FÂTIR SÛRESİ; Mekkede indirilmiş olup 45 ayettir. Allah Tealanın yaratıcılığını bildiren ve ilk ayette geçen Fâtır isminden dolayı bu isimle adlandırılmıştır. Allahın varlığına, birliğine, hikmet ve kudretine delalet eden çeşitli deliller gözler önüne serilir. Allahın yarattığı tabiatı iyi inceleyenlerin O’nu layıkıyla tanıyıp tazim edecekleri, bir sonuç halinde bildirilir (ayet: 28). Şirk çürütülür. Bu gerçekler, bazı meseller aracılığı ile de somut hale getirilir. Vahye kulak verip ahirete hazırlananları bekleyen mutluluk ile kâfirleri bekleyen kötü akıbet hatırlatılır. İnsanların çoğunun nankörlü-ğüne rağmen Allahın onlara mühlet verdiği hatırla-tılarak onlar, bu fırsatı değerlendirmeye çağırılır.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allaha mahsustur. O, yaratıklarından, istediğine, dilediği kadar fazla özellikler verir, Çünkü O herşeye kadirdir. Buradaki kanat sayıları, tahsis için olmayıp, çokluğu beyan etmek için misal kabilindendir. Zaten hemen peşinden gelen “yaratmada dilediği kadar fazla özellikler verir” kısmı da bunu teyid etmektedir. Nitekim hadis-i şerifte, Peygamber Efendimizin Cibril’i ufku kaplayan altıyüz kanadıyla gördüğü bildirilmiştir. Ayet hilkatteki çeşitliliğe işaret buyurmaktadır: Mesela: güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalbde cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmada yeterlilik, çeşitli kabiliyetler, işte beceriklilik ve maharet ve daha ne mükemmellikler sadece insan yaratılışıyla ilgili çeşitliliğe misal kabilindedir. Bunlara kuşlar, balıklar, kelebekler, atlar, aslanlardan, dünyayı yaldızlayan envaı türlü çiçekler ve bitkiler âlemini, zerrelerden, atomlardan galaksilere kadar makrokozmozu dolduran çeşitlilikleri ilave edersek bu ayetin ne geniş bir âleme pencere açtığını anlayabiliriz.
2 – Allahın insanlara göndereceği herhangi bir nimeti engelleyip tutacak güç bulunmaz. Onun vermediğini ise gönderecek kuvvet yoktur. O, öyle Aziz ve Hakimdir: mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
3 – Ey insanlar! Allahın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın: Düşünün: göklerden ve yerden sizi rızıklandıran Allahtan başka bir yaratıcı mı var? Ondan başka tanrı yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da (imandan inkâra) çevriliyorsunuz?
4 – Eğer seni yalancı sayarlarsa buna üzülme. Senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler nihai hüküm için Allaha götürülür.
5 – Ey insanlar! Allahın vâdi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o çok hilekâr Şeytan da Allahın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın. [31,33; 57,14] Şeytan birçok kere insanı: “Allah kerimdir, senin ibadetine ihtiyacı yoktur. O Gafurdur, Rahimdir” diye-rek günahlara veya “O herşeye vekildir” diyerek tembelliklere sürükleyip, imkânlarını kötüye kullanmaya sevketmek ister. Gerçi Allahın bu vasıfları vardır. Fakat öyledir diye mağrur olup aldanmak, Allaha saygı gös-termemek, Onun izzet ve celalini hesaba katmamak, Allahın cezasını tanımamak gibi bir cinayet işlemek olmaz. Keza Allahın iman edip makbul işler işleyen kullarına verdiği imkân ve derecelerden de göz göre göre bir mahrumiyete kimsenin razı olmaması gerekir.
6 – Şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman kabul edin. O kendi taraftarlarını, cehennemlik olmaya davet eder. [18,50; 36,60]
7 – Kâfirlere şiddetli bir ceza vardır. İman edip güzel ve makbul işler yapanlara ise bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
8 – Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.
9 – Allah o Yüce Zattır ki rüzgârlar gönderir. Onlar bulutu kaldırır, derken onu ölü bir beldeye sevkederiz ve onunla ölümünden sonra dünya yüzüne hayat veririz. İşte ölülerin diriltilmesi de böyledir.
