… şehrin öte başından, bir adam geldi koşan, adam mı adam! Onlara dedi: “N’olur ey kavmim! siz bu resûllere uyun!” Bu zat, Habib-i Neccar diye bilinir.
21 – “Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun.”
22 – “Hem ne o olmuş ki bana? tapmayayım beni yaratana? Hem sizlerin de dönüşü olacak Ona!”
23 – “Hiç Ondan başka Tanrı edinir miyim! Zirâ Rahman bana zarar vermek dilerse, onların şefaati etmez faide, hem kurtaramazlar da…”
24 – “O durumda ben, besbelli bir sapıklıkta olurum,
25 – amma bakın: Ben Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş olun!”
26 – Ona denildi: “Buyur Cennete!” O ise halkını hatırlayarak: “Ah halkım bir bilseydi!”, dedi.
27 – “Ah bir bilseler! Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara garkettiğini.”
28 – Onun vefatından sonra, kavminin üzerine, gökten bir ordu indirmedik, zaten bu âdetimizden de değildi.
29 – (Orduya ne lüzum?), bir tek ses yeter! Bir de bakmışsınız: sönüp kalmışlar, cansız…
30 – Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her Resûl ile, alay ederlerdi mutlaka.
31 – Kendilerinden önce nice nesilleri imhâ etti-ğimizi, ve de onların kendilerine dönmediğini görmezler miydi?
32 – Hiç kimse hariç kalmamak üzere, hepsi huzurumuza toplanacaklar!
33 – Delil mi isterler? İşte ölmüş arz! Hayatı ona Biz veriyoruz. Oradan onların yiyecekleri habbeleri çıkarıyoruz. Kendileri de ondan yeyip dururlar.
34 – Orada üzüm bağları ve hurmalıklar yaptık, orada pınarlar fışkırttık.
35 – Ta ki onun meyvelerinden yesinler, O meyveleri onlar yapmadılar, Hâla şükretmez mi onlar? Burada mâ edatı mevsule olabileceği gibi nâfiye de olabilir. Meâlde tek mânayı tercih etme mecburi-yetinden ötürü, daha kuvvetli görünen nefy anlamını tercih ettik.
36 – Münezzehtir o Allah, her noksandan münezzeh! Yerin bitirdiği her şeyi, ve kendilerini, ve daha nice bilmedikleri şeyleri çift yaratan, münezzehtir, Yücedir! Zevc: çift mânasına geldiği gibi çeşit ve kısım mânasına da gelir. Allahın bütün çeşit ve sınıflarıyla âlemi yarattığını ifade eder. Bu ayet, çift kavramının insanlar gibi bitkilerde de erkek ve dişi unsurlar ile câri olduğunu, hatta insanların çeşitli dönemlerde bilmedikleri birçok şeylerde de çift unsurun bulunduğunu ifade eder: elektrikte artı ve eksi yük, cisimler arasında itme ve çekme kuvveti, maddenin temeli olan atomlarda pozitif ve negatif elektronlar bu ayetin mûcizevi olarak haber verdiği şeyler arasındadır. Bütün bunlardan maksad da, her şeyi çift yaratan, bunca çeşitliliği ile kâinatı yaratan Allahın eş ve ortaktan münezzeh olduğunu vurgulamaktır.
37 – Onlara bir delil de gecedir: Ki Biz ondan gündüzü sıyırıp soyarız, birden karan-lığa gömülürler…
38 – Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde… Takdir-i Aziz u Alim böyle olur işte! Kur’anın muhataplarına vermek istediği ders: çok mükemmel ve en ufak aksaklık göstermeyen bir nizam vardır. Her tarafı birbiriyle tam irtibatlı bu nizam, bu sistem de, nizamın sahibinin tek olduğunu gösterir. Bunun misallerinden biri Güneşin hareketidir. Güneşin hareketi kendi etrafında olabilir. Dünyanın etrafında olabilir, Güneş sistemi olarak olabilir, içinde bulunduğu Saman yolu galaksisi olarak saniyede 10 mil veya daha fazla olabilir. Ayetin aslında öyle bir cümle yapısı vardır ki bütün bunları ifade etmesi mümkündür. Fakat önemli olan şudur ki nizam fikri, bütün ihtimallerde mevcuttur, Allahın bu mucizeli, çevik, muazzam, pek marifetli ve maharetli hizmetkârı herbiri ayrı ayrı yörüngede, muazzam faaliyetlerine rağmen hiçbir uyumsuzluğa yol açmamakta, en ufak bir aksaklık göstermemektedir.
