LUKMAN SÛRESİ; Mekkede nazil olup 34 ayettir. Sure-i Şerifenin konuları arasında en dikkate değer bölüm Hz. Luk-man’ın oğluna yaptığı nasihatları nakleden kısım olduğundan, bu hakikatlerin önemini göstermek üzere sûreye Lukman adı verilmiştir. Lukman, Kur’anda adı geçen tek hekim olmaktadır. Önce Kur’anın hikmet dolu olan bir kitap olduğu vurgulanır. Sonra Allahın kâinattaki kudret, hikmet ve birliğine dair bazı deliller zikredilir. Peşinden Lukman’ın hikmetin ta kendisi olan tavsiyeleri bildirilir. Böylece akıl ve tefekkürün gayesi olan hikmet, beşeriyet için bir ideal olarak gösterilir. Daha sonra bazı vahdaniyet delilleri, insanın Rabbine ve O’nun dinine olan ihtiyacı bildirilip, bilgisi ne kadar ilerlerse ilerlesin insan için gayb olarak kalacak bir alanın hep mevcud olacağı hatırlatılır.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Elif, Lâm, Mim.
2 – Şunlar hikmet dolu Kitabın ayetleridir.
3 – İyi davrananlar için hidayet rehberidir, rahmettir.
4 – Onlar namazı hakkiyle ifa ederler, zekâtı verirler, ahirete de tam olarak iman ederler.
5 – İşte onlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar ve işte onlardır felah bulanlar.
6 – Öyle insanlar vardır ki hiçbir delile dayanmaksızın halkı Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için laf eğlencesi satın alır. İşte onları zelil ve perişan eden bir azap vardır. [39,23] Nadr İbn Haris adında Mekkeli bir müşrik, İran’la yaptığı ticaret esnasında acem masalları ihtiva eden kitaplar satın almış ve Mekkeli hemşehrilerine getirerek şöyle demişti: “Muhammed size Âd ve Semûd halklarının masallarını anlatıyor. Ben de size Rum ve Acem masallarını söyleyeceğim.” Bunları okuyarak, aklı sıra halkı, Kur’andan uzak tutmaya çalışırdı. Bazı müfessirler lehv’i, “Allah yolundan alıkoyan şarkı” olarak tefsir ederler. Nüzul sebebi olarak zikredilen bu olaylarla beraber, ayetin beyanının genel olup Kur’anla alay edenlerin hepsini kapsadığı meydandadır.
7 – Kendisine ayetlerimiz okunduğunda, sanki onları işiten kendisi değilmiş gibi, sanki kulaklarında ağırlıklar varmış gibi son derece kibirli olarak sırtını dönüp uzaklaşır. Onları gayet acı bir azapla müjdele!
8 – İman edip, güzel ve makbul işler yapanlara naim cennetleri vardır.
9 – Ebedi kalmak üzere oralara girerler; Allahın vâdi haktır, gerçektir. O, Aziz ve Hakimdir: mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
10 – O gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yarattı. Yere de, sizi sarsmaması için, ağır baskılar, yani ulu dağlar koydu ve orada her türlü canlıyı üretip yaydı. Gökten de bir su indirdik de orada her güzel çifti yetiştirdik. Diğer muhtemel mana: “O, gökleri, görebilece-ğiniz direkler olmaksızın yarattı.”
11 – İşte bunlar Allahın yarattıklarıdır. Peki, gösterin bakalım Ondan başkası ne yaratmış! Doğrusu, o zalimler besbelli bir sapıklık içindedirler.