10 – Kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamiyle Allah’ındır. Güzel ve temiz sözler O’na yükselir. Amel-i salihi, güzel ve makbul işi de Allah yükseltir. Kötü işleri gizlice tasarlayıp kuranlara şiddetli azap vardır. Onların kurdukları bütün tuzaklar mahvolur. [4,139; 10,65; 63;8] Ayette muhtemel olan birkaç anlam vardır. 1-Mealde tercih ettiğimiz durum: Güzel söz doğrudan Allahın katına çıkar, amel-i salih ise Allahın onu yükseltmesine bağlıdır. 2-Güzel sözü yükselten amel-i salihtir. Söz ancak eylemle değer kazanır. Hadiste “Allah sözü amelsiz kabul buyurmaz” buyurmuştur. 3-Amel-i Salih, amilini yükseltir. kim izzet istiyorsa, amel-i salih işlesin, zira kula şeref ve izzet veren, budur. Kısacası, izzet elde etmek hem sözde, hem de işte ortaya çıkan itaatla olur, yoksa gurur, tembellik, şeytanlık ve kötülüklerle değil.
11 – Allah sizi (atanız Âdemi) topraktan, sonraki nesilleri de nutfeden yarattı. Sonra sizi çift çift yaptı. Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur. Herhangi bir canlının ömrünün uzaması veya kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Bütün bunlar, Allaha göre, elbette pek kolaydır. [6,59; 3,8-9]
12 – (Allah sınırsız miktarda birbirinden farklı varlıkları yaratabilir. Bu cümleden olarak) iki denizin suyu bir olmaz: şu tatlı, içimi afiyetli, boğazdan kayıverir, o ise tuzlu, acıdır. Bununla beraber her iki denizden de taptaze et yersiniz ve takındığınız inci gibi süs eşyası çıkarırsınız. Allahın lütfundan nasip arayıp bulmak için gemilerin suları yardığını, denizlerde devamlı dolaştıklarını görürsün. Umulur ki bütün bu nimetlere şükredersiniz. [55,22-23]
13 – O gâh gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, gâh geceyi kısaltarak gündüzü uzatır. Güneş ve Ayı râm edip hizmet ettiren de O’dur. Bunlardan her biri belirlenmiş bir vâdeye kadar akıp gider. İşte bütün bunları yapan, Rabbiniz olan Allahtır. Hakimiyet Onundur. Ey müşrikler Sizin O’ndan başka yalvardığınız putlar ise bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
14 – Şayet siz onlara seslenirseniz çağrınızı işite-mezler, eğer işitseler bile icabet edemez, size cevap veremezler. Kıyamet günü ise sizin kendilerini, ibadette Allaha ortak saymanızı reddedeceklerdir. Hiç kimse sana, herşeyi bilen Allahın gerçekleri bildirmesi gibi haber veremez. [46,5-6; 19,81-82]
15 – Ey insanlar! Siz hepiniz Allaha muhtaçsınız. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere layık olan ise ancak Allahdır. İnsanın nazik bir yaratılışı olduğundan (4, 28) hangi mertebede olursa olsun Allaha muhtaç olmaktan kurtulamaz. Emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaçlar o kadar çoktur ki, onun yanında diğer mahluklara fakir bile denmez. İnsanın bu sınırsız ihtiyaçlarını tatmin edecek Allahdan başka Mabud bulunmaz.
16-17 – O dilerse sizi ortadan kaldırır ve bambaşka bir tür yaratır. Bunu yapmak Allah’a zor değildir. Ayetteki halk’dan kasıt hem yeni insan nesli, hem de yeni tür olabilir. Tehdit manası ikincide daha kuv-vetli olduğundan onu tercih ettik.
18 – Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Eğer çok ağır bir yük altında ezilen biri, taşıma işinde başkasını yardıma çağırırsa, yükünden az bir kısmını bile taşımayı kabul etmez. İsterse yardıma çağırdığı onun yakın bir akrabası olsun! Sen ancak Rablerini görmedikleri halde O’nu tazim eden ve namazlarını hakkiyle ifa edenleri uyarırsın (yani senin uyarman, peşin hükümlü inatçılara değil, ancak böyle yapmaya yatkın olanlara fayda verir). Kim günahlarından temizlenir, arınırsa kendi lehine olarak arınır. Hepinizin dönüşü Allahadır. “Bi’l-gayb” hakkında başka muhtemel tefsirler de vardır: 1-İnsanlardan uzak, yalnız iken de Allahı tazim ederler. 2-Azabını görmedikleri halde, Rablerinin azabından korkarlar. Bu ayet 29,13 ayetine aykırı değildir. Çünkü o ayet sapmadan başka, başkalarını saptırmak günahının cezasını bildirmektedir. Saptırma günahı da, sapma günahı gibi insanın kendi günahı olduğundan kendisine yüklenecektir.