39 – Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik, dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.
40 – Ne gündüz Aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir, o gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur….
41 – Bir delil daha onlara: Nesillerini dopdolu gemilerde taşımamızdır. Eski tefsirlerimizin çoğu burada Hz. Nuh (a.s) ın gemisini düşünürler. Merhum Elmalı’lı ise, nesillerin ana rahimlerinde boğulmaksızın, emniyetle taşınmasını düşünür. Bu mânâ -tek tek bütün insanlarla ilgili olup, hepsinin devamlı görüp durduğu bir hâdise olması itibariyle- daha münasip sayılabilir.
42 – Onlar için, gemiye benzer, daha nice binekler yaratırız Biz… Birçok çağdaş tefsirde belirtildiği gibi burada gemiye benzeyen yolcu nakil vasıtalarından tren, otobüs, uçak gibi binekler, açıkça haber verilmektedir.
43 – Şayet dileseydik boğardık onları, ne feryatlarına koşan bir kimse bulabilir, ne de başka türlü kurtarılırlardı.
44 – Meğer ki olsun katımızdan bir rahmet, ve ha-yatta bırakmak irâdesi bir müddet…
45 – Onlara ne zaman denilse: “Önünüzde ardınızda bulunan hâllerden sakının, böylelikle merhamet edilmeye müstehak olun!” yüz çevirirler… Bu haller hakkında şu ihtimaller düşünülmüştür: “Dünya azabı ve âhiret azabı”; “şimdiki zaman veya istikbaldeki tehlikeler”, “görünen veya görünmeyen kaza ve belalar”
46 – Rab’lerinin âyetlerinden bir âyet, ne zaman gelse, yüz çevirirler…
47 – Onlara ne zaman “Allahın size lütfettiğinden, siz de muhtaçlar için harcayın” denilse, kâfirler müminlere şöyle derler: “Size kalsa Allahın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim mi işimiz? Siz böyle ne sapık düşünürsünüz!”
48 – Ve yine derler ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, ba’s ne zaman, bizi tehdid ettiğiniz?..
49 – Onların beklediği: Sadece bir ses… Çekişip dururlarken kendilerini çarpacak bir ses…
50 – İşte o zaman… Ne vasiyette bulunabilir, ne de evlerine dönebilirler…
51 – Sura üflendi, “kalk?” borusu çaldı… İşte kabirlerinden kalkıp, Rablerinin huzurunda duruşmaya koşuyorlar…
52 – “Eyvah bize! Kim kaldırdı yatağımızdan?” di-yorlar… “İşte Rahmân’ın vâdi: Resûller doğru söylerler.”
53 – Bütün olay, bir çağrıdan ibâret! İşte hepsi duruşma için toplanmışlar…
54 – Artık bugün, kimseye zulmedilmez, hakkınızdan başka size bir karşılık verilmez.
55 – Amma bugün cennetlikler, zevk ve eğlence içindedirler…
56 – Hem kendileri, hem eşleri gölgeliklerde, tahtlarına kurulurlar.
57 – Orada turfanda yemişler onlara, hâsılı istedikleri her şey onlara…
58 – Rabb-i Rahim’den sözle olan bir selâm yine onlara…
59 – “Fakat bugün sizler, şöyle bir tarafa çekilin ey mücrimler”
60 – “Ey Adem’in evlatları! Size emretmemiş miydim: Şeytana tapmayın sakın!
61 – Çünkü o size âşikar düşman… Lâkin Bana tapın işte sırat-ı müstakim!”