12 – Biz Lukmana “Allaha şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim nankörlük ederse bilsin ki Allah müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye layıktır. [17,7]
13 – Lukman oğluna nasihat ederken: “Evladım! dedi, sakın Allaha eş, ortak uydurma. Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür. [17,23]
14 – Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: “Hem Bana, hem de annene babana şükret, unutma ki sonunda Bana dönecek-siniz.” [2,233; 46,15; 17,24]
15 – “Eğer onlar seni, şerik olduğuna dair hiçbir bilgin olmadığı şeyleri, Bana ortak saymaya zorlarlarsa sakın onlara itaat etme. Ama o durumda da kendileriyle iyi geçin, makul bir tarzda onlara sahip çık. Bana yönelen olgun insanların yolunu tut. Sonunda hepinizin dönüşü Bana olacak ve Ben işlediklerinizi tek tek size bildirip karşılığını vereceğim. “Kendileriyle iyi geçin, makul bir tarzda onlara sahip çık” demek günaha iştirak etmeksizin islamın razı olacağı iyilik ve insanlığın gerektireceği şekilde beraberlerinde bulun. Mesela yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını düzene koymak, eziyet etmemek, ağır söylememek, hastalıklarını tedavi ettirmek, vefatların-da defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarda bulunmak demektir.
16 – “Evladım, yapılan iş; bir hardal tanesi kadar küçük de olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, yahut göklerin veya yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa, mutlaka Allah onu meydana çıkarır. Allah öyle Latif, öyle Habirdir: İlmi gizliliklere pek kolay bir tarzda nüfuz eder. [21,47; 99,7-8]
17 – Evladım, namazı hakkiyle ifa et, iyiliği yay, kötülüğü de önlemeye çalış, ve başına gelen sıkıntılara sabret. Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdendir.
18 – Kibirli davranarak insanlara yüzünü dönme, yerde çalımlı çalımlı yürüme! Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez. [17,37]
19 – Yürürken ölçülü, mûtedil yürü. Konuşurken sesini ayarla, bağırarak konuşma. Unutma ki seslerin en çirkini, avazı çıktığınca bağı-ran eşeklerin sesidir.
20 – Görmüyormusunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri size ram edip hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi garketmiş? Yine de, öyle insanlar var ki hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.
21 – Kendilerine: “Gelin, Allahın indirdiği buyruklara uyun” denilince: “Hayır, biz babalarımızdan ne görmüşsek onu uygularız, sadece onlara uyarız” derler. Peki Şeytan atalarını o harlı ateş azabına çağırmış olsa da mı onların peşinden gidecekler? [2,170; 43,22]
22 – Kim etrafına hep iyi davranarak yüzünü ve özünü Allaha teslim ederse o kimse en sağlam tutamağa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allaha raci olur. Kararlar onun divanından çıkar.
23 – Her kim de dini inkâr ederse, onun küfrü seni üzmesin. Sonunda Bize dönecekler ve Biz de onlara yaptıkları her şeyi bir bir bildirip karşılığını vereceğiz. Allah kalblerden geçen düşünceleri dahi bilir. [10,70] “bildireceğiz” demekten maksad, yaptıkları bütün kötülükleri bildirip onların ikrarlarını almaktır.
24 – Biz onlara kısa bir süre ömür sürme imkanı veri-riz, ondan sonra da şiddetli bir azaba mahkûm ederiz.
25 – Şayet onlara: “Gökleri ve yeri yaratan kimdir?” diye soracak olursan, elbette “Allahtır” diye cevap vereceklerdir. De ki: el-Hamdü lillah! ki müşrikler bile Onu inkâr edememektedirler. Fakat onların ekserisi bunun anlamını bilmezler. (Yani o müşrikler bu itiraflarıyla, çelişki içine girdiklerini farketmezler).
26 – Göklerde ve yerde ne varsa Allahındır. Muhakkak ki Allah Müstağnidir, Hamiddir: Hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü övgüye O layıktır.
27 – Eğer Allahın kelimelerini yazmak üzere, dünyadaki bütün ağaçlar, kalem olsaydı ve denizlere de yedi deniz daha katılıp bütün onlar da mürekkep olsaydı, bunlar tükenir yine de Allahın sözleri tükenmezdi. Allah, öyle Aziz, öyle Hakimdir: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [3,39-45; 4,171; 18,109; 54,50; 79,12-13]
28 – Ey insanlar, sizin hepinizi yaratmak veya hepinizi öldükten sonra diriltmek bir tek kişiyi diriltmek gibidir. Allah her şeyi hakkiyle işitir ve görür. [36,82; 54,50]
29 – Bilmiyor musun ki Allah geceyi gündüze katıyor, gündüzü geceye katıyor, böylece sürelerini uzatıp kısaltıyor. Güneşi ve Ayı râm etmiş, hizmete koşmuş, her biri belirlenen bir vâdeye kadar akıp gidiyor. Gerçekten Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [22,70; 65,12]
30 – Bu, böyledir. Çünkü Allah gerçeğin, hakkın ta kendisidir. Müşriklerin Ondan başka yalvardıkları tanrılar ise batıldır. Gerçekten Allah çok Yücedir, çok Büyüktür.