19-22 – Görenle görmeyen (âma) bir olmaz. Karanlıklarla aydınlık, Gölge ile sıcak, Dirilerle ölüler de bir olmaz! (müminlerle kafirler bir olmaz.) Allah, dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara elbette işittiremezsin. [11,24]
23 – Sen sadece uyarıcı bir peygambersin
24 – Evet, Biz seni gerçeğin ta kendisine malik olarak, rahmetle müjdeleyen ve kâfirleri azapla uyaran bir Peygamber olarak gönderdik. Zaten uyaran bir Peygamber gelmiş olmayan hiç bir ümmet yoktur. [16,36; 13,7]
25 – Eğer seni yalancı sayarlarsa, üzülme. Bu yeni bir şey değil. Onlardan öncekiler de gerçeği yalan saymışlardı. Resûlleri onlara parlak deliller, kitaplar ve özellikle aydınlatıcı bir Kitapla gelmişlerdi.
26 – Sonra da Beni inkâr edenleri tutup cezaya çarptırdım. Benim reddedişim nasıl olurmuş, görsünler bakalım!
27 – Görmezmisin ki Allah gökten bir su indirir. Onunla rengârenk çeşitli meyveler yetiştiririz. Dağlardan da beyaz, kızıl, siyah ve türlü türlü renk-lerde yollar varetmişizdir.
28 – İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan yine böyle türlü renkte olanlar vardır. Kulları içinde ancak âlimler, Allahı lâzım geldiği tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, Aziz ve Gafurdur: Üstün kudret sahibidir, affı ve rahmeti boldur. Kur’an, Allahı tanıtırken kalbe hitab ettiği gibi birçok defa da akla hitab eder. İçinde yaşadığımız âlemin fizik yapısının iyice incelenmesini ister. Böylece Allahın rahmet, kudret, hikmet ve san’atının oradaki görünümlerini de dikkat nazarlarına sunar. Bu iki ayette muhataplar, bitkiler âleminde, yer küresinin kabuğunda, dağlarda ve topraklarda, insanlar ve hayvanlar âleminde tezahür eden muazzam ve muhteşem çeşitliliği incelemeye davet edilmektedirler. Aynı su ile sulanan, aynı toprakta yetişen, aynı Güneşten yararlanan bitkiler âleminde birbirinden güzel desenler, renkler, şekiller, tatlar, kokular, özellikler ve faydalar. Madenlerin depoları olan damar damar dağlardaki farklı toprak yapıları, renkler, çeşitler, özellikler, faydalar. Sadece bir petrolün milyonlarca yıllarla ifade edilen oluşumunu, mermer damarlarında Nakkaş-ı Ezelinin tecellilerini düşünelim: O harika renkler, şekiller, sağlam, muhkem özellikler. İnsanların ihtiyaçları için hazırlanmış demir, bakır, altın, gümüş, krom, çinko, kurşun, fosfat, kalay, uranyum, volfram, kömür, boraks… filizleri ve yatakları. Trilyonlarca yaratıkların yüzbinlerce yıl boyunca muhtaç oldukları ne varsa hazırlanmış. Tesadüfe en ufak bir yer bulunabilir mi? Azıcık bilenin buna ihtimal vermesi mümkün değil. O sadece bu ayette bildirildiği gibi Yüce Yaradanın azametine hayranlık duymaktan başka bir şey yapamaz. Böylece Kur’an fizik, kimya, jeoloji, botanik, zooloji gibi tabiat bilimlerini bu ve başka birçok ayetle teşvik eder.
29 – Allahın Kitabını okuyup ona uyanlar, namazı hakkiyle ifa edenler ve kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan, gizli ve aşikâr olarak hayır yolunda harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
30 – Çünkü Allah onlara mükâfatlarını tam tamına verecek, üstelik lütfundan onlara fazlasını da ihsan edecektir. Zira o Gafurdur, Şekûr’dur: Kusurları bağışlar, kulların amellerini ve şükürlerini kabul edip fazlasıyla karşılık verir.
31 – İlahi kitaplar içinde sana vahyettiğimiz bu Kitap da, daha önceki kitapları tasdik eden ve gerçeğin ta kendisi olan bir Kitaptır. Allah kullarının bütün yaptıklarından haberdar olup onları görmektedir.
32 – Sonra Biz Kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmeder. Kimi mûtedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allahın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf budur.
33 – (Onların mükâfatları) Adn Cennetleridir. Oraya girerler, orada altın bilezikler, incilerle süslenirler, elbiseleri de ipektendir.
34 – Şöyle derler: Hamdolsun bizden her türlü endişeyi gideren Allaha. Gerçekten Rabbimiz Gafurdur, Şekûrdur.
35 – Çünkü O lütfu ile bizi devamlı kalınacak olan yerde yerleştirdi. Burada artık bize ne yorgunluk olacak, ne de usanç gelecek.