62 – İçinizden nice nesilleri saptırdı o. Bunu düşünmeli değil miydiniz?
63 – İşte tehdid edildiğiniz cehennem!
64 – İnkârınız sebebiyle girin oraya bugün.
65 – Bugün mühür vuracağız ağızlarına, elleri Bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına.
66 – Eğer dileseydik gözlerini dümdüz, silme kör ederdik, o zaman yola dökülüp dururlardı. Fakat nasıl göreceklerdi? “İmana gelmeleri için, ille de kendilerini böyle sakat, çarpık çurpuk etmemizi mi bekliyorlar? Dileseydik böyle yapardık; o zaman da imâna koşmak için yarışırlardı ama bu vaziyette nasıl görebilirlerdi ki?” demektir.
67 – Eğer dileseydik, o yalanladıkları yerde, hemen başüstü mâhiyetlerini değiştirir, çirkin mi çirkin, tersyüz ederdik… Artık ne ileriye devam, ne de geriye dönüş yapabilirlerdi.
68 – Onlardan hayatta bıraktığımız kimsenin ise, hilkatini tersyüz ederiz. Hâlâ akıllanmazlar mı? Tefsirlerin çoğunluğunda bulunmayan bu anlam ve irtibat Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvir’den alınmıştır.
69 – Biz Resûl’e Kur’an öğrettik, şiir öğretmedik, o zaten ona yaraşmaz. O sırf bir irşâd ve parlak bir Kur’andır.
70 – Yaşayan her kişiyi uyarsın diye, böylece ilâhi hüküm kâfirler hakkında kesinleşsin diye gönderilmiştir.
71 – Şunu da görmediler mi: Ellerimizle yaptığımız eserlerden kendileri için uysal, evcil hayvanlar yarattık da onlara mâlik bulunuyorlar.
72 – Onları emirlerine âmade kıldık. Onlardan hem binek edinir, hem de yerler,
73 – Onlardan içecekler elde ederler, daha nice menfaatlerinden yararlanırlar. Halâ şükretmezler mi?
74 – Tuttular, Allahtan başka tanrılar peşine düştüler, güyâ ki yardıma nâil olacaklar.
75 – O putlar kendilerine yardım edemezler, nasıl olur? Zaten bunlar, onlar için hazırlanmış askerler! Şirkin çelişkisi: Müşrik, putundan yardım bekler; amma aslında müşriğin yardımı olmasa put varlığını devam ettiremez. Hazır kuvvet halinde nöbettarlık, bekçilik eden putperesttir ki, şirki devam ettirir. Yani o ona asker, öbürü buna asker! Ayet-i kerime bu iki anlamı mükemmel bir tarzda toplamaktadır.
76 – O halde ey Resûlüm, üzülme sen laflarına, onların gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını da, sen hiç tasalanma…
77 – İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi: Biz kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir hasım kesildi Bize.
78 – Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misâl fırlattı Bize; “Çürümüş vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek!” diye.
79 – De ki: “Onları ilk defa inşa eden diriltir, hem O her halkı bilir.” Burada “halk”, Türkçedeki mef’ul mânâsında olmayıp, masdar mânâsınadır. Yani “Allah, yaratmanın her türlüsünü, hayale bile gelmez şekillerini, mekanizmalarını bilir” demektir.
80 – O’dur ki sizin için yeşil ağaçtan bir ateş yaratır, siz de onu tutuşturup durursunuz. Tefsirlerin çoğu bundan, yaş iken birbirine sürtül-mekle ateş çıkaran çöl ağacı merh ve afârın kasdedildiğini bildirirler. Çağdaş müelliflerden, petrolü oluştu-ran ağaçları düşünenler de vardır.
81 – Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya olmaz mı kadir! Elbette kadir! Hallâk Odur, Alim Odur!
82 – Bir şeyi dilediğinde Onun buyruğu, sadece “Ol!” demektir, hemen oluverir…
83 – Sübhandır, münezzehdir o Zât ki, herşey üzerinde hâkimiyet elindedir. Ve… hepinizin de dönüşü, Ona olacaktır.