31 – Görmezmisiniz ki gemiler Allahın lütfu ile denizde yüzüyor. Bu, Allahın varlığının ve kudretinin bazı delillerini göstermek içindir. Elbette bunda pek sabırlı, çok şükürlü olanlar için ibretler vardır.
32 – Denizde iken onları dağlar gibi dalgalar kapladığında, bütün kalbleriyle yalnız Allaha yalva-rırlar. Fakat onları kurtarıp karaya çıkarınca bir kısmı işi gevşetir, imanla inkâr arasında ortada kalır. Bizim ayetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkâr etmez. [17,67; 29,65; 35,32]
33 – Ey insanlar, Rabbinize karşı gelmekten sakının. Öyle bir günden çekinin ki o gün hiç bir baba evladına asla fayda veremez, evlad da babasına fayda sağlayamaz. Allahın vâdi elbette gerçektir. O halde sizi dünya aldatmasın ve çok hilekâr Şeytan da sizi Allah ile aldatmasın, Allahın affına güvendirmesin. [4,120; 14,22]
34 – Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir. Yağmuru da O indirir, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Herşeyi mükemmel tarzda bilen ve her şeyden haberdar olan Allahdır. [6,59] Bazı alimlerimiz bu ayetteki beş bilinmeyen konuya mugayyebat-ı hamse derler. Bir hadis-i şerifte de bunu teyid etmek üzere “Beş şey vardır ki onları Alahdan başkası bilemez” buyurulduktan sonra bu ayet zikredilmiştir. Münavi’nin dediği gibi, hadisin manası: “Bu beş şeyi Allahdan başkası, bütün özellik ve incelikleriyle. bilemez.” Şu halde bu hadis Allah Tealanın bazı makbul kullarına, hatta bu beşten bazı gaybî şeyleri bildirmesine mani değildir. Çünkü O, sınırlı gayblardandır. Mutezilenin bunu inkâr etmesi de manasızdır. Bir de şuna dikkat etmek gerekir. Gayb, mutlak gayb ve izafi gayb diye iki çeşittir. Ayet, mutlak gaybın, başkası tarafından bilinmesini reddediyor. İzafi gayb, bazı şartlara, bazı durumlara, bazı şahıslara göre gayb iken bazılarına göre gayb olmayan hususlara denir. Mesela İstanbul’daki insan, Tokyo’da cereyan eden hadiseyi bilemez. Ama vasıtalara sahip olan kimse, televizyon teknolojisi sayesinde görebilir. Bir sene sonra yağmurun ne zaman, ne kadar yağacağı mutlak gaybdır. Ama Allah, dünya atmosferinde yağmurun sebeplerini varettikten sonra, diğer insanlar için yağmur zamanını bilmek gayb olduğu halde, meteoroloji uzmanları tahmin raporu verebilir. Diğer bir konu ana karnındaki ceninin cinsiyetini bilme işidir. Son dönemde ultrason gibi cihazlarla bunu tesbit mümkündür. Ayet-i kerime “Rahimlerde olanı yalnız Allah bilir” buyuruyor. “Mâ” Arapçada en umumi bir lafızdır. Kapsamı son derece geniştir. Doğacak çocuğun her türlü maddi özelliklerine, genetik özelliklerine şamil olduğu gibi bütün istidatları, kabiliyetleri, hayat mukadderatı, ta cennete veya cehenneme gi-rinceye kadar bütün özellik ve ayrıntıları dahildir ki bunların yanında kız mı erkek mi olacağı meselesi zikre bile değmez. Geçen asırlardaki müfessirler için, cinsiyeti bilmek mutlak gayb durumunda olduğundan, bazıları bilinmeyecek şeylere misal verme kabilinden bunu söz konusu etmişlerdir.