36 – Kâfirlere ise cehennem ateşi var. Ne ölüm hükmü verilir ki ölsünler, ne de ateşin azabı hafifletilir. Biz işte Allahı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü böyle cezalandırırız. [20,74; 43,74-77; 17,97; 78,30]
37 – Onlar orada imdad istemek için şöyle feryad ederler: “Ey Ulu Rabbimiz, ne olur, çıkar bizi buradan, dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan başka, güzel ve makbul işler yapalım!” Allah onlara şöyle buyurur: “Biz, size, düşünüp ibret alacak, gerçeği görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamber de gelip uyardı. Öyleyse tadın azabı! Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!” [40,11-12] [43,77-78; 17,15; 67,8-9] Tecrübe ve imtihan zamanı olan bu süreyi yaşayan kimse için, Yaratanını bilmemekte bir özür kalmamıştır. Bu süre hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir hadis-i şerif bunu altmış yaş olarak belirler: “Kıyamet günü “altmış yaş yaşayanlar nerede?” diye nida edilir. Zira Allah Tealanın bu ayetindeki ömürden kasdedilen budur” Bir hadiste de: “Allah bir insana altmış sene ömür verince, artık bu hususta o kulunun mazeret ileri sürmesine imkân bırakmamıştır” buyurulur. Bu hadis çokça vaki bir durumu bildirmek içindir. Daha az görülen başka durumlar da vardır. Başka yaş bildiren rivayetler var ise de, Allahu Âlem: “Büluğdan sonra her ölen hakkında, bu süre gerçekleşmiş demektir.” Altmış, Hz. Peygamberden rivayet edildiği üzere en üst sınır demektir. Yani bundan sonra kâfirliğe hiç ma-zeret kalmıyor demektir.
38 – Allah göklerin ve yerin gayblarını bilir. O insanların kalblerinde olanları da tamamen bilir.
39 – Sizi dünyada halifeler, yani yöneticiler yapan O’dur. Kim inkâr ederse onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin inkârı, Rableri nezdinde kendilerine gazaptan başka bir şey artırmaz. Kâfirlerin inkârı onların sadece zararlarını fazlalaştırır. [35,39; 6,165] Mekkede bu sûrenin nazil olduğu zaman düşünülürse ayetin bir mucize ihtiva ettiği anlaşılır. Zira ayet ümmet-i Muhammedin dünyevi hakimiyetini bildirmektedir.
40 – De ki: Baksanıza, Allahdan başka yalvardığınız şu şeriklerinize! Gösterin bakalım bana: dünyanın nerelerini yaratmışlar? Yoksa göklerin yaratılmasında mı Allaha ortaklıkları var? Yoksa Biz onlara bir kitap verdik de onlar onun aydınlığında mı bulunuyorlar? Sözün doğrusu şu ki: zalimler birbirlerine sadece yalan, dolan ve aldanma vâd ederler.
41 – Gerçek şu ki: Gökleri ve yeri yok olmaktan koruyan, Yüce Allahtır. Şayet onlar yıkılacak olursa onları Allahtan başka kimse tutamaz. Doğrusu O Halimdir, Gafûrdur. [22,65; 30,25; 35,1]
42 – Kendilerini uyaracak bir Peygamber geldiği takdirde, ümmetler içinde, hidayette en ileri derecede yer alacaklarına dair var güçleri ile yemin ettiler. Ama kendilerine bir Peygamber gelip uyarınca bu onların sadece nefretlerini artırdı. [6,156]
43 – Sebebi ise: dünyada sırf böbürlenip büyüklük taslamak ve bir de kötü bir tuzak kurmak istekleriydi. Halbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder. Onlar daha öncekilerin uğradıkları feci akıbetten başka bir şey mi bekliyorlar? Sen Allahın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın! [13,11; 17,77; 48,23]
44 – Dünyada hiç dolaşıp da, kendilerinden önce yaşamış ümmetlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ve ne de yerde Allahı engelleyecek bir şey yoktur. Doğrusu O Alimdir, Kadirdir: Her şeyi hakkiyle bilir ve herşeye gücü yeter.
45 – Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı, dünyada tek bir insan bile bırakmazdı; ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vâdeye kadar erteler. O vâdeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir. Bazı tefsirler, insanın günahlarının uğursuzluğu yüzünden bir tek hayvan bile kalmazdı demişlerse de deprenir bir insan bırakmazdı mânasına olması daha mâkuldür. Çünkü ayetteki “onlar” zamirinin akıllı varlıklar hakkında kullanılması, akla daha yatkındır.